Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. ANKARA 5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2022/86 Esas – 2022/273
TÜRK MİLLETİ ADINA
T.C.
ANKARA
5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2022/86 Esas
KARAR NO : 2022/273
DAVA : Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali – Markanın Hükümsüzlüğü)
DAVA TARİHİ : 11/03/2022
KARAR TARİHİ : 26/10/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 26/11/2022
Mahkememizde görülmekte bulunan Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali – Markanın Hükümsüzlüğü) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili 11/03/2022 tarihli dava dilekçesinde özetle; Davalı firmanın yetkililerinin davacının tanınmış “…” markasından kötü niyetli ve haksız olarak menfaat elde etmek için bu markaya yakın benzer “…” ibaresini kılavuz unsur olarak ihtiva eden davalı şirketi 11.10.2017 tarihinde kurduğunu, 08.06.2018 tarihinde de 2018/56112 başvuru sayısı tahtında “…”lı bir marka başvurusunda bulunduğunu, bu başvuruya davacının dosyaladığı itirazların davalı TÜRKPATENT tarafından kabul edildiğini, bu kararın iptali için davalı firmanın açmış olduğu davanın Ankara 1. FSHHM’nin 2019/96 esas no.lu dosyası tahtında yapılan yargılama sonucunda 2021/96 Karar no.lu karar ile reddedildiğini, bu davanın yargılaması devam ederken davalının huzurda dava konusu edilen markanın tescili için TÜRKPATENT nezdinde bir başvuruda daha bulunduğunu, bu başvuruya karşı davacının dosyaladığı itirazların bu sefer TÜRKPATENT tarafından reddedilmiş olmasının haksız ve hukuka aykırı bir işlem olduğunu, zira dava konusu edilen markanın davacının tescilli ve tanınmış “…”li markasıyla iltibas yaratacak derecede benzer olduğunu, ayrıca taraf markalarının aynı/benzer/türdeş emtialarda kullanılacağını, zira davalının markasının tescil edilmek istendiği emtiaların davacının markalarının kapsamında da yer aldığını, ayrıca tarafların aynı sektörde faaliyet gösterdiklerini, ayrıca da davacının “…” markasının tanınmış bir marka olduğunu, davacının “…”lı ticaret unvanından ve www.gulsanholding.com.tr uzantılı alan adından kaynaklanan haklarının da somut uyuşmazlıkta korunması gerektiğini, davalı firmanın kendisi ile aynı sektörde faaliyet gösteren davacının tanınmış markasını kendisine marka olarak seçmesinin davalının kötü niyetinin açık bir tezahürü olduğunu ileri sürerek, TÜRKPATENT YİDK’nın dava konusu edilen 14.01.2022 tarihli ve … sayılı kararının iptaline ve davalı adına tescili talep edilen … sayılı markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP:
Davalı … Gıda İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. vekili 19/03/2022 tarihli cevap dilekçesinde özetle; Dava dilekçesinde bahsi geçen, Ankara 1. FSHHM’nin 2019/96 Esas no.lu davasında verilmiş olan kararın istinaf incelemesinde olduğunu ve henüz kesinleşmediğini, davalının dava konusu edilen marka üzerinde, önceki tarihlerden muteber olmak üzere kendisi ve kardeş kuruluşu … Sentetik Çuval A.Ş. adına 2015 62319, 2006 22513, 2016 53675 ve 2014 01296 sayılı tescilli markalarından gelen müktesep bir hakkı olduğunu ve dava konusu edilen markanın, davalının, sağ alt köşesinde nazar boncuğu olan kırmızı ve mavi oval logonun içerisine kelime yerleştirilmek suretiyle oluşturulan tescilli markalarının serisinin bir devamı niteliğini haiz olduğunu, taraf markalarının görsel, işitsel ve kavramsal açılardan benzer olmadığını, bu nedenlerle ortalama tüketici nezdinde çekişme konusu emtialar açısından markalar arasında bir iltibas tehlikesinin bulunmadığını, bu nedenlerle davadaki taleplerin reddinin gerektiğini savunmuştur.
Davalı TÜRKPATENT vekili 29/03/2022 tarihli cevap dilekçesinde özetle; Somut olayda karşılaştırılan markalar arasında ayırt edilemeyecek derecede benzerlik bulunması gerektiğine ilişkin koşulun sağlanmadığını, markaların görsel, işitsel, kavramsal açılardan ve bıraktıkları toplu intiba yönünden çok farklı olduklarını, ayrıca dava konusu edilen markanın kapsamından çıkartılan hizmetler dışında kalan emtialar açısından somut uyuşmazlıkta emtia benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleşmediğini, bu nedenlerle ortalama tüketici nezdinde çekişme konusu emtialar açısından markalar arasında bir iltibas tehlikesinin bulunmadığını, diğer taraftan somut olayda davacının SMK m.6/5 hükmünün uygulanması koşullarının oluştuğunu ve dahi davalının dava konusu edilen marka başvurusunun kötü niyetle yapıldığını ispat edemediğini, bu nedenlerle davadaki taleplerin reddinin gerektiğini savunmuştur.
UYUŞMAZLIK:
Dava, 5000 sayılı Patent ve Marka Vekilliği ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun m.15/C hükmüne göre açılan YİDK Kararının İptali ve 6769 sayılı SMK m.25 hükmüne göre açılan Markanın Hükümsüzlüğü istemine ilişkindir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın; Davalı kurumun tesis ettiği … sayılı YİDK kararının hukuka uygun olup olmadığı, davalı şirkete ait … nolu “Şekil+…” ibareli marka başvurusu ile davacıya ait itiraza/hükümsüzlüğe mesnet markalar arasında SMK m.6/1 hükmü uyarınca ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma tehlikesi bulunup bulunmadığı, davacı markalarının tanınmış olup olmadığı, davacıya ait ticaret unvanı ve alan adı ile davalı markası arasında iltibas tehlikesi bulunup bulunmadığı, davalı şirketin önceki tarihli markalardan kaynaklı olarak müktesep hakkının bulunup bulunmadığı, davalı şirketin kötü niyetli olup olmadığı, tescili halinde davalı şirket markasının hükümsüzlüğünün gerekip gerekmediği hususlarına ilişkin olduğu tespit edilmiştir.
Davanın açılmasını müteakip tarafların dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, marka tescil ve başvuru dosyaları ile alâkalı kayıtları getirtilmiş, davacıya ait ticari sicil kayıt bilgileri celp edilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, hak düşürücü süre bakımından eksiklik bulunmadığı tespit edilmiş, taraflar sulhe teşvik olunmuş, arabulucuya gitme hakları hatırlatılmış, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını müteakip, bilirkişi heyetinden maddi vakıalara ilişkin rapor alınmış, 06/08/2015 tarih 29437 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in 201/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraflara tahkikat ve yargılamanın geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
İşlem dosyasının tetkikinde; Davalı şirketin “Şekil+…” ibaresinin 22 ve 35.sınıfta bulunan bir kısım mal ve hizmetlerin tescili amacıyla 12.11.2020 tarihinde gerçekleştirdiği … sayılı marka başvurusundan 6769 sayılı SMK m.5/1-ç hükmüne göre 35.sınıfta bulunan bir kısım hizmetlerin çıkarıldığı, kalan mal ve hizmetler bakımından başvurunun 12.01.2021 tarih 364 sayılı Resmi Marka Bülteni’nde yayımlandığı, davacının 09.03.2021 tarihinde 2002/28073, 2007/31751, 2007/31752, 2007/31754, 2008/71633, 2012/78263, 2013/93911, 97/008401, 97/008467 sayılı markaları mesnet göstererek SMK m.6/1, m.6/3, m.6/5, m.6/6 ve m.6/9 hükümleri uyarınca yayıma itirazda bulunduğu, Markalar Dairesi Başkanlığı’nca ileri sürülen itirazların reddine karar verildiği, bu karara karşı davacının 27.08.2021 tarihli yeniden itiraz dilekçesi sunduğu, davalı şirketin bu itiraza karşı 16.09.2021 tarihli karşı görüş dilekçesi ibraz ettiği, itirazı değerlendiren Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun 14.01.2022 tarih … sayılı YİDK kararı ile itirazın reddedilmesine karar verdiği, verilen kararın davacı marka vekiline 17.01.2022 tarihinde tebliğ edildiği, iki aylık hak düşürücü süre içinde eldeki davanın açıldığı tespit edilmiştir. Dava konusu marka başvurusu 20.02.2022 tarihinde tescil edilmiştir.
6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 6.maddesinin 1.fıkrasına göre; Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.
Karıştırma ihtimali, ortalama tüketicilerin, her iki işaret arasında bir şekilde bağlantı kurmasıdır. Bu durum, bir mal veya hizmetin alıcısının bildiği veya duyduğu bir mal veya hizmeti aldığı zannı ile başka bir işletmenin aynı veya benzer malını ya da hizmetini alma ihtimali biçiminde tanımlanmaktadır. Karıştırılma ihtimali, iltibas kavramından daha geniş bir kavram olup, doğrudan ve dolaylı karıştırılma ihtimali olarak ikiye ayrılır. Bu ayrıma göre eğer mal veya hizmetin aynı işletmeden ileri geldiği yönünde bir algılama ortaya çıkıyor, yani bir işletmeye ait mal veya hizmet, başka bir işletmeye ait mal veya hizmet ile karıştırılıyor ve bu nedenle satın alınıyorsa doğrudan karıştırılma ihtimali söz konusudur. Buna karşın, eğer mal veya hizmetin markası birbirinden ayırt ediliyor ancak bunların aynı işletmenin markaları olduğu ya da bu mal veya hizmetin aralarında ekonomik veya idari bağlantı bulunan işletmelerden geldiği biçiminde bir algılama oluşuyor ise bu halde de dolaylı karıştırılma ihtimalinden söz edilir.
Karıştırılma ihtimalinden bahsedilebilmesi için öncelikle önceki ve sonraki markalar arasındaki mal veya hizmet sınıflarının aynı ya da benzer olması gerekir. Mal veya hizmetlerin benzer olup olmadığının belirlenmesinde, karşılaştırılacak mal veya hizmetlerin benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği, benzer ihtiyaçları karşılayıp karşılamadığı, aralarında hammadde-yarı mamül-mamül ürün ilişkisi bulunup bulunmadığı, birbirleri yerine ikame ya da tamamlayıcı ürün ya da hizmet olup olmadıkları, dağıtım kanallarının ortak olup olmadığı, marketlerde aynı reyon ya da raflarda satılıp satılmadıkları, aynı toptancılarda satılıp satılmadıkları gibi kriterler göz önünde tutulmalıdır. Sınıfsal benzerlik karşılaştırmasında gerek Nice sınıflandırması gerekse de TÜRKPATENT tarafından çıkartılan sınıflandırma tebliğleri mahkemeler bakımından bağlayıcı değildir. Somut olayın özelliklerine göre TÜRKPATENT tarafından çıkartılan sınıflandırma tebliğinde farklı sınıflarda yer almalarına rağmen ilgili alıcısı nezdinde karıştırmaya yol açacak nitelikteki ürün ve hizmet markalarının kapsadıkları mal ve hizmet sınıflarının benzer olarak değerlendirilmesi de mümkündür.
Karıştırılma ihtimali bakımından sınıfsal benzerliğin söz konusu olması halinde önceki ve sonraki markanın aynı ya da benzer olup olmadıklarının incelenmesi gerekir. Markaların aynı ya da benzer olup olmadıkları incelenirken markayı oluşturan her bir unsura göre değil, bir bütün olarak karşılaştırılan markaların bıraktığı genel, global izlenim, markaların bütünü ile bıraktığı etki dikkate alınacaktır. Markalarda eğer tanımlayıcı unsurlar var ise bu unsurlar değerlendirme dışı bırakılacaktır. Global değerlendirmeye göre, karşılaştırılan markalar arasında karıştırılma ihtimalinin mevcut olup olmadığı incelenirken, ilgili alıcısı nezdinde bıraktıkları genel intibaya göre markaların benzer olup olmadığı, markalar arasında görsel, işitsel ve kavramsal benzerlik bulunup bulunmadığı, ortalama alıcısının algısının ve satın alma kararı verirken göstereceği özen ve dikkat derecesinin ne olduğu, markalar veya işletmeler arasında bağlantı ihtimalinin söz konusu olup olmadığı gibi hususlar incelenerek değerlendirme yapılmalıdır. Bu şekilde inceleme yapılırken, markanın toplumda ne kadar tanındığı, markaların ayırt edici unsurlarının neler olduğu, markanın hitap ettiği ürün ya da hizmetin tüketici kitlesinin kimler olduğu, bu kitlenin satın alma sürecinde göstermeleri beklenen dikkat ve algılama düzeyinin ne olduğu, mal veya hizmetin niteliğinin ve fiyatının ne olduğu, markanın ne kadar özgün, ayırt edici ya da tanımlayıcı olduğu, seri marka algılamasına yol açıp açmadığı gibi hususlar dikkate alınmalıdır.
Belirtilen açıklamalar ışığında, tarafların iddia ve savunmaları, marka işlem dosyası, itiraza/hükümsüzlüğe mesnet markalar, hukuki nitelendirme hali hariç olmak üzere maddi vakıalara ilişkin tespitler barındıran bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre;
Mahkememizce aldırılan bilirkişi raporunda tablolaştırıldığı üzere; dava konusu edilen markanın kapsamında kalmış olan 22. Sınıftaki emtiaların tamamı ile davacının davasına/itirazlarına mesnet aldığı 2013 93911, 2008 71632, 2008 71633 ve 2012 78263 sayılı markaların tescilli olduğu 22. Sınıfa giren emtiaların birebir aynı olduğu görülmekle, davacının bu markaları ve 22. Sınıfa giren emtialar özelinde, karşılaştırılan markalar arasında emtia ayniyeti şartının gerçekleştiği, ilave bir inceleme yapılmasına gerek kalmaksızın, doğrudan söylenebilecektir. Ayrıca, davacının davasına/itirazlarına mesnet aldığı ve bilirkişi raporunda yer verilen tabloya aktarılmış olan diğer markalar da, 22. Sınıfa giren muhtelif emtialar açısından tescillidir. Bu markalar özelinde de, dava konusu edilen markanın kapsamında kalmış olan; “Tekstilden mamul ambalaj torbaları. Tekstil amaçlı sentetik elyaflar, işlenmemiş büküm elyafları” açısından emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleştiği değerlendirilmektedir. Ayrıca, dava konusu edilen markanın kapsamında kalmış olan, 22. Sınıftaki emtiaların tamamının toptan/perakende satışı hizmetleri ile, davacının markalarının tescilli olduğu 22. Sınıftaki emtiaların da ilintili mal ve hizmetler olduğu düşünülmektedir. Çünkü; bir takım emtiaların toptan/perakende satış hizmetlerine konu olması durumunda bu hizmetlerin aynı emtialar ile bağlantılı ve/veya benzer emtialar olduğu, doktrinde ve Yargıtay içtihatlarında kabul edilmektedir. Zira; “…. kararında da belirtildiği üzere, “somut bir malı satmak için verilen bu hizmet tabiatıyla bu mal olmadan bir mana ifade etmeyecektir.”
Ancak; davalının markasının kapsamında kalan 35. Sınıf altında 16. Sınıfa giren emtiaların satışı hizmetleri ile davacının davasına/itirazlarına mesnet aldığı markalarının tescilli olduğu 22, 23, 24 ve 26. Sınıflara giren emtiaların benzer/türdeş/ilintili olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira; bu mal ve hizmetler birbirlerinden çok farklı alıcı çevrelerine hitap ederler, benzer ihtiyaçları gidermezler, son kullanıcıları ve hedeflenen tüketici profilleri çok farklıdır, dağıtım kanallarının ve satış yerlerinin aynı olduğundan bahsedilemez, birbirleri yerine ikame imkânları da yoktur, benzer markaları bu farklı sınıf ve alt gruplardaki mal ve hizmetler üzerinde gören tüketicilerin herhangi bir şekilde markalar arasında veya marka sahibi işletmeler arasında bir bağlantı kurması da ihtimal dahilinde değildir.
Sonuçta; dava konusu edilen markanın kapsamında kalmış olan, 22. Sınıftaki emtiaların tamamı ile bu emtiaların 35. Sınıf altında satışı hizmetleri açısından, davacının 2013 93911, 2008 71632, 2008 71633 ve 2012 78263 sayılı markaları özelinde, emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleştiği, davacının davasına/itirazlarına mesnet 2007 31754, 2007 31752, 2007 31751, 2002 28073, 2002 26487, 2002 26859, 185725 ve 184958 sayılı markaların özelinde de, sadece 22. Sınıftaki “Tekstilden mamul ambalaj torbaları. Tekstil amaçlı sentetik elyaflar, işlenmemiş büküm elyafları” emtiaları ile bunların 35. Sınıf altında satışı hizmetleri yönünden emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleştiği, dava konusu edilen markanın kapsamında kalmış olan, 35. Sınıf altında 16. Sınıfa giren emtiaların satışı hizmetleri açısından ise emtia ayniyeti/benzerliği/ türdeşliği şartının gerçekleşmemiş olduğu değerlendirilmiştir.
Davacının markaları, kelime markası hüviyeti baskın olan ancak renk ve bazen de basit/küçük şekil unsurlarını da ihtiva eden karma markalardır; işaretlerde bazen mavi, bazen de siyah renkli düz yazım karakterindeki harflerle yazılan kelimeler, “…”, “….” gibi tasviri/tanımlayıcı nitelikteki cins isimler, kısaltmalar ve kelime öbekleridir. İşaretlerdeki kelime unsurlarının, basit şekil unsurlarından ziyade ön planda olduğu değerlendirilmektedir. Zira; böyle basit şekil unsuru yanında büyük puntolarla/baskın özelliklerde yazılmış ve konuşlandırılmış kelime unsurlarını haiz markalarda, “söz görünümden daha yüksek sesle konuşur”. Ayrıca; potansiyel müşteriler somut olaydaki gibi kelime, renk ve şekil içeren karma markalarda kelime unsuruna diğer unsurlara göre daha fazla önem vereceklerdir. Dolayısıyla, davacının markalarında ilk anda göze çarpan ve algılanan unsurların, yani markaların esas unsurlarının, işaretlerde kullanılmış olan tasviri/tanımlayıcı ibareler veya basit şekil unsurları değil, Türkçe’de yaygın olarak bilinen bir anlamı olmayan “…”, “…. ibareleri olduğu değerlendirilmiştir.
Dava konusu edilen işaret ise; renk, kelime ve şekil unsurlarını bir arada ihtiva eden karma bir markadır; işarette kırmızı renkli oval şekilli ve kırmızı-mavi çizgilerle çerçevelenmiş bir zemin üzerine beyaz renkli büyük harflerle “…” ibaresi konuşlandırılmış ve zemin şeklinin sağ alt köşesine de basit bir nazar boncuğu figürü yerleştirilmiştir. Bu işarette de, basit zemin şekli ve nazar boncuğu figüründen ziyade, kompozisyonun orta yerine büyük puntolu beyaz renkli büyük harflerle yerleştirilmiş “…” ibaresinin ilk bakışta göze çarptığı ve işaretin kompozisyonu içerisinde markasal hüviyette ayırt ediciliği ön plana çıkan unsur, yani markanın esas unsuru olduğu değerlendirilmektedir. Ayrıca, bu ibarenin de, davacının markalarındaki esas unsurlarda olduğu gibi, Türkçe’de yerleşik/bilinen bir anlamı olan “gül” kelimesinden türetilmiş olmasına rağmen, orijinal/otantik bir ibare olması nedeniyle markasal hüviyette ayırt ediciliğinin yüksek olduğu değerlendirilmiştir.
Taraf markaları global olarak karşılaştırıldığında; davacının “…” ibaresini ihtiva eden markaları özelinde, karşılaştırılan işaretlerde, markasal hüviyette ayırt ediciliği en yüksek unsur olan “…” ve “…” ibarelerindeki, dizinleri de aynı olacak biçimde altı harfin ortaklığının markaları görsel, işitsel ve kavramsal açılardan benzer kıldığı düşünüldüğünden, potansiyel müşterilerin daha önce denedikleri markaların hafızalarında kalan kısımlarına dayanarak tekrar marka tercihi yaptıkları ve bu nedenle de markalardaki farklı unsurlardan ziyade ortak unsurlara odaklanacakları gerçeği de gözetildiğinde, davacının “…”lı markalarını görmüş ve tanımış olan bir tüketicinin, davalının “…”lı markasıyla karşılaştığında bu markaları “benzer bulması” ihtimalinin doğduğu değerlendirilmiştir. Ayrıca; dava konusu edilen markanın kapsamında kalmış olan 22. sınıftaki emtiaların tamamı ile bu emtiaların 35. sınıf altında satışı hizmetleri açısından; davacının 2013 93911, 2008 71632, 2008 71633 ve 2012 78263 sayılı markaları özelinde, emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleştiği, dava konusu edilen markanın kapsamında kalmış olan 35. sınıf altında 16. sınıfa giren emtiaların satışı hizmetleri açısından ise emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleşmemiş olduğu tespit edildiğinden, her ne kadar bu emtiaların hitap ettiği tüketici/alıcı kitlesinin, bu emtiaları satın aldıkları anda dikkat/özen/bilinç/seçicilik seviyeleri düşük olmasa da, emtiaların ayniyeti ve yakın ilişkisi ile markaların benzerlik düzeyleri göz önüne alındığında, bu mal ve hizmetlerde “…” ve “…” ibarelerinin markasal hüviyette farklı firmalar/tacirler tarafından kullanılması halinde alıcıların/tüketicilerin söz konusu mal ve hizmetlerin aynı şirketten veya ekonomik olarak bağlantılı şirketlerden/işletmelerden geldiği düşüncesine kapılma tehlikesini ve karıştırma ihtimalini yarattığı, alıcıların/tüketicilerin iki farklı marka ile karşı karşıya olduklarını anlamaları halinde bile, her iki markanın sahibi arasında idari/işletmesel bir bağlantı bulunduğunu, ortak bir çalışma kapsamında iş yapıldığını düşünebilecekleri, davalının markasının, davacının “…”lı markalarının kapsamına giren bu mal ve hizmetler açısından davacının hedef pazarındaki tüketici/müşteri kitlesi nezdinde karışıklık yaratabileceği sonucuna varılmıştır.
Bütün bu nedenlerle; dava konusu edilen markanın kapsamında kalmış olan; 22. Sınıftaki emtiaların tamamı ile bu emtiaların 35. Sınıf altında satışı hizmetleri açısından, davacının 2013 93911, 2008 71632, 2008 71633 ve 2012 78263 sayılı markaları özelinde, karşılaştırılan markaların karıştırılma ihtimalinin/iltibas tehlikesinin somut olayda bulunduğu, davalının markasının kapsamında kalmış olan diğer hizmetler açısından ise bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
Davalı yan müktesep hak savunmasında bulunduğundan bu husus aşağıdaki şekilde irdelenmiştir:
Yargıtay 11. HD.’nin 19.09.2008 tarih ve 2007/7547E., 2008/10251K. sayılı “Ece Lady / Ece Toff” kararında kazanılmış hak teşkil eden önceki markaların tespiti yönünden bazı kıstaslar getirmiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.09.2008 tarihli ve 2007/7547E. – 2008/10251K. Sayılı kararına göre; Bir işletme tarafından uzunca süredir kullanılan markanın asli unsuru muhafaza edilerek ve markanın bu işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yarattığı izlenim korunmak suretiyle, önceki markanın kapsadığı ürünlerin veya bir ürün çeşidinin tüketiciye yenilenmiş bir marka imajı ile sunulması ve bu yolla marka sahibi işletmenin piyasaya arz ettiği ürünlerinin de işletmesel köken olarak öncekilerle bağlantılı olduğu mesajını veren yeni markalar yaratmak amacıyla önceki markada yer alan asıl unsurun yanına başkaca asli ve/veya tali unsurlar ekleyerek oluşturduğu markaların seri marka olarak kabulü olanaklıdır. Bu tür markalar niteliği itibariyle 556 sayılı KHK’nın 55. maddesinde tanımlanan ortak markalara benzemekle birlikte; seri markalar, ortak markalarda mevcut olan bir grupta yer alan işletmelerin mal veya hizmetlerini diğer işletmelerden ayırt edilmesi fonksiyonu, teknik yönetmelik gibi özelliklere sahip olması gerekmeyen ve esasen ortak asli unsuru taşımakla birlikte her biri diğerinden bağımsız nitelikteki ticaret ve hizmet markalarıdır.
Bu karar içeriğinden de anlaşılabileceği üzere müktesep hakkın kabulü üç koşula bağlanmıştır. Bunlar:
• müktesep hak iddia edilen marka ile davaya konu markadaki asli unsurların muhafaza edilmiş olması ve eski markaya karşı hükümsüzlük davası açılacak sürenin dolmuş olması ve bu markanın çekişmesiz şekilde kullanılması,
• markalar arasında işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yaratılan izlenimin korunması,
• dava konusu markada, müktesep hak iddia edilen markaya nazaran kapsamın genişletilmemiş olması.
Bu üç şartın gerçekleştiği durumlarda marka sahibi kazanılmış hak elde eder.
Bu üç şartın gerçekleştiği durumlarda marka sahibi kazanılmış hak elde eder. Hemen belirtmek gerekir ki; yukarıdaki şartlar sağlansa bile, sonraki tarihli marka başvurusu, itiraza mesnet markaya yakınlaşma ve bu yolla haksız yararlanma tehlikesi oluşturmamalıdır. Burada irdelenmesi gereken husus; marka olarak seçilen işaretin önceki tarihli kök seri markaların yenilenmesi suretiyle mi oluşturulduğu, yoksa itiraza mesnet markalar ile yakınlaşarak onunla iltibas tehlikesi doğurma tehlikesi oluşturacak şekilde mi mizanpajının yapıldığıdır. Daha ilk bakışta başvurunun kök markanın değil de, itiraza mesnet markanın yeni düzenlenmiş bir versiyonu olduğu yönünde ortalama tüketici nezdinde izlenim doğuyorsa, önceki kök markalardan kaynaklı müktesep hak şartlarının doğduğundan söz edilemez. Bu itibarla seri marka olarak tescili talep edilen işaret, kök markadan esaslı farklılıklar göstermemeli ve seri marka seçilirken itiraza mesnet markaya yakınlaşacak font, renk, mizanpaj değişikliklerinden kaçınılmalıdır. (Burçak Yıldız, Mükerrer Markanın Seri Markasının Tescili -SMK m.5/1-ç ve m.6/1 Hükümlerine Yargıtay Kararları İle Getirilen İstisna, BATİDER 34(4), 2018, s.116)
Müktesep hak iddiası bakımından hemen belirtmek gerekir ki; önceki tarihli markanın çekişme konusu olmaktan çıkması hali tek başına müktesep hak şartlarının doğumunu sağlamaz. Önceki tarihli markanın başvuruya konu emtialar bakımından aynı zamanda fiili olarak kullanıldığının da ispatlanması gerekir. Zira, müktesep hak müessesesinin kabul edilmesinin amacı, önceki tarihli markanın uzunca süredir kullanımı nedeniyle ilgili tüketici kesiminde oluşan imajın, sonraki tarihli marka başvurusuna sirayet etmesini sağlamaktır. Bu nedenledir ki, fiilen kullanılmayan önceki tarihli markanın ilgili tüketici kesiminde bir imaj duygusu oluşturduğundan söz edilemez. Olmayan imajın yenilenen yeni bir marka başvurusuna aktarımı da dolayısıyla söz konusu olamaz. Müktesep hak şartları bakımından yukarıda ifade ettiğimiz görüşü destekler nitelikte, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 06/01/2020 tarih 2019/2269 E 2020/16 K sayılı kararında, önceki markanın fiilen kullanılmasını, müktesep hakkın doğumu bakımından gerekli görmüştür.
Somut olayda yapılan incelemede; herşeyden önce, davalının müktesep hak iddialarına dayanak yaptığı markalarından 2014 01296 sayılı marka dava dışı üçüncü bir kişi adına tescilli olduğundan, bu kuruluş “kardeş şirket” dahi olsa, ayrı bir tüzel kişilik adına tescilli bir markanın davalının müktesep hak iddialarına mesnet alınamayacağı tespit edilmiştir. Davalının müktesep hak iddialarına dayanak yaptığı 2015 62319 sayılı ve 2006 22513 sayılı markaların, dava konusu edilen markanın kapsamında kalan emtialardan çok farklı olan 05, 29, 30 ve 31. Sınıflara giren, gıda ile ilintili emtialar için tescilli olduğundan müktesep hak iddiasına mesnet olamazlar. Aynı husus, davalının müktesep hak iddialarına mesnet aldığı son markası olan 2016 53675 sayılı marka için de söylenebilecektir. Bu markanın kapsamına giren 35. Sınıftaki hizmetler ile dava konusu markanın kapsamına alınmak istenilen 22 ve hatta 35. Sınıfa giren mal ve hizmetler aynı/türdeş değildir.
Sonuç olarak; davalı şirket vekilinin ileri sürdüğü müktesep hak iddiası iş bu davaya konu marka başvurusu bakımından yerinde değildir.
SMK m.6/4 hükmüne göre; Paris Sözleşmesinin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesi bağlamındaki tanınmış markalar ile aynı veya benzer nitelikteki marka başvuruları, aynı veya benzer mal veya hizmetler bakımından itiraz üzerine reddedilir.
SMK m.6/5 hükmüne göre; Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hâllerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hâli saklı kalmak kaydıyla, başvurunun aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde yapılmış olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir.
SMK m.6/4 hükmü bağlamında tanınmış marka koruması için; toplumun her kesimince bilinme gerekli olmayıp, toplumun ilgili kesimindeki bilinilirlik düzeyi dikkate alınacaktır. Toplumun ilgili kesimi; markanın tanındığı iddia edilen ve kaynak ülkede markanın tescilli olduğu ve kullanıldığı sektörü ifade eder. (Uğur Çolak, Türk Marka Hukuku, 4.Baskı, İstanbul 2018, s.344-345) Bir markanın Paris Sözleşmesi anlamında tanınmış marka olarak kabul edilebilmesi için, bu markanın Türkiye’de tanınmış olmasının ya da kullanılmasının gerekip gerekmediği hususu bakımından; Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 13.02.2019 tarih 2017/3943 Esas 2019/1154 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere, Türkiye’de tescilli olmayan markalara tanınmış marka koruması sağlanabilmesi için, söz konusu markanın, itiraza konu marka başvuru tarihinden önce Türkiye’de ilgili sektörde tanınmış marka olduğunun dosyaya sunulan objektif delillerle ispat edilmesi gerekir. (Aynı yönde Y11HD; 18.09.2019 tarih, 2018/790 E 2019/5512 K; Y11HD; 20.11.2018 tarih, 2017/1345 E 2018/7216 K)
SMK m.6/5 hükmü uyarınca; önceki tarihli tescil edilmiş veya tescil başvurusu yapılmış olan bir marka, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi sebebiyle, aynı veya benzeri sonraki tarihli marka başvurusunun, aynı veya farklı nitelikteki mal ya da hizmetlere ilişkin tescil talebinin reddini talep edebilir. Bir markanın sadece tanınmış marka niteliğini haiz olması, otomatik olarak o markanın farklı türdeki mal veya hizmetlere ilişkin olarak sonraki tarihli marka başvurusunu engelleme hakkı bahşetmez. Tanınmış marka hakkı sahibinin genişletilmiş korumadan yararlanabilmesi için;
A) Tanınmış markanın itibarından haksız yarar elde edilmesi,
B) Tanınmış markanın itibarına zarar verilmesi,
C) Tanınmış markanın ayırt edici karakterinin zedelenmesi, olasılıklarından en az birinin gerçekleşmesi veya gerçekleşme ihtimalinin bulunması gereklidir. Ayrıca, sonraki tarihli marka başvuru sahibinin, marka başvurusunda haklı bir nedeninin de bulunmaması gerekir.
Tanınmışlık, statik ve dogmatik bir durum değildir. Aksine; sürekli güncellenen, dalgalanabilen, bir çok değişkene bağlı dinamik bir süreci içinde barındırır. Bir markanın tanınmış marka niteliğinde olup olmadığı; a)Toplumun ilgili kesimince markanın tanınma düzeyi, b) Markanın kullanıldığı coğrafi alan, kullanım süresi ve yoğunluğu, c)Marka promosyonlarının ve reklamlarının süresi, yoğunluğu, hedef aldığı alan, d)Markanın tesciller veya tescil başvuruları ile korunduğu coğrafi alanın büyüklüğü, e) Markanın resmi mercilerce tanınmışlığına delalet eden karar ve uygulamaları, f) Markanın ekonomik değeri, g) Markanın hitap ettiği mal veya hizmetlerin pazar payı, gibi tahdidi olmayan kriterler dikkate alınmak suretiyle, yapılacak global bir değerlendirme neticesinde her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Hemen belirtilmelidir ki; bir markanın tanınmış marka niteliğini haiz olmasının; yukarıda yer verilen tüm kıstasların sağlanması gerektiğini şart koşmadığı gibi, yukarıda yer verilen kıstaslardan yalnızca birinin gerçekleşmesinin mutlak anlamda ilgili markayı tanınmışlık seviyesine çıkaracağını da göstermez. Burada önemli olan husus; her somut olayda, yukarıda yer verilen kıstaslardan da yararlanarak, global bir değerlendirme yapılması, bunun sonucunda tanınmışlık vasfı ve varsa bu tanınmışlığın etki alanının belirlenmesidir.
Tanınmış markanın itibarından haksız yararlanılmasından söz edilebilmesi için; tanınmış markanın iyi şöhret ve itibar sahibi olması, ilgili tüketici kesimi nezdinde markanın olumlu bir imajının olması gerekir. Bu nedenle imaj transferine konu olabilecek sonraki tarihli marka başvurusunun, tanınmış markanın itibarından haksız yararlanma tehlikesi doğurabileceği söylenebilir. Burada önemli olan, sonraki tarihli markayı gören tüketicinin, önceki tarihli tanınmış markanın kendi zihninde oluşturduğu olumlu imaj ile sonraki tarihli marka arasında bir bağlantı (link) kurması, imaj transferi ihtimalinin bulunması, böylece tanınmış markanın olumlu imajının sağladığı kolaylıktan yararlanarak sonraki tarihli marka başvuru sahibinin ticari avantaj sağlama ihtimalinin bulunmasıdır. Böylece, sonraki tarihli marka başvuru sahibi, tanınmış marka sahibinin uzun uğraşlar sonucu oluşturduğu kalite ve güven birikiminden parazitvari yararlanarak, kendi lehine haksız bir avantaj sağlayacaktır.
Tanınmış markanın itibarına zarar verilebilmesi için; Tanınmış markanın, arzu edilmeyen olumsuz imaj tehlikesine maruz kalacağı bir hal olasılığı içerisinde bulunması gerekmektedir. Tanınmış markanın itibarının zarar görme tehlikesi altında bulunup bulunmadığı incelenirken, tescile konu mal ve hizmetlerin kapsamı dikkate alınmalıdır. Örneğin; tanınmış bir içecek markasının, aynı veya benzerinin tuvalet temizliği emtialarında marka olarak kullanılması halinde, böyle bir olumsuz imaj tehlikesi söz konusu olabilir.
Tanınmış markanın ayırt etme gücünün zedelenmesi için; Sonraki tarihli marka başvurusu nedeniyle, tanınmış markanın ayırt etme gücünün zayıflaması ve bu suretle markanın reklam değerinin düşme ihtimali bulunmalıdır. Tanınmışlık derecesi ve karşılaştırılan markaların hitap ettiği mal veya hizmetlerin birbirleri ile yakınlığı arttıkça, markanın ayırt ediciliğinin zedelenmesi ihtimali de artmaktadır. Bu durumda, markanın muhatap çevresi, sonraki tarihli marka nedeniyle, önceki markanın artık sadece tanınmış marka sahibine ve onun ürünlerine ait olmadığı kanısına varmaktadır.
Somut olayda yapılan değerlendirmede; davacının davasına/itirazlarına mesnet aldığı markalara ciddi yatırımlar yapıldığına, markaların uzun yıllardır ilgili sektörde tanıtıldığına ve dahi tanındığına dair dava/TÜRKPATENT işlem dosyalarına yeterli nitelikte/nicelikte/içerikte delil sunulmadığından, davacının “…”lı markalarının, sentetik dokuma sektöründe (dahi) Türkiye genelinde “tanınmış” olduğunun söylenmesi mümkün görülmemektedir. Bu nedenle davacı yanın tanınmışlık iddiasından kaynaklı nispi tescil engeli iddiasının yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır.
SMK’nın 6/6 maddesine göre; “tescil için başvurusu yapılmış markanın, başkasına ait kişi ismini, ticaret unvanını, fotoğrafını, telif hakkını veya herhangi bir fikri mülkiyet hakkını içermesi halinde, hak sahibinin itirazı üzerine tescil başvurusu reddedilir.”
Bu hüküm kapsamına, kişilik haklarından isim hakkı ile fotoğraf üzerindeki hak, FSEK kapsamında telif hakları ve sınaî haklar olan marka, tasarım, patent, faydalı model, coğrafi işaret, ticaret unvanı, işletme adı ve alan adı girer. Bir alan adının SMK m. 6/6 hükmü uyarınca korunmasının istenebilmesi için, o alan adının fiilen kullanıldığı faaliyet konuları kapsamı ile aynı/benzer konularda bir marka kullanımının söz konusu olması gerekir.
Ticaret unvanı, bir tacirin ticari işletmesine ilişkin işlemlerinde kullandığı addır. Markalar, eşya ile işletme arasındaki ilişkiyi kurar ve farklı işletmelerin ürettiği benzer emtiayı birbirinden ayırt etmeye yarar. Buna karşılık, ticaret unvanları ise işletmenin kendisini tanımlar. Şirketlerin ticaret unvanları tescil edilirken, faaliyet alanına her türlü mal ve hizmetin yazılması mümkün olduğundan ve ticaret unvanının bu alanların hepsinde kullanma gibi bir yükümlülük bulunmadığından, ticaret unvanının fiilen kullanıldığı mal ve hizmetler bakımından, 6769 sayılı SMK’nin 6/6 maddesi anlamında sahibine öncelik hakkı sağladığının kabulü gerekmektedir. Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 13.03.2019 tarih 2017/5439 Esas 2019/2119 Karar sayılı kararında da, önceki tarihli ticaret unvanı nedeniyle sonraki tarihli aynı/benzer markanın başvurusunun engellenebilmesi için, salt ticaret unvanına ilişkin ticari sicil kayıtlarında yer alan iştigal alanlarına bakılmaması gerektiği, ticaret unvanının fiili olarak kullanıldığı mal ve hizmetler dikkate alınmak suretiyle iltibas değerlendirmesi yapılması gerektiği kabul edilmiştir.
Somut olayda yapılan değerlendirmede; Davacının SMK m.6/6 hükmüne esas aldığı “www…..com.tr” şeklindeki alan adının kayıtları ve bu alan adı altında yayınlanmış olan görseller incelendiğinde; alan adının ilk tahsis tarihinin 23.10.2013 ve kayıtlı sahibinin huzurdaki dava dışı “… İnşaat ve Sanayi Nakliyat Turizm ve Ticaret A.Ş.” olduğu, davacının, kendisine ait olmayan www.gulsanholding.com.tr alan adı altındaki, dava konusu edilen markanın kapsadığı mal ve hizmetlerde gerçekleşmemiş olan markasal kullanımların davalının markası ile karıştırılma ihtimalinin bulunmadığı ve SMK m.6/6 hükmü kapsamında davacının alan adından kaynaklanan ve korunması gereken üstün bir hakkının da somut uyuşmazlıkta bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
Davacının SMK m.6/6 hükmü kapsamında ticaret unvanının kılavuz unsuruna dayanabilmesi için, herşeyden önce, ticaret unvanın fiilen kullanıldığı mal ve hizmetlerin neler olduğunun tespit edilebilmesi gerekir. Davacı, bu hususta dava/marka işlem dosyasına herhangi bir delil sunmamış olduğundan, dava konusu edilen markanın kapsamında kalmış olan emtialar açısından, davacının ticaret unvanından kaynaklanan üstün/korunması gereken bir hakkının mevcut olduğunun ispat edilemediği değerlendirilmektedir. Dolayısıyla; davacının ticaret unvanına dayalı hak iddiasının da dava konusu markanın tesciline/hükmüne bir engelinin/etkisinin olamayacağı kanaatine varılmıştır.
SMK m.6/9 hükmüne göre; Kötü niyetle yapılan marka başvuruları itiraz üzerine reddedilir.
Kötü niyetli marka başvurusu; Kişiyi, hukuk düzeninin tescil ile elde edilecek hakları kullanması amacı taşımaksızın, hukuka ve ahlaka aykırı olarak, bu hakların hukuk düzenince tasvip edilemeyecek şekilde başka amaçlarla kullanılması olarak tanımlanabilir. Hangi hallerde kötü niyetli olarak marka başvurusunda bulunulmuş sayılacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamakla birlikte, genel olarak markayı kullanmaktan ziyade şantaj veya başkasından haksız para elde etmek veya başkalarının ticaretine engel olmak gibi amaçlarla yapılan marka başvuruları kötü niyetle yapılmış başvuru olarak kabul edilmektedir. Kanunun ayrıca müeyyideye bağladığı hususlar tek başına kötü niyet emaresi olarak kabul edilmez. Zira Kanun tarafından zaten müeyyidesi gösterilmiş marka başvuruları için ayrıca kötü niyeti de sebep göstermek doğru görülmemektedir. (Yargıtay 11.Hukuk Dairesi, 12.06.2019, E:2018/2285 K:2019/4361)
….” (C-104/18P) kararında; marka tescil başvuru sahibinin adil rekabete girme amacı taşımaksızın, dürüst ticari uygulamalarla aykırılık oluşturacak şekilde başkalarının menfaatlerini baltalama ya da belirli bir başkasını hedef almaksızın markanın köken göstermeye ilişkin temel fonksiyonundan ziyade başka amaçlar için marka tescilinin sağladığı tekelci yetkileri elde etme amacı taşımasının ilgili ve tutarlı göstergelerden bariz bir şekilde anlaşılması halinde, markanın kötü niyet gerekçesi ile hükümsüz kılınabileceğini belirtmiştir. Mahkeme, marka tescil başvurusu yapan kimsenin niyetinin sübjektif bir olgu olduğunu, ancak buna rağmen, bu olgunun yetkili idari makamlar veya yargı mercilerince nesnel bir şekilde belirlenmesi gerektiğini kabul etmektedir. Dolayısıyla, herhangi bir kötü niyet iddiası, somut olaydaki tüm ilgili nesnel olguların dikkate alınması suretiyle genel bir değerlendirme yapılmasını gerektirir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.07.2008 tarih 2008/11-501 E 2008/507 K sayılı kararında; başvuru sahibinin, markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekmesi hali, kötü niyetin varlığı bakımından önemli bir kriter olarak görülmektedir. Karara konu olayda HGK; “…Davalının giysi üretiminde bulunan ve tekstil alanında faaliyet gösteren bir kişi olduğu, bu itibarlı müdebbir bir tacir gibi davranmasının gerektiği, kullanacağı işaretin her hangi bir kişiye ait olup, olmadığını araştırmasının gerektiği, ihtilaf konusu ibarenin her hangi bir anlamı olmayan harfler ve rakamlardan oluşması nedeniyle, davacı seçiminin tesadüften ibaret olamayacağı ve bu nedenle iyi niyetli sayılamayacağı, davalının fantezi bir ibare olan RG 512 ibaresini tescil ettirmesinin, faaliyet alanı nedeniyle varlığından haberdar olduğu davacı markasından faydalanma kastını gösterdiği, davacının bu işaret üzerinde öncelikli kullanım hakkına sahip olduğu, bu nedenle davalının kötü niyetli tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilmesinin gerektiği…” şeklinde değerlendirmede bulunarak, tescile konu markanın orijinal ve anlamsız bir kelime olup olmaması, başvuru yapan kimsenin ticari hayatta etkinliğinin bulunup bulunmaması, marka olarak seçilen işaret dolayısıyla faydalanma kastı bulunup bulunmadığı gibi hususları da kötü niyetli marka başvuruları bakımından değerlendirme kriteri olarak kabul etmiştir.
Belirtilen açıklamalar ışığında somut olayda yapılan değerlendirmede; 08.06.2018 tarihinde dava dışı … Çuval İç ve Dış Ticaret Limited Şirketi tarafından “Şekil+…” ibareli 2018/56112 sayılı marka tescil başvurusunda bulunulduğu, söz konusu marka başvurusunun Resmi Marka Bülteni’nde yayımlanması üzerine iş bu davanın davacısı … Sentetik Dokuma Sanayi ve Ticaret A.Ş tarafından yayıma itiraz edildiği, her ne kadar Markalar Dairesi Başkanlığı ileri sürülen itirazları reddetse de, yeniden yapılan itiraz üzerine Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun 12.02.2019 tarih 2019-M-1186 sayılı YİDK kararı ile itirazın kabulüne ve başvurunun reddedilmesine karar verdiği, bu red kararına karşı dava dışı … Çuval İç ve Dış Ticaret Limited Şirketi tarafından Ankara 1.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2019/96 Esas sayısına kaydedilen dava dosyası ile 2019-M-1186 sayılı YİDK kararının iptaline ilişkin olarak dava açıldığı, söz konusu dava dosyasında alınan 25.02.2020 havale tarihli bilirkişi raporunda YİDK kararı ile uyumlu olacak şekilde değerlendirme yapıldığı, yine söz konusu dava dosyasında alınan 16.10.2020 tanzim tarihli bilirkişi ek raporunda da kök rapor ile uyumlu olacak şekilde görüş bildirildiği, Ankara 1.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 08.04.2021 tarih …. Karar sayılı karar ile davanın reddine karar verdiği tespit edilmiştir.
Celp edilen ticari sicil kayıt bilgilerine göre; dava dışı … Çuval İç ve Dış Ticaret Limited Şirketi’nin 26.09.2017 tarihinde kurulduğu, kayıtlı adresinin “…. yetkililerinin ve pay sahiplerinin … olduğu, davalı şirketin 04.06.1992 tarihinde kurulduğu, kayıtlı adresinin “…GAZİANTEP”, yetkililerinin … olduğu, 15.02.2022 tarihli olağan genel kurul toplantısı hazirun listesine göre …. …’in söz konusu şirkette paylarının bulunduğu, aynı zamanda yönetim kurulu üyesi oldukları, buna göre; davalı şirket ve dava dışı … Çuval İç ve Dış Ticaret Limited Şirketi’nin aynı il ve ilçede merkezlerinin bulunduğu, dava dışı şirketin yetkilileri ve pay sahipleri …. …’in aynı zamanda davalı şirketin pay sahipleri ve yönetim kurulu üyeleri oldukları, dolayısıyla dava dışı … Çuval İç ve Dış Ticaret Limited Şirketi ile davalı şirket arasında organik bağlantı bulunduğu tespit edilmiştir.
Davalı şirket ile organik bağlantısı olduğu tespit edilen dava dışı … Çuval İç ve Dış Ticaret Limited Şirketi’nin tescil başvurusuna konu ettiği 2018/56112 sayılı “Şekil+…” ibareli marka başvurusu ile dava konusu … sayılı “Şekil+…” ibareli marka; görsel, işitsel ve kavramsal olarak birebir aynıdır. Bununla birlikte 2018/56112 sayılı marka başvurusuna konu edilen 22.sınıftaki emtiaların tamamı yine dava konusu … sayılı marka kapsamında aynen bulunmaktadır. Davalı şirket ile organik bağı bulunan dava dışı şirketin marka tescil başvurusuna ilişkin olarak davacının itirazda bulunması üzerine bu başvurunun YİDK kararı ile reddine karar verildiği, söz konusu kararın iptali istemine ilişkin olarak dava dışı şirket tarafından açılan davada alınan bilirkişi kök ve ek raporlarının dava dışı şirketin aleyhine olduğu, ek bilirkişi raporunun tanzim edilmesinden sonra dava dışı şirket ile organik bağı bulunduğu tespit edilen davalı şirketin iş bu davaya konu marka tescil başvurusunda bulunması eyleminin ticari dürüstlük kurallarına aykırı olduğu, bu nedenle davalı şirketin marka tescil başvurusu esnasında kötü niyetli olduğu kanaatine varılmıştır.
Kötüniyetli tescil hali, mal veya hizmetlerle ilgili olmayıp, markanın tamamı ile ilgili tescil eden kimsenin, tescil müracaatında bulunurken taşıdığı kast ile ilgili bir olgu olduğundan, kötü niyet iddiasına dayalı olarak açılan hükümsüzlük davalarında, kötüniyetin sabit olduğuna kanaat getirildiği takdirde, kötüniyetli markanın kısmen hükümsüzlüğüne değil, talep varsa markanın tamamı ile hükümsüzlüğüne karar verilmelidir. Aslen içte yatan saikten kaynaklanan kötü niyetin bölünmesi mümkün olmamalıdır. Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 02/11/2015 tarih 2015/4426 E 2015/ 11337 K sayılı kararı da aynı yöndedir.
Yukarıda izah edilen gerekçelerle eldeki uyuşmazlıkta SMK m.6/1 ve m.6/9 hükmü koşulları oluştuğundan davanın kabulüne karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:
1-Davanın KABULÜ ile; … sayılı YİDK kararının İPTALİNE,
2-Dava konusu … sayılı markanın HÜKÜMSÜZLÜĞÜNE ve SİCİLDEN TERKİNİNE,
3-6769 sayılı SMK m.27/6 hükmü gereği hükümsüzlük kararı kesinleştiğinde bir örneğinin re’sen TÜRKPATENT’e gönderilmesine,
4-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 80,70 TL maktu karar ve ilam harcı peşin alındığından bu hususta ayrıca harç tahsiline yer olmadığına,
5-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar verildiği tarihte yürürlükte bulunan AAÜT m.3 hükmü gereği hesaplanan 15.000,00 TL vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
6-Davacı tarafından yapılan 80,70 TL peşin harç, 80,70 TL başvurma harcı, 23,00 TL vekalet harcı, 105,75 TL posta, tebligat masrafı, 2.100,00 TL bilirkişi ücretine esas olmak üzere toplam 2.390,15 TL yargılama giderinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
7-Davalı … Gıda İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından yapılan 11,50 TL vekalet harç sarfiyatına ilişkin yargılama giderinin kendi üzerinde bırakılmasına,
8-HMK m.333 hükmü gereği karar kesinleştiğinde artan avansın yatıran tarafa re’sen iadesine,
Dair, davacı vekili ve davalı kurum vekilinin yüzüne karşı, davalı şirket vekilinin yokluğunda, HMK m.341 ve m.345 hükümleri gereği kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi ilgili hukuk dairesi nezdinde İSTİNAF yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.26/10/2022