Emsal Mahkeme Kararı Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/352 E. 2021/528 K. 14.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
ANKARA
9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2020/352
KARAR NO : 2021/528
Türk Milleti Adına Yargılama Yapmaya ve Hüküm Vermeye Yetkili
ANKARA 9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR
ESAS NO : 2020/352
KARAR NO : 2021/528
DAVA : Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Yoluyla Alacak
DAVA TARİHİ : 29/07/2020
KARAR TARİHİ : 14/09/2021
KAR. YAZ. TAR. : 08/10/2021

Mahkememize tevzi edilen dava dilekçesi Mahkememizin yukarıdaki numarasına kaydedilerek yapılarak incelenmesi sonucunda:
DAVA:
Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; … Endüstri Tesisleri İmalat ve Montaj A.Ş. ve … Güç Sistemleri Mühendislik ve Taahhüt A.Ş.’nin … Holding A.Ş.’ye bağlı şirketler olduklarını; şirketlerin ortaklarının aynı kişiler ve/veya yakın akrabalardan oluştuğunu; şirket merkezlerinin aynı adreste bulunduğunu; muhasebelerinin aynı kişilerce tutulduğunu; üç şirketin holding bünyesinde, her konuda aynı kişilerce alınan ortak kararlarla, birlikte faaliyet gösterdiğini, taşınır, taşınmaz malvarlıklarını ortak tasarruf ettiklerini; işbu davaya konu borçlar ile ilgili de birlikte hareket ettiklerini, borçtan müşterek ve müteselsilen sorumlu olduklarını; Suudi Arabistan şirketi …’nun, Suudi Arabistan’ın … bölgesindeki, … kapsamında “… Gaz ve Petrol Araştırma Tesislerinin“ (KSG-334 PROJESİ) yapımı planlamış ve bu işlerin yapım İşlerini de proje yüklenicisi olarak “… Co.Ltd’ye” (…) verdiğini, …’nın da … şirketinin alt yüklenicisi olarak, “… Gaz ve Petrol Araştırma Tesislerinin” inşaat ve elektrik mekanik montaj işlerinin yapılması işini yüklendiğini; …’nın, alt yüklenici olarak aldığı yapım işi ile ilgili sözleşmeyi bazı ticarî avantajlar sağlamak amacıyla … ile kendisinin imzalamadığını, tamamen kontrolünde olan Suudi Arabistan mevzuatına göre kurdurduğu/kurduğu Suudi Arabistanda ‘…” olarak bilinen … … LTD. (…) şirketi ile … şirketi arasında, sözleşmenin imzalanmasını sağladığını; …’nın, …’in sözleşme şartları çerçevesinde yetersiz kaldığı hususlar için …’ya ait olan banka teminat ve sertifikasyon olanaklarını kullandığını; her ne kadar adı geçen sözleşmenin … ile … şirketi arasında imzalanmış ise de, sözleşme imzalanması öncesinde olduğu gibi sözleşmenin imzalanması sonrasında da işin yapım süreci ile ilgili planlamaların ve bütün kararların … yetkilileri ile … yetkilileri arasında yapılan görüşmeler ile alındığını ve uygulandığını; …’nın, alt yüklenici olarak yapımım üstlendiği KSG-334 projesinin mekanik işlerinin yapımı ile ilgili olarak, hem teknik danışmanlık almak hem de imalat yaptırmak için bu alanda uzman olan davacı … İnşaat Tarım Turizm Tic. Ltd. Şti. ile (…) görüşmeler başlattığını, toplantılar yapıldığını ve mail yazışmaları bulunduğunu; … yetkililerinin, Suudi Arabistan mevzuatına göre vergisel ve sair avantajlardan yararlanmak düşüncesiyle alt yüklenici sıfatıyla … ile kendileri adına sözleşme imzalamadığını, sözleşmenin kendi kurdukları ve tamamen kontrollerinde olan, Suudi Arabistan’da … olarak bilinen … ile imzalanmasını sağladıklarını, aynı nedenlerle de …’nın, … ile kendisi adına sözleşme imzalamadığını, … ile … arasında sözleşme yapılmasını sağladığını; … Endüstri Tesisleri İmalat ve Montaj A.Ş.’nin Suudi Arabistandaki şubesinin “… … … Ltd “, … Güç Sistemleri Mühendislik ve Taahhüt AŞ.’nin Suudi Arabistandaki Şubesinin “… … … Systems Arabia Ltd” ve …’nın Suudi Arabistanda kurduğu ‘… … … Ltd.” (…) ile aynı binada, …’nın ofisinin içerisinde bulunduğunu, tabela ve ofis giriş fotoğraflarını ibraz ettiklerini; … merkez yetkilisi …’nın sözleşmenin imzalanması için … yetkilisini 22/06/2016 tarihinde …’nın Ankara merkez adresine daveti ile ilgili mail fotokopisini ekte sunduklarını, sözleşmenin imzalanmasından sonra … yetkililerinin kendi şirketlerinin çıkarları yönünden uygun buldukları nedenlerle, işin imalat yapım kısmı ile teknik danışmanlık kısmının ayrılması kararını aldıklarını ve aldıkları kararı da … yetkilisi …’nın, … yetkilisi …’e 29/07/2016 tarihli mail ile bildirdiğini; … tarafından tek yanlı olarak alınan işbu karar sonrası … yetkilisi…’nun … ile Teknik Danışmanlık Sözleşmesini …’nın Ankara merkez binasında imzaladığını, yine …’nın isteği doğrultusunda, Teknik Danışmanlık Sözleşmesinin imzalanması sonrası, ilk sözleşmenin 3.2.1 alt bendinde değişiklik yapıldığını, … adına sözleşmeleri imzalayan …’nun bugüne kadar yurt dışına hiç çıkmadığını, bu hususun taraf yetkilileri arasında yazılan maillerin yanısıra, her iki sözleşmenin de …’nın Ankara’da bulunan merkezinde, … merkez kadrosu yönetim ve kararları ile imzalandığının bir diğer kanıtı olduğunu, icra takibi ile …’dan talep edilen, işbu davanın konusu alacağın, yukarıda açıklandığı üzere daha sonra yapılan “…” yani Teknik Danışmanlık Sözleşmesinden kaynaklandığını; davacı …’in işin sahibinin … olmasına güvenerek, … yetkilileri ile görüşmeler yaptığını ve … yetkililerinin yönlendirmeleri ile güvene dayalı olarak sözleşmeleri imzaladığını, “Kfıurais Gaz ve Petrol Araştırma Tesislerinin” yapım işinde imalat ve teknik danışmanlık yapmak yükümlülüğünü üstlendiğini;…’in ödeme günü geçmiş 1.651.478,00 SAR alacağının ödenmesini de daha önceki ödemelerin yapılmasına karar veren ve ödemeleri yapan … yetkililerinden talep ettiğini, … yetkililerinin, …’İn kendilerine ödeme yapmadığını gerekçe göstererek …’e ödeme yapmadığını; … yetkililerinin … yetkilileri ile 1.651.478,00 SAR alacaklarının ödenmesi ile ilgili yaptıkları görüşmelerden sonuç alamayınca Ankara …Noterliğinden 25/07/2019 tarihinde … yevmiyeli ihtarnameyi …’ya (… Holding A.Ş., … Endüstri Tesisleri İmalat ve Montaj A.Ş., … Güç Sistemleri Mühendislik ve Taahhüt A.Ş.) keşide ederek 1.651.478,00 SAR alacağını ödemelerini talep ettiğini; … vekillerinin, Ankara …. Noterliğinden 29/08/2019 tarih, … yevmiye ile cevabi ihtarname keşide ettiklerini; …’in, 1.651.478,00 SAR alacağının tahsili amacıyla … aleyhinde … Müdürlüğünün … sayılı icra dosyası ile icra takibi başlattığını, …’in …’dan talep ettiği 1.651.478,00 SAR alacağının “TECHNICAL CONSULTÂNCY AGREEMENT” sözleşmesinden kaynaklandığını, … yetkilileri ile … yetkilileri arasında yazılan maillerde ve … çalışanınca düzenlenen hesap ekstresinde borcun varlığı ve meblağının açıkça yer aldığını, … çalışanı … tarafından düzenlenen, 31/12/2019 tarihi itibarı ile …’in/…’nın …’e olan bakiye borcunu gösteren hesap ekstresi fotokopisini dilekçe ekinde ibraz ettiklerini; …’nın, bir taraftan …’e ödeme günü geçmiş 1.651.487,00 SAR borcunun varlığını kabul etmekte, diğer taraftan da …’in aleyhlerine yapmış olduğu icra takibine ”Husumet”, “Yetki” (Tahkim) ve “Borca itiraz” şeklinde vakılara ve hukuka aykırı olarak itirazda bulunduklarını, …’in kendisine ait aktif bir WEB sayfası, mail adres sisteminin bulunmadığını, …’in, …’nın WEB sayfasını, mail adresini, amblemini ve logosunu birebir aynı şekilde kullandığını, … adına mail gönderen kişilerin mail adreslerinin uzantısının @….tr oyduğunu, …’in, Suudi Arabistan’da … olarak bilindiğini, …’nın Suudi Arabistan’daki tüm ticari faaliyetlerini Ankara merkezden gönderdiği talimatlarla, Suudi Arabistan’da kurduğu organizasyonlar üzerinden yürüttüğünü, …’in …’nın direktifleri dışında, bağımsız olarak gerçekleştirdiği faaliyetinin bulunmadığını, … yetkililerinin … ile ilgili temas kurduğu kişilerin tamamının, … merkezinde çeşitli kademelerde görevli ve yetkili kişiler olduklarını, bu kişilerin Arabistan’a … merkezden görevlendirilerek gönderildiklerini, …’nın, bir taraftan aleyhinde yapılan icra takibine ‘Husumet” yönünden itiraz ettiklerini, diğer taraftan da … yetkilileri ile yapmış oldukları görüşme ve yazışmalarda borçlarının varlığını kabul ederek, itirazlarında haksız olduklarını kabul ettiklerini; davalıların “Yetki (Tahkim) yönünden” itirazlarının hukuka aykırı olduğunu, dava konusu alacakla ilgisi olmamasına rağmen …’nın icra takibine yaptığı itirazda ileri sürdüğü, … ile … arasında imzalanan yapım sözleşmesinin 10’uncu maddesindeki “tahkimle” ilgili düzenlemenin uluslararası tahkim hukukuna ve ülkemiz hukukuna uygun, geçerli bir düzenleme olmadığını; bu nedenlerle, itirazın iptali ile takibin devamına, %20’den az olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini, talep ve dava etmiştir.
YANIT:
Davalı vekilleri yanıt dilekçelerinde, kısaca; müvekkili şirketlerin ödeme emrinde borcun sebebi olarak gösterilen “… … Ltd. Şti’nin … Bölgesinde inşa edilmekte olan … …” Projesi kapsamında takip alacaklısı … İnşaat Tarım Turizm ve Ticaret Ltd. Şti. ile imzaladığı 01/07/2016 tarihli sözleşmenin tarafı olmadığını; müvekkili şirketlere husumet yöneltilmesinin mümkün olmadığını; borcun kaynağı olduğu iddia edilen 01/07/2016 tarihli Technical Consultancy Agreement ve ilaveten 01/07/2016 tarihli Subcontract Agreement dava dışı …’den temin edildiğini, söz konusu sözleşmelerin ikisinin de, davacı ile dava dışı … arasında akdedildiğinin tespit edildiğini; dava dışı …’in 1984 tarihinde kurulduğunu, Suudi Arabistan ticaret siciline … sicil numarası ile kayıtlı, şirket merkezinin “… Saudi Arabia”da yer alan, ayrı bir muhasebesi, ayrı banka hesapları ve ayrı bir yönetimi olan Suudi Arabistan şirketi olduğunu; müvekkili şirketlerin işbu davada taraf sıfatı, bir başka ifadeyle pasif husumetinin bulunmadığını; uyuşmazlığın ya tahkim yargılamasında ya da Suudi Arabistan Mahkemeleri’nce çözülmesinin gerektiğini; davacı tarafından dava dilekçesinde atıf yapılmakta olan iki sözleşme mevcut olduğunu; dava dışı … ve davacı tarafından imzalanan 01/07/2016 tarihli Subcontract Agreement ve yine 01/07/2016 tarihli Technical Consultancy Agreement’tan hangisinin alacağa dayanak teşkil eden faturaların kaynağı olduğunun tespitinin ancak davacı tarafından dava dilekçesi ekinde iletilen faturaların tetkiki ile mümkün olabildiğini, söz konusu faturalarda yapılan işin “Technical Consultancy Service” olarak tanımlandığından, bu faturaların kaynağının Technical Consultancy Agreement olduğu değerlendirilmekle birlikte, davacı tarafından sürekli Subcontract Agreement’a da atıf yapıldığından yargı yetkisinin her iki sözleşme bakımından ayrı ayrı değerlendirildiğini; Subcontract Agreement sözleşmesinden doğan uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözülmesinin gerektiğini, tahkim itirazında bulunduklarını; alacağın dayanağı olarak gösterilen dava dışı … ile davacı arasında imzalanan Subcontract Agreement’ta, anılan sözleşme sebebiyle taraflar arasında çıkacak uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözülmesi kararlaştırıldığını, dava dışı … ve davacının, imzaladıkları 01/07/2016 tarihli sözleşmenin iki numaralı ekini oluşturan özel şartların 10. maddesi ile aralarında çıkacak uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözülmesinin kararlaştırılmış olduğunu; Technical Consultancy Agreement’tan doğan uyuşmazlıklarda Suudi Arabistan Mahkemelerinin yetkili olduğunu; dava dışı … ile müvekkil şirketler arasında organik bağ olduğundan söz edilemeyeceğini; Yargıtay kararlarına göre somut bir olayda organik bağ teorisinin uygulanabilmesi için iş yerinin devredilmiş olması veya faaliyet konusunun, adresin, yönetim kurulunun aynı olması yahut organik bağ kurulan şirketin borçlunun mallarını muvazaalı olarak edinmiş veya devralmış olması ya da borçlu ile organik bağı bulunduğu iddia edilen şirkette kapanan iş yeri veya yöneticileri ile ilgili belge vs. bulunması veyahut bunların bir kaçının bir arada bulunması ve nihayet bu suretle üçüncü kişilere kasıtlı olarak zarar verilmiş olmasının gerektiğini, somut olayda ise organik bağ teorisinin uygulanmasına yer olmadığını; müvekkillerin zarar verici bir eyleminin olmadığını; dava dışı …’in, … Grubu üyesi olan bir tüzel kişilik olduğunu; bu bağlamda …’in tüm … Grubu şirketleri gibi …’nın amblemini, logosunu ve mail uzantısını kullanmasının doğal olduğunu; ancak bu durumun, dava dışı …’in borçlarından müvekkili şirket’in sorumlu tutulabileceği sonucunu doğurmayacağını; yalnızca faaliyet konularının aynı olmasının aynı grubun şirketlerinin aralarında organik bağın varlığının kabulü için yeterli olmayacağını; müvekkili şirket ortakları ve yöneticileri ile dava dışı …’in ortakları ve yöneticilerinin farklı olduğunu; müvekkili şirket ile dava dışı … farklı adreslerde faaliyet gösterdiklerini; müvekkili şirketlerin davacıya borcunun bulunmadığını;dava dilekçesinde adı geçen personelin ne … ne de dava dışı … adına taahhüt verme yetkisi bulunduğunu, davacı tarafından müvekkili şirketlerin yetkilisi olduğu söylenen …’nın müvekkili şirketler adına borç ikrarında bulunma yetkisinin bulunmadığını, bu durumun imza sirküleri ile sabit olup bir an için dava dilekçesi ekinde ibraz edilen yazışmaların borç ikrarı teşkil edebileceği düşünülse dahi bu borcun yalnızca bu kişilerin kendilerini bağlayacağını; davacının fatura kesmiş olmasının hizmetin sunulduğu anlamına gelmeyeceğini; bu sebeple, müvekkili şirketin işbu davada taraf sıfatının bulunmaması, bir başka ifadeyle pasif husumet yokluğu sebebiyle; bu talebi kabul edilmediği takdirde, tahkim itirazı uyarınca, bu talebi de kabul edilmediği takdirde, Mahkemenin işbu davada yargı yetkisi (yargı hakkı) bulunmadığından (Suudi Arabistan Mahkemeleri yetkili olduğundan), davanın usulden reddine; bu talepleri de yerinde bulunmaz ise, İsviçre veya Suudi Arabistan Hukuku uygulanarak davanın esastan reddine, takibe konu alacak tutarının %20’sinden aşağı olmamak üzere uygun bir tazminatın davacıdan alınarak müvekkili şirkete verilmesini istemiştir.
DELİLLER :
1-… Müdürlüğünün … esas sayılı takip dosyası,
2-Arabulucuk tutanağı,
3-Mailler, yazışmalar, belgeler,
4-Dava dışı … ile yapılan sözleşme ve ekleri,
5-Tüm dosya münderecatı,
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE HUKUKÎ NİTELENDİRME :
Dava, tüzel kişilik perdesinin aralanması suretiyle girişilen icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.
… Endüstri Tesisleri İmalat ve Montaj A.Ş. ve … Güç Sistemleri Mühendislik ve Taahhüt A.Ş.’nin … Holding A.Ş,’ye bağlı şirketler oldukları; şirketler arasında organik bağ bulunduğu ve işbu davaya konu borçlar ile ilgili olarak birlikte hareket ettikleri ve borçtan müteselsilen sorumlu oldukları savına dayalı olarak; Suudi Arabistan şirketi …’nun, Suudi Arabistan’ın … bölgesindeki, … kapsamında “… Gaz ve Petrol Araştırma Tesislerinin“ (KSG-334 PROJESİ) yapımı planladığı ve bu işlerin yapım işlerini de proje yüklenici olarak “… Co.Ltd’ye” (…) verdiği, …’nın da … şirketinin alt yüklenicisi olarak, “… Gaz ve Petrol Araştırma Tesislerinin” inşaat ve elektrik mekanik montaj işlerinin yapılması işini yüklendiği; …’nın, alt yüklenici olarak aldığı yapım işi ile ilgili sözleşmeyi bazı ticarî avantajlar sağlamak amacıyla … ile kendisinin imzalamadığı, tamamen kontrolünde olan Suudi Arabistan mevzuatına göre kurdurduğu/kurduğu Suudi Arabistanda ‘…” olarak bilinen … … LTD. (…) şirketi ile … şirketi arasında, sözleşmenin imzalanmasını sağladığı; …’nın, alt yüklenici olarak yapımını üstlendiği KSG-334 projesinin mekanik işlerinin yapımı ile ilgili olarak, davacı … ile … arasında sözleşme yapılmasını sağladığı; sözleşmenin …’nın Ankara’da bulunan merkezinde, … merkez kadrosu yönetim ve kararları ile imzalandığı, dava konusu alacağın, sonradan yapılan “…” yani Teknik Danışmanlık Sözleşmesinden kaynaklandığı; davacı …’in işin sahibinin … olmasına güvenerek, … yetkilileri ile görüşmeler yaptığı ve … yetkililerinin yönlendirmeleri ile güvene dayalı olarak sözleşmeleri imzaladığı iddiası nedeniyle davacı şirketin ödeme günü geçmiş 1.651.478,00 SAR alacağının ödenmesi için … Müdürlüğünün … esas sayılı takip dosyasından girişilen icra takibine yapılan itirazın iptali istenmektedir.
Belirtmek gerekir ki davalı vekillerinin yanıt dilekçesinde, eldeki davada, organik bağ teorisinin uygulanmasına yer olmadığını savunmuş ise de dava dışı …’in, … Grubu üyesi olan bir tüzel kişilik olduğunu, bu bağlamda …’in tüm … Grubu şirketleri gibi …’nın amblemini, logosunu ve mail uzantısını kullanmasının doğal olduğunu ifade etmiş; ancak bu durumun, dava dışı …’in borçlarından müvekkili şirket’in sorumlu tutulabileceği sonucunu doğurmayacağını; yalnızca faaliyet konularının aynı olmasının aynı grubun şirketlerinin aralarında organik bağın varlığının kabulü için yeterli olmayacağını; müvekkili şirket ortakları ve yöneticileri ile dava dışı …’in ortakları ve yöneticilerinin farklı olduğunu; müvekkili şirket ile dava dışı … farklı adreslerde faaliyet gösterdiklerini; müvekkili şirketlerin davacıya borcunun bulunmadığını savunmuştur.
İlke olarak tüzel kişi kendisini oluşturan kişilerden ve organlarının üyelerinden bağımsız bir kişiliğe ve kendine ait ayrı bir malvarlığına sahiptir. Tüzel kişi hak ehliyetinin yanı sıra fiil ehliyeti ve dava ehliyetine de sahiptir; hakları elde edip borçlar yüklenebilir. Dolayısıyla temel hukuk kurallarının en önemlilerinden bir tanesi alacak haklarının nisbiliği ilkesidir. Alacak hakkı ancak hukukî ilişkinin tarafları arasında ileri sürülebilir. Kural olarak borç ilişkinin dışında bir başka gerçek ya da tüzel kişiye karşı borç ilişkisinden doğan alacak hakkı ileri sürülemez. Ticaret şirketlerinde ise sınırlı sorumluluk ilkesi ayrı ve bağımsız malvarlığı oluşumunu yaratmaktadır. Tüzel kişi ile ortakları arasında malvarlığı ile sorumluluk ayrılmaktadır. Ticaret şirketlerinde sınırlı sorumluluk ya da ayrı malvarlığı ilkesinin alacaklıların menfaatlerine zarar verecek şekilde kötüye kullanılması durumunda alacaklıların hak ve menfaatlerini korumak için Kıta Avrupası ve Anglo-Sakson hukuk sistemlerinde “Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Teorisi” geliştirilmiş ve tüzel kişiliğin arkasına sığınarak durumu kötüye kullanan ortakları veya kardeş şirketleri sorumlu tutma imkanı getirilmiştir. Teorinin amacı, hakkaniyet gerektirdiği zaman tüzel kişilik perdesinin arkasına sığınılmasının önlenmesidir. Teorinin uygulanmasının yasal dayanağı olarak dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağını düzenleyen MK’nın 2. maddesi kabul edilmektedir.
Dürüst davranma, doğrulukla ve dürüstlükle karşısındakinin kendisine gösterdiği güvene uygun şekilde hareket etmeyi gerektirir. Tüzel kişilik perdesinin aralanması (kaldırılması) teorisinde tüzel kişilik yapısının kötüye kullanılması gerektiğini öne süren sübjektif teoride, tüzel kişilik yapısının kötüye kullanılmasının tüzel kişi yardımı ile ya kanunun dolanılması ya sözleşmeye aykırılık ya da haksız bir şekilde üçüncü kişilerin zarara uğratılması olarak gerçekleştiğini öne sürer. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması açısından, hukuk düzeninin amacına objektif olarak aykırı hareket edilmesi yeterli görülmemekte, ayrıca aykırılık niyeti olan sübjektif unsurun varlığı aranmaktadır ki bu de sübjektif kötüye kullanmadır. Bu teoriye karşın sübjektif teori benimsendiğinde kötüye kullanma niyetinin ispatının güçlüğü nedeniyle objektif kötüye kullanma teorisi ileri sürülmüştür. Tüzel kişinin kendi amacına göre değil hukuk düzeninin amacı doğrultusunda faaliyette bulunması gerektiği kabul edilir. Türk Hukukunda umumiyetle dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağını düzenleyen MK’nın 2. maddesi kabul edilmek suretiyle soruna çözüm getirilmeye çalışılmaktadır. Hakikaten önceki 743 sayılı Medeni Kanun’un 2’nci maddesi şöyleydi: “Madde 2 – Herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnüniyet kaidelerine riayetle mükelleftir. Bir hakkın sırf gayri izrar eden suiistimalini kanun himaye etmez.” Sübjektif teoriyi destekleyen ‘zarar verme kastı’ arayan bu madde yerine 4721 sayılı TMK’nın 2’nci maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: “Madde 2 – Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Bu madde, hakkın dürüstlük kurallarına açıkça aykırı kullanılmasının hakkın kötüye kullanımı demek olacak şeklinde anlaşılmalıdır. Bir hakkın, dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. Burada ayrıca ‘ızrar kastı’ aranmamalıdır.
Eldeki davada, davacı iddiaları hakkın dürüstlük kurallarına aykırı kullanıldığı, zarar verme kastı olduğu yönünde olmakla birlikte sözleşmenin tarafı olan … Şirketine başvurulmadan doğrudan tüzel kişilik perdesi aralanarak davalı şirketlere başvurunun mümkün ve usule uygun olup olmadığı irdelenmelidir.
Tüzel kişiliğin varlığı asıl olup borcun yükümlüsü olan bir tüzel kişilik bulunmakta iken bu tüzel kişiliğin malvarlığının alacaklarının zararına olarak kötüye kullanılması durumu iddia edilip kanıtlanmadığında şirketin ortaklarına ya da başka bir şirkete karşı bu borçtan dolayı yönelinemeyecektir. Ancak tüzel kişiliğin kötüye kullanıldığı bazı istisnai hallerde tüzel kişilik perdesi aralanmak suretiyle gerçek ya da tüzel kişi ortakların sorumluluğu cihetine gidilebilecektir.
Davacı vekilinin 17/05/2021 tarihli dilekçesinden ve 14/09/2021 tarihli oturumdaki imzalı beyanından, asıl borçlu şirkete alacağın tahsili için yasal yollara başvurulmadığı anlaşılmıştır.
Burada tartışılması gereken sorun perdenin önünde duran sözleşmenin akidi tüzel kişi dururken ve ona başvuru yapılmadan perdenin aralanarak arkasında olan gerçek veya tüzel kişilere başvuru imkanının bulunup bulunmadığı hususudur.
Belirtmek gerekir ki, tüzel kişiliğin varlığı asıldır ve borcun yükümlüsü olan tüzel kişilik varken bir başka şirkete ya da şirketin ortaklarına karşı bu borçtan dolayı takip yapılamaz. Bu kural Türk şirketler hukukunun ve icra iflâs hukukunun temel kurallarındandır.
Türkiye’de bu konuda belkide ilk çalışmalardan birini yapan Prof. Dr. Veliye Yanlı; “…sınırlı sorumluluk ilkesi karşısında, tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak ortaklık alacaklılarına karşı ortakların sorumlu kılınması istisnai bir durum olduğu için, önce tüzel kişiye başvurma gereği vardır…” görüşündedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 01/07/2020 tarih, 2019/11-808 E, 2020/50 K. sayılı ilâmında şu saptamaları yapmıştır:
“…
16. Asıl dava, davalılar arasında tüzel kişilik perdesinin çapraz olarak aralanması suretiyle alacağın tahsili; birleşen dava ise itirazın iptali istemlerine ilişkindir.
17. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi” hakkında açıklama yapılması faydalı olacaktır.
18. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 125. (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 137.) maddesi gereğince ticaret şirketleri tüzel kişiliği haiz olup, kanuni istisnalar haricinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 48. maddesi kapsamında bütün haklardan yararlanabilir ve borçları üstlenebilirler. Ticaret şirketleri tüzel kişiliğe sahip olduklarına göre, istisnalar hariç olmak üzere, şirket malvarlığının, aktif ve pasifiyle birlikte, sahibi tüzel kişidir (Poroy, Reha/ Tekinalp, Ünal/Çamoğlu, Ersin: Ortaklıklar Hukuku I, İstanbul, 2019, s.105).
19. Tüzel kişiliğin bu malvarlığı, kendine özgü, bir amaç birliği içinde ve kendisini oluşturan kişilerin malvarlığından bağımsız bir malvarlığı olarak ortaya konulmalıdır. Tüzel kişiliğin bu malvarlığının onu oluşturan kişilerin malvarlığından da bağımsız olması gerektiğini belirten bu temel ilkeye “mal varlığının bağımsızlığı” veya “mal ayrılığı” ilkesi denilmektedir (Antalya, Gökhan: Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Teorisi, Erol Ulusoy (Editör), I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul, 2008, s. 146.). Ayrılık ilkesi gereğince, tüzel kişilik çatısı altında bir araya gelen, başka bir deyişle tüzel kişiliği oluşturan gerçek veya tüzel kişiler, oluşturdukları tüzel kişiliğin borçlarından sorumlu olmazlar.
20. Tüzel kişi ile üyeleri arasındaki bu ayrılık ilkesinin mutlak olarak her durum ve koşulda uygulanması bazı haksız durumların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Öğreti ve uygulamada, özellikle borç ve sorumluluktan kurtulabilmek amacıyla tüzel kişiliğin bir araç olarak kullanıldığı hâllerde, tüzel kişi ve üyeleri arasındaki bu ayrılığın kaldırılarak üyelerin sorumluluğuna gidilebileceği kabul edilmektedir (Pulaşlı, Hasan: Şirketler Hukuku Şerhi, C. I, Ankara, 2011, s. 468.). Bu durum öğreti ve uygulamada “tüzel kişilik perdesinin aralanması” olarak ifade edilmektedir.
21. Gerçekten de hukuk kuralları dolanılmak suretiyle kanuna karşı hile yapılması, ayrı tüzel kişilik kavramına sığınarak onun ardında yer alan kişilerin taraf oldukları sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal etmeleri ya da üçüncü kişilere zarar vermeleri, sonra da tüzel kişilik kavramının ardına gizlenmeleri dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı ilkelerine açıkça aykırı olup hukuk düzenince de korunamaz. Bu gibi durumlarda TMK’nin 2/2 maddesi gereğince hakkın kötüye kullanılması söz konusu olduğu için tüzel kişilik perdesi aralanmalı ve perdenin ardında yer alan kişiler gerektiğinde sorumlu tutulmalıdır (Sağlam, İpek: Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanmasına Genel Bir Bakış, Erol Ulusoy (Editör), I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul, 2008, s. 146.).
Başka bir deyişle tüzel kişiye hukuk hayatında ayrı bir hukuki varlık tanınması ancak TMK’nin 2. maddesi kapsamında kurallara uygun hareket edilmesi ve tüzel kişiliğin ortakları veya yöneticileri tarafından kötüye kullanılmaması hâlinde söz konusu olabilir. İyi niyet kurallarına riayet edilmemesi ve tüzel kişiliğin kötüye kullanılması hâllerinde tüzel kişilik perdesi aralanarak, tüzel kişilik perdesinin arkasındaki gerçek duruma göre bir sonuca varılması gerekmektedir (Battal, Ahmet: Bir Alan Araştırması Işığında Sermaye Şirketlerinin Sorumluluğu Konusundaki Hukuki Bilgi Eksikliğinin Olumsuz Sonuçları ve Perdenin Kaldırılması Teorisi Yardımıyla Giderilmesi, Yargıtay Dergisi, C. 24, Ekim 1998, s. 659.).
22. Öğreti ve uygulamada kabul edilen tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi; bazı şartların varlığı hâlinde, tüzel kişilik ve mal ayrılığı ilkesi dikkate alınmadan, mevcut tüzel kişiliğin arkasına saklanan gerçek veya tüzel kişinin borçtan sorumlu tutulmasını ifade etmektedir. Bu teori, yalnızca ticaret hukukunda değil iş hukuku, vergi hukuku, icra ve iflas hukuku ve diğer hukuk dallarında da uygulama alanı bulmuş; hatta 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ve 5941 sayılı Çek Kanunu gibi kanunlarda kamu yararı gibi özel menfaatlerin korunması amacı güdülerek gerektiğinde bu teorinin uygulanması ve sorumluluğa karar verilebilmesi için bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Elbette, kanundan kaynaklanan bu gibi durumlarda tüzel kişilik perdesinin aralanmasına ilişkin tartışmaya gerek bulunmamaktadır. Yine muvazaa, kanuna karşı hile gibi durumlarda da bazen tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi uygulanmadan da sorumluluğa hükmedilebilmektedir (Akıncı, Şahin: Alacaklılardan Mal Kaçırmak İçin Kurulan Yeni Şirkete Müracaat İmkânı Bakımından; Muvazaa, Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması ile Organik Bağ Kavramlarının Elverişliliği ve Yargıtay Uygulamaları, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 27, S. 3, 2019, s. 653.).
23. Hemen belirtilmesi gerekir ki, öğreti ve uygulamada özellikle vurgulandığı üzere; mal varlığının bağımsızlığı ve sınırlı sorumluluk ilkelerinin istisnası olan tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teoridir. Bu teoriye ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı; istisnai bir teori olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Zira tüzel kişilik perdesinin aralanması, tüzel kişilerin borçlarından dolayı başkalarının sorumlu tutulamayacağı ilkesinin, özellikle şirketlerin sadece sermayeleri ile sorumlu olacakları ve tüzel kişilerin borçlarından dolayı ortakların sorumlu tutulamayacağı kuralının önemli bir istisnasını teşkil etmektedir (Çamoğlu, Ersin: Ticaret Ortaklıkları Bağlamında Perdenin Kaldırılması Kuramı ve Yargıtay Uygulaması, BATİDER, C. 32, S. 2, 2016, s. 12.).
24. Görüldüğü üzere tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi her somut olayın özelliği gözetilerek değerlendirilmeli ve TMK’nin 2. maddesi gereğince dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılma yasağı gözetilerek tüzel kişiliğin alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla kullanılıp kullanılmadığı, tüzel kişiliği düzenleyen normların dışına çıkılıp çıkılmadığı incelenmelidir. Bununla birlikte öğretide; tüzel kişi ile ortakların alanlarının organizasyon ve malvarlıklarının birbirine karışması, ortağın kendi fiil ve işlemleriyle üçüncü kişilere karşı sanki tüzel kişilik ile kendisi arasında bir ayrım yokmuşçasına işlemler yapması ya da ortağın kendi malvarlığı ile şirketin malvarlığı birmiş gibi davranması, yetersiz sermaye ile faaliyete devam edilmesi özellikle şirket tüzel kişiliğinin bilinçli (kötü niyetli) olarak üçüncü kişileri zarara uğratması hâllerinde perdenin aralanması gerektiğinden bahsedilmektedir (Öztek, Selçuk/Memiş, Tekin: Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketin Alacaklılarının Hakim Ortağa Karşı Korunması, Erol Ulusoy (Editör), I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul, 2008, s. 205 vd.;Akıncı, s. 662.)…”
Yine Hukuk Genel Kurulu’nun 06/09/2020 tarih, 2020/19-94 E., 2020/358 K. sayılı ilâmında: “..
25-Yargıtay içtihatlarında benimsenerek öğretide de vurgulandığı gibi; malvarlığının bağımsızlığı ve sınırlı sorumluluk ilkelerinin istisnası olan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teoridir. Bu kurala ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı; istisnai bir kural olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Aksi hâlde tüzel kişilere tanınmış olan mal ayrılığı güvencesinin zedenlemesi durumuyla karşı karşıya kalınılabilir. Belirtmekte yarar vardır ki, mahkeme kararıyla kaldırılmasına hükmedilen şey tüzel kişilik değil, tüzel kişiliğin perdesidir (Akıncı, s. 661; Çamoğlu, s. 12; Antalya, s.152; Tekinalp, G./Tekinalp, Ü.: Perdeyi Kaldırma Teorisi, Reha Poroy’a Armağan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1995, s.395 vd.; Poroy/ Tekinalp/ Çamoğlu s. 107 vd.)…”
Yukarıda özetle sözü edilen her iki HGK’nda, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Aksi hâlde tüzel kişilere tanınmış olan mal ayrılığı güvencesinin zedenlemesi durumuyla karşı karşıya kalınabilineceği vurgulanmıştır.
Somut uyuşmazlık bakımından, davacının sözleşme yapmış olduğu … … LTD. (…) şirketi hakkında herhangi bir takip yapmadan ve alacağın tahsili için yasal yollara başvurmadan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması istemli olarak davalı grup şirketlerine müracaat edilmiştir. Perdenin önünde olan sözleşme tarafı şirkete karşı yasal nedenlerden ötürü başvuru yapılmalı, alacağın tahsiline girişilmelidir; bu işlem yapılmadan açılan dava ön şartı yokluğundan eksiklik taşır. Bu ön şartın gerçekleşmemesi tüzel kişilere tanınan mal ayrılığı güvencesini zedeler. Bu sebeple, asıl borçlu şirkete karşı yasal yollara başvurulup alacağın tahsili imkanı arandıktan sonra eldeki davanın açılması gerekirken bu yola başvurulmadan doğrudan açılan davanın ‘ön şart’ yokluğundan usulden reddine karar verilmelidir.
Yukarıda açıklanan yasal ve hukuksal olgu göz önüne alınarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlere, kararın dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, dosyadaki kanıtlara ve Kurul’un takdirine göre;
1-Davacının sözleşme yapmış olduğu … … LTD. (…) şirketi hakkında herhangi bir takip yapmadan ve alacağın tahsili için yasal yollara başvurmadan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması istemli olarak davalı şirketlere karşı açtığı iş bu davanın, dava ön şartı yokluğundan dolayı usulden reddine,
2.-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL maktu karar ve ilâm harcından peşin alınan 30.963,99 TL harcın mahsubu ile artan 30.904,69 TL harcın istemi ve başvurusu halinde davacıya iadesine,
3.-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına; HMK m.333/1 gereğince harcanmayan gider avansının hüküm kesinleştiğinde davacıya iadesine,
4.-Davalılar tarafından yapılan yargılama gideri bulunmadığına,
5.-Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, davalılar yararına hesaplanan 4.080,00 TL TL nispî vekâlet ücretinin davacıdan alınarak, davalılara verilmesine,
6.-6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesinin 13’üncü bendi ile Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Yönetmelik’inin 26’ıncı maddesinin ikinci fıkrası uyarınca; Bakanlık bütçesinden ödenen ve yargılama giderinden sayılan 1.320,00 TL arabuluculuk ücretinin davacıdan tahsiline, bu konuda, 6183 sayılı Kanuna göre harç tahsil müzekkeresi yazılmasına,

Dair, davacı vekili Av. … ile davalılar vekili Av. … ve Av. …nın yüzlerine karşı; kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf yolu açık olmak üzere 14/09/2021 tarihinde oybirliği ile verilen karar açıkça okunup, usûlen anlatıldı.

Başkan … Üye … Üye … Üye …
¸ ¸ ¸ ¸.