Emsal Mahkeme Kararı Ankara 5. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/261 E. 2022/168 K. 15.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2021/261 Esas – 2022/168
TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
ANKARA
5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2021/261 Esas
KARAR NO : 2022/168

DAVA : Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali – Markanın Hükümsüzlüğü)
DAVA TARİHİ : 22/10/2021
KARAR TARİHİ : 15/06/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 27/06/2022
Mahkememizde görülmekte bulunan Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali – Markanın Hükümsüzlüğü) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili 22/10/2021 tarihli dava, 22/11/2021 ve 03/01/2022 tarihli replik dilekçelerinde özetle; Müvekkili bankanın ana kredi kartı programı olan “… Kart”ın 28.05.2001 tarihinde lansmanının gerçekleştirildiğini, “…” markasının 2002 yılında TÜRKPATENT nezdinde tescil edildiğini, ayrıca AB ülkeleri ve Azerbaycan, Rusya, Ukrayna, Türkmenistan, Moldova, Mısır, Kazakistan ve KKTC’de tescil edildiğini, Irak ve Kosova’da tescil süreçlerinin devam ettiğini, 2002 yılından beri “… Kart” markası altında yürütülen çalışmalar sonucu markanın yüksek bilinirlik düzeyine ulaştığını, “…” markasının sektöründe tanınmış marka olarak tescil altına alındığını, davalı şirket tarafından … numaralı “… …” ibareli markanın 36. sınıfta tescili için başvuruda bulunulduğunu, başvuruya müvekkili banka tarafından itiraz edildiğini, itirazlarının reddedildiğini, müvekkili bankanın “…” unsurlu seri markaları bulunduğunu, davalının marka başvurusu ile müvekkili şirket markalarının benzer olduğunu, davalı markasında yer alan “…” ibaresinin markaya ayırt edicilik katmadığını, davalı markasının müvekkili bankaya ait seri markalardan biri olarak algılanacağını, dava konusu markanın müvekkili banka adına tescilli hizmetlerde tescil edilmek istendiğini, müvekkili bankaya ait markalarla davalı markasının okunuşlarının aynı olduğunu, ortalama tüketici gözünde markayı oluşturan kelimenin Türkçe veya yabancı karakterle yazılmış olmasının bir ayırt edicilik oluşturmayacağını, davalı şirketin “…” ibaresini kullanarak haksız kazanç sağlayacağını, müvekkili banka markaları ile dava konusu markanın aynı satış noktalarında, yan yana ve özellikle aynı, benzer ve çok yakından ilişkili türden hizmetler üzerinde kullanılmasının tüketiciler açısından karışıklığa neden olacağını, markaların görünüş ve fonetik olarak kullanılacağı hizmetler bakımından ayırt edilemeyecek kadar benzer olduklarını, tüketicilerin marka sahipleri arasında iktisadi anlamda bir ilişki olduğunu düşünebileceklerini, bu durumun müvekkilinin tanınmışlığını ve uzun süreli marka kullanımına dayanan hakkını olumsuz yönde etkileyebileceğini, müvekkili bankanın tescilli markaları ya da tanınmışlık düzeyinin yalnızca bankacılık sektörü ile sınırlı olmadığını, kabul anlamına gelmemekle birlikte YİDK kararında bankacılık sektörüne atıfta bulunulması sebebiyle 36. sınıfta yer alan “finansal ve parasal hizmetler”in başvuru kapsamından çıkartılması gerektiğini, dava konusu markanın logosuna bakıldığında da hangi sektörde faaliyet gösterdiğinin anlaşılamadığını, müvekkili bankaya ait “…” markasının tanınmış marka olduğunu, bireysel nitelikli … Kart adedinin 31.08.2021 tarihi itibariyle 9.466.011 olduğunu, kartlı ödeme sistemleri pazarında müvekkili bankanın ilk 4 banka arasında yer aldığını, sosyal ağlardaki hesaplarında da çok sayıda takipçisi olduğunu, müvekkili banka markasının tanınmışlığı nedeniyle daha geniş korumaya sahip olduğunu, müvekkili bankaya ait “…” ibaresini içeren 111 adet marka olduğunu, dava konusu markanın ilk kelimesinin “…” olması nedeniyle dikkat çeken unsurun bu ibare olduğunu, markaların görsel, işitsel ve telaffuz bakımından ayırt edilemeyecek derecede benzer olduğunu, davalı şirketin cevap dilekçesinde “…” ibaresinin müvekkili markasından farklılık yaratma amacıyla eklenmediğinin ikrar edildiğini, “…” ibaresinin ayırt edicilikten yoksun olduğunu, cevap dilekçesinde paylaşılan logonun müvekkili şirketin kredi kartı ürününün logosu olduğunu, müvekkili şirkete ait markalardaki tek logonun bu logo olmadığını, cevap dilekçesinde bahsedilen dava dışı şirketlerin müvekkili banka ile farklı tüzel kişilikler olduğunu, müvekkili şirket tarafından davalı şirkete verilen herhangi bir ödül bulunmadığını, bu yöndeki savunmaların mesnetsiz ve ilgisiz olduğunu beyanla; Türk Patent ve Marka Kurumu YİDK’nın … sayılı kararının iptaline, … sayılı markanın tescili halinde iptaline, hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP:
Davalı TÜRKPATENT vekili 02/11/2021 tarihli cevap dilekçesinde özetle; Taraf markaları arasında karıştırılma ihtimali bulunmadığını, davacı markaları ile başvuru markasının anlam, şekil, fonetik ve bıraktıkları genel izlenim yönünden benzer olmadıklarını, markaların tertip tarzı, yazım stilleri, ihtiva ettikleri farklı şekil, renk ve kelime unsurlarının markalar arasındaki karıştırılma ihtimalini ortadan kaldırdığını, markaların bütünsel algılamada ortalama tüketici nezdinde görsel, işitsel ve kavramsal anlamda benzerlik taşımadığını, taraf markalarının ortak unsuru olan “…/…” ibarelerinin İngilizce ve Türkçe’de aynı anlamı taşımalarına rağmen başvuru markasında Türkçe kullanımın tercih edilmesinin ve “…” sözcüğünün yanına “…” ibaresinin eklenmesinin markaları farklılaştırdığını, davalı markasındaki ekin koyu renkle vurgulandığını, bütüncül değerlendirmede ortalama tüketici nezdinde markaların karıştırılması ihtimali doğmayacak nitelikte ayırt edici olduklarını, ilgili tüketicilerin markalar arasında ilişki kurması ve seri marka olarak algılaması ve/veya aynı ticari işletmeye ait olduklarını sanmasının söz konu olmadığını, davacı şirket markalarının bankacılık sektöründe tanınmış olduğunu, başvuru markası kapsamında tescili talep edilen hizmetlerin bankacılık sektörüyle ilişkili olmadığını, davacı şirket markalarının ihtiva ettiği “…” ibaresinin ayırt edici niteliğinin düşük olduğunu, “…/…” sözcüğünün “en yüksek, en fazla, azami” anlamını taşıdığını, bu sözcüğün gerek günlük hayatta gerekse hemen her sektörde kullanımı yaygın ve ayrım gücü zayıf bir ibare olduğunu, 6769 sayılı SMK’nın 6/4 maddesi bağlamında gereken koşulların oluşmadığını, davacının 6769 sayılı SMK m. 6/5 kapsamındaki itirazını ispatlayacak delil sunulmadığını, davacı tarafın kötü niyet iddiasını destekler nitelikte yeterli delil bulunmadığını, YİDK kararının usule ve hukuka uygun olduğunu beyanla; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Sigorta Acentelik Hizmetleri Limited Şirketi vekili 13/12/2021 tarihli cevap ve 24/01/2022 tarihli düplik dilekçelerinde özetle; Müvekkili şirketin uzun süredir ciddi ve etkin şekilde sigortacılık sektöründe faaliyet gösterdiğini, 2000 yılında … Sigorta Aracılık Hizmetleri Ltd. Şti. adıyla kurularak sigortacılık faaliyeti gösterdiğini, 2003 yılında unvan değişikliği yaparak … Sigorta Acentelik Hiz. Ltd. Şti. ticaret unvanını tescil ettirdiğini, müvekkili şirketin kurucu ortağının isminin kısaltması olarak “…” ibareli markanın 2011/61901 sayı ile tescilli olduğunu, müvekkili şirketin ticaret unvanının çekirdek kısmı olan “…” kelimesi ile kurucu ortağının isminin …) kısaltması olan “…” ibaresinin birleştirilmesi ve bu birleşim üzerine orijinal logo tasarımıyla dava konusu markanın oluşturulduğunu, müvekkili şirket markası ile davacı markalarının benzer olmadığını, davacı markalarında yer alan “…” ibaresinde “X” harfinin belirgin bir şekilde ön plana çıkarıldığını ve kollarını ve bacaklarını iki yana açmış bir insan figürü ile özdeşleşecek şekilde markanın dizayn edildiğini, davacı markasındaki bütün harflerin küçük harf şeklinde yazıldığını, müvekkili şirket markasındaki harflerin tamamının büyük harf ile yazıldığını, müvekkili şirket markasında davacı markaları ile hiçbir benzerliği bulunmayan bir logo yerleştirildiğini, davacı markasında mor renk kullanıldığını, müvekkili markasının ise turkuaz renkte tasarlandığını, “…” ibaresinin dilimizde “azami, en çok, en fazla” anlamına geldiğini, kelimenin dilimizde günlük kullanıma yerleştiğini ve tek başına ayırt edicilik sağlama fonksiyonunu kaybettiğini, müvekkili şirketin markasında “…” ibaresine “…” ibaresi ve logo eklenerek ayırt ediciliğin pekiştirildiğini, tarafların faaliyet gösterdikleri sektörlerin farklı olduğunu, davacının “…” ibareli markaları ile sigortacılık sektöründe faaliyeti bulunmadığını, davacı şirketin müvekkili şirketi ve markasını tanıdığını, bu markanın kullanılmasına senelerce sessiz kaldığını, davacı şirketin iştirakleri arasında yer alan … Türk Sigorta Şirketi ve … Hayat Emeklilik A.Ş.’nin uzun yıllar boyu müvekkili şirket tarafından acenteliğinin yapıldığını, müvekkili şirkete davacının iştiraki tarafından “…” ibaresi ile teşekkür belgeleri ve ödüller verildiğini, davacı şirketin müvekkili şirket markasından haberdar olmamasının mümkün olmadığını, açılan davanın TMK’nın 2. maddesine aykırı olduğunu, davacı şirketin replik dilekçesinde cevap dilekçesindeki ifadenin eksik şekilde yazılarak ikrar varmış gibi gösterilmeye çalışıldığını, müvekkili şirketin markasını oluştururken davacı şirket markasından esinlenmediğini ve iltibas yaratma amacı bulunmadığını, markaların aynı sınıfta yer almasının karıştırılma ihtimaline sebep olarak gösterilemeyeceğini beyanla; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
UYUŞMAZLIK:
Dava, 5000 sayılı Patent ve Marka Vekilliği ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun m.15/C hükmüne göre açılan YİDK Kararının İptali ve 6769 sayılı SMK m.25 hükmüne göre açılan Markanın Hükümsüzlüğü istemine ilişkindir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın; Davalı kurumun tesis ettiği … sayılı YİDK kararının hukuka uygun olup olmadığı, davalı şirkete ait … sayılı “Şekil+… …” ibareli marka başvurusu ile davacıya ait itiraza/hükümsüzlüğe mesnet markalar arasında SMK m.6/1 hükmü uyarınca ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma tehlikesi bulunup bulunmadığı, davalı şirketin önceki tarihli markalarından kaynaklı müktesep hakkının bulunup bulunmadığı, davacı markaları ve davalı şirkete ait marka başvurusu arasında birlikte var olma koşullarının oluşup oluşmadığı, davalı şirketin ileri sürdüğü kullanmama def’inin yerinde olup olmadığı, SMK m.6/4 ve m.6/5 hükümleri uyarınca davacı markalarının tanınmış olup olmadığı, davaya konu marka başvurusunun, davacıya ait markaların tanınmışlığından haksız avantaj elde etme, itibarını lekeleme ya da ayırt ediciliğini zedeleme risklerinden birini taşıyıp taşımadığı, tescili halinde davalıya ait markanın hükümsüzlüğünün gerekip gerekmediği, hususlarına ilişkin olduğu tespit edilmiştir.

Davanın açılmasını müteakip tarafların dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, marka tescil ve başvuru dosyaları ile alâkalı kayıtları getirtilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, hak düşürücü süre bakımından eksiklik bulunmadığı tespit edilmiş, taraflar sulhe teşvik olunmuş, arabulucuya gitme hakları hatırlatılmış, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını müteakip, bilirkişi heyetinden maddi vakıalara ilişkin rapor alınmış, 06/08/2015 tarih 29437 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in 201/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraflara tahkikat ve yargılamanın geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
İşlem dosyasının tetkikinde; Davalı şirketin “Şekil+… …” ibaresinin 36. sınıfta bulunan “Sigorta hizmetleri. Gayrimenkul komisyonculuğu, müşavirliği ve idaresi hizmetleri. Gümrük müşavirliği hizmetleri” hizmetlerinin tescili amacıyla 25.09.2019 tarihinde gerçekleştirdiği … sayılı marka başvurusunun yapılan ilk incelemeler sonrasında 28.10.2019 tarih ve 335 sayılı Bülten’de ilan edildiği, söz konusu ilana karşı davacı yanın 27.12.2019 tarihinde 2019 53329, 2019 53324, 2019 46319, 2019 46317, 2019 17272, 2019/17249, 2019 126236, 2019 07577, 2019 01715, 2018 86640, 2018 86639, 2018 86637, 2018 86636, 2018 63507, 2018 63493, 2018 63486, 2018 63478, 2018 58410, 2018 11433, 2018 11431, 2018 110231, 2018 109452, 2018 05953, 2017 68059, 2017 37021, 2017 13656, 2017 08163, 2016 95302, 2016 95298, 2016 95295, 2016 24386, 2016 04497, 2016 04496, 2016 03224, 2016 03212, 2015 99484, 2013 16908, 2013 16900, 2013 16893, 2013 16838, 2013/101155, 2012 38258, 2011 64575, 2011 60002, 2011 30754, 2011 26273, 2011 119354, 2010 70337, 2010 70329, 2010 56525, 2010 36008, 2009 58272, 2009 58271, 2009 58269, 2009 32373, 2008 29140, 2008 28809, 2008 28808, 2008 28806, 2008 28327, 2008 27867, 2008 27866, 2008 27865, 2008 22533, 2008 22532, 2008 21360, 2015 99472, 2015 80463, 2015 77268, 2015 69210, 2015 54512, 2015 42520, 2015 42510, 2015 42410, 2015 42390, 2015 42379, 2015 32864, 2015 32855, 2015 106611, 2015 106600, 2014 34611, 2014 34604, 2014 26518, 2014/26517, 2014 25066, 2014 25056, 2014 106737, 2014 106727, 2013 44011, 2013 43994, 2013 51787, 2013 44020, 2013 43990, 2013 43981, 2013 24000, 2013 23987, 2007 15865, 2007 15864, 2006 38999, 2006 06808, 2005 53645, 2005 53644, 2003 17940, 2000 25308, 2000 25306, 2013 16923, 2013 16914, 2003 09619, 97 020703, 97 020702, T/02294 sayılı markalarını mesnet göstererek 6769 sayılı SMK’nın 6/1, 6/4 ve 6/5 hükümleri kapsamında itirazda bulunduğu, davalı şirketin 06.02.2020 tarihli itiraza karşı görüş bildirme dilekçesi ibraz ettiği, yayına yapılan itirazın Markalar Dairesi Başkanlığı’nca reddedildiği, bu karara karşı davacı tarafından 07.12.2020 tarihinde yeniden itirazda bulunulduğu, davalı şirket tarafından 29.12.2020 tarihli itiraza karşı görüş bildirme dilekçesi ibraz edildiği, yeniden yapılan itirazı değerlendiren Türk Patent ve Marka Kurumu Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun … sayılı YİDK kararı ile itirazın reddine karar verdiği, bu kararın davacı marka vekiline 01.09.2021 tarihinde tebliğ edildiği, iki aylık hak düşürücü süre içinde eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır. Dava konusu marka başvurusu 24.11.2021 tarihinde tescil edilmiştir.
6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 6.maddesinin 1.fıkrasına göre; Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.
Karıştırma ihtimali, ortalama tüketicilerin, her iki işaret arasında bir şekilde bağlantı kurmasıdır. Bu durum, bir mal veya hizmetin alıcısının bildiği veya duyduğu bir mal veya hizmeti aldığı zannı ile başka bir işletmenin aynı veya benzer malını ya da hizmetini alma ihtimali biçiminde tanımlanmaktadır. Karıştırılma ihtimali, iltibas kavramından daha geniş bir kavram olup, doğrudan ve dolaylı karıştırılma ihtimali olarak ikiye ayrılır. Bu ayrıma göre eğer mal veya hizmetin aynı işletmeden ileri geldiği yönünde bir algılama ortaya çıkıyor, yani bir işletmeye ait mal veya hizmet, başka bir işletmeye ait mal veya hizmet ile karıştırılıyor ve bu nedenle satın alınıyorsa doğrudan karıştırılma ihtimali söz konusudur. Buna karşın, eğer mal veya hizmetin markası birbirinden ayırt ediliyor ancak bunların aynı işletmenin markaları olduğu ya da bu mal veya hizmetin aralarında ekonomik veya idari bağlantı bulunan işletmelerden geldiği biçiminde bir algılama oluşuyor ise bu halde de dolaylı karıştırılma ihtimalinden söz edilir.
Karıştırılma ihtimalinden bahsedilebilmesi için öncelikle önceki ve sonraki markalar arasındaki mal veya hizmet sınıflarının aynı ya da benzer olması gerekir. Mal veya hizmetlerin benzer olup olmadığının belirlenmesinde, karşılaştırılacak mal veya hizmetlerin benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği, benzer ihtiyaçları karşılayıp karşılamadığı, aralarında hammadde-yarı mamül-mamül ürün ilişkisi bulunup bulunmadığı, birbirleri yerine ikame ya da tamamlayıcı ürün ya da hizmet olup olmadıkları, dağıtım kanallarının ortak olup olmadığı, marketlerde aynı reyon ya da raflarda satılıp satılmadıkları, aynı toptancılarda satılıp satılmadıkları gibi kriterler göz önünde tutulmalıdır. Sınıfsal benzerlik karşılaştırmasında gerek Nice sınıflandırması gerekse de TÜRKPATENT tarafından çıkartılan sınıflandırma tebliğleri mahkemeler bakımından bağlayıcı değildir. Somut olayın özelliklerine göre TÜRKPATENT tarafından çıkartılan sınıflandırma tebliğinde farklı sınıflarda yer almalarına rağmen ilgili alıcısı nezdinde karıştırmaya yol açacak nitelikteki ürün ve hizmet markalarının kapsadıkları mal ve hizmet sınıflarının benzer olarak değerlendirilmesi de mümkündür.
Karıştırılma ihtimali bakımından sınıfsal benzerliğin söz konusu olması halinde önceki ve sonraki markanın aynı ya da benzer olup olmadıklarının incelenmesi gerekir. Markaların aynı ya da benzer olup olmadıkları incelenirken markayı oluşturan her bir unsura göre değil, bir bütün olarak karşılaştırılan markaların bıraktığı genel, global izlenim, markaların bütünü ile bıraktığı etki dikkate alınacaktır. Markalarda eğer tanımlayıcı unsurlar var ise bu unsurlar değerlendirme dışı bırakılacaktır. Global değerlendirmeye göre, karşılaştırılan markalar arasında karıştırılma ihtimalinin mevcut olup olmadığı incelenirken, ilgili alıcısı nezdinde bıraktıkları genel intibaya göre markaların benzer olup olmadığı, markalar arasında görsel, işitsel ve kavramsal benzerlik bulunup bulunmadığı, ortalama alıcısının algısının ve satın alma kararı verirken göstereceği özen ve dikkat derecesinin ne olduğu, markalar veya işletmeler arasında bağlantı ihtimalinin söz konusu olup olmadığı gibi hususlar incelenerek değerlendirme yapılmalıdır. Bu şekilde inceleme yapılırken, markanın toplumda ne kadar tanındığı, markaların ayırt edici unsurlarının neler olduğu, markanın hitap ettiği ürün ya da hizmetin tüketici kitlesinin kimler olduğu, bu kitlenin satın alma sürecinde göstermeleri beklenen dikkat ve algılama düzeyinin ne olduğu, mal veya hizmetin niteliğinin ve fiyatının ne olduğu, markanın ne kadar özgün, ayırt edici ya da tanımlayıcı olduğu, seri marka algılamasına yol açıp açmadığı gibi hususlar dikkate alınmalıdır.
Belirtilen açıklamalar ışığında, tarafların iddia ve savunmaları, marka işlem dosyası, itiraza/hükümsüzlüğe mesnet markalar, hukuki nitelendirme hali hariç olmak üzere maddi vakıalara ilişkin tespitler barındıran bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre;
Davacının gerekçe olarak gösterdiği 2014/26517 sayılı “… ekonomik” ibareli marka geçersiz bir marka olması nedeniyle, 2019/126236 sayılı “… ” ibareli marka ise dava konusu markadan sonraki tarihli olarak başvuruya konu edilmesi nedeniyle değerlendirme dışı bırakılmışlardır.
Davacıya ait 2016/03224 ve 2016/03212 sayılı markalar kapsamında, 36. Sınıf bulunmamaktadır.
Sonuç olarak; mahkememizce aldırılan bilirkişi raporunda tablolaştırıldığı üzere; dava konusu marka kapsamında yer alan tüm hizmetler bakımından, davacının YİDK karar iptali davası bakımından itiraza mesnet gösterilen (2016/03224 ve 2016/03212 sayılı markalar hariç) markaları arasında “emtiaların aynı veya benzer olması” şartının sağlandığı tespit edilmiştir.
Mahkememizce aldırılan bilirkişi raporunda tablolaştırıldığı üzere; davacı yanın hükümsüzlük davasına ilişkin olarak ileri sürdüğü ilave mesnet markalara ilişkin olarak, ileri sürülen kullanmama def’i ile birlikte değerlendirme yapıldığında, davacının gerekçe olarak gösterdiği 2013/101155 sayılı “… eko” ibareli marka geçersiz bir marka olması nedeniyle değerlendirme dışı bırakılmıştır.
Davacının bilirkişi raporunda listelenen markalarından, … sayılı marka haricinde, tüm markalarında 36. sınıf hizmetler, tüm alt sınıfları ile birlikte yer almaktadır. Davacıya ait …sayılı marka kapsamında sadece 36/2 alt sınıfında yer alan hizmet bulunmaktadır. Dava konusu marka kapsamında ise 36/2 alt sınıf bulunmamaktadır. Dolayısıyla, davacıya ait iş bu marka yönünden, sınıfsal ayniyet/benzerlik oluşmamıştır.
Sonuç olarak, dava konusu marka kapsamında yer alan tüm emtialar bakımından, (davacıya ait 2003/17940 sayılı marka hariç olmak üzere) taraf markaları arasında “emtiaların aynı veya benzer olması” şartının sağlandığı, kanaatine varılmıştır.
Dava konusu … sayılı marka incelendiğinde; kelime ve şekil unsurlarını birlikte içeren karma nitelikte bir markadır. Markanın kelime unsurunu, aynı satırda turkuaz renk ile yazılmış “… …” ibaresi oluşturmaktadır. Kelime unsurlarının üstünde ise, turkuaz ve gri renk ile oluşturulmuş altıgen bir şekil yer almaktadır. “…” ibaresinin herhangi bir anlamı tespit edilememiştir. “…” ibaresi ise Türk Dil Kurumu online sözlüğünde “değişebilen bir niceliğin varabileceği en yüksek olan (sınır), maksimal, azami” olarak tanımlanmış olup, minumum ibaresinin zıt anlamlısıdır. “…” ibaresi, bir sıfat olup, önüne yazıldığı kelimeyi nitelendirme niteliğine sahiptir. Her sektör için kullanılması mümkün bir ibare olup, bir kişinin tekeline verilmesi, marka olarak tescil edilmesi mümkün değildir. Dava konusu markada yer alan “…” ibaresi ise, anlamlı bir ibare olmayıp, hali hazırda davalı başvuru sahibi şirket adına 36. Sınıf hizmetler bakımından tescilli bir markadır. Dolayısıyla marka vasfı olduğu tartışmasızdır. Davalı şirket vekili dilekçelerinde, müvekkili kurucu ortağı … …’in isminden esinlenerek oluşturulan bir kısaltma olduğu beyan edilmiştir. Fakat, ortalama tüketicinin “…” ibaresi ile “… …” ismi arasında bağlantı kurması mümkün değildir. Dava konusu markada yer alan “…” ibaresi yazıldığı gibi okunmakta ve telaffuz edilmekte iken, “…” ibaresinin “…ya da İngilizce’den hareketle …” şeklinde telaffuz edilmesi olasıdır. Dava konusu markada, marka vasfı taşıyan ibare ”…” ibaresidir. Nitekim şekil ya da “…” ibaresine nazaran, orijinal bir ibare olup, herhangi bir tanımlayıcılığı bulunmamaktadır.
Davacıya ait itiraza/hükümsüzlüğe mesnet markalar; genel olarak “…” ibaresini içeren markalar olup, davacıya ait sadece 5 adet marka “…” ibaresini içermemektedir. Davacıya ait “…” ibaresini içermeyen 5 adet marka ise “Maxisinema, maxi, maxinet” gibi kelimeleri içermektedir. Bu markalar ile dava konusu marka, benzerlik değerlendirmesi yapılmasına gerek duyulmayacak derecede farklıdır. Davacıya ait diğer tüm markalar ise, “…” ibaresini içermektedir. Fakat gerekçe markalardan hiçbiri salt “…” ibaresinden oluşmamakta; ya şekil unsuru ya da başka kelime unsurlarını barındırmaktadır. Örneğin, davacıya ait 2006/06808 sayılı markada yer alan kelime pembe renk ile yazılmış, kelimede yer alan “X” harfi, özel bir yazı karakteri kullanılarak yazılmış, elleri ve ayakları sağa sola açılmış bir insan figürü şeklinde oluşturulmuştur. Davacının salt “…” ibaresini içeren 2006/06808 sayılı markasında, kelimenin kendisi özel bir yazı karakterini içermekte, marka bir bütün olarak bir logo vasfı taşımaktadır. 2006/06808 sayılı “…” ibareli markada korunan unsur, “…” kelimesinin kendisinden ziyade, markada kullanılan yazı karakteri ile birlikte, markanın bütünüdür. Dolayısıyla bu markanın dahi esas unsurunun “…” ibaresi olduğunun tespiti yapılması, markanın koruma kapsamının yanlış değerlendirilmesine yol açacaktır. Davacıya ait markalarda yer alan şekil unsurlarının bir kısmı ise “banka kartı” şeklinden oluşmaktadır. Bir kısmında ise kelimeler, bir kompozisyonu içerir şekilde yazılmıştır. “…” ibaresi, “…” kelimesinin İngilizcesi olup, Türkçe’de de “…” kelimesi şeklinde kullanım da yaygındır. “…” kelimesinin okunuşu ise “…” şeklindedir. Davacının markalarında yer alan diğer kelime unsurları ise; “…” şeklindedir. Sayılan bu ibareler, bankacılık ve finans sektörü için herkes tarafından kullanılması mümkün, marka vasfı taşımayan ibarelerdir. Bununla birlikte, davacı markaları “…” kelimesi çevresinde oluşturulmuş ise de, “…” ibaresinin bizatihi kendisinin marka vasfının olmaması nedeniyle, davacıya ait her bir markanın bir bütün olarak markanın esas unsurunu oluşturduğu değerlendirilmiştir.
Taraf markaları bir bütün olarak karşılaştırıldığında; “…/…” kelimesini ortak olarak içermekle birlikte, uyuşmazlık bu ibarenin ortaklığından kaynaklanmaktadır. Kendisinden önce tescil edilmiş bir markadaki ibare ile birlikte, kendi unsurlarını içinde barındıran kompozit bir markanın, önceki marka ile iltibas oluşturup oluşturmadığına karar verilebilmesi için, önceki markanın kendi başına, bağımsız bir ayırt edici karakterinin olup olmadığının ve taraf markalarındaki ortak unsurun, sonraki markada baskın unsur olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir. Taraf markaları arasındaki tek benzerlik “…/…” kelimesini içermeleridir. Bu ibare, taraf markalarında esas unsur konumunda değildir. Esasen tek başına tescil edilmesi, marka olarak birinin tekeline verilmesi de mümkün bir ibare değildir. Taraf markaları ortak olarak “…/…” kelimesini içermeleri nedeniyle, görsel ve işitsel olarak düşük seviyede benzer kabul edilebilir. Fakat, taraf markaları bütün olarak değerlendirildiğinde, farklı şekil ve kelime unsurlarını içerdikleri, “…/ …” kelimesinin yazılış şekillerinin de farklı olduğu değerlendirilmiştir. “…/ …” kelimesi haricinde markaların görsel, işitsel veya kavramsal olarak benzerlik seviyesini yükseltmeye yarayacak hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Somut olay bakımından taraf markalarının esas unsurları arasında görsel, işitsel ve kavramsal olarak düşük seviyede benzerlik bulunduğu kanaatine varılmıştır.
Sonuç olarak; dava konusu marka kapsamında yer alan 36. sınıfta yer alan hizmetler, davacıya ait markalar kapsamında yer alan hizmetler ile ayniyet taşımakla birlikte, bu hizmetlerin ilgili tüketicisinin bilinç düzeyinin yüksek olduğu, taraf markalarının görsel, işitsel, kavramsal düzeyde “…/…” kelimesinin ortaklığından kaynaklı olarak düşük seviyede benzerlik taşıdığı kabul edilse bile, bütünsel değerlendirmede benzer olmaması, zira dava konusu markada bulunan “şekil” ve “…” ibarelerinin dava konusu markayı, davacıya ait markalardan farklılaştırdığı, markalar arasındaki ortak olarak işaretlenen “…/…” ibaresinin marka vasfı olmayan bir ibare olması, dava konusu markanın esas unsurunun “…” ibaresi olması, taraf markalarında yer alan diğer unsurlar nazarında hiçbir ortak unsur bulunmaması, taraf markalarında “…/…” kelimesinin esas unsur olmaması, markaların bütünsel olarak ilişkilendirilebilir olmaması, tüketicinin taraf markalarını aynı/aynı tür ya da benzer ürünler üzerinde gördüğünde ya da işittiğinde, farklı marka ile karşı karşıya olduklarını anlayabilmelerinin mümkün olması, taraf markalarının birbiri ile ilişkilendirme ihtimalinin bulunmaması nedeniyle, somut olay bakımından markaların karıştırılması/ilişkilendirilmesi ihtimaline dayalı olan nispi tescil engeline ilişkin şartların oluşmadığı kanaatine varılmıştır.
Her ne kadar karşılaştırılan markalar arasında ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma tehlikesi bulunmadığı tespit edilmişse de, yargılamada eksiklik bulunmaması amacıyla, yargılamanın sonucunu etkilemese bile davalı yanın ileri sürdüğü “müktesep hak” ve “birlikte var olma” argümanları da aşağıdaki şekilde irdelenmiştir:
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.09.2008 tarihli ve 2007/7547E. – 2008/10251K. Sayılı kararına göre; Bir işletme tarafından uzunca süredir kullanılan markanın asli unsuru muhafaza edilerek ve markanın bu işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yarattığı izlenim korunmak suretiyle, önceki markanın kapsadığı ürünlerin veya bir ürün çeşidinin tüketiciye yenilenmiş bir marka imajı ile sunulması ve bu yolla marka sahibi işletmenin piyasaya arz ettiği ürünlerinin de işletmesel köken olarak öncekilerle bağlantılı olduğu mesajını veren yeni markalar yaratmak amacıyla önceki markada yer alan asıl unsurun yanına başkaca asli ve/veya tali unsurlar ekleyerek oluşturduğu markaların seri marka olarak kabulü olanaklıdır. Bu tür markalar niteliği itibariyle 556 sayılı KHK’nın 55. maddesinde tanımlanan ortak markalara benzemekle birlikte; seri markalar, ortak markalarda mevcut olan bir grupta yer alan işletmelerin mal veya hizmetlerini diğer işletmelerden ayırt edilmesi fonksiyonu, teknik yönetmelik gibi özelliklere sahip olması gerekmeyen ve esasen ortak asli unsuru taşımakla birlikte her biri diğerinden bağımsız nitelikteki ticaret ve hizmet markalarıdır.
Bu karar içeriğinden de anlaşılabileceği üzere müktesep hakkın kabulü üç koşula bağlanmıştır. Bunlar:
• müktesep hak iddia edilen marka ile davaya konu markadaki asli unsurların muhafaza edilmiş olması ve eski markaya karşı hükümsüzlük davası açılacak sürenin dolmuş olması ve bu markanın çekişmesiz şekilde kullanılması,
• markalar arasında işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yaratılan izlenimin korunması,
• dava konusu markada, müktesep hak iddia edilen markaya nazaran kapsamın genişletilmemiş olması.
Bu üç şartın gerçekleştiği durumlarda marka sahibi kazanılmış hak elde eder.
Bu üç şartın gerçekleştiği durumlarda marka sahibi kazanılmış hak elde eder. Hemen belirtmek gerekir ki; yukarıdaki şartlar sağlansa bile, sonraki tarihli marka başvurusu, itiraza mesnet markaya yakınlaşma ve bu yolla haksız yararlanma tehlikesi oluşturmamalıdır. Burada irdelenmesi gereken husus; marka olarak seçilen işaretin önceki tarihli kök seri markaların yenilenmesi suretiyle mi oluşturulduğu, yoksa itiraza mesnet markalar ile yakınlaşarak onunla iltibas tehlikesi doğurma tehlikesi oluşturacak şekilde mi mizanpajının yapıldığıdır. Daha ilk bakışta başvurunun kök markanın değil de, itiraza mesnet markanın yeni düzenlenmiş bir versiyonu olduğu yönünde ortalama tüketici nezdinde izlenim doğuyorsa, önceki kök markalardan kaynaklı müktesep hak şartlarının doğduğundan söz edilemez. Bu itibarla seri marka olarak tescili talep edilen işaret, kök markadan esaslı farklılıklar göstermemeli ve seri marka seçilirken itiraza mesnet markaya yakınlaşacak font, renk, mizanpaj değişikliklerinden kaçınılmalıdır. (Burçak Yıldız, Mükerrer Markanın Seri Markasının Tescili -SMK m.5/1-ç ve m.6/1 Hükümlerine Yargıtay Kararları İle Getirilen İstisna, BATİDER 34(4), 2018, s.116)
Müktesep hak iddiası bakımından hemen belirtmek gerekir ki; önceki tarihli markanın çekişme konusu olmaktan çıkması hali tek başına müktesep hak şartlarının doğumunu sağlamaz. Önceki tarihli markanın başvuruya konu emtialar bakımından aynı zamanda fiili olarak kullanıldığının da ispatlanması gerekir. Zira, müktesep hak müessesesinin kabul edilmesinin amacı, önceki tarihli markanın uzunca süredir kullanımı nedeniyle ilgili tüketici kesiminde oluşan imajın, sonraki tarihli marka başvurusuna sirayet etmesini sağlamaktır. Bu nedenledir ki, fiilen kullanılmayan önceki tarihli markanın ilgili tüketici kesiminde bir imaj duygusu oluşturduğundan söz edilemez. Olmayan imajın yenilenen yeni bir marka başvurusuna aktarımı da dolayısıyla söz konusu olamaz. Müktesep hak şartları bakımından yukarıda ifade ettiğimiz görüşü destekler nitelikte, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 06/01/2020 tarih 2019/2269 E 2020/16 K sayılı kararında, önceki markanın fiilen kullanılmasını, müktesep hakkın doğumu bakımından gerekli görmüştür.

Somut olay bu kriterler çerçevesinde incelendiğinde; Davalının önceki tarihli markaları “… …” ve “…” ibarelerinden oluşmakta iken, dava konusu marka başvurusu “… …+ŞEKİL” ibaresinden oluşmaktadır. Davalının “… …” ibareli markası ile dava konusu marka arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Davalının bir diğer önceki tarihli markası olan “…” ibareli marka ise, dava konusu marka kapsamında bulunmaktadır. Fakat salt “…” ibaresini içerdikleri gerekçesi ile önceki tarihli markanın, sonraki tarihli dava konusu markaya “kazanılmış hak” sağlaması mümkün değildir. Önceki tarihli bir markanın müktesep hak oluşturabilmesi için, sonraki başvurunun hem aynı mal ve hizmetler yönünden tescilli olması hem de ayırt edici unsurunun değiştirilmemiş olması gerekmekte, ayrıca önceki tarihli markaların fiilen kullanıldığının ispatlanması gerekmektedir. Somut uyuşmazlık bakımından incelendiğinde, davalının önceki tarihli “…” markasının davaya konu hizmetler bakımından fiili olarak kullanıldığı ispatlanmadığından davalı yanın müktesep hak iddiası yerinde bulunmamıştır.
Davacı markaları ve davalı şirkete ait marka başvurusu arasında birlikte var olma koşullarının oluşup oluşmadığı aşağıdaki şekilde irdelenmiştir:
İlk kullanılmaya başlandıkları noktada karıştırılma tehlikesi yaratabilecek nitelikteki markaların, uzun yıllar piyasada kullanılması ve hukuki bir çatışmanın gündeme gelmemesi halinde, tüketicilerin de ilgili markaları ayırt edebildiği ve bu noktada karıştırılma tehlikesi yaratmayacağı kabul edilmektedir. (Bkz; Yargıtay 11.Hukuk Dairesi, 03.06.2013 T, 2012/8617 E 2013/11464 K)
Barışçıl şekilde birlikte var olmanın söz konusu olabilmesi için gereken ilk unsur; tarafların uzun bir dönem boyunca piyasada çatışma yaşamaksızın birlikte var olmasıdır. Tarafların hali hazırda karşı tarafın kullanımını bilmesi ya da bilmemesi, iş bu doktrin bağlamında önem arz etmez. Esas olan, çatışma yaşanmaksızın, uzun bir döneme yayılmış aktif bir kullanımın gerçekleştirilmiş olmasıdır. Piyasada uzun süre barış içinde var olunduktan sonra ortaya çıkan ihtilaflar, durumun barışçıl şekilde var olma olarak nitelendirilmesine engel olmaz.
Barışçıl şekilde birlikte var olmanın söz konusu olabilmesi için gereken ikincil unsur; gerçekleştirilen uzun süreli yoğun kullanım neticesinde, markaların piyasada ayırt edilebilmesidir. İlgili kullanımın belli bir yoğunluğa ulaşması ve markaların farklılığını ortaya koyması gerekir (Gün, Buket (2019) Marka Hukukunda Birlikte Var Olma, 2019, Onikilevha, s.211-214).
Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 11.11.2019 tarih 2018/2050 E 2019/7034 K sayılı kararında da;”Dairemizin daha önceki bir çok kararına konu olan ve Öğretide “birlikte var olma” olarak tanımlanan ilke (Buket Gün, Marka Hukukunda Birlikte Var Olma, Oniki Levha Yayıncılık, 2019) uyarınca, itiraza gerekçe markanın tescil kapsamında bulunan mal ve hizmetler yönünden, anılan markaya kural olarak karıştırılmaya yol açacak ölçüde benzer olan bir işaretin uzun yıllar marka olarak kullanılması, kullanımın sürekli ve yoğun şekilde olması ve kuvvetli tanıtımla markanın ayırt edici kılınması, buna karşılık tescilli marka sahibinin marka başvuru tarihine kadar niza çıkarmaması halinde her iki markanın uzun yıllardır barış içinde birlikte var oldukları ve artık tescilsiz markanın başvuru tarihi itibariyle kullanım sonucu ayırt edici hale geldiğinin ve markalar arasında karıştırılma ihtimalinin meydana gelmeyeceğinin kabulü gerekir. Önceki markanın sahibince kullanılmaması halinde, markanın kullanım sonucu ayırt edici kılınmasının daha kolay olacağının da kabulü gerekir.” şeklinde değerlendirmede bulunularak, birlikte var olma ilkesinin uygulama alanı açıklanmıştır.
Somut olayda yapılan incelemede; Davalı başvuru sahibi tarafından bir kısım belgeler sunulmuşsa da, sunulan belgelerde, dava konusu markanın kullanımını gösterir belge bulunmamaktadır. Davalı tarafça dosyaya sunulan belgelerde yer alan markasal kullanım “… sigorta” şeklindedir. Birlikte var olma bakımından belirlenen kriterlerin incelenebilmesi için gerekli bilginin, marka işlem dosyasında ve dava dosyasında yer almadığı, bu nedenle, birlikte var olma ilkesinin somut olay bakımından gerçekleşmediği kanaatine varılmıştır.
SMK m.6/4 hükmüne göre; Paris Sözleşmesinin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesi bağlamındaki tanınmış markalar ile aynı veya benzer nitelikteki marka başvuruları, aynı veya benzer mal veya hizmetler bakımından itiraz üzerine reddedilir.
SMK m.6/5 hükmüne göre; Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hâllerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hâli saklı kalmak kaydıyla, başvurunun aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde yapılmış olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir.
SMK m.6/4 hükmü bağlamında tanınmış marka koruması için; toplumun her kesimince bilinme gerekli olmayıp, toplumun ilgili kesimindeki bilinilirlik düzeyi dikkate alınacaktır. Toplumun ilgili kesimi; markanın tanındığı iddia edilen ve kaynak ülkede markanın tescilli olduğu ve kullanıldığı sektörü ifade eder. (Uğur Çolak, Türk Marka Hukuku, 4.Baskı, İstanbul 2018, s.344-345) Bir markanın Paris Sözleşmesi anlamında tanınmış marka olarak kabul edilebilmesi için, bu markanın Türkiye’de tanınmış olmasının ya da kullanılmasının gerekip gerekmediği hususu bakımından; Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 13.02.2019 tarih 2017/3943 Esas 2019/1154 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere, Türkiye’de tescilli olmayan markalara tanınmış marka koruması sağlanabilmesi için, söz konusu markanın, itiraza konu marka başvuru tarihinden önce Türkiye’de ilgili sektörde tanınmış marka olduğunun dosyaya sunulan objektif delillerle ispat edilmesi gerekir. (Aynı yönde Y11HD; 18.09.2019 tarih, 2018/790 E 2019/5512 K; Y11HD; 20.11.2018 tarih, 2017/1345 E 2018/7216 K)
SMK m.6/5 hükmü uyarınca; önceki tarihli tescil edilmiş veya tescil başvurusu yapılmış olan bir marka, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi sebebiyle, aynı veya benzeri sonraki tarihli marka başvurusunun, aynı veya farklı nitelikteki mal ya da hizmetlere ilişkin tescil talebinin reddini talep edebilir. Bir markanın sadece tanınmış marka niteliğini haiz olması, otomatik olarak o markanın farklı türdeki mal veya hizmetlere ilişkin olarak sonraki tarihli marka başvurusunu engelleme hakkı bahşetmez. Tanınmış marka hakkı sahibinin genişletilmiş korumadan yararlanabilmesi için;
A) Tanınmış markanın itibarından haksız yarar elde edilmesi,
B) Tanınmış markanın itibarına zarar verilmesi,
C) Tanınmış markanın ayırt edici karakterinin zedelenmesi, olasılıklarından en az birinin gerçekleşmesi veya gerçekleşme ihtimalinin bulunması gereklidir. Ayrıca, sonraki tarihli marka başvuru sahibinin, marka başvurusunda haklı bir nedeninin de bulunmaması gerekir.
Tanınmışlık, statik ve dogmatik bir durum değildir. Aksine; sürekli güncellenen, dalgalanabilen, bir çok değişkene bağlı dinamik bir süreci içinde barındırır. Bir markanın tanınmış marka niteliğinde olup olmadığı; a)Toplumun ilgili kesimince markanın tanınma düzeyi, b) Markanın kullanıldığı coğrafi alan, kullanım süresi ve yoğunluğu, c)Marka promosyonlarının ve reklamlarının süresi, yoğunluğu, hedef aldığı alan, d)Markanın tesciller veya tescil başvuruları ile korunduğu coğrafi alanın büyüklüğü, e) Markanın resmi mercilerce tanınmışlığına delalet eden karar ve uygulamaları, f) Markanın ekonomik değeri, g) Markanın hitap ettiği mal veya hizmetlerin pazar payı, gibi tahdidi olmayan kriterler dikkate alınmak suretiyle, yapılacak global bir değerlendirme neticesinde her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Hemen belirtilmelidir ki; bir markanın tanınmış marka niteliğini haiz olmasının; yukarıda yer verilen tüm kıstasların sağlanması gerektiğini şart koşmadığı gibi, yukarıda yer verilen kıstaslardan yalnızca birinin gerçekleşmesinin mutlak anlamda ilgili markayı tanınmışlık seviyesine çıkaracağını da göstermez. Burada önemli olan husus; her somut olayda, yukarıda yer verilen kıstaslardan da yararlanarak, global bir değerlendirme yapılması, bunun sonucunda tanınmışlık vasfı ve varsa bu tanınmışlığın etki alanının belirlenmesidir.
Tanınmış markanın itibarından haksız yararlanılmasından söz edilebilmesi için; tanınmış markanın iyi şöhret ve itibar sahibi olması, ilgili tüketici kesimi nezdinde markanın olumlu bir imajının olması gerekir. Bu nedenle imaj transferine konu olabilecek sonraki tarihli marka başvurusunun, tanınmış markanın itibarından haksız yararlanma tehlikesi doğurabileceği söylenebilir. Burada önemli olan, sonraki tarihli markayı gören tüketicinin, önceki tarihli tanınmış markanın kendi zihninde oluşturduğu olumlu imaj ile sonraki tarihli marka arasında bir bağlantı (link) kurması, imaj transferi ihtimalinin bulunması, böylece tanınmış markanın olumlu imajının sağladığı kolaylıktan yararlanarak sonraki tarihli marka başvuru sahibinin ticari avantaj sağlama ihtimalinin bulunmasıdır. Böylece, sonraki tarihli marka başvuru sahibi, tanınmış marka sahibinin uzun uğraşlar sonucu oluşturduğu kalite ve güven birikiminden parazitvari yararlanarak, kendi lehine haksız bir avantaj sağlayacaktır.
Tanınmış markanın itibarına zarar verilebilmesi için; Tanınmış markanın, arzu edilmeyen olumsuz imaj tehlikesine maruz kalacağı bir hal olasılığı içerisinde bulunması gerekmektedir. Tanınmış markanın itibarının zarar görme tehlikesi altında bulunup bulunmadığı incelenirken, tescile konu mal ve hizmetlerin kapsamı dikkate alınmalıdır. Örneğin; tanınmış bir içecek markasının, aynı veya benzerinin tuvalet temizliği emtialarında marka olarak kullanılması halinde, böyle bir olumsuz imaj tehlikesi söz konusu olabilir.
Tanınmış markanın ayırt etme gücünün zedelenmesi için; Sonraki tarihli marka başvurusu nedeniyle, tanınmış markanın ayırt etme gücünün zayıflaması ve bu suretle markanın reklam değerinin düşme ihtimali bulunmalıdır. Tanınmışlık derecesi ve karşılaştırılan markaların hitap ettiği mal veya hizmetlerin birbirleri ile yakınlığı arttıkça, markanın ayırt ediciliğinin zedelenmesi ihtimali de artmaktadır. Bu durumda, markanın muhatap çevresi, sonraki tarihli marka nedeniyle, önceki markanın artık sadece tanınmış marka sahibine ve onun ürünlerine ait olmadığı kanısına varmaktadır.
Somut olayda yapılan incelemede; “…” ibaresinin T/2294 sayı ile 2012 yılında yapılan başvuru neticesinde tanınmış marka olarak kabul edildiği tespit edilmiştir. Yukarıda ifade edildiği üzere “…” kelimesinin bizatihi kendisi değil, bu kelimenin stilize şekilde yazılmış biçiminin markasal ayırt ediciliği bulunmaktadır ve bir bütün halinde stilize şekilde yazılmış hali ile bu marka hakkında tanınmış marka kararı verilmiştir. Bununla birlikte; “…” markasının tanınmış marka olarak kabulüne dair karar 2012 yılında alınmış olup, tanınmışlığın sabit bir olgu kabul edilmesi, bir kere tanınmış kabul edilen markanın bir daha tanınmışlığının ispatlanmasının gerekmeyeceğinin kabulü hayatın olağan akışına aykırıdır. Tanınmışlığın sürüp sürmediğinin her somut olay bazında ayrıca incelenmesi gerekmektedir. Fakat, marka işlem dosyasında ve dava dosyasında, tanınmışlığın değerlendirilebileceği herhangi bir delil sunulmamıştır. Dolayısıyla; somut uyuşmazlık bakımından incelendiğinde, davacı tarafça gerekçe gösterilen markalarının tanınmışlığın ispatına yönelik Türkiye’de gerçekleşen tanıtım faaliyetlerine ilişkin, dosyaya herhangi bir belge, ilan, reklam harcaması, haber, dergi vb. tanıtım malzemesi sunulmadığı, tanınmışlığın değerlendirilebileceği herhangi bir belgenin dosya kapsamında bulunmadığı, bu nedenle iddia edilen tanınmışlığın ispatlanamadığı, bu nedenle SMK m.6/4 ve SMK m.6/5 hükmü koşullarının somut olayda gerçekleşmediği kanaatine varılmıştır.
Yukarıda izah edilen gerekçelerle davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 80,70 TL maktu karar ve ilam harcından peşin alınan 59,30 TL’nin düşümü ile bakiye kalan 21,40 TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-Davalılar kendilerini vekil ile temsil ettirdiklerinden karar verildiği tarihte yürürlükte bulunan AAÜT m.3 hükmü gereği hesaplanan 7.375,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan 59,30 TL peşin harç, 59,30 TL başvurma harcı, 8,50 TL vekalet harcı, 162,00 TL posta-tebligat, 2.000,00 TL bilirkişi ücreti, olmak üzere toplam 2.289,10 TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı … Sigorta Acentelik Hizmetleri Limited Şirketi tarafından yapılan 8,50 TL vekalet harç sarfiyatına ilişkin yargılama giderinin davacıdan alınarak davalı … Sigorta Acentelik Hizmetleri Limited Şirketi’ne verilmesine,
6-HMK m.333 hükmü gereği karar kesinleştiğinde artan avansın yatıran tarafa re’sen iadesine,
Dair, Davacı vekilinin, Davalı Kurum vekilinin ve Davalı şirket vekilinin yüzüne karşı, HMK m.341 ve m.345 hükümleri gereği kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi ilgili hukuk dairesi nezdinde İSTİNAF yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.15/06/2022