Emsal Mahkeme Kararı Ankara 5. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/99 E. 2022/158 K. 08.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
ANKARA
5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2021/99 Esas
KARAR NO : 2022/158

DAVA : Ticaret Unvanının Korunması / Marka Hakkının İhlâli
DAVA TARİHİ : 02/04/2021
KARAR TARİHİ : 08/06/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 13/06/2022
Mahkememizde görülmekte bulunan Ticaret Unvanının Korunması / Marka Hakkının İhlâli davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili 02/04/2021 tarihli dava dilekçesinde özetle; 1969 yılından bu yana faaliyette bulunan müvekkili … MESKEN SANAYİİ A.Ş.’nin ve daha sonra kurulmuş şirketler topluluğuna dahil diğer şirketlerin (… Holding A.Ş., … İmalat San. ve Tic. A.Ş., … Proje Taahhüt İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş., … Sigorta Aracılık Hiz. A.Ş., … Uluslararası Yatırım Proje Eml. İnş. A.Ş., … Emlak Pazarlama Tic. A.Ş.) ticaret unvanında (Ticaret Sicili Kayıtları EK 1) ve marka olarak “…” ibaresinin tescil edildiğini, yurt içinde ve yurt dışında faaliyette bulunan topluluğa dahil tüm şirketlerinin “…” markası ile tanınıp, itibar ve güven kazandığını, dolayısıyla “…” ibaresinin geçtiği her yerde doğrudan şirketler topluluklarının anlaşıldığını, üçüncü kişilerce bu ismin görüldüğü her yerde bu isme güvenilerek ve davacı ve dahil olduğu şirketler topluluğu ile bağlantılı bulunduğu kanaati öne çıkarak ticari ilişkiler kurulduğunu, bu nedenle davalının, müvekkilinin ve grup şirketlerinin ticaret unvanında yer alan ve markası olarak da tescilli “…” ibaresini kullanarak, ticaret unvanında da tescil ettirmekle markaya tecavüz oluşturduğunu, müvekkilleri markası ve ticaret unvanı ile benzer işaretin davalı tarafından kullanılarak karıştırılma ihtimali oluşturulduğunu, bu kullanımların engellenmesi için bu davanın açılmasının zorunlu olduğunu, müvekkillerinin “…” ibareli markalarının tanınmış olduğunu, yerinde incelenecek defter ve kayıtlardan da bu durumun anlaşılabileceğini ve yine tanınmışlığa ilişkin delillerini de sunduklarını belirterek; müvekkilinin ticaret unvanı ve marka haklarına tecavüzün tespiti ile men’ine, “…” ibaresinin davalının ticaret unvanından terkinine, her türlü kullanımına son verilmesine, masrafı davalıdan alınarak hükmün tirajı en yüksek 5 gazeteden biri ile ilanına, maddi, manevi tazminat ve sair talep ve dava haklarınızın saklı tutulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili 29/04/2021 tarihli replik dilekçesinde özetle; Öncelikle www…com.tr alan adlı siteye erişimin yargılama sonuçlanana kadar tedbiren, davanın kabulü ile tamamen engellenmesini, davalının 2015 yılındaki ticaret unvanının “… … MOBİLYA” olduğunu, ancak her nedense 2020 yılında anılan ticaret unvanı değiştirilerek ve müvekkiline ait “…” markasının asıl unsur olarak öne çıktığı dava konusu “… MOBİLYA ORMAN ÜRÜNLERİ İHRACAT İTHALAT PAZARLAMA SANAYİ İÇ VE DIŞ TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ” halini aldığını, 2020 yılındaki unvan tesciline karşı açılan bu davada, hiçbir şekilde sessiz kalmakla hak kaybından söz edilemeyeceğini, “uzun süre sessiz kalmakla hak kaybı” olgusunun, ancak ve ancak “iyi niyetli” kişilerin bir marka için önemli bir emek ve çaba sarf ederek, yatırım yaparak markaya değer kazandırmış olmaları durumunu, markayı, ticaret unvanını ya da işletme adını önceden tescil ettirmiş olan ve kötü niyetli olarak sessiz kalan hak sahibinden korumak gayesiyle uygulama bulabildiğini, davalının bundan faydalanmasının mümkün olmadığını, davalının, müvekkilinden 46 yıl sonra bu markayı kullandığını, müvekkilinin yıllarca … markasına yatırım yaparak kalite sembolü haline getirdiğini, davacının 2015 yılındaki tescili bilmesi gerektiğinden söz eden davalı tarafın, kendisinin önceki tescili bilme yükümlülüğünün neden bulunmadığını izah edemediğini, dolayısıyla sicil kayıtlarının aleniyetinin yalnızca müvekkili yönünden geçerli olduğu anlamına gelen mantık dışı bir açıklama sunduğunu, ancak dayanak gösterilen sicil kayıtlarının aleniyeti, TTK m.18/2 ve TMK m.2 hükmünün, davalı için de bağlayıcı olduğuna (olması gerektiğine) göre, davalının, kendisinden yaklaşık 46 yıl önce “…” ibareli ticaret unvanını tescil ettirmiş ve pek çok mal ve hizmet sınıfında marka tescili bulunan, kalitesi ve güvenilirliği ile itibar ve güven kazanmış müvekkili şirketin (grup şirketlerinin) varlığından haberdar olmadığının düşünülemeyeceğini belirterek; bilirkişi incelemesi yapılması ile yargılama sonuçlanana kadar tedbiren, davanın kabulü ile tamamen www…com.tr alan adlı internet sitesine erişimin engellenmesine karar verilmesini, yukarıda ve dava dilekçesinde açıklanan nedenlerle tüm delillerin değerlendirilmesi neticesinde davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
C E V A P :
Davalı vekili 26/04/2021 tarihli cevap dilekçesinde özetle; Davacı vekili tarafından Ankara 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nde 2020/389 E sayılı dosya numarası ile açılmış olan; 2020-M-10178 sayılı YİDK kararının iptali ile 2019/90983 sayılı markanın hükümsüzlüğü istemli davanın bu davada bekletici mesele yapılması gerektiğini, müvekkilinin … MOBİLYA ibaresi ile 2015’ten bu yana bilfiil faaliyette bulunduğunu, müvekkili şirketin “… … MOBİLYA” unvanıyla Konya Ereğli Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne 6599 sicil numarası ve 05.01.2015 tescil tarihi ile kayıtlı iken ‘”… MOBİLYA ORMAN ÜRÜNLERİ İHRACAT İTHALAT PAZARLAMA SANAYİİ İÇ VE DIŞ TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ” unvanı ile aynı müdürlük ve sicil numarası kaydı ile 09.01.2020 tarihinde tescil edilmek suretiyle tür değişikliğine gittiğini ve 25.09.2019 başvuru tarihi ile de marka başvurusunda bulunduğunu, müvekkilinin 2015 yılından bu yana ‘”… MOBİLYA” unvanını kullanarak 6 yılı aşkın süredir bu ibare ile ticaret yaptığını, ticaretle uğraşan davacının bu sicil kaydını bilebilecek konumda olduğunu, ticaret sicil kayıtlarının Türkiye genelinde herkese açık kayıtlar olduğunu, davacının, davalı ticaret sicil kaydından haberdar olabilecek konumda olmasına rağmen, 6 yılı aşkın uzunca bir süre geçtikten ve sessiz kaldıktan sonra işbu davayı açtığını ve basiretli bir tacir gibi davranmadığını, TMK 2. maddeden kaynaklanan genel kabul görmüş ”sessiz kalma nedeniyle hak kaybı” ilkesine göre dava hakkının hiçbir zaman sınırlaması olmaksızın sınırsız olarak tanınmasının hukuki güvenlik ve iyi niyet kuralları ile bağdaşmayacağını, TMK 2. maddesi anlamında zımni icazet ve aksine hareket edilmesinin hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edilen durumlarda dava hakkının zaman aşımına uğradığı ve artık terkin davasının açılamayacağı sonucuna varıldığını, çünkü davalı tescil sahibinin bu süre zarfında emek, zaman sarf ederek ve bir çok yatırımda bulunarak kendi bölgesinde tanınmış ve korunmaya değer bir ekonomik konum oluşturduğunu, müvekkili ile davacı şirketin sektörel olarak bir yakınlığı bulunmadığı gibi ne dağıtım kanalları ne hammadde sağlama kanalları ne de tüketici kitlesinin aynı olduğunu, tamamen farklı iş kollarında bulunan markaların birbirlerinin ayırt ediciliğinden faydalanması ya da imaj transfer etmesinin düşünülemeyeceğini, müvekkilinin ticaret unvanının, davacı markasıyla aynı ve ayırt edilemeyecek kadar benzer olmadığını, müvekkilinin unvanını “… MOBİLYA” olarak kullanırken, davacının “…” olarak kullandığını, davacı şirket ile müvekkili şirketin farklı sınıflarda farklı hizmetler yürütmekle birlikte farklı biçimde isim ve şekil kullanmaları hasebiyle de karıştırılma ihtimallerinin mevzuubahis olmayacağını, davacı firmanın faaliyet alanının ağırlıklı olarak ‘‘İNŞAAT’’ üzerine iken müvekkili firmanın faaliyetlerinin ‘‘MOBİLYA’’ üzerine olduğunu, müvekkilinin başta koltuk ayağı, ahşap sandalye, koltuk, mobilya iskeletleri ve döşeme işleri olmak üzere farklı mobilya işleri ile ilgilendiğini ve bu işi asıl iş olmak üzere bilfiil yaptığını, buna ilişkin kapasite raporu ile 2019, 2020, 2021 tarihli ürün katalogları ve faaliyet raporunu sunduklarını, Konya/Ereğli ilçesinde yaşayan ortalama tüketicilerden hiçbirinin davacı firmanın adını ve faaliyet konusunu bilmesinin söz konusu olmadığı gibi tarafların markalarını karıştırmasının da söz konusu olmayacağını, Konya ilinde yaşayan ortalama tüketicilerin “… Mobilya” ibaresiyle karşılaştıklarında sadece müvekkili firmanın akla geleceğini, davacı markasının tanınmış olmadığını, tanınmışlık koşullarının gerçekleşmediğini, davacı şirket için tüm bu kriterler değerlendirildiğinde ise faaliyette bulunduğu Ankara ili bazında tanınan bir markaya sahip olmasına karşın ülkenin diğer şehirlerinde tüketiciler açısından aynı tanınırlığa sahip bir marka olmadığını, davacının açtığı başka davalarda davacı markasının tanınmış olmadığına karar verildiğini belirterek; Ankara 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nde açılan ve henüz kesinleşmemiş olan 2020/389 E sayılı davanın işbu dava için bekletici mesele yapılmasını daha sonra işbu haksız ve dayanaksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili 23/05/2021 tarihli düplik dilekçesinde özetle; Davacı tarafça www…com.tr adlı internet sitelerinin engellenmesi talebinin tamamen hukuki dayanaktan yoksun bir talep olduğunu, ihtiyati tedbir şartlarının oluşmadığını, davacı iddialarının aksine müvekkilinin … MOBİLYA ibaresi ile 2015’ten bu yana bilfiil faaliyette bulunduğunu, müvekkili şirketin “… … MOBİLYA” unvanıyla Konya Ereğli Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne 6599 sicil numarası ve 05.01.2015 tescil tarihi ile kayıtlı iken “… MOBİLYA ORMAN ÜRÜNLERİ İHRACAT İTHALAT PAZARLAMA SANAYİİ İÇ VE DIŞ TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ” unvanı ile aynı müdürlük ve sicil numarası kaydı ile 09.01.2020 tarihinde tescil edilmek suretiyle tür değişikliğine gittiğini, yaklaşık 6 yıl boyunca davacının, müvekkilinin kullanımlarına sessiz kalınması ve müvekkilinin fiili kullanımı nedeniyle doğmuş olan kazanılmış hakkının söz konusu olduğunu, davacının sessiz kalmasıyla oluşan hak kaybı olgusunun şartlarına müvekkili şirketin tam anlamıyla haiz olduğunu, davacı tarafından dilekçesinde bahsettiği üzere, ”sessiz kalma olgusuna” karşı bulunması gereken şartlardan biri olan marka için önemli bir emek ve çaba sarf ederek, yatırım yaparak markaya değer kazandırmış olma durumunun müvekkil şirket için tam anlamıyla mevcut olduğunu, iyi niyetli olan müvekkilinin 2015’ten bu yana çeşitli yatırımlarla gerek fabrikası ile gerek yurt içi gerekse yurt dışı pazarı ile devamlı bir büyüme kaydederek ilerlediğini, https://www…. bağlantısında da yurt içi referansları ile ilgili örnek olarak bir kaç işleri bulunmakla birlikte 2015 ile 2020 yılları arasına ait yıllık gelir vergisi beyannamesinden de anlaşılacağı üzere müvekkili şirketin kurulduğu yandan bu yana 5 katı büyüme kat ettiğini, buna ilişkin belgeleri sunduklarını, davacı tarafça sunulan faturalardaki işlerin hiçbirinin müvekkilinin imalatını yaptığı işler olmadığını, davalı müvekkilinin başta koltuk ayağı, ahşap sandalye, koltuk, mobilya iskeletleri ve döşeme işleri olmak üzere farklı mobilya işleri ile ilgilendiğini ve bu işi asıl iş olmak üzere bilfiil yaptığını belirterek; davacı tarafın müvekkiline ait internet sitesine erişim engeli talebinin ve iş bu haksız ve dayanaksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
UYUŞMAZLIK:
Dava, 6102 sayılı TTK m.50 vd ile 6769 sayılı SMK m.29 ve m.149 hükümlerine göre açılan marka hakkına ve ticaret unvanına tecavüzün tespiti, önlenmesi, tecavüz eylemlerine son verilmesi, ticaret unvanından terkin, hükmün ilanı istemlerine yöneliktir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın; Davalının, davacıya ait marka hakkı ihlâli ve ticaret unvanı ile iltibas oluşturan eylemlerinin bulunup bulunmadığı, sessiz kalma yolu ile hak kaybı koşulunun oluşup oluşmadığı, davalıya ait marka hakkında görülen Ankara 4.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin …. Esas sayılı dava dosyasının iş bu davada bekletici mesele yapılmasının gerekip gerekmediği, bunlara bağlı olarak; marka hakkı ihlali ile ticaret unvanına davalının tecavüz ettiği hususunun tespiti, bunların men’i, “…” ibaresinin davalının ticaret unvanından terkini, bu ibareli her türlü kullanımına son verilmesi, “www…com.tr” ibareli alan adına erişimin engellenmesi, hükmün ilanı istemlerinin yerinde olup olmadığı hususlarına ilişkin olduğu tespit edilmiştir.
Davanın açılmasını müteakip, tarafların dilekçeleri karşılıklı olarak tebliğ edilmiş, tarafların ibraz ettikleri deliller alınmış, marka tescil belgeleri getirtilmiş, taraflara ait ticari sicil kayıt bilgileri temin edilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, hak düşürücü süre bakımından eksiklik bulunmadığı tespit edilmiş, taraflar sulhe teşvik olunmuş, arabulucuya gitme hakları hatırlatılmış, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını müteakip, maddi vakıalara ilişkin olarak bilirkişi raporları aldırılmış, 06/08/2015 tarih 29437 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in 201/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraflara tahkikat ve yargılamanın geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Ticaret unvanı, tacirin, ticari işletmesine ilişkin işlemleri yaparken kullandığı isim olup, taciri tanıtmaya ve onu diğer tacirlerden ayırt etmeye yaran işlevi bulunmaktadır. Ticaret unvanı; çekirdek ve ek olarak iki kısımdan oluşur. Çekirdek; tüzel kişi tacirlerde, işletme konusu ile şirketin türünü gösteren kelimelerden oluşur. (Örneğin; “İthalat İhracat Limited Şirketi” ibaresi bir ticari unvanın çekirdeğidir.) Ek; ticaret unvanının kural olarak zorunlu unsuru olmayıp, ticaret unvanına, işletmenin niteliğini gösteren veya unvanda zikredilen kişilerin hüviyetlerini belirten ya da hayali adlardan oluşan sözcüklerdir. Kullanılan ekin; tacirin hüviyeti, mali durumu veya işletmesinin büyüklüğü, önemi bakımından üçüncü kişilerde yanlış bir izlenim yaratmaması, gerçeğe ya da kamu düzenine aykırı olmaması gerekir. (TTK m.46/1) Bir ticaret unvanının, Türkiye’nin herhangi bir sicil dairesinde daha önce tescil edilmiş olan bir unvandan ayırt edilebilmesini sağlamak için ek yapılması gerekir. (TTK m.45)
Usulen tescil ve ilan edilmiş olan ticaret unvanını kullanma hakkı sadece sahibine aittir. (TTK m.50) Tescil olunmuş ticaret unvanlar TTK m.52 hükmüne göre korunur. Bu hükme göre; Ticaret unvanının, ticari dürüstlüğe aykırı biçimde bir başkası tarafından kullanılması hâlinde hak sahibi, bunun tespitini, yasaklanmasını; haksız kullanılan ticaret unvanı tescil edilmişse kanuna uygun bir şekilde değiştirilmesini veya silinmesini, tecavüzün sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılmasını, gereğinde araçların ve ilgili malların imhasını ve zarar varsa, kusurun ağırlığına göre maddi ve manevi tazminat isteyebilir. Maddi tazminat olarak mahkeme, tecavüz sonucunda mütecavizin elde etmesi mümkün görülen menfaatinin karşılığına da hükmedebilir.
TTK m.52 hükmü bağlamında; unvanlar arasında iltibas tehlikesi bulunması ya da o biçimde kullanma zorunluluğu olmadığı halde, sırf hak sahibinin ticaret unvanından yararlanmak amacıyla ticaret unvanı tescili yaptırılması durumunda, önceki tarihli ticaret unvanı sahibi, sonraki tarihli ticaret unvanının kullanılmasını men edebilir. Bu hususta TTK m.52 hükmü uyarınca ve öncelik ilkesi bağlamında, önceki ticaret unvanı sahibinin sonraki tarihli ticaret unvanını yasaklama yetkisi bulunmaktadır.
Marka hakkına tecavüz sayılan haller, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununun (SMK) 7.maddesine de atıf yapılmak suretiyle 29.maddesinde düzenlenmiştir. SMK m.29/1-a yollaması ile uygulanması gereken;
SMK m.7/2-b hükmüne göre;Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması,
SMK m.7/3-e hükmüne göre; İkinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilecek bir işaretin ticaret unvanı ya da işletme adı olarak kullanılması, marka hakkını ihlal eylemi niteliğindedir.
SMK m.7/3-e düzenlemesi, 2015/2436 sayılı AB Marka Direktifi’nin 10/3-d (aynı hükmün eşdeğeri Topluluk Tüzüğü m.9/3-d) maddesinin iç hukuka aktarılması ile ihdas edilmiştir. Burada tartışılması gereken husus, markanın veya benzerinin ticaret unvanında yer almasının mutlaka marka hakkı ihlali olarak görülüp görülmeyeceğidir. AB Marka Direktifi’nin 19.resitalinde böyle bir kullanımın marka hakkı kapsamında görülebilmesi için işaretin mal veya hizmetleri ayırt edecek biçimde kullanılması gerektiği belirtilmektedir. (Uğur Çolak, Türk Marka Hukuku, 4.Baskı, 2018, İstanbul, s.554-555) Nitekim, marka bir işletmenin mal ve hizmetlerini diğerlerinden ayırt etme işlevini görürken ticaret unvanı tacirleri ayırt etmeye yarayan işarettir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun ticaret unvanına ilişkin 39’uncu maddesine göre her tacir, ticari işletmesine ilişkin işlemleri, ticaret unvanıyla yapmak ve işletmesiyle ilgili senetlerle diğer belgeleri bu unvan altında imzalamak zorundadır. Marka bir işletmenin mal ve hizmetlerini diğerlerinden ayırt etme işlevini görürken, ticaret unvanın tacirleri birbirinden ayırt etmeye yarar. Esasen bu iki ayırt edici işaretin işlevleri birbirinden farklıdır. Bu kapsamda belirtmek gerekir ki işaretin ticaret unvanı olarak tescil ettirilmesi başlı başına marka hakkı ihlali oluşturmamaktadır. Şöyle ki; marka hakkı kapsamında yasaklanabilecek haksız kullanım şekilleri SMK madde 7/3 hükmünde düzenlenmiş, ancak SMK’nın 7’nci maddesinin üçüncü fıkrasında; “Aşağıda belirtilen durumlar, işaretin ticaret alanında kullanılması halinde, ikinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir.” denilmiştir. Dolayısı ile üçüncü fıkra kapsamında yasaklanabilecek durumlar 7’nci maddenin ikinci fıkrasından bağımsız şekilde düşünülmemelidir. Çünkü fıkrada, ikinci fıkra kapsamına giren işaretlerin ticaret alanında kullanılması halinde yasaklanabileceğinden bahsedilmektedir. Maddenin 2’nci fıkrası ise karıştırılma ihtimali bulunmasını şart koşmaktadır. Bu durumda da kullanılan işaretlerin benzer olması yanında, davalı kullanımlarının markanın fonksiyonlarını etkilemeye müsait olması ve kullanımın ortalama tüketici nezdinde karıştırılma ihtimali yaratması gerekmektedir.
Bununla birlikte; 6769 sayılı SMK, marka tescilinden doğan hakların kapsamını biraz daha belirginleştirmiştir. Tescilli bir markanın sahibinden izinsiz biçimde SMK 7/2. maddesinin a, b, c hükümlerinde öngörülen model ve 7/3. Maddesinde belirtilen şekilde kullanılması marka hakkına tecavüz olarak ifade edilmiş ve 7/3-e hükmüyle markanın ticaret unvanı ya da işletme adı olarak kullanılması açık biçimde marka hakkına tecavüz olarak nitelendirilmiştir.(Merdivan, Fethi (2020) ‘6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu-Sistem, İlkeler ve 556 Sayılı KHK Dönemindeki Yargıtay Kararlarının Yeni Dönemde Uygulanabilirliği (Marka)’ Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi, C:22, S:21, s.30)
Bir ticari unvanın, salt ticari unvan olarak kullanılması, her zaman markasal fonksiyon icra etmeyeceği anlamına da gelmez. Ticari unvanını, salt ticari unvan olarak kullanan kimsenin, bu ticari unvanı altında yaptığı ticari faaliyetin türü ve piyasanın algısına göre, markasal etki oluşturduğundan da söz edilebilir. Bu durumda, önemli olan husus; sonraki tarihli ticaret unvanının tescilli olduğu faaliyet alanları ile önceki tarihli markanın tescili kapsamında yer alan mal ve hizmetlerin aynı veya benzer olup olmadığı, ticaret unvanı ile markayı oluşturan işaretlerin aynı veya benzer olup olmadığı, bu benzerliklerin ilgili tüketici kesimi nezdinde önceki tarihli marka ile ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma ihtimaline yol açacak nitelikte olup olmadığıdır. Bu ise; ticaret unvanının markasal fonksiyon icra etme kabiliyetinin her somut olayda bulunup bulunmadığını irdelemeyi gerektirir. Hemen belirtmek gerekir ki; karşılaştırılan faaliyet alanları içinde müşterek olarak hizmet sunumlarının bulunması halinde; tüketicinin tacirle daha yakın bir ilişki içerisine girmesi, hizmetlerin çoğunlukla bizzat tacirin işletmesi içerisinde sunulması, hizmetlerde markalanacak bir ürün olmayıp, markanın işletme tabelası olarak kullanımı, unvanın da işletmeye asılma zorunluluğu gibi hususlar dikkate alındığında, hizmetlerde ilgili tüketici kesiminin marka ve unvan ayrımı yapmasının zorlaşacağı, dolayısıyla hizmet faaliyet alanına ilişkin ticaret unvanlarında, bu unvanın markasal ayırt edici etkisinin bulunduğunun da göz ardı edilemeyeceği düşünülmektedir. (Bilge, Mehmet Emin (2015) ‘Marka ve Ticaret Unvanı Arasında İltibas’ Ticaret ve Fikri Mülkiyet Hukuku Dergisi, C:1, S:2, s.13)
Belirtilen açıklamalar ışığında; tarafların iddia ve savunmaları, tarafların ibraz ettikleri deliller, davacıya ait marka tescil belgeleri, davacıya ve davalıya ait ticari sicil kayıt bilgileri, hukuki çıkarımları hariç olmak üzere maddi vakıa tespitleri barındıran bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre;
Davalı şirketin ilk olarak 05.01.2015 tarihinde “… … MOBİLYA” olarak ticaret siciline tescil edildiği, bu durumun 15.01.2015 tarihli ticaret sicil gazetesinde ilan edildiği, bu unvan altında faaliyet konusunun “Büro mobilyalarının iskeletinin imalatı” olarak belirtildiği, ancak daha sonra davalı şirketin tür değişikliğine gittiği, 09.01.2020 tarihinde ticaret unvanının “…” olarak değiştirildiğinin ticaret sicil kaydına işlendiği, bu durumun 16.01.2020 tarihli ticaret sicil gazetesinde ilan edildiği tespit edilmiştir.
Davacı … MESKEN SANAYİİ ANONİM ŞİRKETİ’nin 15.09.2014 tarihinde YM GAYRİMENKUL SANAYİ VE TİCARET ANONİM ŞİRKETİ olarak kurulduğu, ancak 30.11.2015 tarihinde ticaret unvanının mevcut durumdaki haline dönüştürüldüğü, bu durumun 04.12.2015 tarihli ticaret sicil gazetesinde ilan edildiği tespit edilmiştir.
Eldeki uyuşmazlıkta; davacı yan, davalının “…” ibaresini ticaret unvanı olarak tescil ettirmesi eyleminin müvekkiline ait ticaret unvanına ve marka haklarına tecavüz teşkil ettiğini ileri sürmekte, davalı yan ise 2015 yılından beri “…” ibaresinin kullanıldığını ileri sürerek davacı yanın bu istemlerinin TMK m.2 hükmü uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, sessiz kalma yolu ile hak kaybı koşulunun gerçekleştiğini savunmaktadır.
Belirtilmelidir ki; davalı yanın tür değişikliğinden önceki ticaret unvanı salt “…” ibaresinden oluşmamakta olup, önceki ticaret unvanının ayırt edici unsuru “… …” ibaresidir. Davalının “… …” ibareli ticaret unvanını 05.01.2015 tarihinde ticaret siciline tescil ettirdiği, bu tescilin ilanı ile dava tarihi arasında 6 yılı aşkın süre bulunduğu, bu nedenle davalının ticaret unvanında değişiklik yapmaksızın tescil ettiği şekli ile önceki ticaret unvanını kullansaydı, bu durumda ticaret sicilinin aleniyeti ilkesi ile bağlantılı olarak “sicilin olumsuz etkisi” uyarınca, davacı yan, davalının bu ticaret unvanını bilmediğini ileri süremeyecekti. Bu durumda davalı lehine sessiz kalma yolu ile hak kaybı koşulunun oluştuğundan bahsedilebilirdir. Ancak davalı yan ticaret unvanında 09.01.2020 tarihinde değişiklik yapmış olup, değişiklik yaptıktan sonraki güncel ticaret unvanının ayırt edici unsuru “…” ibaresidir. Zira güncel ticaret unvanında yer alan “MOBİLYA ORMAN ÜRÜNLERİ İHRACAT İTHALAT PAZARLAMA SANAYİ İÇ VE DIŞ TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ” ibareleri; şirketin faaliyet alanı, ticari sahası ve şirketin türünü gösteren ve kimsenin tekeline verilemeyecek, dolayısıyla ayırt ediciliği bulunmayan tali unsurlardır. Davalının ticaret unvanında değişiklik yaptığı ve bu durumu sicile tescil ettirdiği tarih ile dava tarihi arasındaki süre dikkate alındığında, sessiz kalma yolu ile hak kaybı koşulunun, davalının güncel ticaret unvanı bakımından oluşmadığı kanaatine varılmıştır.
Davacının güncel ticaret unvanının tescil tarihi ile davalının güncel ticaret unvanının tescil tarihleri karşılaştırıldığında, öncelik ilkesi bağlamında, davacı yanın üstün hakkının bulunduğu kanaatine varılmıştır.
Mahkememizce aldırılan bilirkişi heyet raporunda tablolaştırıldığı üzere; davacıya ait ticari sicil kaydında bulunan ve bilirkişi raporunda turuncu ile renklendirilen faaliyet alanları ile davalının ticari sicil kaydında bulunan ve bilirkişi raporunda turuncu ile renklendirilen faaliyet alanlarının aynı veya benzer oldukları tespit edilmiştir. Zira bu faaliyet alanları; benzer tüketici kesimine hitap eder, benzer ihtiyaçları giderir, benzer teşebbüsler tarafından tüketiciye arz edilir, aralarında rekabet veya birbiri yerine ikame imkânı bulunur, bazısının arasında mamul-yarı mamul ilişkisi bulunur.
Sonuç olarak; taraflara ait ticaret unvanlarının ayırt edici nitelik taşıyan kısımlarının “…” olarak; görsel, işitsel ve kavramsal olarak ayniyet taşıdığı, bununla birlikte davalıya ait ticaret sicil kaydında yer alan faaliyet alanlarının, davacıya ait ticaret sicil kayıtlarında yer alan bir kısım faaliyetler ile benzer olduğu, bu nedenle aralarında karıştırılma ihtimali bulunduğu, bu durumda davacının, 6102 sayılı TTK m.52 hükmünden kaynaklı olarak, davalı tarafın sonraki tarihli ticaret unvanında yer alan “…” ibaresinin kullanımını men edebileceği, bu ibarenin ticaret sicilinden terkinini sağlayabileceği, bu eylemin ticaret unvanına tecavüz oluşturduğunun tespitini ileri sürebileceği kanaatine varılmıştır.
Mahkememizde aldırılan bilirkişi raporunda tablolaştırıldığı üzere; davacıya ait 96/006291 sayılı “Şekil+… ….” sayılı markaların kapsamlarında yer alan ve bilirkişi raporunda turuncu ile renklendirilen mal ve hizmetler ile davalının ticari sicil kaydında bulunan ve bilirkişi raporunda turuncu ile renklendirilen faaliyet alanlarının aynı veya benzer oldukları tespit edilmiştir. Zira bunlar; benzer tüketici kesimine hitap eder, benzer ihtiyaçları giderir, benzer teşebbüsler tarafından tüketiciye arz edilir, aralarında rekabet veya birbiri yerine ikame imkânı bulunur, bazısının arasında mamul-yarı mamul ilişkisi bulunur.
Davacının yukarıda belirtilen markaları incelendiğinde ise; “…” ibaresinin çoğunluk markalarda münhasır ve/veya baskın unsur olarak yer aldığı, davacı markalarının esas unsurunun “…” ibaresi olduğu değerlendirilmiştir.
Davacıya ait, davalıya ait ticaret unvanında yer alan faaliyet alanları ile benzerlik oluşturduğu yukarıda tespit edilen markalarla, davalıya ait ticaret unvanı bir bütün olarak karşılaştırıldığında; görsel, işitsel ve kavramsal olarak iltibas tehlikesi oluşturacak derecede benzer oldukları, yukarıda izah edildiği üzere davacı markaları kapsamlarında yer alan bir kısım mal ve hizmetler ile davalıya ait ticaret unvanının tescil edildiği faaliyet alanları arasında benzerlik bulunduğu, bu benzerliğin bir kısmının hizmet sektörüne ilişkin olduğu, davacıya ait markaların esas unsurunun “…” ibaresi olduğu, davalı ticaret unvanının ayırt edici esas unsurunun “…” ibaresi olduğu, ayırt edici unsurların birebir aynı olduğu, bu hale göre özellikle benzerlik bulunduğu tespit edilen hizmet sektöründe; daha önce davacıya ait “…” markalarını gören, bu markalı hizmetlerden yararlanan makul derecede bilgili, dikkatli ve ihtiyatlı ortalama tüketici kesiminin, daha sonra davalı şirkete ait ticaret unvanını gördüğünde veya işittiğinde, davalı … davacıya ait markaların sahibi zannedebileceği, bir kısım tüketici kesiminin davacıya ait markaların farklı ticari kökeni işaret ettiğini algılama ihtimalinde dahi davacı ile davalı arasında idari veya ekonomik bir bağlantı bulunduğu hususunda yanılsamaya düşebileceği, bu nedenle SMK m.29/1-a ve SMK m.7/3-e hükümleri uyarınca somut olay özelinde davalının salt ticari unvanını tescil ettirmesi eyleminin yukarıda mal veya hizmet benzerliği olduğu belirtilen davacıya ait marka haklarını ihlal eylemi niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Bu durumda salt davalının ticaret unvanını tescil ettirmesi eylemi de, davacıya ait marka haklarına tecavüz oluşturduğundan, davalının bu tecavüz eyleminin tespiti, tecavüz eyleminin men’i, “…” ibaresinin ticaret unvanından terkini istemlerinde bulunulabileceği kanaatine varılmıştır.
Ticaret unvanı ve marka hakkına tecavüz eylemleri nedeniyle davacı yanın ayrıca hükmün ilanı isteminde de hukuki yararı bulunmaktadır.
Yukarıda, davalının salt ticaret unvanını “…” olarak tescil ettirmesi eyleminin davacıya ait önceki tarihli ticaret unvanı ve markalarına tecavüz oluşturduğu açıklanmış olup; bu kapsamda; davalının, davacıya ait ticaret unvanı ve marka haklarına tecavüz eyleminde bulunduğunun TESPİTİNE, bu eylemin MEN’İNE, … ibaresinin davalının ticaret unvanından TERKİNİNE, karar kesinleştiğinde masrafı davalıdan karşılanmak kaydıyla hükmün ulusal düzeyde yayın yapan bir gazetede İLAN EDİLMESİNE, karar verilmiştir.
Bununla birlikte; davacı yan, davalının “…” ibaresini markasal olarak kullandığını da ileri sürerek, davalının fiili markasal kullanımları nedeniyle de davalının “…” ibaresinin her türlü kullanımına son verilmesini ileri sürmüştür. Davalı yan ise 2015 yılından bu yana “…” ibaresinin markasal olarak kullanıldığını ileri sürerek sessiz kalma yolu ile hak kaybı savunmasında bulunmuştur.
Bu nedenle; somut olayda sessiz kalma yolu ile hak kaybı koşulunun mevcut olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.
6769 sayılı SMK’nın mehazını oluşturan 2015/2436 sayılı AB Marka Direktifi’nin 9.maddesi ile 2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğü’nün 61.maddesi hükümlerine göre, kesintisiz beş yıl süre ile bir marka sahibinin kendi markasının başkası tarafından, bilgisi dahilinde kullanılmasına ses çıkarmaması halinde marka sahibinin artık hükümsüzlük davası açamayacağını ve söz konusu kullanmayı önleyemeyeceği öngörmektedir. Anılan hüküm, salt hükümsüzlük istemi bakımından Türk Hukuku’na alınmış olup (SMK m.25/6), tecavüz iddiası bakımından AB düzenlemeleri ile paralel olarak ticari kullanım bakımından yasal bir süre öngörülmemiştir. Hemen belirtmek gerekir ki mülga 556 sayılı KHK döneminde hükümsüzlük istemi bakımından da sessiz kalma süresi öngörülmemişti. Ancak Türk Hukuku’nda böyle bir düzenlemenin bulunmaması karşısında, sorun TMK m.2 hükmü varlığı karşısında çözümlenmekteydi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04/05/2011 tarih 2011/11-59 E 2011/271 K sayılı kararında bu husus; “Sessiz kalma yoluyla hak kaybı kaynağını “hakkın kötüye kullanılması yasağı”nı düzenleyen MK’nun 2.maddesinden almaktadır. Bu maddeye göre, “Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.” “Bir hakkın sırf başkasına zarar vermek için kullanılmasını kanun himaye etmez.” Dürüstlük kuralı, MK’nun “Başlangıç Hükümleri” arasında, hukukun her alanında kendini gösteren bir ilke olarak düzenlenmiştir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının doğması ve dava hakkının M.K.’nun 2.maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığı hususları her olayın kendi özelliğine göre değerlendirilmelidir.” şeklinde ifade edilmiştir. Sessiz kalma yolu ile hak kaybı müessesesi, öğretide de savunulan hukuki bir kurumdur. (Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, Dördüncü Bası, İstanbul 2005, s.424; Sabih Arkan, Marka Hukuku Cilt II, Ankara 1997, s.161; Arslan Kaya, Marka Hukuku, İstanbul 2006, s.343-344)
Sessiz kalma yolu ile hak kaybı müessesesi, marka hakkına tecavüz iddiası bakımından, söz konusu tecavüzden kaynaklı marka haklarının korunmasına dair hükümlere istisna oluşturan hukuki bir kurumdur. Sessiz kalma yolu ile hak kaybının söz konusu olabilmesinin birinci koşulu; marka sahibinin, markanın başkası tarafından tescil ettirildiğini veya kullanıldığını bilmesi ya da bilebilecek durumda olması gerekir. İkinci koşul; marka sahibinin, markasının kullanılmasına karşı harekete geçmemesi, dava açmaması, sessiz kalması gereklidir. Burada önemli olan husus, marka sahibinin ihlal eylemine karşı aktif bir önleme yoluna müracaat edip etmediğidir. Üçüncü koşul; marka sahibinin, markasının başka bir kimse tarafından tescil edilmesi veya kullanılması eylemine belirli bir süre sessiz kalması gereklidir. 556 sayılı KHK döneminde marka ihlal yargılaması bakımından kesin bir süre verilmesinin doğru olmadığı ve bu sürenin somut olayın özelliklerine göre 5 yıldan az veya fazla olabileceği uygulanagelmişse de, 6769 sayılı SMK’ya mehaz oluşturan AB marka direktifi ve tüzüğü uygulamasında bu sürenin gerek hükümsüzlük gerekse tecavüz iddiaları bakımından 5 yıl olarak baz alındığı, SMK m.25/6 hükmünde hükümsüzlük davası yönünden de 5 yıllık sürenin benimsendiği dikkate alındığında tecavüz davası için de kıyasen sessiz kalma olgusunun en az 5 yıl olması gerektiği mahkememizce benimsenmiştir. Dördüncü koşul; markayı tescil ettiren veya kullanan kimsenin iyiniyetli olması gerekir. Buna göre, sadece iyiniyetli bir şekilde başkasına ait bir markayı tescil ettiren, kullanan, markanın başkası adına tescilli olduğunu, kullanıldığını, markanın gerçek sahibinin başkası oldğunu bilmeyen veya bilebilecek durumda olmayan kimse, sessiz kalma yolu ile hak kaybı imkanından yararlanabilir.
Yukarıda belirtilen dört koşul gerçekleştirdiği takdirde, marka hakkı sahibi, markasının korunması imkanından faydalanamaz. Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 02/10/2012 tarih 2011/7104 E 2012/14860 K sayılı kararda belirtildiği üzere, sessiz kalma yolu ile hak kaybı bir def’i olmayıp itiraz mahiyetindedir. Taraflar ileri sürmese bile, mahkemece re’sen dikkate alınmalıdır.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybında, hak genel olarak sona ermemekte, sadece bu haktan eylemine sessiz kalınan kişi ya da kişilerin yararlanmasına katlanılmaktadır. Zira tacirin, bir hakkını bilerek isteyerek belli bir süre kullanmaması sebebiyle ticaret unvanından doğan hakkı kaybolmamakta, sadece uzun süredir var olan kullanıma/tescile sessiz kalmış olması sebebiyle bu duruma zımnen icazet verildiği kabul edilmektedir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybından bahsedilebilmesi için, önceki hak sahibinin ticari ad ve işaretin aynısının veya benzerinin ticaret unvanı olarak tescil ettirildiğini veya başkaları tarafından kullanıldığını bilmesi ve buna rağmen sessiz kalmış olması gereklidir. Buna karşın ticaret unvanlarının ticaret siciline tescil edilmek zorunda olmaları ve tescilin olumlu etkisi nedeniyle tescil ve ilan edilmiş ticaret unvanının bilinmediği ileri sürülemeyecektir. Bununla birlikte önceki hak sahibinin uzun süre sessiz kalması mücbir sebep ya da objektif imkânsızlık gibi haklı bir nedene dayanıyorsa ve bunun ispatlanması hâlinde sessiz kalma yoluyla hak kaybı söz konusu olmayacaktır. Önceki hak sahibi, ticari ad ve işaretin bir başkası tarafından ticaret unvanı olarak tescil edilmesine veya kullanılmasına sessiz kalmayarak dava yoluna başvurursa artık sessiz kalma sebebiyle hak kaybı söz konusu olmamaktadır. Bununla birlikte önceki hak sahibi dava yoluna başvurmadan önce ihtarname göndermesi de sessiz kalmadığı anlamına gelmelidir. Ancak dikkat edilmesi gereken husus, uzun süre boyunca, belirli aralıklarla sadece ihtarname gönderen, fakat dava açmayan ve ihtarname dışında unvanın kullanılmaması için herhangi bir girişimde de bulunmayan önceki hak sahibinin sessiz kalmadığını ileri sürmesi, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir. O hâlde kullanımın daha fazla devamını istemeyen önceki hak sahibi, bu arzusunu açıklayan bir ihtarname göndermiş ise de makul bir süre içinde bu iradesini dava yoluyla da göstermelidir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının söz konusu olabilmesi için, önceki hak sahibinin, ticaret unvanının aynısının veya benzerinin kullanılmasına belirli bir süre sessiz kalmış olması gereklidir. Ancak ticaret unvanı yönünden sessiz kalmanın ne kadar süre geçtikten sonra hak kaybına sebep olacağı TTK’de düzenlenmiş değildir. Bununla birlikte 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ile ilk defa marka hukukunda hükümsüzlük davaları yönünden sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin bir düzenleme getirilmiştir. SMK’nin 26/6. maddesi; “Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez” hükmünü haizdir. Buna göre marka hükümsüzlük davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin uygulanabilmesi için beş yıllık sürenin geçmiş olması gerekmektedir. Ancak ticaret unvanı yönünden mevzuatta bir süre belirlemesi bulunmadığından TMK’nin 2. maddesi de gözetilmek suretiyle her somut olayın özellikleri dikkate alınarak sürenin belirlenmesi gerekmektedir. Hemen belirtilmelidir ki; sessiz kalma nedeniyle dava açılamayacağı yönündeki savunma bir def’i olmayıp itirazdır. Zira sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin dayanağı TMK’nın 2. maddesi olduğuna göre, dava açılması açıkça hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve bu durum dava dosyasından ortaya konulabiliyorsa, sessiz kalma yoluyla hak kaybı bir itiraz olarak kabul edilip hâkim tarafından resen dikkate alınmalıdır. Keza TMK’nin 2/2. maddesi gereğince bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. (Yargıtay HGK, 26.02.2020, E:2017/11-27 K:2020/225)
Yukarıda yer verilen açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde;
Mahkememize ibraz edilen 02/07/2021 havale tarihli bilirkişi raporuna göre;
“www…com.tr” ibareli alan adı içeriğinde yapılan incelemelere göre; alan adının ilk tesis tarihinin 23 Ocak 2019 olduğu ve 22 Ocak 2022 tarihine karar alan adı tescilinin devam edeceği, alan adının “Organize Sanayi Bölgesi 1. Cadde No:9 Konya” adresinde görünen “… MOBİLYA” adına tescilli olduğu, bu adresin aynı zamanda site içeriğinde iletişim kısmında “fabrika” adresi olarak göründüğü, e mail adresi olarak …[email protected] mail adresinin kayıtlı olduğu, telefon numarası olarak ise 0332 7170033 sabit hattının kayıtlı olduğu, bu numaranın aynı zamanda site içeriğinde iletişim kısmında yer alan “mağaza” ve “fabrika” iletişim numarası olduğu,
dolayısıyla bu alan adının davalı tarafa ait olduğunun bu şekilde tespit edildiği, alan adı içeriğinde “Şekil+M … mobilya” ibaresinin sitenin sol üst köşesinde sabit bir şekilde tutturulduğu, site içeriğinde “… MOBİLYA” isimli işletme ile ilgili bilgilerin yer aldığı ve yine bu işletmenin üretip satışa sunduğu ürünlerin tanıtımının yapıldığı, site içeriğinde geniş anlamda mobilya ürünlerine ilişkin tanıtımların yapıldığı, site içeriğindeki kullanımın esas itibari ile “Yapıldıkları maddelere ve malzemelere bakılmaksızın mobilyalar.” ürünlerine ilişkin olduğu, site içeriğinde “Şekil+M … mobilya” ibaresinin ticari etki yaratacak bir şekilde ve markasal olarak mobilya ürünlerinin tanıtımı maksadıyla kullanıldığı, yapılan site arşiv araştırmasında sadece wayback machine olarak da bilinen https://web.archive.org/ alan adlı site üzerinden 03 Şubat 2021 tarihinde alınmış kayda ulaşılabildiği, alınan kaydın sitenin giriş sayfasından ibaret olduğu, alınan arşiv kaydının sitenin güncel hali ile aynı içerik ve tasarımda olduğu, arşiv kaydında da “Şekil+M … mobilya” ibaresinin mobilya ürünlerinin tanıtımı amacıyla markasal bir şekilde kullanıldığı, site içinde bulunan “medya/video” sekmesi incelendiğinde; bu sekmede işletmenin tanıtımının yapıldığı, ürünlerin üretim aşamasından başlayarak vitrine çıktığı ve sevkiyatının yapıldığı aşamayı tanıtan 3 dakika 17 saniyelik bir tanıtım videosu bulunduğu, tanıtım videosunun Youtube video sitesine yüklenmiş olduğu, yükleme tarihinin 19/09/2019 olduğu(https://www… videonun yüklendiği Youtube kanalının “… mobilya” isminde olduğu ve Youtube uygulamasına katılma tarihinin ise 22/01/2015 olduğu tespit edilmiştir.
Davalının yukarıda tespit edilen markasal kullanımlarının bulunduğu faaliyet alanları ile davacıya ait 173080, 2009/23693, 2017/67282, 2017/78451, 2017/78871, 2017/78874, 2017/90575, 2017/96103, 2017/50096, 2020/132432, 2020/29358, 2016/08046, 2017/86305, 2017/86308 ve 2020/112840 sayılı markaların kapsamlarında yer alan ve bilirkişi raporunda ifade edilen mal ve hizmetler arasında benzerlik bulunmaktadır.
Davalının gerek alan adında kullandığı “…” ibaresi, gerekse alan adı içinde kullandığı “Şekil+M … mobilya” ibareli markasal kullanımlar davacıya ait “…” esas unsurlu markalarla benzer niteliktedir.
Bu durumda davalının markasal kullanımları bakımından sessiz kalma yolu ile hak kaybının mevcut olup olmadığı önem arz etmektedir.
02/07/2021 tarihli bilirkişi raporunda dökümlendiği üzere;
“www…com.tr” alan adının ilk tesis tarihi 23 Ocak 2019’dur. e-arşiv araştırmasında site içeriğine ilişkin elde edilebilen tek kayıt 03 Şubat 2021 tarihlidir.
Site içeriğinde ve dosyaya sunulan kataloglarda yer alan açıklamalarda “… mobilya” isimli işletmenin 1997 yılında Hollanda’da kurulduğu, 2002 yılında Konya/Ereğli fabrikasında üretime geçtiği, 2018 yılından itibaren de perakende satış mağazasının kurulduğu ifade edilmektedir.
Ticaret Sicil Kayıtlarından; Ticari İşletmenin “… … MOBİLYA” ticaret unvanı ile 05.01.2015 tarihinde ticaret siciline kaydedildiği, işletmenin açılış tarihinin 05.01.2015 olarak tescil edildiği, amaç ve konusunun “başlıca büro mobilyalarının iskeletlerinin imalatı” olduğu, bu ticari işletmenin TTK’nın 194 ve 180 ila 193’üncü maddeleri kapsamında tür değişikliği yolu ile davalı “… MOBİLYA ORMAN ÜRÜNLERİ İHRACAT İTHALAT PAZARLAMA SANAYİİ İÇ VE DIŞ TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ” ne dönüştüğü,
Dosya kapsamında yer alan ürün kataloglarından birinin 2021 yılı ürün kataloğu olduğu, diğerlerinin hangi yıllara ait olduğunun anlaşılamadığı,
Dosya kapsamında yer alan sokak panosu reklamlarının hangi tarihe ait olduğunun anlaşılamadığı,
Dosyada yer alan 11.03.2020 tarihli Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından düzenlenmiş Kapasite raporunda;
Üretim tesisinin 2400 m2 si kapalı alan olmak üzere 5725 m2 lik alanda kurulu olduğu, sahip olunan makine ve teçhizat değerinin 108.331 TL olarak belirlendiği, 9 usta ve 17 işçiden oluşan toplamda 26 çalışanın bulunduğu, üretim bandında kullanılan toplamda 38 adet makine ve teçhizatın bulunduğu,
Fabrikanın yılda 120000 adet koltuk ayağı, 4500 adet ahşap sandalye, 9000 adet koltuk (restoran tipi) ve 6000 adet mobilya iskeleti üretim kapasitesinin bulunduğu,
Üretimin %50 sini koltuk (restoran tipi), %25’ini ahşap sandalye ve %25’ini ise ahşap sandalye üretiminin oluşturduğunun tespit edildiği, 1 saatte 50 adet koltuk ayağı üretildiğinin tespit edildiği,
Üretim miktarları dikkate alınarak kereste, vida, sunta, sünger, deri kumaş gibi hammadde tüketim kapasitesinin de rapor içinde kg/litre/adet/metreküp cinsinden tespit edildiğinin anlaşıldığı,
Davalı tarafından dosyaya sunulan …’ya ait gelir vergisi beyannamelerinin “ticari kazanca ilişkin gelir vergisi beyannameleri” olduğu, bu beyannamelerin doğrudan … … MOBİLYA ticari işletmesine ait olduğunun anlaşılamadığı, ancak beyannamelerde geçen 310907 kodlu faaliyet kodunun “Sandalye, koltuk, kanepe, oturma takımı, çekyat, divan, markiz vb. imalatı(plastik olanlar ile bürolarda ve park ve bahçelerde kullanılanlar hariç) meslek grubunu tanımlamakta kullanılan kod olduğu dikkate alındığında … … MOBİLYA ticari işletmesine ait olduğunun söylenebileceği, bu kapsamda; 2015-2020 yılları arasında toplamda 9.267.980,45 TL’lik brüt satışın yapıldığı,
Davacı tarafın somut davadan önce davalıya veya selefi … … Mobilya ticari işletmesine gönderdiği ihtar veya uyarı gibi herhangi bir belgeye dosya kapsamında rastlanmadığı, dosya kapsamından anlaşılan kadarıyla davacı ilk olarak davalının 2019/90983 sayılı başvurusuna yapmış olduğu itiraz ile davalıya karşı iradesini ortaya koyduğu, anlaşılmıştır.
Davalının ticari kayıtları üzerinde yerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen ve mahkememize ibraz edilen 21/12/2021 havale tarihli bilirkişi raporuna göre; faturalar incelendiğinde, davalının “… Mobilya” ibaresini ilk olarak 05.03.2015 tarihinde kullandığı, 2018 yılının ilk çeyreğine kadar faturalarda “M … MOBİLYA” şeklinde, 2018 yılının ilk çeyreğinden 2020 yılına kadar ise “Şekil+M … mobilya” şeklinde kullandığı, 2020 yılından bu yana ise e-faturalarda davalının ticaret unvanının yer aldığı, faturalarda mobilya sektörüne ait ürünlerin satışının yapıldığı tespit edilmiştir. Geçerlilik süresi 28.05.2017 olan “… … Mobilya” firmasına ait kapasite raporu incelendiğinde, “… … Mobilya” firmasının yıllık üretim kapasitesinin 42.075 koltuk ayağı, 2.856 sandalye, 84 adet koltuk ve 1.358 adet mobilya iskeleti olduğu, geçerlilik süresi 18.03.2022 olan davalı şirkete ait kapasite raporu incelendiğinde, davalı şirketin yıllık üretim kapasitesinin 120.000 adet koltuk ayağı, 4.500 adet ahşap sandalye, 9.000 adet koltuk (restoran tipi), 6.000 adet mobilya iskeletleri olduğu tespit edilmiştir.
Mahkememize ibraz edilen bilirkişi raporlarında tespit edilen maddi vakıalar bütüncül bir şekilde değerlendirildiğinde; davalının “…” esas unsurlu markasal kullanımlarının 05.03.2015 tarihinde başladığı, davalının o tarihten bu yana önceki tür değişikliği de dikkate alındığında eklemeli olarak; mobilya ürünlerine ilişkin imalat ve satış faaliyetinde bulunduğu, bu faaliyetlerini yerine getirirken “…” esas unsurlu markasal kullanımlarda bulunduğu, davalının “…” esas unsurlu markasal kullanımları ile 2015-2020 yılları arasında toplamda 9.267.980,45 TL’lik brüt satış hacmine ulaştığı, davalının “…” ibaresini markasal olarak kullanmaya başladığı 2015 yılının Mart ayı ile dava tarihi arasında 6 yılı aşkın zaman bulunduğu, bu süreç içerisinde, davacının, davalının markasal kullanımlarına karşı hukuki takibatta bulunmadığı, dava dışı 2019/90983 sayılı markaya ilişkin olarak Ankara 4.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2020/389 Esas sayılı dava dosyası ile ikame edildiği belirtilen YİDK kararının iptali ve marka hükümsüzlüğü davasının, davalının fiili markasal kullanımlarına yönelik bir aksiyon olarak algılanamayacağı, zira markanın hükümsüzlüğü istemi ile marka hakkına tecavüzden kaynaklı hukuki istemlerin birbirlerinden farklı amaçlara hizmet eden iki ayrı hukuki müessese oldukları, davacınn tescilli markaları kapsamındaki mal ve hizmetlerle benzerlik teşkil eden davalı faaliyetlerinin “…” ibaresi altında yürütüldüğünü bilmesi veya en azından 6102 sayılı TTK m.18/2 hükmü uyarınca basiretli bir tacir gibi davranarak bilmesi gerektiğinin kabul edilmesi gerektiği, davacının, davalının “…” esas unsurlu markasal kullanımlarının bulunduğunu, bu markasal kullanımlarının 6 yılı aşkın süre devam ettiğini en azından bilmesi gerektiği halde hukuki aksiyonda bulunmayarak sessiz kaldığı, davalının markasal kullanımlarına ilişkin eylemlerin ciddi surette süreklilik arz ettiği, davacı aleyhine kötü niyetli olarak ticari faaliyetlerde bulunduğu hususunun ispatlanamadığı, her ne kadar davacı yanın “…” ibareli markalarına özellikle inşaat sektöründe, özellikle konut, rezidans ve otel türü projelerde tanınmışlık kazandırdığı kabul edilse bile salt bu durumun, davalı yanın kötü niyetli olarak “…” esas unsurlu markasal kullanımlarda bulunduğu göstermeyeceği, zira, davalı yanın doğrudan davacı yanın “…” markalarına tanınmışlık kazandırdığı sektörde kullanmadığı, mobilya sektöründe davacının “…” markalarını yoğun ve aktif bir şekilde kullandığını ispatlayamadığı da düşünüldüğünde, davalının kötü niyetli olarak “…” esas unsurlu kullanımlarının bulunduğunun söylenemeyeceği, sonuç olarak; davalının “…” esas unsurlu fiili markasal kullanımları bakımından somut olayda “sessiz kalma yolu ile hak kaybı” koşulunun oluştuğu kanaatine varılmakla; davalının … ibaresinin her türlü kullanımına son verilmesi isteminin REDDİNE karar verilmiştir.
Yukarıda izah edilen gerekçelerle; davanın kısmen kabulü ile; davalının, davacıya ait ticaret unvanı ve marka haklarına tecavüz eyleminde bulunduğunun tespitine, bu eylemin men’ine, … ibaresinin davalının ticaret unvanından terkinine, … ibaresinin her türlü kullanımına son verilmesi isteminin reddine, karar kesinleştiğinde masrafı davalıdan karşılanmak kaydıyla hükmün ulusal düzeyde yayın yapan bir gazetede ilan edilmesine,
karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir. (Kısa kararda her ne kadar “davacı” yerine “davacılar” ifadesi kullanılmışsa da, bu husus açık yazı hatası mahiyetinde olup, 6100 sayılı HMK m.183 hükmü kapsamında gerekçeli karar yazım aşamasında bu husus re’sen düzeltilmiştir.)
HÜKÜM:
1-Davanın KISMEN KABULÜ ile; Davalının, davacıya ait ticaret unvanı ve marka haklarına tecavüz eyleminde bulunduğunun TESPİTİNE, bu eylemin MEN’İNE, … ibaresinin davalının ticaret unvanından TERKİNİNE, … ibaresinin her türlü kullanımına son verilmesi isteminin REDDİNE, karar kesinleştiğinde masrafı davalıdan karşılanmak kaydıyla hükmün ulusal düzeyde yayın yapan bir gazetede İLAN EDİLMESİNE,

2-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 80,70 TL karar ve ilam harcından peşin alınan 59,30 TL’nin mahsubu ile alınması gereken 21,40 TL harcın davalıdan alınarak hazineye gelir kaydedilmesine,
3-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar verildiği tarihte yürürlükte bulunan AAÜT m.3 hükmü gereği hesaplanan 7.375,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
4-Davanın kısmen reddolunması ve davalının kendisini vekil ile temsil ettirmeleri sebebiyle AAÜT m.3 hükmü gereği hesaplanan 7.375,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Davanın kabul ret oranının takdiren 1/2 olarak kabulüne,
6-Karar ve ilam harcının davanın yalnızca kabul edilen kesimi üzerinden alınması sebebi ile davacının peşin yatırdığı 59,30 TL peşin karar ve ilam harcının davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
7-Davacı tarafından yapılan 59,30 TL başvurma harcı, 25,50 TL vekalet harcı, 3.700,00 TL bilirkişi ücreti, 250,00 TL posta-tebligat ve dosya masrafı olmak üzere toplam 4.034,80 TL yargılama giderinin 1/2 si olan 2.017,40 TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiye 2.017,40 TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
8-Davalı tarafından yapılan 28,50 TL vekalet harcına ilişkin yargılama giderinin 1/2 si olan 14,25 TL’nin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, bakiye 14,25 TL yargılama giderinin davalı üzerinde bırakılmasına,
9-HMK m.333 hükmü gereği karar kesinleştiğinde artan avansın yatıran tarafa re’sen iade edilmesine,
Dair, davacı vekili, davalı vekilinin yüzüne karşı, HMK m.341 ve m.345 hükümleri gereği kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi ilgili hukuk dairesi nezdinde İSTİNAF yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.08/06/2022

Katip …
E-imza

Hakim …
E-imza