Emsal Mahkeme Kararı Ankara 5. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2020/312 E. 2021/166 K. 09.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2020/312 Esas – 2021/166
TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
ANKARA
5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2020/312 Esas
KARAR NO : 2021/166

DAVA : Marka Hakkının İhlâli / Haksız Rekabet / Ticaret Unvanının Korunması
DAVA TARİHİ : 09/11/2020
KARAR TARİHİ : 09/04/2021
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 27/04/2021
Mahkememizde görülmekte bulunan Marka Hakkının İhlâli / Haksız Rekabet / Ticaret Unvanının Korunması davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili 09/11/2020 tarihli dava dilekçesinde özetle; Davalı, … Otel. Tur. İnş. San. Ve Tic. Ltd. Şti. unvanlı şirketin, Kayseri Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne … sicil no’su ile kaydedildiğini ve kuruluşunun Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nin 08/11/2010 tarih ve 7685 sayılı nüshasında ilan olunduğunu, ilgili şirketin ticari kayıtlarından öğrenildiği üzere, faaliyet konusunun, müvekkili şirketin ana faaliyet alanı ve faaliyet gösterdiği diğer tescilli marka sınıflarının bulunduğu sektörler ile aynı kapsamda olan, “İnşaat, sanayi ve ticaret işleri yapmak vb.” hizmetlerden oluştuğunu, davalı şirketin faaliyet alanının, müvekkili şirketin faaliyet alanı ile özdeşlik arz ettiğini, ayrıca müvekkili şirket adına 2000 yılından bu yana tescilli “…” ibareli markaların emtiaları ile de birebir aynı olduğunu, ticari sicil kayıtları ile marka tescil belgelerinin mukayeseli olarak incelenmesi neticesinde, bu durumun açıkça görüleceğini, davalı şirketin ticaret unvanında, esas unsurlu “…” ibaresinin bulunmasının, faaliyet konularının da birebir aynı olduğu gerçeği karşısında, müvekkili şirketin “… İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.” şeklinde 26/01/1993 tarihinde tescilli ticaret unvanı tahtında yürüttüğü faaliyeti ve ticaret işletmesi ile iltibaslar yaratacağını, müvekkili şirketin bu durumda, çok değişik şekillerde de olsa, en azından, zarar görme tehlikesine maruz bırakılmış olduğunu, “…” ibaresinin, davalı şirket tarafından ticaret hayatında kullanılmasının, müvekkili şirketin tescilli, mezkûr, “…” ibareli markalarından kaynaklanan “Kâdim Kullanmadan doğan Haklarına”; önceki tarihlerde usulünce tescile dayanan, “Tescilli Markalardan Faydalanma Haklarına”; aykırılık teşkil ettiğini ve müvekkili şirketin faaliyeti ile açıkça iltibas yaratılması ihtimali bulunduğunu beyan ederek; davalı, ticaret merkezi Kayseri’de bulunan, Kayseri Ticaret Sicili Müdürlüğü’nün … Sicil No.sunda kayıtlı, “… Otel. Tur. İnş. San. Ve Tic. Ltd. Şti.” unvanlı ticarî işletmenin ticaret unvanından sonraki tarihte “…” ibaresini tescil ettirmek ve bu ibareyi ünvanının “Çekirdeği (Özü)” olarak kullanmak suretiyle vâki fiillerinin haksız olduğunun hükmen tespitine ve haksız rekabetinin men’ine, davalı şirketin, haksız rekabetinin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılmasını teminen ticaret unvanından, “…” ibaresinin çıkartılmasına ve bu ibarenin davalı şirketin ticaret sicil kaydından da silinmesine, yargılama sonuçlanıncaya kadar müvekkil şirketin daha fazla zarara uğramaması için davalı şirketin müvekkil şirket markasını her türlü kullanımının önlenmesi yönünde tedbir kararı verilmesine, yargılama neticesinde verilecek kararın Türkiye genelinde tirajı 50.000 ve üzeri olan gazetede ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
C E V A P :
Davalı … Otel. Tur. İnş. San. Ve Tic. Ltd. Şti. vekili 18/02/2021 tarihli beyan dilekçesinde özetle; Mal ve hizmet sınıflarının farklılık arz ettiğini, marka tecavüzünün yasal şartlarının oluşmadığını, davacı tarafça süresi içerisinde davanın açılmadığını, davacı tarafın haksız rekabete ilişkin taleplerinin haksız olduğunu, “… Otel. Tur. İnş. San. Ve Tic. Ltd. Şti.” nin, marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin oluşmasına zemin hazırlamak amacıyla hareket etmemiş olup kötü niyetli olduğuna dair iddiaların asılsız olduğunu, hem faaliyet alanlarının farklı olması, hem de marka işaretlerinin açık ve net olarak ayırt edilebilecek nitelikte olması nedeniyle davacı şirketin iddialarının yersiz olduğunu savunarak; davanın reddini talep etmiştir.
UYUŞMAZLIK:
Dava, 6769 sayılı SMK m.29 ve m.149 vd hükümleri, 6102 sayılı TTK 54 vd hükümleri ve 6102 sayılı TTK m.52 hükmünden kaynaklı Marka Hakkının İhlali – Haksız Rekabet – Ticaret Unvanının Korunması istemlerine yöneliktir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık; Davalının “…” ibaresine ticaret unvanında yer vermesi eyleminin, davacının “…” ibareli marka haklarını ihlal ve haksız rekabet oluşturup oluşturmadığı, varsa haksız rekabetin men’inin gerekip gerekmediği, “…” ibaresinin davalı şirketin ticaret unvanından çıkartılmasının gerekip gerekmediği, sessiz kalma yolu ile hak kaybı koşullarının oluşup oluşmadığı, yargılama sonucunda verilecek hükmün ilan edilmesinin gerekip gerekmediği hususlarına ilişkin olduğu tespit edilmiştir.
Davanın açılmasını müteakip tarafların dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, marka tescil belgeleri, ticari sicil kayıt bilgileri celp edilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, hak düşürücü süre bakımından eksiklik bulunmadığı tespit edilmiş, taraflar sulhe teşvik olunmuş, arabulucuya gitme hakları hatırlatılmış, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını müteakip, 06/08/2015 tarih 29437 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in 201/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraflara tahkikat ve yargılamanın geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Haksız rekabet; rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar olarak tanımlanmıştır. (TTK m.54)
TTK m.55/1-a-4 hükmüne göre; Başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemleri almak, haksız rekabet hallerinden biri olarak düzenlenmiştir.
TTK m.56/1hükmü uyarınca; haksız rekabet nedeniyle menfaatleri zarar gören veya zarar görme tehlikesi ile karşılaşabilecek kimsenin, fiilin haksız olduğunun tespiti, haksız rekabetin men’i, haksız rekabetin oluşturduğu maddi durumun ortadan kaldırılmasını isteme hakkı bulunmaktadır.
Ticaret unvanı, tacirin, ticari işletmesine ilişkin işlemleri yaparken kullandığı isim olup, taciri tanıtmaya ve onu diğer tacirlerden ayırt etmeye yaran işlevi bulunmaktadır. Ticaret unvanı; çekirdek ve ek olarak iki kısımdan oluşur. Çekirdek; tüzel kişi tacirlerde, işletme konusu ile şirketin türünü gösteren kelimelerden oluşur. (Örneğin; “İthalat İhracat Limited Şirketi” ibaresi bir ticari unvanın çekirdeğidir.) Ek; ticaret unvanının kural olarak zorunlu unsuru olmayıp, ticaret unvanına, işletmenin niteliğini gösteren veya unvanda zikredilen kişilerin hüviyetlerini belirten ya da hayali adlardan oluşan sözcüklerdir. Kullanılan ekin; tacirin hüviyeti, mali durumu veya işletmesinin büyüklüğü, önemi bakımından üçüncü kişilerde yanlış bir izlenim yaratmaması, gerçeğe ya da kamu düzenine aykırı olmaması gerekir. (TTK m.46/1) Bir ticaret unvanının, Türkiye’nin herhangi bir sicil dairesinde daha önce tescil edilmiş olan bir unvandan ayırt edilebilmesini sağlamak için ek yapılması gerekir. (TTK m.45)
Usulen tescil ve ilan edilmiş olan ticaret unvanını kullanma hakkı sadece sahibine aittir. (TTK m.50) Tescil olunmuş ticaret unvanlar TTK m.52 hükmüne göre korunur. Bu hükme göre; Ticaret unvanının, ticari dürüstlüğe aykırı biçimde bir başkası tarafından kullanılması hâlinde hak sahibi, bunun tespitini, yasaklanmasını; haksız kullanılan ticaret unvanı tescil edilmişse kanuna uygun bir şekilde değiştirilmesini veya silinmesini, tecavüzün sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılmasını, gereğinde araçların ve ilgili malların imhasını ve zarar varsa, kusurun ağırlığına göre maddi ve manevi tazminat isteyebilir. Maddi tazminat olarak mahkeme, tecavüz sonucunda mütecavizin elde etmesi mümkün görülen menfaatinin karşılığına da hükmedebilir.
TTK m.52 hükmü bağlamında; unvanlar arasında iltibas tehlikesi bulunması ya da o biçimde kullanma zorunluluğu olmadığı halde, sırf hak sahibinin ticaret unvanından yararlanmak amacıyla ticaret unvanı tescili yaptırılması durumunda, önceki tarihli ticaret unvanı sahibi, sonraki tarihli ticaret unvanının kullanılmasını men edebilir. Bu hususta TTK m.52 hükmü uyarınca ve öncelik ilkesi bağlamında, önceki ticaret unvanı sahibinin sonraki tarihli ticaret unvanını yasaklama yetkisi bulunmaktadır.
Marka hakkına tecavüz sayılan haller, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununun (SMK) 7.maddesine de atıf yapılmak suretiyle 29.maddesinde düzenlenmiştir. SMK m.29/1-a yollaması ile uygulanması gereken;
SMK m.7/2-b hükmüne göre;Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması,
SMK m.7/3-e hükmüne göre; İkinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilecek bir işaretin ticaret unvanı ya da işletme adı olarak kullanılması, marka hakkını ihlal eylemi niteliğindedir.
SMK m.7/3-e düzenlemesi, 2015/2436 sayılı AB Marka Direktifi’nin 10/3-d (aynı hükmün eşdeğeri Topluluk Tüzüğü m.9/3-d) maddesinin iç hukuka aktarılması ile ihdas edilmiştir. Burada tartışılması gereken husus, markanın veya benzerinin ticaret unvanında yer almasının mutlaka marka hakkı ihlali olarak görülüp görülmeyeceğidir. AB Marka Direktifi’nin 19.resitalinde böyle bir kullanımın marka hakkı kapsamında görülebilmesi için işaretin mal veya hizmetleri ayırt edecek biçimde kullanılması gerektiği belirtilmektedir. (Uğur Çolak, Türk Marka Hukuku, 4.Baskı, 2018, İstanbul, s.554-555) Nitekim, marka bir işletmenin mal ve hizmetlerini diğerlerinden ayırt etme işlevini görürken ticaret unvanı tacirleri ayırt etmeye yarayan işarettir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun ticaret unvanına ilişkin 39’uncu maddesine göre her tacir, ticari işletmesine ilişkin işlemleri, ticaret unvanıyla yapmak ve işletmesiyle ilgili senetlerle diğer belgeleri bu unvan altında imzalamak zorundadır. Marka bir işletmenin mal ve hizmetlerini diğerlerinden ayırt etme işlevini görürken, ticaret unvanın tacirleri birbirinden ayırt etmeye yarar. Esasen bu iki ayırt edici işaretin işlevleri birbirinden farklıdır. Bu kapsamda belirtmek gerekir ki işaretin ticaret unvanı olarak tescil ettirilmesi başlı başına marka hakkı ihlali oluşturmamaktadır. Şöyle ki; marka hakkı kapsamında yasaklanabilecek haksız kullanım şekilleri SMK madde 7/3 hükmünde düzenlenmiş, ancak SMK’nın 7’nci maddesinin üçüncü fıkrasında; “Aşağıda belirtilen durumlar, işaretin ticaret alanında kullanılması halinde, ikinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir.” denilmiştir. Dolayısı ile üçüncü fıkra kapsamında yasaklanabilecek durumlar 7’nci maddenin ikinci fıkrasından bağımsız şekilde düşünülmemelidir. Çünkü fıkrada, ikinci fıkra kapsamına giren işaretlerin ticaret alanında kullanılması halinde yasaklanabileceğinden bahsedilmektedir. Maddenin 2’nci fıkrası ise karıştırılma ihtimali bulunmasını şart koşmaktadır. Bu durumda da kullanılan işaretlerin benzer olması yanında, davalı kullanımlarının markanın fonksiyonlarını etkilemeye müsait olması ve kullanımın ortalama tüketici nezdinde karıştırılma ihtimali yaratması gerekmektedir.
Belirtilen açıklamalar ışığında, tarafların iddia ve savunmaları, ibraz edilen deliller, celp edilen evrak ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
Somut olayda ilk olarak sessiz kalma yolu ile hak kaybı koşullarının oluşup oluşmadığı hususu irdelenmiştir. Zira bu husus bir ön sorun olup, sessiz kalma yolu ile hak kaybı koşulunun oluşması halinde, başkaca bir tahkikat işlemine gerek kalmaksızın davanın reddine karar verilmesi gerekecektir. Aksi halde, işin esasına geçilerek; ayrı ayrı marka hakkı ihlâli, haksız rekabet ve ticaret unvanının korunması istemlerinin irdelenmesi gerekecektir.
6769 sayılı SMK’nın mehazını oluşturan 2015/2436 sayılı AB Marka Direktifi’nin 9.maddesi ile 2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğü’nün 61.maddesi hükümlerine göre, kesintisiz beş yıl süre ile bir marka sahibinin kendi markasının başkası tarafından, bilgisi dahilinde kullanılmasına ses çıkarmaması halinde marka sahibinin artık hükümsüzlük davası açamayacağını ve söz konusu kullanmayı önleyemeyeceği öngörmektedir. Anılan hüküm, salt hükümsüzlük istemi bakımından Türk Hukuku’na alınmış olup (SMK m.25/6), tecavüz iddiası bakımından AB düzenlemeleri ile paralel olarak ticari kullanım bakımından yasal bir süre öngörülmemiştir. Hemen belirtmek gerekir ki mülga 556 sayılı KHK döneminde hükümsüzlük istemi bakımından da sessiz kalma süresi öngörülmemişti. Ancak Türk Hukuku’nda böyle bir düzenlemenin bulunmaması karşısında, sorun TMK m.2 hükmü varlığı karşısında çözümlenmekteydi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04/05/2011 tarih 2011/11-59 E 2011/271 K sayılı kararında bu husus; “Sessiz kalma yoluyla hak kaybı kaynağını “hakkın kötüye kullanılması yasağı”nı düzenleyen MK’nun 2.maddesinden almaktadır. Bu maddeye göre, “Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.” “Bir hakkın sırf başkasına zarar vermek için kullanılmasını kanun himaye etmez.” Dürüstlük kuralı, MK’nun “Başlangıç Hükümleri” arasında, hukukun her alanında kendini gösteren bir ilke olarak düzenlenmiştir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının doğması ve dava hakkının M.K.’nun 2.maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığı hususları her olayın kendi özelliğine göre değerlendirilmelidir.” şeklinde ifade edilmiştir. Sessiz kalma yolu ile hak kaybı müessesesi, öğretide de savunulan hukuki bir kurumdur. (Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, Dördüncü Bası, İstanbul 2005, s.424; Sabih Arkan, Marka Hukuku Cilt II, Ankara 1997, s.161; Arslan Kaya, Marka Hukuku, İstanbul 2006, s.343-344)
Sessiz kalma yolu ile hak kaybı müessesesi, marka hakkına tecavüz iddiası bakımından, söz konusu tecavüzden kaynaklı marka haklarının korunmasına dair hükümlere istisna oluşturan hukuki bir kurumdur. Sessiz kalma yolu ile hak kaybının söz konusu olabilmesinin birinci koşulu; marka sahibinin, markanın başkası tarafından tescil ettirildiğini veya kullanıldığını bilmesi ya da bilebilecek durumda olması gerekir. İkinci koşul; marka sahibinin, markasının kullanılmasına karşı harekete geçmemesi, dava açmaması, sessiz kalması gereklidir. Burada önemli olan husus, marka sahibinin ihlal eylemine karşı aktif bir önleme yoluna müracaat edip etmediğidir. Üçüncü koşul; marka sahibinin, markasının başka bir kimse tarafından tescil edilmesi veya kullanılması eylemine belirli bir süre sessiz kalması gereklidir. 556 sayılı KHK döneminde marka ihlal yargılaması bakımından kesin bir süre verilmesinin doğru olmadığı ve bu sürenin somut olayın özelliklerine göre 5 yıldan az veya fazla olabileceği uygulanagelmişse de, 6769 sayılı SMK’ya mehaz oluşturan AB marka direktifi ve tüzüğü uygulamasında bu sürenin gerek hükümsüzlük gerekse tecavüz iddiaları bakımından 5 yıl olarak baz alındığı, SMK m.25/6 hükmünde hükümsüzlük davası yönünden de 5 yıllık sürenin benimsendiği dikkate alındığında tecavüz davası için de kıyasen sessiz kalma olgusunun en az 5 yıl olması gerektiği mahkememizce benimsenmiştir. Dördüncü koşul; markayı tescil ettiren veya kullanan kimsenin iyiniyetli olması gerekir. Buna göre, sadece iyiniyetli bir şekilde başkasına ait bir markayı tescil ettiren, kullanan, markanın başkası adına tescilli olduğunu, kullanıldığını, markanın gerçek sahibinin başkası olduğunu bilmeyen veya bilebilecek durumda olmayan kimse, sessiz kalma yolu ile hak kaybı imkanından yararlanabilir.
Yukarıda belirtilen dört koşul gerçekleştirdiği takdirde, marka hakkı sahibi, markasının korunması imkanından faydalanamaz. Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 02/10/2012 tarih 2011/7104 E 2012/14860 K sayılı kararda belirtildiği üzere, sessiz kalma yolu ile hak kaybı bir def’i olmayıp itiraz mahiyetindedir. Taraflar ileri sürmese bile, mahkemece re’sen dikkate alınmalıdır.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybında, hak genel olarak sona ermemekte, sadece bu haktan eylemine sessiz kalınan kişi ya da kişilerin yararlanmasına katlanılmaktadır. Zira tacirin, bir hakkını bilerek isteyerek belli bir süre kullanmaması sebebiyle ticaret unvanından doğan hakkı kaybolmamakta, sadece uzun süredir var olan kullanıma/tescile sessiz kalmış olması sebebiyle bu duruma zımnen icazet verildiği kabul edilmektedir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybından bahsedilebilmesi için, önceki hak sahibinin ticari ad ve işaretin aynısının veya benzerinin ticaret unvanı olarak tescil ettirildiğini veya başkaları tarafından kullanıldığını bilmesi ve buna rağmen sessiz kalmış olması gereklidir. Buna karşın ticaret unvanlarının ticaret siciline tescil edilmek zorunda olmaları ve tescilin olumlu etkisi nedeniyle tescil ve ilan edilmiş ticaret unvanının bilinmediği ileri sürülemeyecektir. Bununla birlikte önceki hak sahibinin uzun süre sessiz kalması mücbir sebep ya da objektif imkânsızlık gibi haklı bir nedene dayanıyorsa ve bunun ispatlanması hâlinde sessiz kalma yoluyla hak kaybı söz konusu olmayacaktır. Önceki hak sahibi, ticari ad ve işaretin bir başkası tarafından ticaret unvanı olarak tescil edilmesine veya kullanılmasına sessiz kalmayarak dava yoluna başvurursa artık sessiz kalma sebebiyle hak kaybı söz konusu olmamaktadır. Bununla birlikte önceki hak sahibi dava yoluna başvurmadan önce ihtarname göndermesi de sessiz kalmadığı anlamına gelmelidir. Ancak dikkat edilmesi gereken husus, uzun süre boyunca, belirli aralıklarla sadece ihtarname gönderen, fakat dava açmayan ve ihtarname dışında unvanın kullanılmaması için herhangi bir girişimde de bulunmayan önceki hak sahibinin sessiz kalmadığını ileri sürmesi, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir. O hâlde kullanımın daha fazla devamını istemeyen önceki hak sahibi, bu arzusunu açıklayan bir ihtarname göndermiş ise de makul bir süre içinde bu iradesini dava yoluyla da göstermelidir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının söz konusu olabilmesi için, önceki hak sahibinin, ticaret unvanının aynısının veya benzerinin kullanılmasına belirli bir süre sessiz kalmış olması gereklidir. Ancak ticaret unvanı yönünden sessiz kalmanın ne kadar süre geçtikten sonra hak kaybına sebep olacağı TTK’de düzenlenmiş değildir. Bununla birlikte 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ile ilk defa marka hukukunda hükümsüzlük davaları yönünden sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin bir düzenleme getirilmiştir. SMK’nin 26/6. maddesi; “Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez” hükmünü haizdir. Buna göre marka hükümsüzlük davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin uygulanabilmesi için beş yıllık sürenin geçmiş olması gerekmektedir. Ancak ticaret unvanı yönünden mevzuatta bir süre belirlemesi bulunmadığından TMK’nin 2. maddesi de gözetilmek suretiyle her somut olayın özellikleri dikkate alınarak sürenin belirlenmesi gerekmektedir. Hemen belirtilmelidir ki; sessiz kalma nedeniyle dava açılamayacağı yönündeki savunma bir def’i olmayıp itirazdır. Zira sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin dayanağı TMK’nın 2. maddesi olduğuna göre, dava açılması açıkça hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve bu durum dava dosyasından ortaya konulabiliyorsa, sessiz kalma yoluyla hak kaybı bir itiraz olarak kabul edilip hâkim tarafından resen dikkate alınmalıdır. Keza TMK’nin 2/2. maddesi gereğince bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. (Yargıtay HGK, 26.02.2020, E:2017/11-27 K:2020/225) (Aynı yönde bkz; Yargıtay HGK, 09.12.2020, E:2020/11-532 K:2020/1011)
Belirtilen açıklamalar ışığında somut olayda yapılan incelemede; Davalı şirketin …yevmiyesiyle onaylanan ana sözleşmesine göre, unvanının “… OTELCİLİK TURİZM İNŞAAT SANAYİ TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ” olduğu, bu şirketin kuruluşuna ilişkin bilgilerin 27/10/2010 tarihinde Kayseri Ticaret Sicil Memurluğu nezdinde tescil ettirildiği ve davalıya ait bu ticari sicil kayıt bilgilerinin 08/11/2010 tarih 7685 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edildiği tespit edilmiştir. İlan tarihi itibariyle yürürlükte bulunan mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu m.37/2 hükmüne göre; Herkes ticaret sicilinin münderecatını ve dairede saklanan bütün senet ve vesikaları tetkik edebileceği gibi bunların tasdikli suretlerini de istiyebilir. Bir hususun sicilde kayıtlı olup olmadığına dair tasdikname dahi istenebilir. 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m.35/2 hükmüne göre de; Herkes ticaret sicilinin içeriğini ve müdürlükte saklanan tüm senet ve belgeleri inceleyebileceği gibi giderini ödeyerek bunların onaylı suretlerini de alabilir. Bir hususun sicilde kayıtlı olup olmadığına dair onaylı belge de istenebilir. Dolayısıyla gerek mülga TTK döneminde, gerekse mer’i TTK döneminde, ticaret sicil kayıt bilgilerinin aleni olduğu, isteyen herkesin ticaret sicilinin içeriği hakkında bilgi sahibi olabileceği, buna bağlı olarak davacı şirketin, davalı şirkete ait ticari sicil bilgilerini inceleyebileceği ve bu bilgiler hakkında malumat sahibi olma imkânına sahip olduğu açıktır.
Ticaret sicilinin olumlu ve olumsuz olmak üzere üçüncü kişiler bakımından iki ayrı etkisi bulunmaktadır. Üçüncü kişilerin, kendileri hakkında hüküm ifade etmeye başlayan kayıtları bilmedikleri yolundaki iddiaları dinlenmez. (Tescilin Olumlu Etkisi Bkz; Mülga TTK m.38-39 / Mer’i TTK m.36)
Somut olayda davalı şirketin, içinde “…” ek unsurunu da barındıran ticaret unvanını 27/10/2010 tarihinde ticaret siciline tescil ettirdiği, bu tescilin 08/11/2010 tarihinde Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayınlandığı, tescilin olumlu etkisi uyarınca, davacı şirketin, davalıya ait şirketin “…” ek unsurlu ticaret unvanının varlığından haberdar olmadığının 08/11/2010 tarihinden itibaren ileri sürülemeyeceği (Mülga TTK m.38/1-m.39/1 / Mer’i TTK m.36/1-m.36/3), davalı şirketin sicil bilgilerinin yayınlandığı 08/11/2010 tarihi ile dava tarihi olan 09/11/2020 tarihi arasında 10 yıllık süre bulunduğu, bu süre içerisinde, davacı tarafın önceki tarihli marka hakları ve ticaret unvanından kaynaklı olarak, davalı tarafın ticaret unvanında “…” ibaresini bulundurmasına sessiz kaldığı, bu ibarenin ticaret unvanından çıkartılmasına yönelik aktif bir eyleminin bulunmadığı, 10 yıllık süre boyunca sessiz kaldıktan sonra eldeki davanın açılması suretiyle davalı şirketin ticari unvanından bu ibarenin çıkartılması isteminin TMK m.2 hükmü uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olduğu anlaşıldığından; davalı şirketin ticaret unvanında “…” ibaresini bulundurması ve tescil ettirmesi eyleminin, davacıya ait marka haklarını ihlal, haksız rekabet ve ticaret unvanını ihlal eylemlerine sebebiyet vermeyeceği, zira davacının 10 yıllık süre boyunca sessiz kalması eyleminin, davalı tarafın dava konusu eylemlerini hukuka aykırı olmaktan çıkardığı, mahkememizce benimsenmiştir.
Yukarıda izah edilen gerekçelerle ayrıca bir tahkikat işlemine gerek kalmaksızın, sessiz kalma yolu ile hak kaybı koşulu somut olayda oluştuğundan, davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 59,30 TL maktu karar ve ilam harcından peşin alınan 54,40 TL’nin düşümü ile bakiye kalan 4,90 TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar verildiği tarihte yürürlükte bulunan AAÜT m.3 hükmü gereği hesaplanan 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan 116,60 TL harç, 87,50 TL tebligat, posta masrafı olmak üzere toplam 204,10 TL yargılama giderinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından yapılan 8,50 TL vekalet harç sarfiyatına ilişkin yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-HMK m.333 hükmü gereği karar kesinleştiğinde artan avansın yatıran tarafa re’sen iadesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalı vekilinin yokluğunda HMK m.341 ve m.345 hükümleri gereği kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi ilgili hukuk dairesi nezdinde İSTİNAF yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 09/04/2021