Emsal Mahkeme Kararı Ankara 5. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2020/282 E. 2021/306 K. 16.07.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
ANKARA
5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2020/282 Esas
KARAR NO : 2021/306
DAVA : Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali)
DAVA TARİHİ : 12/10/2020
KARAR TARİHİ : 16/07/2021
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 26/08/2021
Mahkememizde görülmekte bulunan Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali), Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili 12/10/2020 tarihli dava dilekçesinde özetle; Müvekkili …’nın, ticari faaliyetine 1946 yılında İtalya’da başlamış ve dünya çapında 4. büyük çikolata ve şekerleme üreticisi olarak üne kavuştuğunu, müvekkili ürünlerinin, dünya üzerinde hemen hemen her ülkede dağıtılıp satılmakta ve beğenilerek tüketildiğini, müvekkilinin özellikle … ve … gibi tanınmış markaları ve bu markalar altında sunulan muhtelif ürünleri ile ülkemizde de iyi bilinen bir şirket olduğunu, müvekkilinin “…” markasını taşıyan ürünlerinin, müvekkili şirket tarafından 1964 yılında piyasaya sürülmüş olup 50 yılı aşkındır dünyanın dört bir yanında tüketicilerle buluşmakta olduğunu, müvekkilinin, “…” markası altında piyasaya sunduğu sürülebilir kakaolu fındık kreması ürünü için geliştirdiği fındık, süt dolu bardak, ekmek dilimi, kakaolu fındık kreması unsurlarının özgün bir surette konumlandırılması şeklindeki ambalaj kompozisyonunu 50 yılı aşkın süredir kullanarak bu kompozisyona yüksek ayırt edicilik kazandırdığını, müvekkili ürünlerinde kullandığı bu özgün şekil kompozisyonu, dünyanın pek çok ülkesinde tescillerle de koruma altında olup, müvekkilinin fındık, ekmek dilimi, süt dolu bardak, sürülebilir krema ve bıçak görsellerini özgün surette konumlandırması ile oluşturduğunu ve kendisiyle özgünleştirdiği bu şekil kompozisyonu, bazı ufak farklılıklar arz eden versiyonları ile Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde halihazırda tescilli olarak koruma altında olduğunu, müvekkilinin TÜRKPATENT nezdinde … sayı ile kayıt altına alınan işbu marka başvurusunun, 6769 sayılı SMK’nın 5. maddesi çerçevesinde yapılan ilk incelemenin ardından; madde 5/1(b) ve 5/1(c) maddeleri çerçevesinde “herhangi bir ayırt edici niteliğe sahip olmadığı” ve “ticaret hayatında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin sunulduğu zamanı gösteren veya malların ve hizmetlerin diğer özelliklerini belirten işaretleri veya adlandırmaları münhasır ya da esas unsur olarak içermekte olduğu” gerekçesiyle Markalar Dairesi Başkanlığınca tümden reddedildiğini, anılan kararın yerinde olmaması nedeniyle, karara karşı süresi içerisinde TÜRKPATENT Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu nezdinde itiraz edildiğini, ancak YİDK da taraflarına 24.08.2020 tarihinde tebliğ edilen 21.08.2020 tarihli ve 2020-OE-336859 sayılı karar ile reddedildiğini, davaya konu ŞEKİL markasının 6769 Sayılı SMK’nın 5/1(b) maddesi kapsamında ayırt edici olduğunu, YİDK’nın belirlemelerinin aksine … ürünü içerisinde yer alan unsurların şekil markasının özgün bir kompozisyonu olduğunu ve marka olarak tescil edilebilecek ayırt ediciliği olduğunu, 5/1b ve 5/1c kapsamında ret koşullarının oluşmadığını, özgün olduğunu, bu şeklin davacının pek çok markasının tescilinde yer aldığını belirterek; … sayılı YİDK kararının iptalini, … sayılı marka başvurusunun tüm mallar bakımından tescil işlemlerinin devamına karar verilmesini talep etmiştir.
C E V A P :
Davalı TÜRKPATENT vekili 27/10/2020 tarihli cevap dilekçesinde özetle; Davaya konu başvuru bir bütün olarak, markanın asli işlevi olan, belirli bir işletmeye ait mal ve hizmetleri, diğer işletmelere ait benzer mal ve hizmetlerden ayırt etmeyi sağlama işlevini yerine getiremeyeceğini, bu nedenle, söz konusu işaretin somut olarak ayırt edici nitelikten yoksun olduğunu, YİDK kararının usule ve hukuka uygun olduğunu belirterek; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
UYUŞMAZLIK:
Dava, 5000 sayılı Patent ve Marka Vekilliği ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun m.15/C hükmüne göre açılan YİDK Kararının İptali istemine ilişkindir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın; Davalı kurumun tesis ettiği … sayılı YİDK kararının hukuka uygun olup olmadığı, davacıya ait … sayılı “Şekil” ibareli marka başvurusunun somut ayırt edici niteliğinin bulunup bulunmadığı, tanımlayıcı olup olmadığı, dava konusu marka başvuru tarihi itibariyle kullanım yolu ile ayırt edici niteliğinin bulunup bulunmadığı hususlarına ilişkin olduğu tespit edilmiştir.
Davanın açılmasını müteakip tarafların dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, marka tescil ve başvuru dosyaları ile alâkalı kayıtları getirtilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, hak düşürücü süre bakımından eksiklik bulunmadığı tespit edilmiş, taraflar sulhe teşvik olunmuş, arabulucuya gitme hakları hatırlatılmış, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını müteakip, bilirkişi heyetinden maddi vakıalara ilişkin rapor alınmış, 06/08/2015 tarih 29437 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in 201/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraflara tahkikat ve yargılamanın geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE
İşlem dosyasının tetkikinde; Davacının Madrid Protokolü hükümleri uyarınca 28.01.2020 tarihinde Türk Patent ve Marka Kurumuna yaptığı “Şekil” ibareli marka başvurusunun … no. ile işleme alındığı, Markalar Dairesi Başkanlığı’nın 6769 SMK m. 5/1-b ve 5/1-c gerekçeleriyle başvurunun reddine karar verdiği, davacı başvuru sahibi tarafından bu karara 13.08.2020 tarihinde itiraz edildiği, itirazı değerlendiren Türk Patent ve Marka Kurumu Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun … sayılı YİDK kararı ile itirazın ve başvurunun reddine karar verdiği, bu kararın davacı marka vekiline 24.08.2020 tarihinde tebliğ edildiği, iki aylık hak düşürücü süre içinde eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
6769 sayılı Kanun m.4 hükmüne göre; Marka, bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması ve marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaretten oluşabilir.
Markanın; ayırt etme, mal veya hizmetin işletmesel kökenini gösterme, mal veya hizmetin niteliklerini garanti etme, reklam, tekelleştirme ve koruma işlevleri bulunduğu kabul edilir. (Ünal Tekinalp; Fikri Mülkiyet Hukuku; Aralık 2005; 4.Bası; sh.356) Ayırt etme işlevi, marka kavramına dahil olan, piyasada bir mal ya da hizmeti diğerlerinden farklılaştırmaya hizmet eden, mal ya da hizmete adeta kişilik kazandıran, o mal ya da hizmete bir ad veren temel unsuru ifade eder. Köken işlevi, malın ya da hizmetin hangi işletmeye ait olduğunun marka ile gösterildiği anlamına gelip, bu işlevin bugün anlamını yitirdiği, globalleşen ekonomi ve piyasada bulunan aktörlerin ve ürünlerin çeşitliliği ile dinamizmi karşısında alıcılardan pek azının piyasadaki mal ya da hizmetlerin hangi işletmeye ait olduğunu markadan anladıkları söylenebilir. Garanti işlevi, bir marka altında pazarlanan mal ya hizmetin kalitesi ile ilgili olup, bu işlev sayesinde alıcı, piyasada bulunan ve deneyimlediği mal ya da hizmetleri nitelik olarak değerlendirme imkanına sahip olmakta, buna bağlı olarak bazı mal ya da hizmetlerin imajında değer artışı, bazılarında ise değer azalışı meydana gelebilmektedir. Reklam işlevi, markanın, ait olduğu mal ya da hizmetin ayırt ediciliğini sağlayan işaret olduğuna göre, bu işaretin mal ya da emek sarfedilerek geniş halk kitlesine ulaştırılmasını, böylece ilgili markaya konu mal ya da hizmetin pazar payının arttırılmasını ifade eder. Bununla bağlantılı olarak ilgili mal ya da hizmetin piyasada gördüğü rağbetin hakim duruma gelmesi söz konusu olabilecek, bu da markanın tekelleştirme işlevine hizmet edecektir.
Markanın en önemli fonksiyonu ayırt edici bir işaret olmasıdır. Markaya bu fonksiyonu kazandıran, soyut ayırt ediciliğidir. Soyut ayırt edicilik; bir işaretin, bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini, bir başka teşebbüsün mal ve hizmetlerinden ayırt etmeye elverişli olması halidir. Bir işaret soyut ayırt edici niteliğe sahip değilse, ayırt edicilik fonksiyonuna da sahip olmayacaktır. Marka, ayırt edicilik fonksiyonunun gereği olarak, mal ve hizmetleri ferdileştirmekte ve bunları tüketiciler için piyasada teşhis edilebilir hale getirmektedir. Bu yolla tüketiciler, almak istedikleri mal ve hizmetleri başka teşebbüslerin mal ve hizmetlerinden ayırt edebilmektedirler. Ayrıca, mal ve hizmetlerin piyasada teşhis edilebilir hale getirilmesi ile, farklı teşebbüslerin mal ve hizmetleri için piyasa şeffaflığı sağlanmaktadır. Piyasa şeffaflığının yerine getirilebilmesi, markanın iletişim fonksiyonu ile kolaylaşır. Markanın iletişim fonksiyonu, piyasada mal ve hizmet arz edenlerle talep edenlerin aralarında iletişim kurmalarını sağlamaktadır. Bu yolla marka, teşebbüslerin mal ve hizmetlerini kolayca pazarlamalarına, tüketicilerin malın imajı hakkında bilgilendirilmelerine hizmet etmektedir. Markanın çok fonksiyonluluğu, marka hukukuna ilişkin düzenlemelerin uygulama alanının tayininde ve problemlerin çözümünde büyük önem arz etmekte ve dikkate alınması gerekmektedir. Bu nedenle, bir işaretin soyut ayırt ediciliğe sahip olup olmadığının belirlenmesinde markanın belirtilen bu fonksiyonlarının göz önünde bulundurulması gerekir. (Beşir Fatih Doğan; Türk, Alman ve AB Hukuku’na Göre Marka Olamayacak İşaretlerin Kullanım Sonucu Ayırt Edici Nitelik Kazanarak Tescil Edilebilirliği Sorunu; FMR; Y.6; C.6; S.2006/3)
Soyut ayırt ediciliğin bulunup bulunmadığının tespiti ile tescil kapsamında bulunan mal ve hizmetler bakımından ayırt ediciliğin bulunup bulunmadığının bir ilgisi yoktur; bu ayırt edicilik türünde marka olacak işaretin bütünlük arz etmesi, kolayca algılanabilir ve sınırlarının tespit edilebilir olması, ayırt edicilik fonksiyonunu haiz olması aranır.
6769 sayılı Kanun m.5/1-b bendinde belirtilen “Herhangi bir ayırt edici niteliğe sahip olmayan işaretler” somut ayırt edici güçten yoksun işaretlerdir. Bu işaretler, hiçbir ayırt ediciliğe sahip olmayan, dolayısıyla ilgili tüketici kesimi tarafından marka olarak algılanmayacak işaretler olarak madde gerekçesinde açıklanmıştır.
Somut ayırt edicilik, marka olarak tescili talep edilen işaretin, tescile konu mal veya hizmetleri diğer teşebbüslerin mal veya hizmetlerinden ayırt etmeye elverişli olması halidir. Soyut ayırt edici gücü haiz bir işaretin somut ayırt edici güce sahip olup olmadığının tespitinde, işaretin tescil başvurusuna konu olan mal veya hizmetler bakımından ayırt edicilik fonksiyonuna sahip olup olmadığının dikkate alınması gerekmektedir. İşaretin, somut ayırt edici güce sahip olup olmadığı, piyasada oluşan kanaate göre tespit edilmektedir. Bu kanaatin oluşmasında değişik faktörler etkili olmaktadır. İşaretin orijinalliği, tanınmışlığı, piyasada genel olarak kullanılırlığı, kullanımın süresi ve yoğunluğu gibi kıstaslar, bu ayırt ediciliğin bulunup bulunmadığının belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Eğer bir işaret, piyasada oluşan kanaate göre tescili talep edilen mal veya hizmetler bakımından ayırt edicilik fonksiyonuna sahipse, kullanım sonucu ayırt edici güç kazanmasına gerek kalmaksızın marka olarak tescil edilebilecektir. O an için işaretin ayırt ediciliğinin bulunmadığı kabul ediliyorsa, işaret ancak kullanım neticesi bu gücü kazanabilir veya zaman içerisinde piyasadaki kanaatin değişmesi neticesi bu güç kazanılabilir.
6769 sayılı SMK m.5/1-c bendinde; Ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin sunulduğu zamanı gösteren veya malların ya da hizmetlerin diğer özelliklerini belirten işaret veya adlandırmaları münhasıran ya da esas unsur olarak içeren işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceği düzenlenmiştir.
Hüküm uyarınca, ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten, üretim hizmetlerinin yapıldığı zamanı gösteren, malların ve hizmetlerin diğer karakteristik özelliklerini ifade eden sözcükleri münhasıran veya esas unsur olarak içeren işaretler marka olarak alınamazlar. Bu mutlak red nedeninin kabulünün birinci sebebi; marka olarak tescili istenen işaretin, ilgili mal veya hizmetin kendisini veya onun bazı karakteristik özelliklerini belirten ad veya işaretlerden oluşması halinde, sözkonusu işaretin o mal ve hizmetin karşılığı olan kavram ile özdeşleşecek olması, bu sebeple mezkûr işaretin ayırt edici nitelik unsurundan yoksun bulunmasıdır. İkinci sebep ise; malın ve hizmetin kendisini veya onun bazı karakteristik özelliklerini ifade eden bir işaretin marka olarak tescili suretiyle, herkesin kullandığı bir işareti bir şahsın inhisarına vermemek düşüncesidir.(Ünal Tekinalp; Fikri Mülkiyet Hukuku; Aralık 2005; 4.Bası; sh.381)
6769 sayılı SMK m.5/2 hükmüne göre; Bir marka, başvuru tarihinden önce kullanılmış ve başvuruya konu mal veya hizmetler bakımından bu kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanmışsa bu markanın tescili birinci fıkranın (b), (c) ve (d) bentlerine göre reddedilemez.
Hükme göre ayırt edici olmayan bir markanın kullanım yoluyla ayırt edici hale gelebilmesi için kullanım, tanıtım ve reklam harcamaları o kadar yoğun olmalıdır ki, artık o marka veya işaret söz konusu olduğunda bir ürünün veya hizmetin adı ya da ticarette herkesin kullandığı, malların karakteristik özelliklerini, cins veya çeşidini gösteren işaretler değil, bir firmanın mal veya hizmeti olduğu algılaması ortaya çıksın. Bu halde marka sözcük anlamından uzaklaşarak ondan bağımsızlaşmakta, ikinci bir anlam kazanmaktadır. (Uğur Çolak; Türk Marka Hukuku; Eylül 2018; 4. Baskı; sh.165-166)
Tarafların iddia ve savunmaları, marka işlem dosyası, bilirkişi raporunda tespit edilen maddi vakıalar ve tüm dosya kapsamına göre;
Dava konusu marka başvurusu ile tescili talep edilen mallar, 30. Sınıf altında yer alan “Pastries; confectionery; ice cream; honey; chocolate; chocolate products; cocoa-based beverages; cocoa-based spreads; chocolate-based spreads; chocolate based spreads also containing nuts; maple spreads”, Türkçe karşılığı olarak; “hamur işleri; şekerlemeler; dondurmalar; bal; çikolata; çikolata ürünleri; kakaolu içecekler; kakaolu ezmeler; çikolatalı ezmeler; fındık içeren çikolatalı ezmeler; akçaağaç ezmeleri” emtialarına ilişkindir.
Bu mallar; büfeler, marketler, pastahaneler gibi her zaman karşılaşılabilecek satış noktalarından temini mümkün olan veya açlık ihtiyacının giderilmesi için, tadının beğenilmesinden dolayı veya yiyeceklerin/içeceklerin yanında tüketimi tercih edilen mallardandır. Dolayısıyla yoğun tüketime konu olan ve genç-yaşlı her yaştan tüketiciye hitap etmektedirler. Ayrıca erişiminin kolaylığı ve görece düşük fiyatları da dikkate alındığında dava konusu markanın tescil talebine konu edildiği mallar için ortalama seviyedeki tüketicilerin dikkate alınması gerekmektedir.
Dava konusu marka başvurusu salt ŞEKİL’den oluşmaktadır. Bu şekil analiz edildiğinde; çikolata kreması sürülmüş bir dilim ekmek ve bunun üzerine yerleştirilmiş bir bıçak, yanında bir bardak süt, sağ tarafında minik sarı bir çiçek, sol tarafında ise iki minik yaprak ve 3 adet fındık (bir tanesi kabuklu, ikincisinin kabuğu kırılmış ve yarısı alınmış, son fındık ise kabuksuz ve yarım şekilde) görsellerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulduğu tespit edilmiştir. Şekil dikkate alındığında, ilgili tüketici tarafından beyaz sıvı dolu bardağın süt olarak algılanacağı değerlendirilmiştir. Zira süt, gıda emtialarında en çok tüketilen besin içeriği zengin, temel içeceklerden biridir. Fındık ve çiçek görselleriyle karşılaştırıldığında, krema sürülmüş ekmek ve süt dolu bardak daha büyük konumlandırılmıştır. Gerçek boyut farklılıkları şekildekiyle orantılıdır. Ekmek diliminin sol tarafına yerleştirilmiş fındıklar, bütünden parçaya doğru sıralanmıştır. Kabuklu bütün fındık, kabuğu kırılmış fındık ve yarım fındık tüketici nezdinde fındığın işleme alındığını anımsatacak ve işlemden geçmeye devam ettiğinde krema şeklinde ekmeğin üzerine sürülebilecek (sürülebilir fındık kreması) bilgisini oluşturabilecektir. Zira tüketiciler tarafından ekmeğin üzerine sürülmüş kremanın, fındık kreması / kakaolu fındık kreması / çikolatalı krema olabileceği kolaylıkla algılanabilecektir. Özel bir şekil vb. unsur olmadan bir araya getirilmiş gıda emtialarının ayrıştırılarak veya bütün halinde algılanması söz konusu olabilecektir. Bütün anlamda değerlendirildiğinde, bir porsiyonluk bir servisi hatta genel tüketici algısında kahvaltı düzenini canlandırabilecektir. Ayrıca, özellikle çocuklar için, enerji verici bir atıştırmalık, tatlı ihtiyacının karşılanmasına yönelik ve bunun tat olarak dengelenmesi için süt ile birlikte oluşturulmuş yiyecek-içecek konsepti olarak algılanması da mümkündür.
Başvuru konusu markayı oluşturan şekil (çikolata kreması sürülmüş bir dilim ekmek ve bunun üzerine yerleştirilmiş bir bıçak, yanında bir bardak süt, sağ tarafında minik sarı bir çiçek, sol tarafında ise iki minik yaprak ve 3 adet fındık -bir tanesi kabuklu, ikincisinin kabuğu kırılmış ve yarısı alınmış, son fındık ise kabuksuz ve yarım şekilde- görsellerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş) kompozisyonunun davaya konu emtialar bakımından somut ayırt edici niteliği haiz olup olmadığı incelendiğinde;
“Kakaolu fındık kreması sürülmüş ekmek dilimi” şeklinin diğer unsurlara nazaran markada baskın unsur olarak yer aldığı görülmektedir. Standart bir ekmek diliminin üzerine sürülmüş olan fındık kreması, rengi nedeniyle kakaolu olduğunu, ekmek diliminin yanındaki fındık görselleri nedeniyle de fındık kreması olduğunu düşündürmektedir. Belirlenen ilgili tüketici kesimini oluşturan ortalama seviyedeki tüketicilerin bu şekilde düşünmeleri kaçınılmaz olacaktır. Ekmek dilimi ve bıçak figürü ise fındık kremasının sürülebilir olduğu algısına neden olmaktadır. Hemen yanında yer alan bir bardak süt ise fındık kremasının içeriğinde süt bulunduğunu ya da süt ile birlikte tüketilebilir olduğunu düşündürecektir.
Başvurudaki baskın unsur durumunda olan sürülebilir kakaolu fındık kreması, diğer unsurlardan bağımsız olarak ele alındığında, ortalama tüketicilerin bu ürünlerle ne şekilde karşılaştığına ilişkin bir bakış açısının ortaya konulması, uyuşmazlığın çözümü bakımından etkili olacaktır. Bu doğrultuda ortalama tüketicilerin de sıklıkla kullandığı ve bu tüketicilerin algısı bakımından önemli düzeyde fikir verebilecek olan Google arama motorunda bilirkişi heyeti vasıtasıyla yapılan araştırmada gözlemlenen bazı görsellere bilirkişi raporunda yer verilmiştir.
Bilirkişi raporunda kayıtlı örneklerdeki ambalajlarda yer verilen kompozisyonlarda da görüldüğü üzere; içeriği veya tüketim biçimini göstermeye yönelik olarak standart kompozisyonlar kapsamında, kakaolu fındık kreması sürülmüş ekmek dilimi veya bu ekmek dilimine fındık kremasının sürülmesi sırasında kullanılan bıçak, yanında bulunan süt dolu bardak/sürahi, fındık/lar gibi görseller tüketicinin sıklıkla karşılaştığı bir uygulama durumundadır. Farklı pek çok markada yer verilen bu unsurların tamamının ürün veya içerik açısından ilgili sektörde ambalaj tasarımı durumunda yaygın olarak kullanılan, çikolata, fındık kreması, sütlü / kakaolu fındık kreması gibi ürünlerin tüketiciye sunumunda adeta gelenekselleşmiş bir uygulama olduğu ve piyasadaki benzer mallardan ayırt etme fonksiyonuna sahip olmadığı açıktır.
Başvurudaki “fındık, süt gibi” unsurlar ise yukarıda da açıklandığı ve örnek olarak verilen görsellerde de görüldüğü üzere; günlük kullanımda standart hale gelmiş bir sürahi veya bardak içindeki süt, fındık, kremanın sürülmesinde kullanılan bıçak gibi unsurların ortalama seviyedeki tüketiciler üzerinde özel bir çağrışım yapma, herhangi bir kaynak gösterme, ürünlerin menşeine işaret etme ya da ürünleri birbirinden ayırt etme fonksiyonu bulunmamaktadır. Ayrıca, belirtilen bu unsurların bir bütün olarak oluşturduğu kompozisyon, ilgili piyasada ürünlerin özelliklerine veya içeriğine işaret etmek amacıyla yaygın kullanımı bulunan şekillerdendir.
Dolayısıyla, ortalama seviyedeki tüketiciler üzerinde oluşturacağı etki ve algılama açısından değerlendirildiğinde bu şekillerin de tek tek ya da birlikte markaya özgün ve ayırt edici bir nitelik kazandırmadığının kabulü gerekir.
Bu durumda “markayı oluşturan unsurların tamamı bir araya geldiğinde, birlikte ve bir bütün olarak markaya ayırt edici nitelik kazandırmakta mıdır?” sorusunun cevaplandırılması gerekmektedir.
Bir markayı oluşturan birden fazla şeklî unsurlardan her biri tek başına ayırt edici nitelikte olmamasına rağmen bu unsurların bir araya getirilmesi bazı durumlarda markaya özgün bir nitelik ve ayırt edici bir fonksiyon kazandırabilir. Bununla birlikte, bu tür birden fazla şeklin markaya ayırt edici nitelik kazandırabilmesinin en önemli şartı; ilgili piyasadaki standart uygulama ve tasarımların dışına çıkması ve bunun bir sonucu olarak ortalama seviyedeki ilgili tüketici nezdinde ürünün menşeini/üreticisini gösterme fonksiyonunu elde etmesidir. Eğer bir marka üzerinde ayırt edici nitelikten yoksun birden fazla unsur, piyasadaki farklı işletmeler tarafından yaygın bir şekilde bir araya getirilerek ürün ambalajlarında kullanılıyor ise, bu standart unsurların birbirinden farklı ancak özünde standart ürün ve kap gibi araçlarla tek tek ya da birlikte sunumu markaya ayırt edici nitelik kazandırmayacaktır. Markanın ayırt edici nitelik kazanması, bu standardın dışına çıkmış, ortalama seviyedeki tüketicinin dikkatini ilk görüşte çekebilecek özgün şekil ya da unsurların kullanımıyla mümkün olabilecektir.
Değerlendirme konusu bakımından tescil talebine konu edilen malların da dikkate alınması gerekmektedir. Tescil talebine konu edilen 30. sınıftaki “hamur işleri; şekerlemeler; dondurmalar; bal; çikolata; çikolata ürünleri; kakaolu içecekler; kakaolu ezmeler; çikolatalı ezmeler; fındık içeren çikolatalı ezmeler; akçaağaç ezmeleri”, sürülebilir olmaları, türleri, içerik olarak fındık kreması, fındık veya süt içermeleri gibi durumları, ortalama seviyedeki tüketicilerde doğrudan akla getirebilecektir. Başka bir ifadeyle ürün, içerik veya tüketim konseptine ilişkin bir algı yaratan ve tüketicilerin sıklıkla karşılaştığı kompozisyonun, ilgili tüketici nezdinde tescil talebine konu edilen malları piyasadaki diğer mallardan ayırt etme ve bu malların kaynağına işaret etme fonksiyonunun bulunmadığı gözlemlenmiştir. Bu durumda başvuru markasının, markanın en temel işlevi olan ayırt edicilik fonksiyonunu yerine getirmediği, dolayısıyla ilgili tüketiciler nezdinde marka algısı yaratma niteliğinden -ayırt edicilikten- yoksun bir işaret olduğu kanaatine varılmıştır. Belirtilen nederlerle; davaya konu marka başvurusunun tescil kapsamından çıkartılan emtialar bakımından somut ayırt edici niteliği haiz bir ibare olmadığı, bu nedenle somut marka başvurusu bakımından SMK m.5/1-b hükmü uyarınca mutlak tescil engeli bulunduğu kanaatine varılmıştır.
Dava konusu marka başvurusunun, tescil kapsamından çıkartılan emtialar bakımından tasviri nitelikte olup olmadığı irdelendiğinde;
Başvuru konusu markayı oluşturan “fındık kreması sürülmüş ekmek dilimi”, “bir bardak süt” ve “fındık” tan ibaret üç temel unsurun tamamının tescili talep edilen 30. sınıftaki “hamur işleri; şekerlemeler; dondurmalar; bal; çikolata; çikolata ürünleri; kakaolu içecekler; kakaolu ezmeler; çikolatalı ezmeler; fındık içeren çikolatalı ezmeler; akçaağaç ezmeleri”nin en temel özelliklerine işaret ettiği açık bir şekilde görülmektedir. Bunlar arasında; malların sürülebilir olması, hammadde olarak süt, fındık veya sürülebilir fındık kreması vb. içermesi, yiyecekteki aromaya işaret etmesi gibi özellikler sayılabilir.
Diğer taraftan, yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere, markayı oluşturan bu unsurların tamamı ilgili piyasada herkesin yaygın kullanımı bulunan, standart haline gelmiş şekillerden oluşmakta, herhangi bir özgün niteliği bulunmayan bu şekillerin ürünün menşeini/üreticisini gösterme ve temel özelliklerine doğrudan işaret ettiği malları piyasadaki diğer benzer mallardan ayırt etme niteliği bulunmamaktadır. Kaldı ki, bu tür doğrudan tanımlayıcı nitelikteki bir işaretin tanımlayıcılık kapsamında değerlendirilebilmesi için ilgili piyasada herkes tarafından yaygın kullanımının gerekmeyeceğinin de kabulü gerekir.
Başvuruya konu şekil, ilgili sektörde herkes tarafından kullanılmasında herhangi bir teknik zorunluluk bulunmayan bir kompozisyon olsa da, bu durum esas itibariyle ürünün temel özelliklerine doğrudan işaret eden bu şeklin tanımlayıcı niteliğini ortadan kaldırmamaktadır.
Netice itibariyle, başvuruyu oluşturan marka örneğinde yer alan ve özgün bir niteliği bulunmayan unsurların tamamının tescili talep edilen malların temel özelliklerine doğrudan işaret eden ve sadece ilgili malları tanımlayıcı bir fonksiyon icra eden unsurlar olduğu, dolayısıyla tescili talep edilen malların en temel karakteristik özelliklerine doğrudan işaret ettiği açık olduğundan başvurunun tescil talebine konu edilen mallar bakımından çeşit/tür/cins vb. özellikler belirttiğinden SMK m.5/1-c hükmü uyarınca mutlak tescil engeline tabi bir işaret olduğu kanaatine varılmıştır.
Davacı başvuru sahibi tarafından kullanım sonucu ayırt edicilik iddiasında bulunulmuşsa da, marka işlem dosyası kapsamında çekişme konusu işaretin, başvuruya konu edildiği tarihten önce markasal olarak kullanımı iddiasına dair deliller sunulmuş olsa dahi, sunulan faturalar, satış katalogları, açık hava reklamları, sosyal medya reklamlarının hiçbirinde başvuru konusu şekil markası tek başına kullanılmamış ve salt şekil olarak kullanım sonucu ayırt edici olduğu ispat edilememiştir.
Davacının delillerinde sunduğu Ekşi Sözlük’te yer alan ifadeler bulunsa dahi hiçbir belgede dava konusu şeklin müstakilen yer aldığı tespit edilmemiştir.
Davacının TÜRKPATENT nezdinde T/0078 numarasıyla tanınmış markasının bulunması dava konusu şekil üzerinde kullanım sonucu ayırt edicilik istisnası konusunda yeterli görülmemiştir. Zira ilgili marka; “…” olarak gözükmekte, herhangi bir şekil içermemektedir.
Dosya kapsamında davacı tarafından sunulan önceki tarihli markalar ve sınıf/emtiaları, bilirkişi raporunda sıralanmıştır. Dava konusu şekil, 90 005393 numaralı markada aynen yer almakta, ancak müktesep hak bakımından dikkate alınacak dahi olsa, bu şekil markasının uzun süreli kullanımına ilişkin herhangi bir somut delil ibraz edilmemiştir. 2014 104514 sayılı markada ise 12, 18, 21, 24, 25 ve 28. sınıflar tescil edilmiş ve bu mallar, dava konusu başvuru ile tescil talep edilen mallardan farklıdır. 2011 28258 ve 2012 72976 tescil numaralı markalarda da başvuru markasından farklı malların bulunmasının yanı sıra müktesep hak bakımından da uzun süreli kullanımın ispatı gerçekleşmemiştir.
Önceki tarihli diğer markalarda ise dava konusu şekil tek başına kullanılmamış ve baskın unsur olarak yer almamıştır. Bu sebeplerle önceki tarihli markaların tescilli olması, ayırt edicilik ve tanımlayıcılık ile ilgili varılan mahkeme kanaatini etkileyecek nitelikte bulunmamıştır.
Açıklanan hususlar karşısında somut olay bakımından kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanılmasına ilişkin istisnai düzenlemenin uygulanabilme imkânı bulunmadığı kanaatine ulaşılmıştır.
Davacı tarafından marka kararına itiraz açıklamalarında ve sair beyanlarda değinilen Yargıtay kararlarında Paris Sözleşmesi’ne taraf birçok ülkede tescili bulunan markanın Türkiye’de de tescil edilmesi gerektiği ifade dilmiştir. Ayrıca uluslararası başvurunun üye ülkelerde veya menşe ülkede kabul edilmesi durumunda Türkiye’de de tescil edilmesi gerektiği yönünde iddialar ileri sürülmüştür. Madrid Sistemi uyarınca yapılan uluslararası başvuru, markanın korunmasının arzu edildiği üye ülkelere ayrı ayrı tescil başvurusunda bulunmak yerine menşe ofisinde tescilli bir markaya istinaden bir tek milletlerarası tescil başvurusunda bulunulması ve bu başvuru neticesinde WIPO nezdindeki milletlerarası büroca milletlerarası tescilin yapılması yeterlidir. Böylece bir işarete birden fazla ülkede marka koruması sağlanmasına yönelik formaliteler esaslı surette azaltılmış ve daha düşük maliyetlerle karşılaşılması benzeri kolaylıklar sağlanmıştır. Söz konusu sistem, bir ülkedeki tescilin başka bir ülkedeki tescil için garanti oluşturması gibi bir husus içermemektedir.
Marka tescil ve koruma sistemi her ülkenin kendi özel hedef ve kuralları çerçevesinde işleyen otonom bir sistemdir. Bu nedenle, her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de geçerli olan marka tescil sistemi de diğer ülkelerden bağımsız olarak, kendi ulusal mevzuatı kapsamında işleyen bir sistem olduğuna göre, bir marka başvurusuna ilişkin diğer ülkelerin kararlarının normal koşullarda Türkiye için bağlayıcı bir etkisi bulunmamaktadır. Kaldı ki, iddialarda atıfta bulunulan Paris Sözleşmesi’nin ilgili maddesi de Taraf Ülkelere bu tür bir sınırlama getirmemektedir.
Paris Sözleşmesi Madde 6 (1) ile; üye ülkelerdeki marka başvuru ve tescil şartlarının her bir üye ülke tarafından ve kendi ulusal mevzuatı çerçevesinde belirleneceği, Beşinci Mükerrer 6’ncı madde, B (2) ile ise; ayırt edici niteliği bulunmayan ya da tescili talep edilen mallar için “…cins, çeşit, vasıf… bildiren başvuruların reddedilebileceği öngörülmektedir. Dolayısıyla, bir marka başvurunun daha önce Paris Sözleşmesi’ne taraf bir ülkede tescilli olması, diğer ülkeleri ve dolayısıyla Türkiye’yi bağlayıcı, ya da bu ülkelerde tescili için yeterli bir unsur değildir. Bu başvurunun ayrıca Türkiye’de ulusal mevzuat tarafından belirlenmiş şartları karşılaması gerekmektedir.
Bunlara ilaveten dava konusu markanın uluslararası tescil numarası olan 1532624 ile WIPO’nun resmi internet sitesi üzerinden yapılan araştırmada tescil talebi ile koruma talep edilen İrlanda, Hindistan, Çin, Portekiz, Danimarka, Macaristan, Avusturya gibi ülkelerde de başvurunun kısmen ya da tamamen reddedildiği gözlemlenmiştir.
Bu durum karşısında her bir ülke için kendi kuralları çerçevesinde işleyen bir sistemde sadece bazı ülkelerdeki tescil kararlarının ülkemiz açısından talep edilen korumaya etkisi olmayacağı açıktır. Aksi halde tersi yöndeki tespit edilen örneklerin de aynı somut olay açısından olumsuz kayıt olarak dikkate alınması gerekecektir.
Şu halde ülkemizdeki tescil sürecine ilişkin kurallar çerçevesinde değerlendirme yapılması asıldır. Bu kapsamda da başvurunun reddine ilişkin olarak yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında; dava konusu marka başvurusunun SMK m.5/1-b ve m.5/1-c hükümleri uyarınca mutlak tescil engeline tabi bir işaret olduğu, bu işaretin; tescil başvuru tarihinden önce tescil edilmek istendiği emtialar bakımından çok yoğun ve sıkı kullanıldığının ispatlanamadığı, bu nedenle mutlak tescil engellerinin istisnasını oluşturan SMK m.5/2 hükmü koşullarının somut olayda oluşmadığı kanaatine varıldığından, davaya konu YİDK kararında iptalini gerektirir hukuka aykırı bir yön bulunmadığından açılan davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 59,30 TL maktu karar ve ilam harcından peşin alınan 54,40 TL’nin düşümü ile bakiye kalan 4,90 TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar verildiği tarihte yürürlükte bulunan AAÜT m.3 hükmü gereği hesaplanan 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan 54,40 TL peşin harç, 54,40 TL başvurma harcı, 7,80 TL vekalet harcı, 98,00 TL posta, 1.700,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 1.914,60 TL yargılama giderinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-HMK m.333 hükmü gereği karar kesinleştiğinde artan avansın yatıran tarafa re’sen iadesine,
Dair, Davacı vekilinin, Davalı Kurum vekilinin yüzüne karşı, HMK m.341 ve m.345 hükümleri gereği kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi ilgili hukuk dairesi nezdinde İSTİNAF yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.
16/07/2021