Emsal Mahkeme Kararı Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/240 E. 2022/15 K. 20.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR VERMEYE YETKİLİ
T.C.
ANKARA
3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2021/240
KARAR NO : 2022/15
DAVA : Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali, Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 17/08/2021
KARAR TARİHİ : 20/01/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 20/01/2022

DAVA:
Davacı vekili 17/08/2021 harç tarihli dava dilekçesi ve duruşmadaki beyanlarında özetle; müvekkili şirketin … Sayılı ve ….” şekil ibareli tanınmış markalarının sahibi olduğunu, davalının, bu markalar ile karıştırma ihtimali bulunacak derecede benzer nitelikteki “….” ibaresini marka olarak tescil ettirmek üzere davalı TÜRKPATENT’e başvuruda bulunduğunu, … kod numarasını alan başvurunun, Resmi Marka Bülteninde ilanı üzerine müvekkili tarafından Markalar Dairesi Başkanlığına itirazda bulunulduğunu, ancak itiraz yerinde görülmeyerek reddedildiğini, bu kararın yeniden incelenmesi talebinin de nihai olarak YİDK tarafından reddedildiğini, oysa markanın müvekkilinin “…” markaları ile benzer oduğunu, müvekkilinin 1998 yılından beri e-online alışveriş pazarında yer aldığını, sektöründe lider firma olduğunu, dava konusu markanın müvekkili markasına benzer şekilde oluşturulduğunu, bu şekilde bir seri marka izlenimi yaratılmaya çalışıldığını, dava konusu markada kullanılan şekil unsurunun bir ayırt ediciliğinin bulunmadığını, bu nedenle değerlendirmenin kelimeler üzerinden yapılması gerektiğini, müvekkil ile özdeşleşmiş ….COM ibaresini birebir içeren dava konusu markanın, müvekkiline ait ….com markalarını y ıllardır bilen tüketiciler için müvekkil markalarının devamı gibi algılanacağını, müvekkilinin “…” markalarına dayalı olarak daha evvel sair markalara karşı gerçekleştirdiği itirazların kurum tarafından kısmen ya da tamamen kabul edilerek başvuruların reddine karar verildiğini, dolayısıyla … ibaresinin müvekkili ile özdeş olduğunu ve yanına farklı bir ibare getirilse de markanın müvekkili şirkete ait olduğu yanılgısını doğuracağını, dava konusu marka başvurusu ile müvekkil adına tescilli ….COM VE … markasının piyasadaki konumundan haksız yarar elde etmesinin kaçınılmaz olduğunu, taraf markalarının birebir aynı mal ve hizmetleri kapsadıklarını, , müvekkiline ait markaların T/02598 sayı ile tanınmış marka statüsünde olduğunu, müvekkili markasının bu nedenle daha geniş bir korumadan yararlanması gerektiğini, dava konusu markanın müvekkili markasının ayırt edici karakterine zarar verebilecek nitelikte olduğunu, davalının bu ibareyi tesadüfi bir şekilde tercih ettiği yorumunda bulunulamayacağını, başvurunun kötü niyetli olduğunu, dava konusu markanın tescilinin aynı zamanda haksız rekabete de sebebiyet verdiğini, belirterek, TÜRKPATENT YİDK’nun … sayılı kararın iptali ile dava konusu … başvuru numaralı “…” ibareli markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalı TÜRKPATENT vekili cevap dilekçesinde özetle; dava konusu YİDK kararının yerinde olduğunu beyan ederek, davanın reddini istemiştir.
Davalı …’ya usulüne uygun dava dilekçesi ve duruşma gününü bildirir tebligat yapıldığı halde davaya cevap vermemiş ve yargılamaya katılmamıştır.
GEREKÇE:
Uyuşmazlıgın Tespiti ve Uygulanacak Hükümler,Delillerin Tartışılması ve Kabul
Dava TÜRKPATENT YİDK’nun … sayılı kararının iptali ve tescili halinde davalı şahsa ait … sayılı “…” ibareli markanın hükümsüzlüğü ve sicilden terkini istemlerine ilişkindir. İptali istenen YİDK kararının davacıya 18/06/2021 tarihinde tebliğ edildiği, 17/08/2021 tarihinde açılan davanın, 5000 sayılı kanunun 15/c maddesinde belirlenen iki aylık hak düşürücü süre içerisinde olduğu anlaşılmış ve işin esasına geçilmiştir.
Mahkememize uzman bilirkişi heyetinden alınan 10/01/2022 havale tarihli raporda konu ayrıntılı irdelenmiş olup özetle; “Dava konusu … sayılı başvuru kapsamında yer alan 36.sınıf hizmetlerin tamamının davacı yanın önceki tarihli markaları kapsamında yer alan emtialar ile aynı, aynı tür ya da benzer hizmetler oldukları, bununla birlikte taraf markaları arasındaki ortak unsur olan “…” ibaresinin, ayırt edici gücü yüksek olmayan, özgünlüğü ve orijinalliği bulunmayan, ticaret hayatında yaygın kullanımı bulunan, pek çok hak sahibi adına başvuru konusu edilmiş/tescil edilmiş veya fiilen kullanılan bir ibare olduğu, dolayısıyla tüketicinin anılan ibareye güçlü bir markasal önem atfemeyeceği bir durumda salt bu ibarenin ortaklığından kaynaklı olarak taraf markaları arasında ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma ihtimaline yol açacak bir benzerlik ilişkisi kurmayacağı, davacı yanın e-ticaret ve online pazaryeri hizmetlerinde tanınır olduğu ancak dava konusu markanın tescilinin 6/5 maddesinde aranılan kriterlerin meydana gelmesi sonucunu doğuracağı yönünde bir kanaate varılamadığı, ” ifade edilmiştir.
6769 sayılı SMK m.6/1 hükmü kısaca, bir marka başvurusunun daha önce yapılmış başvuru veya tescilli bir marka ile “karıştırılma ihtimali” bulunması ve önceki marka ya da başvuru sahibinin itiraz etmesi koşuluyla başvurunun reddini öngörmektedir. Şu halde, iltibas ya da karıştırma riskinin varlığı için, tescil kapsamındaki mal/hizmetlerin ve aynı zamanda başvuru ve markanın (işaretlerin) karıştırma ihtimali bulunacak derecede aynı yada benzer olması gerekir; karıştırma ihtimalinin değerlendirilmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınarak bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmelidir. İlke olarak mal ve hizmet benzerliği ile değerlendirmeye başlanır. Mal ve hizmetlerin benzerliği değerlendirilirken de çekişme konusu mal ve hizmetlerin ortalama tüketici kitlesi, doğal yapısı, kullanım amacı, fiyatı, alım sıklığı, üretim dağıtım ve satış kanalları ile yerleri, rekabet, ikame veya tamamlama ilişkisi olup olmadığı gibi bütün faktörler dikkate alınmalıdır.
Buna göre dava konusu başvuru’nun … sayılı “…” ibaresinden oluştuğu, kapsamında 36.sınıftaki “36.sınıf: Sigorta hizmetleri. Finansal ve parasal hizmetler. Gümrük müşavirliği hizmetleri” mal ve hizmetlerin bulunduğu, itiraza dayanak markanın ise ….cepte” ibarelerinden meydana geldiği ve koruma kapsamında 35, 38, 42.sınıftaki bir kısım mal ve hizmetlerin yer aldığı, gözlenmektedir.
Buna göre, açıklanan kriterler çerçevesinde yapılan değerlendirmede, başvuru kapsamında yer alan 36. sınıftaki tamamı, davacı yanın sair markaları kapsamında aynı s ınıflarda yer alan hizmetler ile aynı – aynı tür hizmetler olup keza yine 36. Sınıftaki “gümrük müşavirliği hizmetleri” ile de 35. Sınıftaki “ithalat – ihracat acente hizmetleri” arasında, söz konusu hizmetlerin aynı iktisadi kaynak taraf ından tüketiciye sunulan nitelikte hizmetler olmasından kaynaklı olarak benzerlik düzeyinde bir ilişki mevcut olup taraf markalarının benzer tüketici kitlelerine hitap eden, benzer ihtiyaçları karşılamaya yönelik, benzer sunum ve satış kanalları olan, birbirleri ile doğrudan rekabeti bulunan, birbirleri yerine tercih edilebilir mahiyetteki hizmetleri kapsadıkları tespit ve kabul edilmiştir.
İşaretlerin benzerliğine gelince, bu değerlendirmede, önceki markanın ayırt edicilik düzeyi, tescil kapsamındaki mal/hizmetler yönünden tanımlayıcılığı ve bu nedenle zayıflığı ya da kullanımla sonradan yüksek ayırt edicilik veya tanınmışlık kazanıp kazanmadığı önemli bir faktördür. İşaretler de parçalara ayrılmadan ve bütüncül olarak değerlendirmeli, ancak markayı oluşturan dominant yada ayırt edici unsurlar akılda tutulmalıdır. Görsel, sescil ve kavramsal benzerlik ya da farkların, markanın genel izleniminde bıraktığı etki esas alınmalıdır.
Somut olayda çekişmeli başvuru standart karekterle yazılmış “…” ibaresinden oluşurken; itiraza dayanak markanın standart karekterle yazılı “….” ibarelerinden oluştuğu görülmektedir.
Buna göre işaretler arasında görsel benzerlik karşılaştırması yapılırken markalara konu yazı ve işaretlerin konumlandırılma şekilleri ile harf sırası, yazım karakterleri gibi göze çarpan özellikleri dikkate alınmalıdır. Sesçil benzerlikte esas alınması gereken husus ise markaların ortalama tüketici kitlesi tarafından kendi lisanlarındaki okunuş şekli olup, sesçil benzerlikte de önemli hususun markaların başlangıç kısımları olup fonetik açıdan benzer sesler çıkarılarak okunuş şekli dikkate alınmalıdır. Markaların kavramsal açıdan benzerliklerinin karşılaştırılmasında da, markalara konu sözcüklerin tescil kapsamındaki ortalama tüketici kitlesinin bakış açışı ve o sözcüklere kendi lisanlarında bir anlam verip veremeyecekleri hususu dikkate alınmalıdır.
Bu çerçevede dava konusu marka incelendiğinde “…” şeklindeki başvurunun hiçbir görsel unsur taşımaksızın “…” ve “ …” kelimelerinin birleşik yazımı ile oluşturulmuş bir sözcük markası olduğu, markanın tüketici tarafından bir bütün olarak algılanacağı değerlendirileceği sonucuna varılmıştır.
Davacı yanın ise temel anlamda “…” şeklindeki markası üzerinden türetilmiş “….com tek tıkla güvenli alışveriş”, “…….” vb. şekillerde “…” ibaresinin esas unsur olarak içerir şekilde oluşturulmuş ve tamamında bu kalıbın bütün olarak korunduğu markaları veyahut “…”, “… kredi şekil”, “… taksit” gibi şekillerde “…” sözcüğü sabit tutularak alternatif/seri markalar ile oluşturulmuş markalarının mevcut olduğu, davacı yana ait markalardan yalnızca “… şekil” markasında “…” ikincil sesinin “gelecek” ön sesiyle birlikte kullanıldığı görülmektedir. Davacı yanın, dava konusu markanın başvuru tarihinden evvel “…” sözcüğü etrafında yarattığı başkaca bir markasının mevcut olmadığı, dolayısıyla davacının “…” kelime kökünü korumak suretiyle yarattığı alternatif bir marka serisinin bulunmadığı görülmektedir. Davacı yanın dayanak yaptığı markaların her biri aynı sistematik ile oluşturulmuş olup bu şekilde ciddi bir seri marka ailesi yaratılmış ve her bir marka bütünsel olarak “…” veyahut “…” ibaresinin kendisinin korunduğu görülmektedir. Davacı yanın dava dilekçesinde bahsi geçen ve “…” sözcüğü sabit tutularak yaratılmış markaların ise, dava konusu markanın başvuru tarihinden sonraki tarihli markalar oldukları görülmektedir. Bu çerçevede tespiti gereken husus, dava konusu başvurunun da davacı yana ait önceki tarihli bu markaların serisi, devamı gibi algılanıp algılanmayacağı ve netice olarak taraf markaları arasında karıştırılma ihtimalinin meydana gelip gelmeyeceğidir.
Uyuşmazlık kapsamında tartışıldığı gibi kendisinden önce tescil edilmiş bir markadaki ibare ile birlikte kendi unsurlarını içerisinde barındıran birleşik bir markanın önceki marka ile iltibas oluşturup oluşturmadığına karar verilebilmesi için önceki markanın kendi başına uyuşmazlık konusu mal ve hizmetlerde bağımsız bir ayırt edici karakterinin olup olmadığının ve bu ibarenin sonraki markada da dominant bir etkiye sahip olmadığının incelenmesi gerekmektedir. Önceki markanın tek ve baskın unsurunun, bir bütün olarak sonraki markada da yer alması halinde, işaretlerin kısmen aynı oldukları ve ilgili tüketicide bu doğrultuda bir etki bırakacağı kabul edilmektedir. Dolayısıyla iltibas ihtimalinin varlığı için önemli olan, önceki markanın, sonraki marka içerisindeki kullanımında bağımsız ayırt edici karakterini koruyup korumadığı ve önceki markanın ayırt edici gücünün ne denli kuvvetli olduğudur.
Somut olayda davacı yan markalarının “…” veya “….com” şeklinde bir bütün veyahut “….” kelimesine eklenen ek sözcükler ile oluşturulmuş markalar oldukları görülmektedir. Dava konusu marka ise “…” şeklinde oluşturulmuştur. Uyuşmazlığın temelini oluşturan “…” ibaresi “bu yerde” şeklinde sözlük anlamı bulunan bir ibaredir. Tüketicinin “…” şeklinde bir marka ile karşı karşıya kaldığında bu ibareyi … sektörüne yönelik mal ve hizmetlerden yararlanabileceği / satın alabileceği bir e-ticaret sitesinin/işletmenin adı olarak ilk anda algılama ihtimali son derece kuvvetlidir. Davacı yan markaları ise “…” şeklinde yine “akla gelebilecek ne varsa satın alınabileceği, her şeyin satıldığı” bir e-ticaret sitesi/işletme adı algısı yaratmaktadır. Taraf markaları arasında işitsel olarak “…” sözcüğünden kaynaklı işitsel, görsel ve kavramsal bir benzerlik mevcut ise de “…” ibaresi kavram kökensel olarak ayırt ediciliği güçlü, özgün ya da yaratılmış bir ibare olmadığı sonucuna varılmıştır. Böyle bir ibarenin ortaklığından kaynaklı olarak tüketicinin karşılaştırdığı iki işaret arasında bağlantı kurabilmesi için, işaretler arasında ortak olarak yer alan bu ibare dışında genel algıyı birbirine yakınlaştırır mahiyette (sözgelimi benzer şekil unsuru, benzer renk kombinasyonu gibi) ortak özelliklerin de bulunması veyahut önceki marka sahibinin bu ibare etrafında yarattığı bir seri markasının bulunduğunu ve bu serinin de kendi iktisadi kaynağı ile tereddütsüz olarak örtüştüğünü ispatlaması gerekmektedir. Somut uyuşmazlıkta her iki duruma ilişkin koşulların da oluşmadığı kanaatine varılmıştır.
Taraf markaları görsel anlamda birbirleri ile herhangi bir yakınlaşma içerisinde değillerdir. Yukarıda da değinildiği üzere “…”  kelimesinin doğası gereği ayırt edici gücü zaten yüksek olmayıp salt bu ibareden kaynaklı bir benzerliğin ortalama dikkat ve zeka seviyesine sahip tüketiciler açısından bir yanılgı durumu ortaya koymayacağı düşünülmektedir. Nitekim “…” ibaresi içerir şekilde TÜRKPATENT sicil kayıtlarında dahi çok sayıda markanın evvelden beri uyuşmazlık konusu hizmetleri de kapsayacak şekilde başvuru konusu edildiği, birçoğunun tescilli olduğu ayrıca yine ticaret hayatında da bu ibareyi içerir şekilde çok sayıda internet sitesinin mevcut olduğu görülmektedir. Dolayısıyla “…” ibaresinin tüketici nezdinde yarattığı algı, ticaret hayatında herkesin kullanımına açık olan işaretler ile eşdeğer düzeyde olacak olup tüketicinin salt bu ibare nedeniyle taraf markaları arasında iktisadi – idari ilişkilendirme ihtimali dahil bir benzerlik kurmasının beklenmesi mümkün değildir. Başka bir ifadeyle taraf markaları, bütünsel olarak bıraktıkları nihai izlenimleri itibariyle ele alındıklarında, “…” ibaresinin oluşturduğu benzerliğin, işaretlerin aynı iktisadi ya da idari kökenini gösterir işaretler olarak algılanmaları sonucunu doğuracak düzeyde olmadıkları, tek tek unsurlar bakımından ortaya çıkan benzerliğin, bütünsel değerlendirme ilkesi çerçevesindeki son algılarda, tüketicinin iki ayrı marka karşısında olduğunu algılaması gerçeğini ortadan kaldırmayacağı kanaatine varılmıştır.
Zira ortak / benzeşen unsurun, ayırt edici karakterinin güçlü olmadığı bir durumda markalar arasında az bir dikkatle anlaşılabilecek küçük farklılıkların, iltibasın önlenmesi için yeterli olduğu, tamamı zayıf ibarelerden oluşan bir markanın dahi tescili mümkün olmakla birlikte bu tescilin marka sahibi açısından doğuracağı olumsuz sonucun, bu ibareleri bazı ayırt edici ek unsurlarla/değişikliklerle marka olarak kullanmak/tescil ettirmek isteyen kimselerin bu kullanımlarına/tescillerine katlanmak zorunda kalması şeklinde yansıyacağı açıktır. Dolayısıyla ticaret hayatında, “…” ibaresinin ikincil unsur olarak kullanımı ile oluşturulan markaların her birinin, davacı taraf markaları ile ilişkilendirilmesinin beklenmesi mümkün görülmemektedir.
Dolayısıyla kendisine ticaret hayatında genel anlamda yaygın olarak kullanımı bulunan bir işareti marka olarak seçen kimsenin, bu ibareye daha sonra eklenen ek unsurlarla oluşturulan farklı markaların varlığına katlanması gerekliliği pek çok yargı kararında kabul edilmiş olup bu şekilde zayıf ayırt edici niteliği haiz ibareler tercih edilmek suretiyle bir seri marka zinciri yaratılmak suretiyle daha geniş bir koruma elde edilmesi de mümkün olmayacaktır. Güçlü ayırt ediciliği bulunan özgün, yaratılmış, farazi mahiyetteki bir işaret ile oluşturulmaya çalışılan bir seri marka ailesinde, bu güçlü işareti içerir şekilde yaratılan sonraki markaların da bu ailenin bir zinciri olduğu algısı nasıl ki tüketici algısında hemen oluşabilir ise, ayırt edici vasfı zayıf işaretler etrafında yaratılmaya çalışılan seri marka ailesinde, tüketicinin bu ibarenin yaygın kullanımına aşina olması nedeniyle, bu ibareyi içerir şekilde karşı karşıya kaldığı bir markayı, her halükarda önceki ailenin bir serisi olarak yorumlamama ihtimalinin daha yüksek olacağı düşünülmektedir. Zaten bunun aksi bir yorum, normal şartlarda zayıf ayırt edici karaktere haiz bir markanın, sonraki başvuruları engellemesi mümkün değilken ve marka sahibi sonraki başvurulara katlanmak durumundayken, zayıf ibarelerin çeşitli ek unsurlarla seri marka algısı oluşturacak şekilde birden fazla tescil ettirilerek koruma altına alınması suretiyle zayıf marka kavramı salt seri marka imajı ile aşılabilecektir.
Sonuç olarak taraf markaları arasında, dava konusu markada yer alan 36.sınıf hizmetler bakımından aynı – aynı tür veyahut benzerlik düzeyinde bir ilişki bulunmakla birlikte markalardaki ortak unsur konumunda olan “…” ibaresinin ayırt edici niteliğinin zayıflığı, ticaret hayatında oldukça yaygın kullanımının mevcut oluşu, markalar arasında bütünsel algıları birbirine yakınlaştıracak başkaca hiçbir benzer unsurun yer almaması gibi hususlar bir bütün olarak değerlendirildiklerinde bu tür kelimeler üzerinden yaratılan markaların anılan ibare üzerinde önceki marka sahibine her koşulda mutlak bir hak ve koruma sağlamayacağı, davacının seri markalarının dahi tek başına “…” ibaresi üzerinden değil “…” kelime kökü üzerinden yaratılmış markalarında mevcut olduğu, tüm bu nedenlerle dosya kapsamında belirlenen ilgili tüketiciler nezdinde taraf markaları arasında iktisadi – idari anlamda ilişkilendirme ihtimali dahil karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkmayacağı kanaatine varılmıştır.
Tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumda, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir marka sahibinin itirazı üzerine, farklı mal veya hizmetlerde kullanılacak olsa bile, sonraki markanın tescil başvurusu reddedilir denilmektedir. Bu anlamda tanınmışlık için; yukarıda sayılan koşullara ek olarak ulusal tescil şartı, niteliksel tanınmışlık ve markanın ününden haksız yararlanma olguları da aranır.
Bir markanın tanınmışlıktan yararlanması için yukarıda sayılan şartların gerçekleşmiş olması gerektiği, somut olay açısından ise davalının başvurusunun, davacı markaları açısından tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği kanaatine varılamadığından, dosya içeriği itibari ile 6769 sayılı SMK’nın 6/5 maddesinde yer alan koşulların oluşmadığı gibi taraf markaları arasında 6769 sayılı SMK’nın 6/1 maddesi anlamında karıştırılma tehlikesi olmadığı ve dolayısıyla tanınmışlığın bu duruma bir etkisinin olmayacağı kanaatine varılmıştır.
Hükümsüzlük talebi açısından; taraf markalarının benzer olmaması ve 6769 sayılı SMK’nın 6/1 bendi anlamında iltibas tehlikesinin mevcut olmaması nedeniyle hükümsüzlük şartlarının oluşmadığı kanaatine varılmıştır.
Somut olayda, davalı şahıs tarafından yapılan marka başvurusunun kötü niyetli olduğuna ilişkin somut veriler dosya kapsamında bulunmamakla ve markanın kullanılış amacı ve fonksiyonlarına aykırı bir şekilde, davacı veya iyiniyetli üçüncü kişileri baskı altında tutma, onlara şantaj yapma veya engelleme amacına ilişkin herhangi bir olgu ve olay söz konusu olmadığından, davalı şahısın kötü niyetli olmadığı kanaatine varılmıştır.
Taraflarca sunulan belgeler ile tüm deliller incelenmiş, alınan rapor ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilmiş olup yukarıda açıklanan gerekçelerle, davanın reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:
1-Davanın REDDİNE,
2-Alınması gereken 80,70 TL harcın peşin alınan 59,30 TL harçta düşümü ile 21,40 TL bakiye harcın davacıdan tahsili ile Hazine’ye gelir kaydına,
3-Davalı TÜRKPATENT için 7.375,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak bu davalıya verilmesine,
4-Davacının yapmış olduğu yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasına,
5-Tarafların yatırdıkları gider avanslarından kalan tutarın HMK 333/1 uyarınca karar kesinleştiğinde iade işlemi yapılmak üzere tebliğden itibaren 15 gün içinde, banka hesap numarası bildirildiğinde hesaba aktarılmasına, aksi halde PTT aracılığı ile adreste ödemeli olarak gönderilmesine,
Dair verilen karar, davacı vekili ile davalı kurum vekilinin yüzüne karşı diğer davalının yokluğunda 6100 sayılı HMK’nun 341. ile 345. Maddelerine göre tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesine İstinaf Kanun Yoluna dilekçe ile başvurulabileceğine yönelik karar açıkça okunup, usulen anlatıldı.20/01/2022
Katip …
¸

Hakim …
¸

¸Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu gereğince
DYS üzerinden E-İmza ile imzalanmış olup,
Ayrıca fiziki olarak imzalanmayacaktır.