Emsal Mahkeme Kararı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2019/1420 E. 2021/690 K. 20.05.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ

T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1420
KARAR NO : 2021/690
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 1. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 19/02/2019
NUMARASI :

DAVANIN KONUSU : Marka (Marka Devrinden Kaynaklanan)

Taraflar arasında görülen davada Ankara 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 19/02/2019 tarih ve …../….. E. – ……./…. K. sayılı kararın Dairemizce incelenmesi asıl ve birleşen davada davalı tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ : Davacı vekili, asıl ve birleşen davalarda, müvekkilinin “…” markasının Amerika Birleşik Devletleri’nde …… sayıyla 03 ve 05. sınıflarda ve Avrupa Birliği Markası (…….) olarak tüm Avrupa Birliği ülkelerinde…… sayıyla 03, 05 ve 42. sınıflarda tescilli olduğunu, davalının 15/12/1998 tarihinde “…” markasının tescili için başvuruda bulunduğunu ve 30/09/1999 tarihinde 03 ve 05. sınıflarda ……… sayıyla davalı adına tescil edildiğini, davalının 15/12/1998 tarihli marka tescil başvurusunu, distribütörlük ilişkisinin kurulduğu 15/06/1997 tarihinden sonra ve davacıdan izin almaksızın yaptığını, “…” markasını tescil ettirdiğini davacıdan uzun süre gizlediğini, öte yandan davalının markayı kendi adına tescil ettirmeyeceğini distribütörlük anlaşması ile de taahhüt ettiğini, taraflar arasındaki distribütörlük ilişkisi devam ederken, 2007’de imzaladığı anlaşmanın 10-b maddesinin, davalının davacıya ait markaları kendi adına tescil ettirmeyeceğini hüküm altına aldığını, davalının bu anlaşmayı imzalarken de “…” markasını tescil ettirdiğini davacıdan gizleyip, bu anlaşmayı imzaladıktan sonra 20/02/2009’da marka tescilini yenilediğini, 15.09.2010 tarihinde de “…… …… …” markasının adına tescili için başvuruda bulunup, 26.10.2011 tarihinde …….. numarayla adına tescil ettirdiğini, 2010’da imzalanan distribütörlük anlaşmasının 10-b maddesinde de, davalının davacıya ait markaları kendi adına tescil ettirmeyeceğinin hüküm altına alındığını, distribütörlük ilişkisini sonlandırmak için davalı ile temas kurulduğunda, davalının “…” markasının Türkiye’de kendi adına tescilli olduğunu ve kendi izni olmadan kullanılamayacağını bildirip, şantaj ve müvekkilinin kullanımını haksız şekilde engellemek ve distribütörlük ilişkisini devam ettirmeye zorlamak amacıyla kötü niyetle hareket edildiğini gösterdiğini, 556 sayılı KHK’nın 17. maddesi gereğince dava konusu markanın müvekkili lehine devredilmesi gerektiğini ileri sürerek, asıl davada …… sayılı “…” ibareli, birleşen davada …/…… sayılı “… …” ibareli marka tescillerinin davacı lehine devrine ve bu talebin yerinde görülmemesi halinde, anılan marka tescillerinin hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkili şirketin “…” markasını 1998 yılında Türkiye’de tescil ettirdiğini ve davacı ile 1997 yılında yaptığı distribütörlük anlaşmasından günümüze dek ticari ilişkilerini sürdürdüğünü, davacının “…” markasının müvekkili şirket tarafından tescil ettirildiğini 1998 yılından beri bildiğini, Sağlık Bakanlığınca talep edilen TPE nezdindeki tescilin müvekkili şirket adına yapılabileceğinin davacı şirket tarafından bildirildikten sonra, Türkiye’deki izin işlemlerinin tamamlanıp Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsat alındığını, konunun davacıya bildirildiğini, 12 Temmuz 2006, 12 Kasım 2005, 30 Temmuz 2008 tarihli broşürlerin, katalogların ürün görsellerinin davacıya gönderildiğini, …….. tarihlerinde davacı şirket yetkilisinin “…” ile ilgili TV 8 kanalında yapılan haberde konferans verdiğini, ……… materyallerinin, web sitesi yapılacağı gerekçesi ile davacıdan CD olarak talep edildiğini, 14, 23, 31 Aralık 2008’de reklam kopyalarının ve bilgilerinin gönderildiğini, 2009, 2010, 2011 ve 2014 yıllarında da ürün tanıtım ve reklamları ile ilgili pek çok yazışmanın olduğunu, davacının 18 yıldır distribütörlük anlaşması bulunan müvekkili şirketin adına yapılan tescili bilmemesinin, ticaret hayatının doğasına aykırı bulunduğunu, davacının tacir olup, bilmediğini iddia edemeyeceğini, davacının 18 yıl boyunca sessiz kalması nedeniyle hak kaybına uğradığını, 2010 tarihli distribütörlük anlaşmasının marka tesciline ilişkin 10-b maddesi maddesinin, 2010 yılından sonra tescil ettirilecek yeni markalara ilişkin olduğunu savunarak, asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından, taraf markalarının ayırt edilemeyecek kadar benzer olduğu, her iki taraf markalarında da esaslı unsurun “…” ibaresinden oluştuğu, davalının ……./…… sayılı markasında yer alan “… …” ibaresinin, vasıf belirttiğinden ayırt edici nitelik taşımadığı, taraflar arasında distribütörlük ilişkisi mevcut olup, davacının bu sözleşme bağlamında markalarının davalı tarafından kullanılmasına ve ürünlerinin pazarlanmasına rıza gösterdiği, davalı tarafın davacıya gönderdiği 06/15/1997 tarihli yazıda; “Biz sizin Türkiye’de distribütörünüz olmaya karar verdik” ifadesinin yer aldığı, 2007 ve 2010 tarihli distribütörlük anlaşmasının 10-b maddesinde “Distribütör bölgede veya başka bir yerde …’nin herhangi bir markasını tescil ettirmek için başvuruda bulunmayacağını kabul eder” hükmünün bulunduğu, söz konusu hükümden davacının markasının davalı tarafından kendi adına tesciline izin vermediğinin anlaşıldığı, zaten markasının tesciline izin vermiş olan birinin böyle bir hükmü sözleşmeye koymasının da tutarsızlık anlamına geleceği, bu durumun, davacının önceki tescillerden haberinin olmadığını ortaya koyduğu, davalının delil olarak sunduğu, “…” markasına yönelik tanıtım faaliyetleri yapması, broşürler bastırması, reklam yayınları yapması, haberlere konu edilmesi, markalı ürün promosyonları yapması, web sayfası hazırlaması gibi faaliyetlerin, davacı ile olan distribütörlük ilişkisinin bir gereği olup, bu tür faaliyetlerden davacının haberdar olmasının, davacının, davalının marka tescilini bildiği ve buna izin verdiği anlamına gelmeyeceği, davacı tarafın tüm bunları, sözleşme gereğince kendi markasının tanıtım faaliyetleri olarak algılayacağı, taraflar arasındaki ilişki nedeniyle, aradan 18 yıl geçmiş olsa dahi davacının, davalının marka tescilinden haberdar olmayabileceği, davalı tarafın 22 Aralık 2010 tarihinde davacı şirkete yollanan e- postada, 1998 yılında davacının markanın Türkiye’de tesciline muvafakat ettiğini beyan etmekte ise de, söz konusu belgenin davalı tarafından kaleme alınmış bir belge olduğu, yine davalı tarafın Sağlık Bakanlığına sunmuş olduğu belgelerde, kendi adına tescilli “…” markasının yer aldığını, dolayısı ile davacının bu markadan haberdar olduğunu ileri sürmüş ise de davacı tarafın da kendi imzalarını taşıyan ve noterde onaylatılan belge asıllarının antet kısmında, anılan markanın yer almadığını, söz konusu kısmın davalı tarafından sonradan eklendiğini iddia ettiğini ve belge asıllarına ilişkin örnekleri sunduğu, neticeten davalı adına tescilli olan ve dava konusu yapılan ……. ve ……/………. numaralı markalar üzerinde gerçek hak sahibinin davacı olduğu, davacının marka üzerindeki haklarını davalıya devrettiği ve markanın davalı adına tesciline izin verdiği yönünde yeterli delilin bulunmadığı, davalının her iki markanın da davacıya ait olduğunu bildiği halde ve aralarındaki distribitörlük anlaşmasında markanın tescil edilmeyeceği yönünde hüküm bulunmasına rağmen, distribitörü olduğu şirketin orjinal markasını, bire bir aynı asıl unsurla, aynı sınıflarda tescil ettirmesinin, kötü niyetli tescil olarak kabul edildiği, davacının sözleşmeyi sona erdirmek istediğinde de markanın kendi adına tescilli olduğunu ve “…” markasını Türkiye’de kullanmayacağını bildirdiği, kötü niyetin hiçbir zaman geçerlilik kazanamayacağı ve her hangi bir hak düşürücü süreye de bağlı olmadan hükümsüzlük davasının açılabileceği gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların kabulü ile davalı adına tescilli ……. sayılı “…” ibareli ve ……/…… sayılı “… … …” ibareli markaların, davalı adına olan mülkiyet kayıtlarını iptali ile 556 sayılı KHK.’nın 17. maddesi gereğince davacı adına devrine (tesciline) karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ : Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde, davacı şirketin “…” markasının müvekkil şirket tarafından tescil ettirildiğini 1998 yılından beri bildiğini, “…” markasının Türkiye pazarına girmeden evvel Sağlık Bakanlığı nezdinde ruhsat talebinde bulunulduğunu, bu süreçte Sağlık Bakanlığının müvekkili şirketten formüller, kullanım talimatları, analizler, satış sertifikaları, …… belgeleri yanında, marka tescil belgesini de talep ettiğini, TPE nezdinde talep edilen tescilin müvekkili şirket adına yapılabileceğinin davacı şirket tarafından bildirilmesinden sonra işlemlerin tamamlandığını ve Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsat alındığını, davacı firmanın müvekkili şirket ile toplam 18 yıl devam eden distribütörlük anlaşmasının bulunduğunu, bu süre boyunca müvekkili şirket adına yapılan tescili bilmemesinin, ticari hayatın olağan akışına ve basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğüne aykırı bulunduğunu, davacı firmanın, dava konusu marka tesciline 18 yıl boyunca sessiz kalmış olması nedeniyle, TMK.’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı gereği hak kaybına uğradığını, taraflar arasında imzalanan 2007 ve 2010 tarihli distribütörlük anlaşmasının marka tesciline ilişkin 10-b hükmünün, anlaşmadan sonra tescil ettirilecek yeni markalara ilişkin olduğunu ileri sürerek, yerel mahkemenin kararının istinaf incelemesi yapılarak kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

GEREKÇE : Dava, 556 sayılı KHK.’nın 17. maddesi gereğince davalı adına olan marka tescillerinin davacı lehine devri, bu mümkün olmazsa hükümsüzlüğü istemine ilişkindir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı ve taraflar arasında 15.06.1997 tarihli yazışmalar sonucunda, davacıya ait “…” markalı malların Türkiye’de satımına dair distribütörlük anlaşmasının gerçekleştiği, bu konuda dosyaya sunulan yazılı sözleşmelerin 31.01.2007 ve 29.12.2010 tarihli olduğu, her iki sözleşmenin 10.b. maddesinde de, “Distribütör bölgede veya başka bir yerde …’nin herhangi bir markasını tescil ettirmek için başvuruda bulunmayacağını kabul eder” hükmünün yer aldığı, davalının bu açık hükümlere rağmen, davacıya ait olduğunu bildiği “…” asıl unsurlu …../……. (tescil no:……) numaralı 15.12.1998 başvuru tarihli markayı 30.09.1999 tarihinde, …../…… numaralı 15.09.2010 başvuru tarihli markayı 26.10.2011 tarihinde kendisi adına tescil ettirdiği, işbu davanın dayandığı 556 sayılı KHK.’nın 17. maddesi gereğince, marka sahibinin izni olmadan onun ticari vekili veya temsilcisi adına markanın tescil edilmesi halinde, ticari vekil veya temsilcinin haklı bir gerekçesi yoksa, marka sahibinin söz konusu tescilin kendi lehine devredilmesini isteme yetkisinin bulunduğu, somut uyuşmazlıkta da davalı tarafından Sağlık Bakanlığından izin sürecinde markanın kendi adlarına tescilinin gerektiği ve davacı tarafça kendilerine markanın tescili için “sözlü” onay verildiği savunulmuşsa da, davalı tarafça bu konuda dosyaya sunulan yazışmalarda, davacının dava konusu markayı kendi adına tescili için davalıya yetki verdiği veya davalıya devredeceği konusunda hiçbir açıklığın bulunmadığı gibi, Sağlık Bakanlığından izin alınması için markanın davalı adına tescil edilmesinin gerektiğinin de ispatlanamadığı, dolayısıyla davalının dava konusu markayı kendisi adına tescili için hiçbir haklı gerekçesinin olmadığı, diğer bir deyişle davalının dava konusu markaları kendisi adına tescil ettirmesinin açıkça kötü niyetli bulunduğu, davalının “…” markasının gerçek hak sahibi olduğunu bildiği davacıya gönderdiği 21.04.2016 tarihli e-mailde, bu markanın Türkiye’de davalı olmadan kullanılamayacağının ve başka bir şirket tarafından anılan markalı ürünlerin davalının izni olmadan dağıtılıp satılamayacağının bildirilmesinin de, davalının anılan markaları kendisi adına tescil ettirmesindeki kötü niyetini gösterdiği, davalı tarafından davacının “…” markasının müvekkili şirket tarafından tescil ettirildiğini 1998 yılından beri bildiği, davacı firmanın müvekkili şirket ile toplam 18 yıl devam eden distribütörlük anlaşması boyunca, müvekkili şirket adına yapılan tescili bilmemesinin, ticari hayatın olağan akışına ve basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğüne aykırı bulunduğu, dolayısıyla davacı firmanın, dava konusu marka tesciline 18 yıl boyunca sessiz kalmış olması nedeniyle TMK.’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı gereği hak kaybına uğradığı savunulmuşsa da, mahkemece de kabul edildiği üzere, davalının dava konusu markayı çeşitli faaliyetlerde kullanmasının, davacı ile olan distribütörlük ilişkisinin bir gereği olup, bu tür faaliyetlerden davacının haberdar olmasının, davacının, davalının marka tescilini bildiği ve buna izin verdiği anlamına gelmeyeceği, tam tersine davalının dava konusu markanın tanıtımı için faaliyetlerde bulunmasının, bu amaçla emek harcayıp yatırımlar yapmasının, sözleşmelerin 11. maddesi ile kendisine yüklenmiş bir edim olup, bu amaçla davacıdan ücret aldığı, davacı tarafın tüm bunları sözleşme gereğince kendi markasının tanıtım faaliyetleri olarak algılayacağı, taraflar arasındaki süregelen bu ilişki nedeniyle aradan 18 yıl geçmiş olsa dahi davacının, davalının marka tescilinden haberdar olmayabileceği, yine davalının temsilcilik ilişkisinin devam ettiği süre zarfında, davacı markasını taşıyan ürünlere yönelik müşteri hacmini artırmasının ve bunun karşılığı bir alacak tesis edip etmediğinin ayrı bir davanın konusunu oluşturabileceği, ancak markaların devredilmeme nedeni sayılamayacağı, buna karşılık davalının davacıya ilk kez 22.12.2010 tarihli e-mailde açıkça, “…” markasının Türkiye’de davalı adına tescil ettirildiği, bu nedenle 10.b maddesinin sözleşmeden çıkartılmasının gerektiği bildirilmişse de, davalının anılan e-mailden 7 gün sonra düzenlenen ve 10.b maddesinin aynen yer aldığı 29.12.2010 tarihli distribütörlük sözleşmesini imzaladığı, bu durumda 22.12.2010 tarihli e-mailden davalı lehine sonuç çıkarılmasını, bizzat davalının eyleminin engellediği, davalının anılan sözleşmeyi, 10.b maddesinin değiştirildiğini düşünerek sehven imzalandığı savunmasının dinlenebilmesinin ise elbette ki mümkün olmadığı, bir an için davacının dava konusu markaların davalı adına tescil edildiğinden, 22.12.2010 e-mail tarihi itibariyle haberdar olduğu veya olmasının gerektiği kabul edilse dahi anılan tarihten, davacının işbu davayı açtığı 29.06.2016 tarihine kadar, TMK.’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı uyarınca, davacının hak kaybına uğramasını gerektirecek ve davalının kötü niyetini bertaraf edecek kadar uzun bir sürenin geçmediği, dosyaya 22.12.2010 e-mail tarihinden önce, davacının davalı markalarının tescilinden haberdar olduğuna ilişkin başkaca hiçbir delil veya belgenin sunulmadığı, tüm bu deliller karşısında, davalının taraflar arasında imzalanan 2007 ve 2010 tarihli distribütörlük anlaşmalarının marka tesciline ilişkin 10-b hükmünün, bu anlaşmalardan sonra tescil ettirilecek yeni markalara ilişkin olduğu savunmasına da itibar edilemeyeceği anlaşılmakla, asıl ve birleşen davalarda davalı vekilinin istinaf başvurusunun esas yönünden reddine dair hüküm kurmak gerekmiştir.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda belirtildiği üzere;
1-Asıl ve birleşen davalarda davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Alınması gereken 59,30 TL maktu istinaf karar ve ilam harcından, asıl ve birleşen davada davalı tarafından istinaf başvurusunda yatırılan 44,40 TL istinaf karar ve ilam harcının mahsubu ile bakiye 14,90 TL’nin asıl ve birleşen davada davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
3-İstinaf aşamasında asıl ve birleşen davada davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin uhdesinde bırakılmasına,
4-İstinaf aşamasında duruşma açılmadığından taraflar lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına dair,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oybirliği ile 20/05/2021 tarihinde HMK 361. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.

GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 20/05/2021

Başkan

Üye

Üye

Katip