Emsal Mahkeme Kararı Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2022/5 E. 2022/218 K. 23.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2022/5 Esas – 2022/218
TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR VERMEYE YETKİLİ
T.C.
ANKARA
3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2022/5
KARAR NO : 2022/218

DAVA : Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali)
DAVA TARİHİ : 06/01/2022
KARAR TARİHİ : 23/06/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 23/06/2022
DAVA:
Davacı vekili 06/01/2022 harç tarihli dava dilekçesi ve duruşmadaki beyanlarıyla, müvekkilinin TÜRKPATENT nezdinde 2020/18013 sayılı “…” ibareli marka başvurusunda bulunduğunu, başvurunun TÜRKPATENT resmi markalar bülteninde yayınlandığını; davalı şirketin …. sayılı ve “…” ibareleri markalarını gerekçe göstererek yaptığı itirazın kabulüne karar verilerek başvurunun reddedildiğini, bu ret kararına karşı müvekkilin yeniden inceleme taleplerinin bu kez TÜRKPATENT … sayılı YİDK kararı ile nihai olarak reddine karar verilerek, oysa taraf markalarının görsel, işitsel ve kavramsal açılardan benzemediğini, davalının itirazlarında ortaya koyduğu, “…” kelimesinin “…” markasının kök hali olduğu ve davalının bu ibare üzerinde tescil ve koruma bakımından öncelikli hak sahibi olduğu iddialarının doğru olmadığını, zira “…” kelimesinin esasen “medical” ibaresinin kökü olarak “tıba ait, tıpla ilgili, iyileştiren, sağalatan” anlamlarını haiz olduğunu, bu anlamı itibariyle tıpla ilintili mal ve hizmetler açısından markasal hüviyette ayırt ediciliğinin bulunmadığını ve markasal hüviyette kimsenin tekeline verilebilecek bir ibare olmadığını, nitekim TÜRKPATENT nezdindeki kayıtlarda da “…” ibaresi aratıldığında farklı kişi ve kuruluşlar adına tescilli 394 adet markanın çıktığını, ayrıca dava konusu edilen markada geçen “…” ibaresinin kendine has bir yazılış şekli ile dikdörtgen içerisinde alt alta “me” “di” “ca” “clinic” şeklinde yazıldığını, bu özellikleri itibariyle dava konusu edilen markanın davalının “…”lı markalarıyla karıştırılma ihtimalinin bulunmadığını, davacının “…” ibaresini çok uzun süredir ticari faaliyetleri kapsamında markasal hüviyette kullandığını ve bu ibareye ilgili sektörde belli bir bilinirlik kazandırmış olduğunu, nitekim “…” ibaresinin davacı adına 2016 80274, 2012 104416 ve 2006 60417 sayılı markalar tahtında tescilli olduğunu, davacının bu markalardan gelen müktesep bir hakkının bulunduğunu, davalı firmanın ise hastanelerinin isminin önceden “…” olduğuna dair basında çıkmış haberlerin bulunduğunu, davacının uzun yıllardır gerçekleştirdiği tanıtım faaliyetleri sayesinde dava konusu markanın ilgili sektörde tanındığını ve ayırt edicilik kazandığını, bu sebeple dahi markanın reddinin haksız ve hukuka aykırı bir işlem olduğunu belirterek, Türk Patent ve Marka Kurumu Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun … sayılı kararının iptale karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalı TÜRKPATENT vekili cevap dilekçesinde özetle; taraf markalarının görsel, işitsel ve kavramsal açılardan benzer olduğunu, zira tarafların markalarında kullanılmış olan “…”, “…” ve “…” ibarelerinin karşılaştırılan markaların esas unsuru olduklarını, bu ibareler arasındaki az sayıdaki harf değişikliğinin markaların farklılaşması için yeterli sayılamayacağını, ayrıca karşılaştırılan markaların aynı/aynı tür hizmetlerde kullanılacağını, yani taraf markaları arasında karıştırılma ihtimalinin bulunduğunu, davacının “kullanımdan kaynaklanan öncelikli/gerçek hak sahipliği” iddiasından faydalanarak, 6/1’den kaynaklanan tescil engelini aşmasınının mümkün olmadığını, markanın tescili idari bir işlem olduğundan ve münhasıran TÜRKPATENT’in yetki alanına girdiğinden, davacının huzurdaki dava ile markasının kendi adına tescili talebinde de bulunamayacağını beyan ederek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı şirket vekili cevap dilekçesinde özetle; davalının 1992 yılında sağlık sektöründe hizmet vermeye başladığını, 2004 yılında hastanelerinin ismini “… Hospitals …” olarak değiştirdiğini, bu tarihten muteber olmak üzere “…” markasını sağlık sektöründe kesintisiz olarak kullandığını, günümüzde 13 hastanesi ve 6500’ün üzerinde çalışanı ile sağlık hizmetlerini Türkiye’nin farklı illerinde sürdürmekte olduğunu, davalının TÜRKPATENT nezdinde tescilli onlarca “…”lı markasının bulunduğunu, davalının bu markalarına yaptığı yatırımlar ve harcadığı sermaye ve emek ile ayırt edicilik ve tanınmışlık kazandırmış olduğunu, davacının davalının sağlık hizmetlerinde kullanageldiği “…” markaları ile yakın benzer “…” markasını kendi adına tescil ettirmeye çalışarak davalının uzun yıllar içinde bu ibareye markasal hüviyette kazandırdığı ayırt edicilikten ve tanınmışlıktan faydalanmaya çalıştığını, halbuki taraf markalarının birbirlerine görsel, işitsel ve kavramsal açılardan çok yakın derecede benzediğini, taraf markalarının kapsamına giren hizmetlerin aynı sektöre ve faaliyet alanına ilişkin olduğunu, bu yüzden de markaların karıştırılma ihtimalinin yüksek olduğunu, davalının “…” esas unsurlu seri markalarının tanınmışlık vasfını haiz olduğunu, davalının “…” ibaresi üzerinde öncelikli ve üstün hak sahibi olduğu yönünde inşa olunmuş Mahkeme ve Yargıtay kararlarının bulunduğunu, davacının müktesep hak iddialarına mesnet aldığı markalarında “…” ibaresinin dışında başkaca ayırt edici ibarelerin de kullanılmış olduğunu, dolayısıyla somut uyuşmazlıkta davacının bu markalardan gelen kazanılmış bir hakkının bulunmadığını, davacının markasında kullanılmış “clinic” ve “esthetic” ibarelerinin anlamları itibriyle markasal hüviyette ayırt ediciliklerinin bulunmadığını, dolayısıyla dava konusu edilen markanın esas unsurunun davalının tescilli markalarındaki “…” ibaresi ile yakın benzer “…” ibaresi olduğunun kabul edilmesi gerektiğini beyan ederek, davanın reddini istemiştir.
YARGILAMA VE DELİLLER :
Mahkememizce tarafların sav ve savunmaları dinlenmiş, davaya konu TÜRKPATENT YİDK’nun … sayılı kararı ile davacıya ait kod nolu marka başvuru dosyası ve davalı şirkete ait marka tescil belgeleri getirtilmiş, taraflarca sunulan belgeler ile tüm deliller incelenmiş, çözümü teknik ve özel bilgiyi gerektirdiği düşünülen konularda bilirkişi incelemesi yaptırılmış, alınan rapor dosyadaki kanıtlarla tutarlı, delillerin değerlendirilmesi aracı olarak denetim ve hüküm kurmaya elverişli kabul edilmiştir.
GEREKÇE:
Uyuşmazlıgın Tespiti ve Uygulanacak Hükümler, Delillerin Tartışılması ve Kabul
Dava, Türk Patent YİDK’nun … sayılı kararının iptali ile marka başvurusunun tescili istemine ilişkindir. YİDK kararının davacı başvuru sahibine 14/11/2021 tarihinde tebliğ edildiği, 06/01/2022 tarihinde açılan davanın, 5000 sayılı kanunun 15/c maddesinde belirlenen iki aylık hak düşürücü süre içerisinde olduğu anlaşılmış ve işin esasına geçilmiştir.
Mahkememize uzman bilirkişi heyetinden alınan 24/05/2022 havale tarihli raporda konu ayrıntılı irdelenmiş olup özetle; “…Karşılaştırılan markaların/işaretlerin görsel, işitsel ve kavramsal açılardan benzer olduğu, Davacının markasının reddedildiği tüm hizmetler açısından emtia ayniyeti şartının gerçekleştiği, Bu sebeplerden/tespitlerden dolayı, karşılaştırılan markalar arasında, davacının markasının reddedildiği tüm hizmetler açısından, karıştırılma/iltibas ihtimalinin bulunduğu, Davacının gerçek hak sahipliği ve önceki tarihli tescilli markalarından gelen kazanılmış hak iddialarının, dava konusu edilen markanın tesciline bir etkisinin olamayacağı, dava konusu edilen 11.11.2021 tarihli ve … sayılı YİDK Kararının, bu değerlendirmeler ile uyumlu olduğu…” ifade edilmiştir.
6769 sayılı SMK m.6/1 hükmü kısaca, bir marka başvurusunun daha önce yapılmış başvuru veya tescilli bir marka ile “karıştırılma ihtimali” bulunması ve önceki marka ya da başvuru sahibinin itiraz etmesi koşuluyla başvurunun reddini öngörmektedir. Şu halde, iltibas ya da karıştırma riskinin varlığı için, tescil kapsamındaki mal/hizmetlerin ve aynı zamanda başvuru ve markanın (işaretlerin) karıştırma ihtimali bulunacak derecede aynı yada benzer olması gerekir; Karıştırma ihtimalinin değerlendirilmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınarak bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmelidir. İlke olarak mal ve hizmet benzerliği ile değerlendirmeye başlanır. Mal ve hizmetlerin benzerliği değerlendirilirken de çekişme konusu mal ve hizmetlerin ortalama tüketici kitlesi, doğal yapısı, kullanım amacı, fiyatı, alım sıklığı, üretim dağıtım ve satış kanalları ile yerleri, rekabet, ikame veya tamamlama ilişkisi olup olmadığı gibi bütün faktörler dikkate alınmalıdır.
Buna göre dava konusu başvuru’nun “…” ibaresinden oluştuğu, kapsamında 44. sınıftaki ” Tıbbi hizmetler. Güzellik bakımı hizmetleri. Veterinerlik ve hayvan üretme, besicilik, nalbantlık ile ilgili hizmetler. Tarım, bahçecilik ve ormancılıkla ile ilgili hizmetler; peyzaj tasarımı hizmetleri. İşyeri ve personel sağlığı ile ilgili danışmanlık hizmetleri” mal ve hizmetlerden oluştuğu, itiraza mesnet markaların …. ibaresinden meydana geldiği ve koruma kapsamlarında 05, 10, 35, 44. sınıflardaki bir kısım mal ve hizmetlerin yer aldığı, gözlenmektedir.
Buna göre, açıklanan kriterler çerçevesinde yapılan değerlendirmede, davacının markasını tescil ettirmek istediği 44. Sınıftaki hizmetlerin bir tamamı, davalının redde mesnet alınan muhtelif markalarının kapsamında giren hizmetler ile aynı/benzer/türdeştir. Dolayısıyla, somut uyuşmazlıkta, davacının markasının reddedildiği tüm hizmetler açısından emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleştiği tespit edilmiştir.
İşaretlerin benzerliğine gelince, bu değerlendirmede, önceki markanın ayırt edicilik düzeyi, tescil kapsamındaki mal/hizmetler yönünden tanımlayıcılığı ve bu nedenle zayıflığı ya da kullanımla sonradan yüksek ayırt edicilik veya tanınmışlık kazanıp kazanmadığı önemli bir faktördür. İşaretler de parçalara ayrılmadan ve bütüncül olarak değerlendirmeli, ancak markayı oluşturan dominant yada ayırt edici unsurlar akılda tutulmalıdır. Görsel, sescil ve kavramsal benzerlik ya da farkların, markanın genel izleniminde bıraktığı etki esas alınmalıdır.
Somut olayda çekişmeli başvuru standart karekterle yazılmış “…” ibaresinden oluşurken; itiraza dayanak markaların standart karekterle yazılı”….” ibarelerinden oluştuğu görülmektedir. .
Davacının markası, kelime markası özelliği baskın olan, ancak aynı zamanda zemin şekli, renk ve bir tasarım da ihtiva eden bir işarettir; işarette büyük puntolarla soluk renkli harflerle “…” ibaresi, “ME”, “DI” ve “CA” şeklinde üç hece halinde alt alta yazılmış ve dikdörtgen bir zeminin diklemesine konumlandırılmış hali içerisine oturtulmuştur, işaretin alt kısmında da dikdörtgenin içinde “clinic” ve dışında, diğer ibarelere nispeten çok küçük puntolarla yazılmış “esthetics” ibarelerine yer verilmiştir. Öncelikle, İngilizce “clinic” ve “esthetics” ibarelerinin Türkçe’deki karşılıkları “klinik” ve “estetik”tir ve İngilizce’den dilimize olduğu gibi geçmiş olan bu kelimelerin bu anlamları yerleşik olarak bilinmektedir. Dolayısıyla, davacının markasında geçen “clinic” ve “esthetics” ibarelerinin, bilhassa da dava konusu edilen markanın tescili kapsamında yer alan 44. Sınıftaki hizmetler açısından, markasal hüviyette ayırt edicilikleri bulunmamaktadır. Bu yüzden de, dava konusu edilen işarette, zaten de büyük puntolarla ve özel bir tasarımla/hecelere bölünerek yazılmış olan “…” ibaresinin esas unsur olduğu değerlendirilmektedir. Ayrıca, dava konusu edilen markada esasen dikkat çekmesi istenilen unsurun basit zemin ve renk unsurlarından ziyade “…” ibaresi olduğu, markanın görsel kompozisyonunun bütün olarak ele alındığında dahi, şekil/zemin ve renk yan unsurlarının bu ibarenin dikkat çekiciliğini ortadan kaldırmaya yeterli baskınlıkta olmadığı ve sadece dekoratif birer yan unsur olabileceği değerlendirilmektedir. Zira; basit şekil unsuruyla birlikte baskın karakterde yazılmış kelime unsurlarını haiz olan böyle markalarda “söz görünümden daha yüksek sesle konuşur”. Ayrıca; potansiyel müşteriler somut olaydaki gibi kelime ve şekil içeren karma markalarda kelime unsuruna diğer unsurlara göre daha fazla önem vereceklerdir. Sonuç olarak; dava konusu edilen markada geçen “…” ibaresinin, markanın esas unsuru olduğu kanaatine varılmıştır.
Davalının redde mesnet markalarının da, davacının markasında olduğu gibi, kelime markası özelliği baskın olan, ancak aynı zamanda geometrik şekil, çizgi, renk ve bazen de basit figüratif unsurlar ihtiva eden işaretler olduğu görülmektedir; davalının … ve … … SAĞLIK GRUBU görselli markaları ise sırf kelime markalarıdır.
Davalının markalarında kullanılmış olan basit figüratif unsurlar ile mavinin tonlarına boyanmış karelerden müteşekkil iki sıra şeklindeki zemin unsurlarının, dava konusu edilen markanın incelendiği yukarıdaki bölümde yer verilen doktirinsel görüşler doğrultusunda, işaretlerin markasal hüviyette ayırt ediciliğine işaretlerdeki kelime unsurları derecesinde katkıda bulunmadığı ve bunların sadece söz konusu markaların birer yan unsuru olarak nitelendirilebileceği kanaatine varılmıştır.
Davalının markalarında geçen “diş”, “dent”, “artı sağlık”, “hospitals”, “anne& çocuk”, “international”, “viva”, “sağlık grubu” gibi kelimelerin de, dava konusu eden markadaki yan unsurlarda olduğu gibi, bilhassa 44. Sınıfa giren hizmetler açısından markasal hüviyette ayırt edici niteliği bulunmayan, tasviri/tanımlayıcı olan, yerleşik anlamları herkes tarafından bilinen/bilinebilecek kelimeler olduğu ve markaların esas unsurları olarak değerlendirilemeyecekleri tespit edilmiştir. Dolayısıyla; davalının markalarında kullanılmış olan bu kelime unsurlarının da ancak ve sadece markaların yan unsuru olabileceği, dolayısıyla bu işaretlerin ihtiva ettiği unsurlar içerisinde markasal hüviyette ayırt ediciliği en yüksek olan kelime unsurlarının “…”, “…”, “…”, “…”, “…” kelimeleri olduğu değerlendirilmiştir.
Taraf markalarında esas unsur konumunda kullanılmış olan “…”, “…”, “…”, “…”, “…” “…” ibarelerinin mevcudiyetinin markaları benzer kılıp kılmaya yetmediğinin tespiti, huzurdaki uyuşmazlığın özünü teşkil etmektedir. Zira; karşılaştırılan ibarelerin başlangıç kısmındaki 5-6 harf, dizinleri de aynı olacak şekilde ortaktır ve ibareler arasında sadece sonda yer alan 2-3 harf arasında harflılık vardır. Özelillikle “…”, “…”, “…”, “…” ibareleri açısından bakıldığında, “…” ibaresinin bunların içerisinde, harfleri ve harf dizinleri birebir aynı olacak şekilde, aynen yer aldığı tespit edilmektedir. Halbuki; ortalama bir tüketici, dilbilgisi kurallarından kaynaklı olarak markaların başlangıç seslerini oluşturan ibarelere normal şartlarda daha fazla dikkat etmekte olup, tüketiciler markaların başlangıçlarında yer alan ilk unsurlara, soldan sağa okuma alışkanlığı nedeniyle, daha fazla odaklanmaktadırlar. Ayrıca; aralarında bir/birkaç harf farkı olan sözcüklerin, birbirleriyle “benzer işaretler/sözcükler” sayıldığına dair Yargıtay’ın artık iyice yerleşmiş pek çok emsal kararı vardır. Bu sebeplerle; davalının dava konusu edilen “…” markasının, davacının bilhassa “…”, “…”, “…”, “…” ibareli ve kelime markası özelliği baskın markalarına benzediği düşünülmektedir Ayrıca; yukarıda da değinildiği üzere, taraf markalarında geçen “…”lı ibareler dışındaki kelime unsurlarının markasal hüviyette ayırt edicilikleri yoktur. Hatta karşılaştırılan markalarda “…”lı kelimeler yanında aynı sektöre hitap eden tanımlayıcı ibarelerin kullanılmış olması, markaların genel kompozisyonunu ve tüketici zihninde uyandırdığı algıyı da benzer kılmakta ve karşılaştırılan markaları benzerlik anlamında daha da yakınlaştırmaktadır. Karşılaştırılan işaretlerde yer alan bu kelime unsurlarının farklı yazım karakterlerinde ve tasarımda yazılmış olması, davacının markasında dikdörtgen zemin içine diklemesine, hecelere ayrıştırılarak konuşlandırılmış olması ve davalının markalarındaki basit kompozisyonlar, markalarda “…”lı kelimelerin esas unsur olarak kullanılmış olması gerçeği yanında birer ayrıntı olarak kalmaktadır ve bu özellikler, markalarda geçen “…”lı kelimelerin yaratmış olduğu benzerliği ortadan kaldıracak, yani markaları ayırt edilemeyecek derecede benzer olmaktan kurtaracak güçte ve nitelikte değildir. Bu yüzden de; davacının dava konusu edilen markasının, davalının “… şekil” görselli markası hariç, davalının markalarının serisinin bir devamı olarak algılanabilecek nitelikte bir türemeye sahip olduğu ve alt marka algısı yaratmaya uygun nitelikte olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu benzerliğin; potansiyel müşterilerin daha önce denedikleri markaların hafızalarında kalan kısımlarına dayanarak tekrar marka tercihi yaptıkları ve bu nedenle de markalardaki farklı unsurlardan ziyade ortak unsurlara odaklanacakları gerçeği gözetildiğinde, davalının “…”, “…”, “…”, “…”, “…” ibareli markalarını görmüş ve tanımış olan bir tüketicinin, davacının “…”lı markasıyla karşılaştığında bu markaları benzer bulmasının ihtimal dahilinde olduğu değerlendirilmiştir.
İşitsel açıdan da markaların esas unsurlarının başlangıç kısmı aynı şekilde, “…” şeklinde okunduğundan, bu unsurların kulakta bıraktıkları tını itibariyle yeterli derecede farklılaşmadığı düşünülmektedir. Ayrıca, karşılaştırılan markalarda “…”lı kelimelerin yanında aynı sektöre hitap eden tasviri/tanımlayıcı ibarelerin kullanılmış olması gerçeği göz önüne alındığında, işaretlerin anlamsal açıdan tüketici zihninde bıraktıkları ilk algının da farklı olmadığı kanaatine varılmıştır. Ayrıca; markaların anlamsal olarak incelenmesi esnasında, esas unsuru olan, “…”, “…”, “…”, “…”, “…”, “…” kelimelerinin, markasal hüviyette ayırt ediciliğinin düşük olup olmadığının değerlendirilmesine geçildiğinde; “…” kelimesi, birçok dilde “ilaç” ve “tıp” ile ilintili anlamlara gelmektedir ve “medical” şeklindeki türemiş hali, İngilizce’de “medikal, tıbbi” anlamına geldiği gibi, bu anlamı ile birlikte dilimize “medikal” şeklinde de geçmiştir ve “tıbba ait, tıpla ilgili, iyileştiren” anlamlarında kullanılmaktadır.
Söz konusu ibarelerin “medikal” ibaresine yakınlığı itibariyle, bu kelimelerin 44. Sınıfa giren “tıbbi hizmetler” açısından markasal hüviyette somut ayırt ediciliğinin çok düşük olduğu göz önüne alındığında, böyle, somut olayımızdaki gibi, “tıbbi hizmetler” açısından ayırt edici niteliği zayıf olan ibareleri bu hizmetler açısından kendilerine marka olarak seçen kişilerin bunun sonuçlarına katlanmak yani o tanıtma işaretinin bazı tedbirler alınmak ve ilaveler yapılmak suretiyle hafifçe değiştirilmiş şeklinin tıp sektöründe başkaları tarafından kullanılmasına tahammül etmek zorunda olduğu, böyle ibareleri içeren markalarda ayırt ediciliği düşük olan örtüşen bileşenlerden ziyade diğer unsurlara yönelmek gerektiği yönünde doktrinde ve Yargıtay Kararları’nda yerleşmiş bir görüş bulunmaktadır. Bununla birlikte; zayıf markaların da, zamanla reklam ve yaygın kullanım yoluyla daha yüksek bir ayırt ediciliğe ulaşabileceği, hem öğreti hem Yargıtay tarafından kabul edilmektedir. Buna özellikle zayıf unsurlardan oluşan markaların seri marka olarak ve yaygın şekilde kullanıldığı durumlarda rastlanmaktadır. Böyle durumlarda her ne kadar marka zayıf bir unsur içermekteyse de herhangi bir zayıf markanın aksine koruma kapsamının genişlediği kabul edilmektedir.
Somut olayımızda da davalının “…” markasının, tıp sektöründe, hastanelerde verilen hizmetler yönünden, uzun süreli ve ciddi kullanım sonucunda belirli bir ayırt edicilik kazanmış olduğu, davalının faaliyetleri açısından ayırt edici nitelik kazanarak markasal koruma kapsamının arttığı/en azından ayırt edici niteliği haiz her marka ile eşitlendiği görülmektedir. Bu fiili durum gözetildiğinde, davalının markalarında esas unsur olarak kullanılmış olan “…”, “…”, “…”, “…” ve “…” kelimelerinin, markanın hukuki tanımına uygun bir biçimde davalının ticari faaliyetlerini/hizmetlerini diğerlerinden ayırmaya yarayan ayırt edici bir işaret haline geldiği ve sonuçta da her tescilli markanın faydalandığı hukuki korumayı talep etme hakkını elde ettiği, kanaatine varılmıştır. Bu nedenle de, karşılaştırılan markaların “…”, “…”, “…”, “…”, “…” ve “…” ibarelerini ortak olarak ihtiva etmeleri nedeniyle, markaların kelime unsuru baskın genel görünümleri/esas unsurları itibariyle görsel açıdan yakınlaştığı değerlendirilmektedir. Bu yüzden de; karşılaştırılan işaretlerde geçen bu ibarelerin, yerleşik/bilinen anlamı olan “medikal” sözcüğünü çağrıştırması itibariyle de tüketicide ilk anda uyandırdığı algının, markaları anlamsal açıdan yakın benzer kıldığı kanaatine varılmıştır.
Sonuç olarak; somut olayda, karşılaştırılan markalar arasında görsel, işitsel ve anlamsal açılardan benzerlik olduğu kanaatine varılmıştır.
Kazanılmış Hak Yönünden Yapılan İnceleme:
Davacının dava dosyasına sunduğu dilekçelerinde bahsi geçen ve delillerine de konu olan, davacının dava konusu edilen “…” ibaresini bir süredir ticari faaliyetlerinde markasal hüviyette kullandığı ve dahi bu ibarenin davacı adına 2016 80274, 2012 104416 ve 2006 60417 sayılı markalar kapsamında tescil de edilmiş olduğu iddialarının somut uyuşmazlığa etkisi değerlendirildiğinde; “kullanımdan kaynaklanan öncelikli/gerçek hak sahipliği” iddiası, üçüncü kişilerin yaptığı marka başvuruları veya edindikleri tescillere karşı ileri sürülebilecek itiraz ve/veya marka sahibine karşı hükümsüzlük gerekçeleri olup, davacının kendi başvurusuna ilişkin “önceki kullanımlardan kaynaklanan gerçek hak sahipliği” durumundan faydalanarak, 6/1’den kaynaklanan tescil engelini aşmasını sağlaması mümkün değildir. Bu durumun tek istisnası “müktesep/kazanılmış hak” teşkil edebilecek, önceki tarihlerde tescilli markalardır, ki; böyle bir markanın mevcudiyeti halinde dahi, Yargıtay’ın belirlediği bir takım kriterler mevcutsa, kazanılmış hak iddiasının dinlenebilirliği söz olacaktır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 19.08.2008 gün ve 7547 E. 10251 K. sayılı ve 14.11.2008 gün ve 11505 E., 12839 K. sayılı kararların getirilen kıstaslara göre de, kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için;
✓ Kazanılmış hak teşkil eden markanın tescilli olarak uzun süre kullanılması6, bir başka deyişle kullanım ve tescilinin taraflar arasında artık çekişme konusu olmaktan çıkmış olması, kabullenilmesi,
✓ Bu markaya dayalı olarak yapılan başvurunun da, kazanılmış hak teşkil eden markanın asli unsuru muhafaza edilerek, işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yarattığı izlenim korunmak suretiyle oluşturulması (‘zira, önceki markanın asli unsuru dahi değişmiş ise, bu artık yeni bir marka olacağından önceki markanın zaman içindeki değişikliklere uyarlanması için yapılmış bir başvuru olduğu gibi kabul edilemez’),
✓ Son olarak da, sonraki başvurunun, önceki markanın kapsadığı mal/hizmet ile aynı veya aynı tür emtiaları/hizmetleri içermesi, kapsamını genişletme yoluna gitmemesi, şartlarının hepsi birden aranmaktadır. Ayrıca, müktesep hakka ilişkin ilkeler uygulanırken, başvuru sahibinin, son başvurusuna konu işaretin, davalı veya bir başkasına ait tescilli markalara yanaşmaması ve onlarla iltibas oluşturma çabasına girmemesi gerekir. Yani; önceki tarihte tescilli olan markaların serisi niteliğindeki bir ibarenin marka olarak tescil olunabilmesi için, aynı veya benzer olarak başkası adına tescil olunmuş marka ile yakınlaşma ve benzeştirme amacı taşımaması, bir başka deyişle haksız rekabet ve iltibas tehlikesine yol açılmaması gerekir.
Nitekim, Yargıtay’ın bu husustaki diğer bir emsal kararında da; “…başlangıçta karşı çıkılmaması nedeniyle farklı kişiler adına tescil edilmiş mükerrer markaların varlığı halinde, işaretler arasında benzeştirme, yakınlaştırma (iltibas tehlikesi) amacını taşımayan sonraki tarihli seri markaların da tescili mümkün olacaktır. Bir işletme ile özdeşleşmiş temel markaların zaman içindeki değişiklik ve gelişmelere uyum sağlaması ve temel vasfını koruyarak seri markalar yoluyla kendini yenilemesi ve bir anlamda çoğalması zorunlu ve gerekli olabilir…” hususlarına hükmedilmiştir.
Her şeyden önce, davacının müktesep hak iddialarına mesnet aldığı … ve … … görselli markalarının, huzurda dava konusu edilen “…” görselli marka ile, Yargıty’ın aradığı; “bu markaya dayalı olarak yapılan başvurunun da, kazanılmış hak teşkil eden markanın asli unsuru muhafaza edilerek, işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yarattığı izlenim korunmak suretiyle oluşturulması….” kriteri açısından uyumlu olduğu, söylenememektedir. Zira; karşılaştırılan markaların genel tertip tarzları çok farklıdır ve tümüne hakim olan görünüşler açısından, tüketici nezdinde bıraktıkları toplu intibanın yakın olduğundan bahsetmek mümkün görülmemektedir. Dolayısıyla davacının bu markalarının, yukarıda alıntı yaptığımız Yargıtay emsal kararında yer alan ikinci kriter ile uyumlu olmadığı düşünülmektedir.
Davacının müktesep hak iddialarına mesnet aldığı üçüncü markasının … ISTANBUL şeklindeki görselinin ise, davacının huzurdaki davaya konu olan “…” görselli marka ile, tertip tarzları ve genel görünümleri itibariyle benzediği, esas unsurları itibariyle de birebir aynı olduğu değerlendirilmektedir. Zira; her iki işarette de birebir aynı “…” ibaresi, “…” şeklinde üç hece halinde alt alta yazılmış ve dikdörtgen bir zeminin diklemesine konumlandırılmış hali içerisine oturtulmuştur, işaretlerin alt kısmında da “İstanbul”, “Clinic” ve “esthetics” tasviri/tanımlayıcı kelimelerine yer verilmiştir. Dolayısıyla davacının 2016 80274 sayılı markası özelinde, Yargıtay’ın müktesep hak kriterlerinden ikincisinin somut uyuşmazlıkta gerçekleşmiş olduğu söylenebilmektedir. ANCAK; davacının müktesep hak iddialarına mesnet aldığı 2016 80274 sayılı bu markası açısından diğer kriterler ele alındığında; yani söz konusu marka, birinci kriter olan; “kazanılmış hak teşkil eden markanın tescilli olarak uzun süre kullanılması, bir başka deyişle kullanım ve tescilinin taraflar arasında artık çekişme konusu olmaktan çıkmış olması, kabullenilmesi…” şartı açısından incelendiğinden; bu markanın dava konusu edilen markanın başvuru tarihi olan 12.02.2020’den geriye dönük 5 yıl hesaplandığında, yani 12.02.2015 tarihinden önce tescile bağlanmış olması gerekir. Halbuki, davacının 2016/80274 sayılı markasının tescil tarihi 11 20.12.2018’dir. Dolayısıyla, davacının bu markasının da müktesep hak kriterlerinin hepsini birden karşılamadığı tespit edilmiştir.
Sonuç olarak, davacının “önceki kullanımlardan doğan (gerçek) hak sahipliği” ve dahi “önceki tarihlerde tescilli markalardan doğan kazanılmış hak” iddialarının davacının dava konusu edilen markasının tesciline bir etkisinin olmayacağı kanaatine varılmıştır.
Taraflarca sunulan belgeler ile tüm deliller incelenmiş, alınan rapor ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilmiş olup yukarıda açıklanan gerekçelerle, davanın reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:
1-Davanın REDDİNE,
2-Alınması gereken 80,70 TL harç peşin alındığından yeniden harç alınmasına yer olmadığna,
3-Davalılar için AAÜT uyarınca 7.375,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
4-Davacının yapmış olduğu yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasına,
5-Tarafların yatırdıkları gider avanslarından kalan tutarın HMK 333/1 uyarınca karar kesinleştiğinde iade işlemi yapılmak üzere tebliğden itibaren 15 gün içinde, banka hesap numarası bildirildiğinde hesaba aktarılmasına, aksi halde PTT aracılığı ile adreste ödemeli olarak gönderilmesine,
Dair verilen karar, taraf vekillerinin yüzüne karşı 6100 sayılı HMK’nun 341. ile 345. Maddelerine göre tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesine İstinaf Kanun Yoluna dilekçe ile başvurulabileceğine yönelik karar açıkça okunup, usulen anlatıldı. 24/06/2022