Emsal Mahkeme Kararı Ankara 5. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2020/238 E. 2021/170 K. 14.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2020/238 Esas – 2021/170
TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
ANKARA
5. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2020/238 Esas
KARAR NO : 2021/170

DAVA : Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali – Markanın Hükümsüzlüğü)
DAVA TARİHİ : 14/09/2020
KARAR TARİHİ : 14/04/2021
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 29/04/2021
Mahkememizde görülmekte bulunan Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali – Markanın Hükümsüzlüğü) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili 14/09/2020 tarihli dava dilekçesinde özetle; Davacının 1978 yılında başlayan faaliyetleri ile gıda sektöründe Türkiye’nin en köklü ve büyük şirketlerinden biri olduğunu, “…” markasına kurulduğu günden beri ciddi yatırımlar yaptığını ve emek harcadığını, “…” ibaresinin gıda sektöründe davacı ile özdeşleştiğini ve tanınmış hale geldiğini, bu tanınmışlığın davalı TÜRKPATENT tarafından da kabul edilerek T/03067 sicil no.su ile tescil edilmiş olduğunu, yine davacının “…” ibaresini ticaret unvanında da çok uzun yıllardır kullanageldiğini, davacının çok sayıdaki “…” markalarının seri marka niteliğini haiz olduğunu, davalı firmanın tescil ettirmek istediği “… …” ibareli markanın davacının tescilli/tanınmış/seri “…”lı markalarının devamı niteliğinde olduğu imajını verdiğini, davalının markasında geçen “…” ibaresinin tasviri/tanımlayıcı bir ibare olduğunu ve ayırt edici niteliğinin bulunmadığını, dolayısıyla davalı markasının esas unsurunun davacının tescilli/tanınmış/seri “…”lı markalarının esas unsuru ile ayniyet derecesinde benzeyen “…” ibaresi olduğunu, taraf markalarının görsel, işitsel ve kavramsal açılardan ayrıca genel görünümleri itibariyle benzer markalar olduğunu ve aynı/aynı tür mal ve hizmetlerde kullanılacaklarını, zira davacının “…”lı markalarının 01-45. Sınıflar arasında birçok sınıf için tescilli olduğunu, bu durumun markalar arasında karıştırılma ihtimalini doğuracağını, davacının bilhassa 2018 09496, 2017 45451, 2017 74796, 2017 109121, 2017 109120, 2017 18875, 2016 62017, 2016 28733, 2016 01385, 2014 83962, 2014 83958, 2014 39733, 2013 78180, 2013 78185, 2011 81812, 2004 42602 sayılı markaları açısından davalının markasının karıştırılma ihtimalinin yüksek olduğunu, davalı firmanın davacının tanınmış markalarının ününden haksız bir biçimde faydalanmak amacıyla “…” esas unsurlu markayı tescil ettirmek istemesinin davalının kötü niyetinin açık bir tezahürü olduğunu ileri sürerek, TÜRKPATENT YİDK’nın dava konusu edilen 10.07.2020 tarihli ve … sayılı kararının iptaline ve davalı adına tescili talep edilen … sayılı markanın tescil edilmesi halinde hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalı TÜRKPATENT vekili 17/09/2020 tarihli cevap dilekçesinde özetle; Dava konusu marka başvurusunda geçen “… …” ibaresi ile davacının “…”lı markalarının benzemediğini, karşılaştırılan markaların içerdikleri farklı unsurlar göz önüne alındığında karıştırılma ihtimalinin bulunmadığını, bir markanın tanınmış marka olması halinde dahi karşılaştırılan bir marka başvurusunun farklı sınıflarda tesciline engel olabilmesi için bu durumun tek başına yeterli olmadığını, somut olayda davacının SMK m. 6/5 hükmünün uygulanması koşullarının oluştuğunu ve dahi davalının dava konusu edilen marka başvurusunun kötü niyetle yapıldığını ispat edemediğini, bu nedenlerle davadaki taleplerin reddinin gerektiğini savunmuştur.
Davalı … Sandalye Sanayi Ticaret Limited Şirketi vekili 23/10/2020 tarihli cevap dilekçesinde özetle; Dava konusu edilen “… …” markasının görsel, işitsel ve kavramsal açılardan davacının “…”lı markaları ile tamamen farklı olduğunu, ayrıca “…” ibaresinin davalı adına 2005 32236, 2011 92360, 2019 93570, 2019 93582, 2019 97787 ve 2020 13851 sayılı markalar tahtında tescilli olduğunu, yani davalının “…” markası üzerinde kazanılmış hakkının mevcut olduğunu, davacının temel faaliyet alanının çay/kahve üretimi ve satışı olduğunu, davalının ise uzun yıllardır mobilya sektöründe faaliyet gösterdiğini, bu sektörde ihracat yapan saygın bir firma olduğunu, bu yüzden de taraf markalarının karıştırılma ihtimalinin bulunmadığını, davacının “…” markası tanınmış marka olsa da bu tanınmışlığın gıda sektöründe olduğunu, davalının bu sektörden tamamen farklı bir sektörde faaliyet gösterdiğini ve markasını tescil ettirmek istediği 06, 22, 35 ve 42. Sınıflara giren emtialarda davacının “tanınmış” markasının korunmasının mümkün olmadığını, ayrıca davacının davasına mesnet aldığı markalarını 30. Sınıf haricinde tescilli olduğu diğer sınıflarda kullanma yükümlülüğünü yerine getirmediğini, bu yüzden de huzurdaki davayı ikame etme hakkının bulunmadığını, huzurdaki davanın 2 aylık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, bu nedenlerle davadaki taleplerin reddinin gerektiğini savunmuştur.
UYUŞMAZLIK:
Dava, 5000 sayılı Patent ve Marka Vekilliği ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun m.15/C hükmüne göre açılan YİDK Kararının İptali ve 6769 sayılı SMK m.25 hükmüne göre açılan Markanın Hükümsüzlüğü istemine ilişkindir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın; Davalı kurumun tesis ettiği … sayılı YİDK kararının hukuka uygun olup olmadığı, davalı şirkete ait … nolu “… …” ibareli marka başvurusu ile davacıya ait “…” ibareli markalar arasında iltibas tehlikesi bulunup bulunmadığı, davalı şirketin önceki tarihli tescilli markalarından kaynaklı müktesep hakkının bulunup bulunmadığı, markanın hükümsüzlüğü istemi bakımından davalı şirketin ileri sürdüğü kullanmama def’inin yerinde olup olmadığı, davacı markalarının tanınmış olup olmadığı, davalı şirketin marka başvurusunda kötü niyetli olup olmadığı, tescili halinde davalı markasının hükümsüzlüğünün gerekip gerekmediği hususlarına ilişkin olduğu tespit edilmiştir.
Davanın açılmasını müteakip tarafların dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, marka tescil ve başvuru dosyaları ile alâkalı kayıtları getirtilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, hak düşürücü süre bakımından eksiklik bulunmadığı tespit edilmiş, taraflar sulhe teşvik olunmuş, arabulucuya gitme hakları hatırlatılmış, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını müteakip, bilirkişi heyetinden maddi vakıalara ilişkin rapor alınmış, 06/08/2015 tarih 29437 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’in 201/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraflara tahkikat ve yargılamanın geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
İşlem dosyasının tetkikinde; Davalı şirketin “… …” ibaresinin 06, 22, 35 ve 42. sınıflarda bulunan bir kısım mal ve hizmet sınıflarında tescili amacıyla 01.10.2019 tarihinde gerçekleştirdiği … sayılı marka başvurusunun yapılan ilk incelemeler sonrasında 28.10.2019 tarih ve 335 sayılı Bülten’de ilan edildiği, söz konusu ilana karşı davacı yanın 27.12.2019 tarihinde 2018/09496, 2017/45451, 2017/74796, 2017/109121, 2017/109120, 2017/18875, 2016/62017, 2016/28733, 2016/01385, 2014/83962, 2014/83958, 2014/39733, 2013/78180, 2013/78185, 2011/81812, 2004/42602, T/03067 sayılı markalarını mesnet göstererek 6769 sayılı SMK’nın 6/1, 6/3, 6/5, 6/6 ve 6/9 hükümleri kapsamında itirazda bulunduğu, davalı şirketin 24.01.2020 tarihli itiraza karşı görüş bildirme dilekçesi ibraz ettiği, yayına yapılan itirazın Markalar Dairesi Başkanlığı’nca reddedildiği, bu karara karşı davacı şirket tarafından 02.06.2020 tarihinde yeniden itirazda bulunulduğu, davalı şirketin 01.07.2020 tarihli itiraza karşı görüş bildirme dilekçesi ibraz ettiği, yeniden yapılan itirazı değerlendiren Türk Patent ve Marka Kurumu Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun … sayılı YİDK kararı ile itirazın reddine karar verdiği, bu kararın davacı marka vekiline 13.07.2020 tarihinde tebliğ edildiği, iki aylık hak düşürücü süre içinde eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır. Dava konusu marka 21.12.2020 tarihinde tescil edilmiştir.
6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 6.maddesinin 1.fıkrasına göre; Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.
Karıştırma ihtimali, ortalama tüketicilerin, her iki işaret arasında bir şekilde bağlantı kurmasıdır. Bu durum, bir mal veya hizmetin alıcısının bildiği veya duyduğu bir mal veya hizmeti aldığı zannı ile başka bir işletmenin aynı veya benzer malını ya da hizmetini alma ihtimali biçiminde tanımlanmaktadır. Karıştırılma ihtimali, iltibas kavramından daha geniş bir kavram olup, doğrudan ve dolaylı karıştırılma ihtimali olarak ikiye ayrılır. Bu ayrıma göre eğer mal veya hizmetin aynı işletmeden ileri geldiği yönünde bir algılama ortaya çıkıyor, yani bir işletmeye ait mal veya hizmet, başka bir işletmeye ait mal veya hizmet ile karıştırılıyor ve bu nedenle satın alınıyorsa doğrudan karıştırılma ihtimali söz konusudur. Buna karşın, eğer mal veya hizmetin markası birbirinden ayırt ediliyor ancak bunların aynı işletmenin markaları olduğu ya da bu mal veya hizmetin aralarında ekonomik veya idari bağlantı bulunan işletmelerden geldiği biçiminde bir algılama oluşuyor ise bu halde de dolaylı karıştırılma ihtimalinden söz edilir.
Karıştırılma ihtimalinden bahsedilebilmesi için öncelikle önceki ve sonraki markalar arasındaki mal veya hizmet sınıflarının aynı ya da benzer olması gerekir. Mal veya hizmetlerin benzer olup olmadığının belirlenmesinde, karşılaştırılacak mal veya hizmetlerin benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği, benzer ihtiyaçları karşılayıp karşılamadığı, aralarında hammadde-yarı mamül-mamül ürün ilişkisi bulunup bulunmadığı, birbirleri yerine ikame ya da tamamlayıcı ürün ya da hizmet olup olmadıkları, dağıtım kanallarının ortak olup olmadığı, marketlerde aynı reyon ya da raflarda satılıp satılmadıkları, aynı toptancılarda satılıp satılmadıkları gibi kriterler göz önünde tutulmalıdır. Sınıfsal benzerlik karşılaştırmasında gerek Nice sınıflandırması gerekse de TÜRKPATENT tarafından çıkartılan sınıflandırma tebliğleri mahkemeler bakımından bağlayıcı değildir. Somut olayın özelliklerine göre TÜRKPATENT tarafından çıkartılan sınıflandırma tebliğinde farklı sınıflarda yer almalarına rağmen ilgili alıcısı nezdinde karıştırmaya yol açacak nitelikteki ürün ve hizmet markalarının kapsadıkları mal ve hizmet sınıflarının benzer olarak değerlendirilmesi de mümkündür.
Karıştırılma ihtimali bakımından sınıfsal benzerliğin söz konusu olması halinde önceki ve sonraki markanın aynı ya da benzer olup olmadıklarının incelenmesi gerekir. Markaların aynı ya da benzer olup olmadıkları incelenirken markayı oluşturan her bir unsura göre değil, bir bütün olarak karşılaştırılan markaların bıraktığı genel, global izlenim, markaların bütünü ile bıraktığı etki dikkate alınacaktır. Markalarda eğer tanımlayıcı unsurlar var ise bu unsurlar değerlendirme dışı bırakılacaktır. Global değerlendirmeye göre, karşılaştırılan markalar arasında karıştırılma ihtimalinin mevcut olup olmadığı incelenirken, ilgili alıcısı nezdinde bıraktıkları genel intibaya göre markaların benzer olup olmadığı, markalar arasında görsel, işitsel ve kavramsal benzerlik bulunup bulunmadığı, ortalama alıcısının algısının ve satın alma kararı verirken göstereceği özen ve dikkat derecesinin ne olduğu, markalar veya işletmeler arasında bağlantı ihtimalinin söz konusu olup olmadığı gibi hususlar incelenerek değerlendirme yapılmalıdır. Bu şekilde inceleme yapılırken, markanın toplumda ne kadar tanındığı, markaların ayırt edici unsurlarının neler olduğu, markanın hitap ettiği ürün ya da hizmetin tüketici kitlesinin kimler olduğu, bu kitlenin satın alma sürecinde göstermeleri beklenen dikkat ve algılama düzeyinin ne olduğu, mal veya hizmetin niteliğinin ve fiyatının ne olduğu, markanın ne kadar özgün, ayırt edici ya da tanımlayıcı olduğu, seri marka algılamasına yol açıp açmadığı gibi hususlar dikkate alınmalıdır.
Belirtilen açıklamalar ışığında, tarafların iddia ve savunmaları, marka işlem dosyası, itiraza mesnet markalar, hukuki nitelendirme hali hariç olmak üzere maddi vakıalara ilişkin tespitler barındıran bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre;
Davalı şirket her ne kadar, Markalar Dairesi Başkanlığı kararı üzerine davacının ibraz ettiği yeniden itiraz dilekçesine karşı ibraz ettiği 01/07/2020 tarihli karşı görüş dilekçesinde, itiraza mesnet markaların kullanılmadığı def’inde bulunmuşsa da, yayına ilk itiraz dilekçesi üzerine ibraz ettiği 24/01/2020 tarihli karşı görüş dilekçesinde bu yönde bir def’i ileri sürmemiştir.
SMK m.19/2 hükmüne göre; 6 ncı maddenin birinci fıkrası kapsamında yapılan itirazlarda, itiraz gerekçesi markanın itiraza konu başvurunun başvuru veya rüçhan tarihinde Türkiye’de en az beş yıldır tescilli olması şartıyla, başvuru sahibinin talebi üzerine, itiraz sahibinden, itiraza konu başvurunun başvuru veya rüçhan tarihinden önceki beş yıllık süre içinde itiraz gerekçesi markasını itirazına dayanak gösterdiği mal veya hizmetler bakımından Türkiye’de ciddi biçimde kullanmakta olduğuna ya da kullanmamaya dair haklı sebepleri olduğuna ilişkin delil sunması talep edilir. İtiraz sahibi tarafından bu hususların ispatlanamaması durumunda itiraz reddedilir. İtiraz gerekçesi markanın, tescil kapsamındaki mal veya hizmetlerin sadece bir kısmı için kullanıldığının ispatlanması hâlinde itiraz, sadece kullanımı ispatlanan mal veya hizmetler esas alınarak incelenir.
Dava konusu marka işlem dosyasında, SMK m.19/2 hükmü uyarınca yayına itiraz edilmesi üzerine dosyamız davalı şirketi ibraz ettiği 24/01/2020 tarihli karşı görüş dilekçesinde kullanmama def’i ileri sürmesi gerekirken, bu aşamada bu def’iyi ileri sürmemesi nedeniyle marka işlem dosyasında daha sonra 01/07/2020 tarihli karşı görüş dilekçesi ile ileri sürülen kullanmama def’i dikkate alınmadan yargılama yürütülmüş, bu hususun aksi yönde hukuki tespitler barındıran bilirkişi heyeti görüşüne iştirak edilmemiştir.
Davalı şirketin dava aşamasında ileri sürdüğü kullanmama def’i, markanın hükümsüzlüğü istemi bakımından ön sorun olarak irdelenmiştir.
SMK m.25/7 hükmüne göre; 6 ncı maddenin birinci fıkrası uyarınca açılan hükümsüzlük davalarında 19 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü def’i olarak ileri sürülebilir. Bu durumda kullanıma ilişkin beş yıllık sürenin belirlenmesinde dava tarihi esas alınır. Hükümsüzlüğü istenen markanın başvuru veya rüçhan tarihinde, davacının markası en az beş yıldır tescilli ise davacı ayrıca, söz konusu başvuru veya rüçhan tarihinde 19 uncu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen şartların yerine getirildiğini ispatlar.
Belirtilen açıklamalar ışığında davalı tarafın ileri sürdüğü kullanmama def’i incelendiğinde; Davacının hükümsüzlük talepli davasına karşı ileri sürülen kullanmama def’inin dinlenebilmesi için, SMK m. 25/7 hükmüne göre, davacının davasına mesnet aldığı markalarının, dava tarihi itibariyle en az 5 yıl süreyle tescilli olmaları gerekir.Huzurdaki davanın açıldığı tarih olan 14.09.2020 tarihinden geriye dönük beş yıl hesaplandığında, ulaşılan 14.09.2015 tarihinden önce davacının tescile bağlanmış olan markalarının kullanımının ispat edilebilmesi gerekir. Davacının itirazlarına mesnet aldığı markalardan sadece 2011 81812 ve 2004 42602 sayılı markaları, dava konusu marka başvuru tarihinden önceki 5 yıl olan, 01.10.2014 tarihinden önce tescil edilmiştir. Bunlara ilaveten, davacının davasına mesnet aldığı markalarından sadece 2014 21213, 2013 70201, 2013 70198, 2013 63644, 2013 63640, 2013 63638, 2013 59122, 2013 56777, 2013 54429, 2013 36638, 2013 36635, 2013 29261, 2013 08159, 2013 04959, 2013 04955, 2012 36140, 2011 95922, 2011 81813, 2011 81812, 2011 64761, 2011 55709, 2011 51497, 2011 00627, 2010 62416, 2010 39414, 2010 37274, 2007 08531, 2005 50104, 2004 42602, 2003 37097, 2003 12043, 2001 19191, 2000 18919 ve 2000 17787 sayılı markaları, 14.09.2015 tarihinden önce tescil edilmiştir. Sonuçta, davacının bu markaları açısından, davalının kullanım ispatı talebinin süre açısından dinlenebilir olduğu görülmektedir.
Davacının TÜRKPATENT işlem dosyasına, markasal kullanımlarına ilişkin hiçbir belge ve delil sunmadığı anlaşılmaktadır. Dava dosyasına sunduğu belge ve delillerden ise, davacının tek tek markaları ele alındığında, bunların hangilerinin ciddi biçimde kullanıldığı hususu tespit edilememektedir. Ancak; davacının dava dosyasına sunmuş olduğu belge ve delillerden, davacının “…”lı markalarını, Türkiye sınırları içinde, 2006 yılından beri, kesintisiz ve ciddi olarak, markasal hüviyette, sadece “ÇAY” emtiasında kullandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, davacının yukarıda tescil numaraları sayılan markalarının SMK m. 6/1 hükmü kapsamında korunması, ancak ve sadece “çay ve türevleri” emtiası açısından olabilecektir. Davalının markasını tescil ettirmek istediği emtialar arasında ise, “çay ve türevleri”, hatta 30. Sınıfa giren hiçbir emtia yer almamaktadır. Bütün bu tespitler doğrultusunda, davacının davasına/itirazlarına mesnet aldığı, davalının kullanmama def’ine muhatap 2011 81812, 2004 42602, 2014 21213, 2013 70201, 2013 70198, 2013 63644, 2013 63640, 2013 63638, 2013 59122, 2013 56777, 2013 54429, 2013 36638, 2013 36635, 2013 29261, 2013 08159, 2013 04959, 2013 04955, 2012 36140, 2011 95922, 2011 81813, 2011 81812, 2011 64761, 2011 55709, 2011 51497, 2011 00627, 2010 62416, 2010 39414, 2010 37274, 2007 08531, 2005 50104, 2004 42602, 2003 37097, 2003 12043, 2001 19191, 2000 18919 ve 2000 17787 sayılı markaları açısından, somut olayda “emtia ayniyeti/türdeşliği/benzerliği” şartının gerçekleşmediği, doğrudan söylenebilecektir.
Davacının yukarıdaki paragrafta bahsi geçen kullanmama def’ine muhatap markaları hariç, taraf markalarının tescilli olduğu/tescil edilmek istendiği emtialar, bilirkişi raporunda yer verilen tablolarda incelendiğinde de, davacının hiçbir markasının, davalının markasını tescil ettirmek istediği 06, 22 ve 42. Sınıflara giren emtialar için tescilli olmadığı görülmektedir. Davacının, kullanmama def’ine muhatap olmayan markalarının tescilli olduğu, 35. Sınıfa giren hizmetler hariç, hiçbir mal ya da hizmet, davalının markasının koruma kapsamına alınmak istenilen 06, 22 ve 42. Sınıflardaki emtialar ile; benzer alıcı çevresine hitap etmezler, benzer ihtiyaçları gidermezler, son kullanıcıları ve hedeflenen tüketici profilleri farklıdır, satış/dağıtım kanalları farklıdır, birbirlerini tamamlayıcı nitelikleri ve birbirleri yerine ikame imkanları hiç yoktur ve benzer markaları bu farklı mal ve hizmetler kapsamında kullanılırken gören tüketicilerin, markalar arasında veya marka sahibi işletmeler arasında bir bağlantı kurması mümkün değildir. Ancak; davacının kullanmama def’ine muhatap olmayan bir kısım markası, 35.sınıf altında, 06 ve 22. Sınıflara giren emtiaların perakende/toptan satışı hizmetleri için tescillidir. Bir mal sınıfı 35. Sınıf kapsamında perakendecilik hizmetine konu oluyorsa, bu durumda söz konusu mallar ile onların satışı hizmetleri arasında benzerlik bulunduğu, doktrinde ve yerleşik Yargıtay içtihatlarında kabul edilmektedir. Zira; “Praktiker” kararında da belirtildiği üzere, “somut bir malı satmak için verilen bu hizmet tabiatıyla bu mal olmadan bir mana ifade etmeyecektir”. Diğer bir ifadeyle, bu mal ve hizmetler yakın bağlantılıdır ve birbirlerini tamamlarlar. Bu yüzden de, somut olayda, davalının markasının kapsamına alınmak istenen, 06 ve 22. Sınıflara giren emtialar açısından, davacının bir kısmını itirazlarına bir kısmını da (ilaveten) davasına mesnet aldığı 2017 74796, 2017 109121, 2017 109120, 2017 18875, 2016 28733, 2016 01385, 2013 78180, 2013 78185 sayılı markalar hasebiyle, emtia benzerliği şartının gerçekleştiği, davalının markasının kapsamına alınmak istenilen 42. Sınıfa giren tüm hizmetler yönünden, somut olayda emtia ayniyeti/türdeşliği/benzerliği şartının gerçekleşmediği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Davalının markasının kapsamına alınmak istenen 35. Sınıftaki, 01-34 sınıflara giren tüm emtiaların toptan/perakende satışı hizmetleri dahil, tüm hizmetler, davacının 2017 74796, 2017 109120, 2017 18875, 2016 28733, 2016 01385, 2013 78180 ve 2013 78185 sayılı markalarının kapsamına giren hizmetler ile birebir aynı, 2018 09496, 2016 62017, 2014 83962, 2014 83958 ve 2014 39733 sayılı markaların kapsamına giren hizmetler ile de bir kısmı itibariyle aynıdır. Dolayısıyla, somut olayda, davalının markasının kapsamına alınmak istenen, 35. Sınıfa giren tüm hizmetler açısından da, davacının muhtelif markaları hasebiyle, emtia ayniyeti şartının gerçekleştiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Bütün bunlara göre; somut olayda, davalının kullanmama def’ine muhatap davacı markaları gözetildiğinde dahi, davalının markasının kapsamına alınmak istenen, 06, 22 ve 35. Sınıflara giren tüm emtialar bakımından, davacının tescilli muhtelif markaları hasebiyle, emtia ayniyeti/türdeşliği/benzerliği şartının gerçekleştiği, 42. Sınıfa giren hizmetler açısından ise bu şartın gerçekleşmediği kanaatine varılmıştır.
Dava konusu “… …” ibareli marka; renk ve şekil unsurlarından yoksun bir kelime markasıdır. Düz yazım karakterinde sadece ilk kelimenin baş harfi büyük diğerleri küçük ve siyah harflerle ayrı olarak aynı puntolarda yazılmış “… …” ibaresi, markanın tek unsurudur. Bu ibarelerden “…” ibaresi, İtalyanca da olsa, Türkçe’ye de yerleşik olan ve bilinen bir anlamı haiz bir ibare olup, “Gölgelik” anlamına gelmektedir, bu anlamı itibariyle özellikle 22.sınıfta yer alan bir kısım emtialar bakımından ayırt edici niteliği bulunmamaktadır. Dava konusu markanın esas unsuru “…” ibaresidir.
Davacıya ait itiraza mesnet markaları şekil ve renk unsurlarından yoksun sırf kelime markaları ve şekil/renk unsurlarını da haiz karma markalar olarak ayırıp değerlendirmek gerekmektedir. Davacının karma markalarının büyük çoğunluğun da, “ambalaj şekli”ni gösteren markalar olduğu görülmekle; bu markalarda geçen “…” ibaresinin, markaların genel görünümleri ve bütünleşik tasarımları itibariyle, tek başına ön planda olmayan ve işarete tek başına ayırt edicilik katmayan bir unsur olduğu, yani davacının karma markalarında geçen “…” ibaresinin markaların tek başına esas/baskın unsuru olduğunun söylenemeyeceği değerlendirilmiştir. Davacının kelime markalarında ise, hepsinde ortak olan “…” ibaresidir ve bu ibarenin yanında, tıpkı davalının markasında olduğu gibi, markasal anlamda ayırt edici niteliği bulunmayan, tasviri/tanımlayıcı kelimeler ve cins isimler yer almaktadır.
Davacı markaları ile dava konusu marka karşılaştırıldığında; Taraf markalarının esas unsurunu oluşturan “…” ve “…” kelimeleri arasında iltibas tehlikesi oluşturacak derecede benzerlik bulunmadığı, “…” kelimesinin Yunan alfabesinin ikinci harfi olduğu, ayrıca radyoaktif atom çekirdeklerinden salınan yüksek hızlı ve enerjili elektron veya pozitronlardan oluşan bir tür ışın parçacığı ismi de olduğu, dolayısıyla kavramsal olarak anlamlı bir nesneye çağrışım oluşturma gücünün bulunduğu, “…” kelimesinin ise bilinen bir anlamının bulunmadığı, bu nedenle anlamsız bir kelime olarak algılanacağı, bu nedenle kavramsal olarak bu kelimelerin farklı olduğunun hemen ve ilk bakışta ilgili tüketici kesimi tarafından algılanabileceği, her ne kadar her iki markanın esas unsurunun da dört harf ve iki heceden oluştuğu, markalar arasındaki tek farklılığın kelimelerin başlangıç harfleri olan “L” ve “B” harflerinden kaynaklandığı, markalardaki tek harf değişikliğinin iltibasa yol açacağına yönelik Yargıtay kararları bulunmakla birlikte, bu hususun her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesinin gerektiği, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 03.07.2012 tarih 2010/11782 E 2012/11778 K sayılı kararının da aynı yönde olduğu, somut olayda gerek “…” gerekse “…” markaları bakımından vurgunun ilk hecede toplandığı, davaya konu mal ve hizmetlerin hitap ettiği ortalama tüketici kesiminin kelimelerin başlangıç kesimine diğer kesimlerine oranla daha çok dikkat ettiği, yine kavramsal olarak markaların farklı çağrışımlara sebep olduğu anlaşıldığından: bu halin taraf markalarını makul derecede bilgili, dikkatli ve ihtiyatlı ortalama tüketici nezdinde farklılaştırdığı, marka sahipleri arasında idari ya da ekonomik bir bağlantı kurulma ihtimalinin bulunmadığı, dolayısıyla SMK m.6/1 hükmü bağlamında iltibas tehlikesinin somut olayda mevcut olmadığı tespit edilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08/06/2016 tarih 2014/11-696 Esas 2016/778 Karar sayılı kararı uyarınca; iltibas değerlendirmesinin hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olduğundan, bu yönden dosya içerisinde mevcut bilirkişi raporunun aksi yöndeki hukuki kanaatlerine itibar edilmemiştir.
Davalı şirket vekili müktesep hak iddiasında bulunduğundan, her ne kadar yargılamanın sonucuna etki etmese de, herhangi bir eksikliğe mahal vermemek amacıyla bu savunma da aşağıdaki şekilde irdelenmiştir:
Yargıtay 11. HD.’nin 19.09.2008 tarih ve 2007/7547E., 2008/10251K. sayılı “Ece Lady / Ece Toff” kararında kazanılmış hak teşkil eden önceki markaların tespiti yönünden bazı kıstaslar getirmiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.09.2008 tarihli ve 2007/7547E. – 2008/10251K. Sayılı kararına göre; Bir işletme tarafından uzunca süredir kullanılan markanın asli unsuru muhafaza edilerek ve markanın bu işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yarattığı izlenim korunmak suretiyle, önceki markanın kapsadığı ürünlerin veya bir ürün çeşidinin tüketiciye yenilenmiş bir marka imajı ile sunulması ve bu yolla marka sahibi işletmenin piyasaya arz ettiği ürünlerinin de işletmesel köken olarak öncekilerle bağlantılı olduğu mesajını veren yeni markalar yaratmak amacıyla önceki markada yer alan asıl unsurun yanına başkaca asli ve/veya tali unsurlar ekleyerek oluşturduğu markaların seri marka olarak kabulü olanaklıdır. Bu tür markalar niteliği itibariyle 556 sayılı KHK’nın 55. maddesinde tanımlanan ortak markalara benzemekle birlikte; seri markalar, ortak markalarda mevcut olan bir grupta yer alan işletmelerin mal veya hizmetlerini diğer işletmelerden ayırt edilmesi fonksiyonu, teknik yönetmelik gibi özelliklere sahip olması gerekmeyen ve esasen ortak asli unsuru taşımakla birlikte her biri diğerinden bağımsız nitelikteki ticaret ve hizmet markalarıdır.
Bu karar içeriğinden de anlaşılabileceği üzere müktesep hakkın kabulü üç koşula bağlanmıştır. Bunlar:
• müktesep hak iddia edilen marka ile davaya konu markadaki asli unsurların muhafaza edilmiş olması ve eski markaya karşı hükümsüzlük davası açılacak sürenin dolmuş olması ve bu markanın çekişmesiz şekilde kullanılması,
• markalar arasında işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yaratılan izlenimin korunması,
• dava konusu markada, müktesep hak iddia edilen markaya nazaran kapsamın genişletilmemiş olması.
Bu üç şartın gerçekleştiği durumlarda marka sahibi kazanılmış hak elde eder.
Bu üç şartın gerçekleştiği durumlarda marka sahibi kazanılmış hak elde eder. Hemen belirtmek gerekir ki; yukarıdaki şartlar sağlansa bile, sonraki tarihli marka başvurusu, itiraza mesnet markaya yakınlaşma ve bu yolla haksız yararlanma tehlikesi oluşturmamalıdır. Burada irdelenmesi gereken husus; marka olarak seçilen işaretin önceki tarihli kök seri markaların yenilenmesi suretiyle mi oluşturulduğu, yoksa itiraza mesnet markalar ile yakınlaşarak onunla iltibas tehlikesi doğurma tehlikesi oluşturacak şekilde mi mizanpajının yapıldığıdır. Daha ilk bakışta başvurunun kök markanın değil de, itiraza mesnet markanın yeni düzenlenmiş bir versiyonu olduğu yönünde ortalama tüketici nezdinde izlenim doğuyorsa, önceki kök markalardan kaynaklı müktesep hak şartlarının doğduğundan söz edilemez. Bu itibarla seri marka olarak tescili talep edilen işaret, kök markadan esaslı farklılıklar göstermemeli ve seri marka seçilirken itiraza mesnet markaya yakınlaşacak font, renk, mizanpaj değişikliklerinden kaçınılmalıdır. (Burçak Yıldız, Mükerrer Markanın Seri Markasının Tescili -SMK m.5/1-ç ve m.6/1 Hükümlerine Yargıtay Kararları İle Getirilen İstisna, BATİDER 34(4), 2018, s.116)
Müktesep hak iddiası bakımından hemen belirtmek gerekir ki; önceki tarihli markanın çekişme konusu olmaktan çıkması hali tek başına müktesep hak şartlarının doğumunu sağlamaz. Önceki tarihli markanın başvuruya konu emtialar bakımından aynı zamanda fiili olarak kullanıldığının da ispatlanması gerekir. Zira, müktesep hak müessesesinin kabul edilmesinin amacı, önceki tarihli markanın uzunca süredir kullanımı nedeniyle ilgili tüketici kesiminde oluşan imajın, sonraki tarihli marka başvurusuna sirayet etmesini sağlamaktır. Bu nedenledir ki, fiilen kullanılmayan önceki tarihli markanın ilgili tüketici kesiminde bir imaj duygusu oluşturduğundan söz edilemez. Olmayan imajın yenilenen yeni bir marka başvurusuna aktarımı da dolayısıyla söz konusu olamaz. Müktesep hak şartları bakımından yukarıda ifade ettiğimiz görüşü destekler nitelikte, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 06/01/2020 tarih 2019/2269 E 2020/16 K sayılı kararında, önceki markanın fiilen kullanılmasını, müktesep hakkın doğumu bakımından gerekli görmüştür.
Somut olayda yapılan değerlendirmede; Davalının müktesep hak iddiasına mesnet aldığı markaların, dava konusu markasının başvuru tarihi olan 01.10.2019’dan geriye dönük 5 yıl hesaplandığında, yani 01.10.2014 tarihinden önce tescile bağlanmış olmaları gerekir. Zira, davalının ancak bu süreden önceki tescilli markaları, markanın hükümsüzlüğü için belirtilen hak düşürücü sürenin üzerinden geçmiş olduğu markalardır ve hükümsüzlük tehdidi altında değillerdir. Davalının süre kriterine uygun markaları ise; sadece 2005 32236 sayılı “…” ve 2011 92360 sayılı “…” markalarıdır. Bu markaların görsellerinden de, markaların esas unsurlarının, davalının huzurdaki davaya konu … sayılı “… …” markasındaki gibi, “…” ibaresi olduğu değerlendirilmiştir. Davalının, müktesep hak kriterlerinin ilk ikisine uyan 2005 32236 ve 2011 92360 sayılı markalarının tescili kapsamına giren emtialar; 20, 21 ve 35. Sınıflara giren bir takım emtialardır. Ayrıca, davalının TÜRKPATENT işlem dosyasına sunduğu “itiraza karşı görüş” dilekçesinin ekinde ve içeriğinde, davalının “…” markasını “mobilyalar”da ve “mobilyaların satışı hizmetleri”nde fiilen kullandığı görülmektedir. Dava konusu olan … sayılı markanın kapsamına alınmak istenen emtialar ise; 06, 22, 35 ve 42. Sınıflara giren emtialardır . Bu emtialardan (sadece) 35. Sınıfa giren; “Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için (yapıldıkları maddelere ve malzemelere bakılmaksızın mobilyaların) bir araya getirilmesi hizmetleri; (belirtilen hizmetler perakende, toptan satış mağazaları, elektronik ortamlar, katalog ve benzeri diğer yöntemler ile sağlanabilir.)”açısından, Yargıtay’ın “müktesep hak” kriterlerinden; “sonraki başvurunun, önceki markanın kapsadığı mal/hizmet ile aynı veya aynı tür emtiaları/hizmetleri içermesi, kapsamını genişletme yoluna gitmemesi…”şeklindeki üçüncü kriterin de karşılanmış olduğu değerlendirilmiştir. Sonuçta; davalının “…” markasını “mobilyalar”da ve “mobilyaların satışı hizmetleri”nde fiilen kullandığı gerçeği de gözetildiğinde, somut olayda, davalının, önceki tarihlerde tescilli markalarından gelen ve himaye görmesi gereken müktesep bir hakkının, … sayılı markasının kapsamına alınmak istenilen, 35. Sınıfa giren; “Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için (yapıldıkları maddelere ve malzemelere bakılmaksızın mobilyaların) bir araya getirilmesi hizmetleri; (belirtilen hizmetler perakende, toptan satış mağazaları, elektronik ortamlar, katalog ve benzeri diğer yöntemler ile sağlanabilir.)” hizmetleri açısından mevcut olduğu kanaatine varılmıştır.
Davacı, markalarının tanınmış olduğu iddiasına da dayanmıştır. SMK m.6/5 hükmüne göre; Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hâllerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hâli saklı kalmak kaydıyla, başvurunun aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde yapılmış olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir.
SMK m.6/5 hükmü uyarınca; önceki tarihli tescil edilmiş veya tescil başvurusu yapılmış olan bir marka, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi sebebiyle, aynı veya benzeri sonraki tarihli marka başvurusunun, aynı veya farklı nitelikteki mal ya da hizmetlere ilişkin tescil talebinin reddini talep edebilir. Bir markanın sadece tanınmış marka niteliğini haiz olması, otomatik olarak o markanın farklı türdeki mal veya hizmetlere ilişkin olarak sonraki tarihli marka başvurusunu engelleme hakkı bahşetmez. Tanınmış marka hakkı sahibinin genişletilmiş korumadan yararlanabilmesi için;
A) Tanınmış markanın itibarından haksız yarar elde edilmesi,
B) Tanınmış markanın itibarına zarar verilmesi,
C) Tanınmış markanın ayırt edici karakterinin zedelenmesi, olasılıklarından en az birinin gerçekleşmesi veya gerçekleşme ihtimalinin bulunması gereklidir. Ayrıca, sonraki tarihli marka başvuru sahibinin, marka başvurusunda haklı bir nedeninin de bulunmaması gerekir.
Tanınmışlık, statik ve dogmatik bir durum değildir. Aksine; sürekli güncellenen, dalgalanabilen, bir çok değişkene bağlı dinamik bir süreci içinde barındırır. Bir markanın tanınmış marka niteliğinde olup olmadığı; a)Toplumun ilgili kesimince markanın tanınma düzeyi, b) Markanın kullanıldığı coğrafi alan, kullanım süresi ve yoğunluğu, c)Marka promosyonlarının ve reklamlarının süresi, yoğunluğu, hedef aldığı alan, d)Markanın tesciller veya tescil başvuruları ile korunduğu coğrafi alanın büyüklüğü, e) Markanın resmi mercilerce tanınmışlığına delalet eden karar ve uygulamaları, f) Markanın ekonomik değeri, g) Markanın hitap ettiği mal veya hizmetlerin pazar payı, gibi tahdidi olmayan kriterler dikkate alınmak suretiyle, yapılacak global bir değerlendirme neticesinde her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Hemen belirtilmelidir ki; bir markanın tanınmış marka niteliğini haiz olmasının; yukarıda yer verilen tüm kıstasların sağlanması gerektiğini şart koşmadığı gibi, yukarıda yer verilen kıstaslardan yalnızca birinin gerçekleşmesinin mutlak anlamda ilgili markayı tanınmışlık seviyesine çıkaracağını da göstermez. Burada önemli olan husus; her somut olayda, yukarıda yer verilen kıstaslardan da yararlanarak, global bir değerlendirme yapılması, bunun sonucunda tanınmışlık vasfı ve varsa bu tanınmışlığın etki alanının belirlenmesidir.
Tanınmış markanın itibarından haksız yararlanılmasından söz edilebilmesi için; tanınmış markanın iyi şöhret ve itibar sahibi olması, ilgili tüketici kesimi nezdinde markanın olumlu bir imajının olması gerekir. Bu nedenle imaj transferine konu olabilecek sonraki tarihli marka başvurusunun, tanınmış markanın itibarından haksız yararlanma tehlikesi doğurabileceği söylenebilir. Burada önemli olan, sonraki tarihli markayı gören tüketicinin, önceki tarihli tanınmış markanın kendi zihninde oluşturduğu olumlu imaj ile sonraki tarihli marka arasında bir bağlantı (link) kurması, imaj transferi ihtimalinin bulunması, böylece tanınmış markanın olumlu imajının sağladığı kolaylıktan yararlanarak sonraki tarihli marka başvuru sahibinin ticari avantaj sağlama ihtimalinin bulunmasıdır. Böylece, sonraki tarihli marka başvuru sahibi, tanınmış marka sahibinin uzun uğraşlar sonucu oluşturduğu kalite ve güven birikiminden parazitvari yararlanarak, kendi lehine haksız bir avantaj sağlayacaktır.
Tanınmış markanın itibarına zarar verilebilmesi için; Tanınmış markanın, arzu edilmeyen olumsuz imaj tehlikesine maruz kalacağı bir hal olasılığı içerisinde bulunması gerekmektedir. Tanınmış markanın itibarının zarar görme tehlikesi altında bulunup bulunmadığı incelenirken, tescile konu mal ve hizmetlerin kapsamı dikkate alınmalıdır. Örneğin; tanınmış bir içecek markasının, aynı veya benzerinin tuvalet temizliği emtialarında marka olarak kullanılması halinde, böyle bir olumsuz imaj tehlikesi söz konusu olabilir.
Tanınmış markanın ayırt etme gücünün zedelenmesi için; Sonraki tarihli marka başvurusu nedeniyle, tanınmış markanın ayırt etme gücünün zayıflaması ve bu suretle markanın reklam değerinin düşme ihtimali bulunmalıdır. Tanınmışlık derecesi ve karşılaştırılan markaların hitap ettiği mal veya hizmetlerin birbirleri ile yakınlığı arttıkça, markanın ayırt ediciliğinin zedelenmesi ihtimali de artmaktadır. Bu durumda, markanın muhatap çevresi, sonraki tarihli marka nedeniyle, önceki markanın artık sadece tanınmış marka sahibine ve onun ürünlerine ait olmadığı kanısına varmaktadır.
Somut olayda yapılan değerlendirmede; Davacı tarafın dava dosyasına sunmuş olduğu belgelerden, davacının “…” markasını “çay” emtiasında uzun yıllardır istikrarlı ve yoğun bir şekilde kullandığı ve tanıttığı, bu yüzden de davacının “…” markasının davalı TÜRKPATENT tarafından, yine “çay” emtiaları açısından T/03067 no. tahtında tanınmışlık statüsüne alınmış olduğu anlaşılmıştır. Ancak yukarıda izah edildiği üzere; … ibaresi ile … … markası arasında işaret benzerliği bulunmadığından SMK m.6/5 hükmü koşulunun somut olayda oluşmadığı kanaatine varılmıştır.
Davacı, davalı şirketin marka başvurusunda kötü niyetli olduğunu da ileri sürmüştür. Kötü niyetli marka başvurusu; Kişiyi, hukuk düzeninin tescil ile elde edilecek hakları kullanması amacı taşımaksızın, hukuka ve ahlaka aykırı olarak, bu hakların hukuk düzenince tasvip edilemeyecek şekilde başka amaçlarla kullanılması olarak tanımlanabilir. Hangi hallerde kötü niyetli olarak marka başvurusunda bulunulmuş sayılacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamakla birlikte, genel olarak markayı kullanmaktan ziyade şantaj veya başkasından haksız para elde etmek veya başkalarının ticaretine engel olmak gibi amaçlarla yapılan marka başvuruları kötü niyetle yapılmış başvuru olarak kabul edilmektedir. Kanunun ayrıca müeyyideye bağladığı hususlar tek başına kötü niyet emaresi olarak kabul edilmez. Zira Kanun tarafından zaten müeyyidesi gösterilmiş marka başvuruları için ayrıca kötü niyeti de sebep göstermek doğru görülmemektedir.
Somut olayda; davaya konu marka ile itiraza mesnet markaların iltibas tehlikesi oluşturacak derecede benzer olmadıkları, bunun haricinde davalı şirketin kötü niyetle hareket ettiğini gösterir somut olgu da ileri sürülmediğinden kötü niyet iddiasına dayalı istemler yerinde bulunmamıştır.
Belirtilen nedenlerle davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken 59,30 TL maktu karar ve ilam harcından peşin alınan 54,40 TL’nin düşümü ile bakiye kalan 4,90 TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-Davalılar kendilerini vekil ile temsil ettirdiğinden karar verildiği tarihte yürürlükte bulunan AAÜT m.3 hükmü gereği hesaplanan 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan 116,60 TL harç, 170,75 TL posta, 1.900,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 2.187,35 TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı … Sandalye Sanayi Ticaret Limited Şirketi tarafından yapılan 7,80 TL vekalet harç sarfiyatına ilişkin yargılama giderinin davacıdan alınarak davalı … Sandalye Sanayi Ticaret Limited Şirketi ‘ne verilmesine,
6-HMK m.333 hükmü gereği karar kesinleştiğinde artan avansın yatıran tarafa re’sen iadesine,
Dair, davacı vekili, davalı şirket vekili ve davalı kurum vekilinin yüzüne karşı, HMK m.341 ve m.345 hükümleri gereği kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi ilgili hukuk dairesi nezdinde İSTİNAF yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.14/04/2021Katip 253268
E imza