Emsal Mahkeme Kararı Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/189 E. 2021/289 K. 14.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR VERMEYE YETKİLİ
T.C.
ANKARA
3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2021/189
KARAR NO : 2021/289

DAVA : Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali)
DAVA TARİHİ : 11/12/2017
KARAR TARİHİ : 14/09/2021
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 15/09/2021
İDDİA:
Davacı vekili 11.12.2017 harç tarihli dava dilekçesiyle; müvekkili şirketin … başvuru numarası ile yaptığı marka tescil başvurusunun, Davalı Kurum tarafından, markanın, 556 sayılı KHK’nın 7/1(a) maddesi kapsamına girmediği ve ayırt edici olmadığı ve başvuru sahibi tarafından gönderilen kullanıma ilişkin belgelerin de Türkiye’de tüketiciler nezdinde ayırt edicilik kazandığı iddiasını ispatlayamadığı, emsal karar olarak sunulan kararların dikkate alınamayacağı gerekçeleri ile reddedildiği; müvekkiline ait … sayılı marka başvurusunun reddine ilişkin Davalı Kurum kararına karşı itiraz edilmişse de, bu itirazın, TÜRKPATENT Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu tarafından incelenerek, 09.10.2017 tarih ve … sayılı kararı ile reddedildiği; müvekkiline ait marka başvurusunun tabi olduğu Mülga 556 Sayılı KHK’nın 7/1 (a) bendinin gönderme yaptığı 5.maddesinin “Bir teşebbüsün mallarını diğer bir teşebbüsün mallarından ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dahil, özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yoluyla yayımlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işaretleri içerir.” hükmünü içerdiği; bu hükme göre, “işaret” kelimesinin sadece logoyu, yani şekli ifade etmediği, aynı zamanda, geniş anlamda kullanıldığı; logolar gibi armalar, harfler, sayılar, renkler, malların biçimi veya ambalajları gibi üç boyutlu cisimler ile bunların oluşturdukları kompozisyonların da marka olarak tescil edilebilecek her türlü işaretin kapsamında olduğu; müvekkiline ait, davaya konu ŞEKİL MARKASInın, 556 Sayılı KHK’nın “Marka” tanımına uygun şekilde; ayırt edici olan ve baskı yoluyla yayımlanabilen ve çoğaltılabilen bir işareti kapsadığı; müvekkilinin tescilini talep ettiği şekil markasının, piyasaya sunulduğu ilk günden itibaren marka olarak tescil edilebilecek şekilde ayırt edici olduğu ve müvekkili için de ayırt edicilik fonksiyonunu gerçekleştirdiği, davaya konu marka başvurusunda yer alan işaretin, müvekkili firma tarafından özel olarak tasarlanan kutu ambalajında kullanılan ve marka olarak tescil edilebilir desenin/logonun kendisi olduğu; anılan şeklin, kompozisyon itibari ile, hiçbir tüketiciye doğrudan bir malı çağrıştırmayacak ve doğrudan diğer teşebbüslerin mal ve hizmetlerinden ayırt edilmelerini sağlayacak nitelikte olduğu; ayırt edicilik kavramının, soyut ve somut ayırt edicilik olarak ikiye ayrılarak incelendiği, Türk Hukukunda kastedilen ayırt ediciliğin, soyut ayırt edicilik olduğu, bundan maksadın, bir işaretin herhangi bir mal/hizmet ile ilgili olmaksızın marka olabilmek için gerekli ayırt ediciliğin olup olmadığı hususuna ilişkin olduğu; davaya konu ŞEKİL ibaresinin soyut ayırt ediciliğe sahip olduğu; bu şeklin, tüketiciler tarafından görüldüğü anda marka olarak algılanabilmesine herhangi bir engel bulunmadığı; tescili istenen marka başvurusundaki şeklin, stilize çark, stilize vida ve diğer yuvarlak şekillerinin farklı bir kombinasyonda yerleştirilmesi ile oluşturulduğu; bütün bu unsurlar dikkate alındığında, tescili istenen şeklin, ayırt edici vasfı tartışılmayacak derecede kendisine has ve alışılagelmişin dışında bir desen olduğu; bu sayede ortalama tüketicinin bu deseni diğer desenlerden rahatça ayırt edebileceği, bu durumun da davaya konu markanın soyut ayırt ediciliğinin bulunduğunu ispatladığı; ayırt ediciliği olmayan işaretlerin marka olarak tescil edilmemesinin arkasındaki temel gerekçenin, söz konusu işaretlerin piyasadaki rakip ve diğer aktörler tarafında serbestçe kullanımının sağlanması olduğu, oysa davaya konu şekil markasının, söz konusu piyasa aktörleri tarafından serbestçe kullanılan ve/veya ilgili tüketicilerin aşina olduğu bir şekli betimlemediği, dolayısıyla, yukarıda açıklanan sebepler itibariyle söz konusu işaretin herkes tarafından serbestçe kullanılmasını gerektirecek bir durumun olmadığı; logoda yer alan vida görselinin alelade bir vida şekli olmadığı, stilize edilmiş olduğu, yine çark görselinin, aynı şekilde çizim yolu ile çoğaltılabilen stilize edilmiş bir çark olduğu, tüm bu logo içerisinde yer alan şekillerin, farklı bir kombinasyon ile oluşturularak özgün bir logo meydana getirildiği; müvekkilinin, huzurdaki itiraza konu markayı yıllardır kesintisiz ve ciddi kullanım sonucu tüketici nezdinde ayırt edici hale getirdiği, hatta bu şeklin tanınmış bir marka olduğu; 556 sayılı KHK’nın madde 7/1 son paragrafına göre “Bir marka tescil tarihinden önce kullanılmış ve tescile konu mallar veya hizmetlerle ilgili olarak bu kullanım sonucu ayırt edici bir nitelik kazanmış ise (a), (c) ve (d) bentlerine göre tescili reddedilemez.” hükmü uyarınca, özgün ve bu itibarla marka sahibi şirketle doğrudan bağdaştırılan biçimler/şekillerin de koruma altına girdiği; müvekkili markasının; menşe memleketi Almanya’nın yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri, Hong Kong, Japonya, Kore, Kosova, ABD, Güney Afrika ve Avrupa’daki ülkelerde de tescilli olduğu; müvekkili markasının Avrupa Birliği ile birlikte sayılan ve her biri Paris Sözleşmesi’nin tarafı olan ülke ofisleri nezdinde tescile kabul görmesinin, telle quelle şartı uyarınca TPE nezdinde de tescile şayan kabul edilmesinin gerektiğini, zira, Türkiye Cumhuriyeti’nin usulüne uygun olarak imzalanmış bulunduğu, Paris Sözleşmesi’nin 4. mükerrer 6. maddesinin A/1 fıkrasına göre, “Menşe ülkesinde usulüne uygun olarak tescil edilen her ticaret markası, bu maddede belirtilen ihtirazi kayıtlar altında, diğer birlik ülkelerinde olduğu gibi başvuru yapmak ve korunmak üzere kabul edileceği” hususuna yer verildiği; Paris Sözleşmesi ile amaçlananın, menşe ülke kanunlarına göre tescil edilerek marka olarak korunan bir işaretin, belirli istisnalar dışında, diğer birlik ülkelerinde de aynı şartlarda korunmasının sağlanması olduğu; Paris Sözleşmesi ile belirlenen kurala bir takım istisnalar getirilmiş olsa da, bu istisnalar uygulanırken Sözleşme’nin ruhunu ve Sözleşme ile amaçlanan sonucu dikkat alarak hareket etmek gerektiği; Paris Sözleşmesi ile amaçlananın ise Birlik ülkelerinin tümünde geçerli olacak sınai haklar yaratarak yeknesak bir uygulama sağlanması ve uluslararası ticareti kolaylaştırması ve hızlandırması olduğu; iptali talep edilen YİDK kararında bu hususun hiç değerlendirilmemiş olduğu; Beşinci Mükerrer 6’ıncı madde, B (2) ile; ayırt edici niteliği bulunmayan başvuruların reddedilebileceğinin öngörüldüğü; bu yöndeki ayırt edicilik değerlendirmesinin, müvekkile ait marka başvurusunun tescil edildiği diğer ofisler tarafından da yapıldığı; söz konusu ilke ve kurallar ışığında yapılan değerlendirmeler sonucunda ayırt edici olduğu kabul edilen müvekkiline ait marka başvurusunun hangi özgün koşullar nedeni ile Türk tüketicisi nezdinde ayırt edici olamayacağına hükmedildiğinin anlaşılamadığı; Paris Sözleşmesinde öngörülen istisnalar (4. mükerrer 6. maddesinin B/2) kullanılırken, meydana getireceği sonuçların Paris sözleşmesinin varlığı ile ters düşmemesinin gözetilmesi gerektiği; davalı Kurumun, söz konusu kararı verirken, Paris Sözleşmesi’nde öngörülen istisnaların (4. mükerrer 6. maddesinin B/2) ortalama Türk tüketicisi açısından ne şekilde uygulama alanı bulduğunu belirtmesini gerektiği; markanın reddini gerektiren istisnaların Menşe ülkede ve diğer birçok ülkelerde oluşmadığı kararı verilmişken, bu istisnaların diğer ülkelerden farklı ve Türkiye’ye özgün olarak gerçekleştiğini ve gerçekleşeceğini öngörmenin veya bunu ileri sürmenin hukuki dayanağının bulunmadığı; Yargıtay kararlarında yabancı ülkede ve özellikle menşe ülkedeki tescillere Paris Konvansiyonu 4. mükerrer 6. maddesinde “telle quelle şartı” uyarınca özel önem atfettiği ve tescillerin de dikkate alınması gerektiğine işaret eden birçok kararın verilmekte olduğu; müvekkilinin davaya konu markası Birleşik Arap Emirlikleri, Almanya, Hong Kong, Japonya, Kore, Kosova, ABD, Güney Afrika ve Avrupa’da ülkelerde tescilli iken bu husus değerlendirilmeden karara varılmış olması nedeniyle Davalı Kurum’un kararının iptalinin gerektiği; müvekkili firmanın, dünyada ve Türkiye’de ulusal ve uluslararası mevzuatın da öngördüğü ve izin verdiği şekilde davaya konu markasını öncelikle ve özellikle ihdas etmekte ve kullanmakta olduğu, Davalı Kurum nezdinde yapılan bir araştırmada, benzer marka başvurularının, Davalı Kurum nezdinde halihazırda tescilli olduğu; davaya konu başvurunun reddi kararının bu açıdan da hatalı olduğu; gerek Anayasa’nın mülkiyet hakkını düzenleyen 35. Maddesi gerekse de AİHS’in mülkiyet hakkını düzenleyen 1. Nolu Protokolü (P1-1) ekonomik bir değer taşıyan, parayla ölçülebilen, devir ve intikale elverişli olan bütün malvarlığı değerleri kapsadığı, bu hususun hem Anayasa Mahkemesi (AYM) hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla sabit olduğu; telif hakkı, patent ve tasarım gibi fikri ve sınai ürün ve ayırt edici işaretlerin hem mali hem de manevi unsurlar içerdiği gibi, çoğu halde tek başlarına devir ve intikale de elverişli olduğu, dolayısıyla bunların mülkiyet hakkı korumasından yararlanacağı; bu tip fikri ürün ve işaretlerin medeni hukuk anlamında malvarlığı kapsamına girdiğinin kabul edildiği; kamusal makamların, mülkiyet hakkını keyfi olarak sınırlayamayacağı; AİHS açısından mülkiyet hakkı sınırlanırken, İdarenin ve diğer kamu makamlarının bağlı olduğu bazı kuralların bulunduğu, bu kurallara aykırı bir sınırlamanın mülkiyet hakkını ihlal edeceği; AİHM, AİHS metninde geçen “hukuk” veya “hukuki” terimleriyle sadece ulusal hukuka referans yapılmadığını ama ayrıca hukukun üstünlüğüne uygunluğu gerektiren hukuk niteliğine gönderme yapıldığı; hukuk devleti veya hukukun üstünlüğü nosyonunun AİHS’deki bütün haklara ve bu arada mülkiyet hakkına ilişkin olduğu; hukuk devleti düsturunun en önemli unsurlarının başında öngörülebilirlik ve kesinlik/belirlilik ilkelerinin geldiği; bu ilkelerin, hakkın öznesini beklenmedik müdahalelere ve sürprizlere karşı korumakta, tasarruflarını gerçekleştirmekte hukukun durumunu göz önünde bulundurmalarını sağlamakta olduğu; aynı şekilde bu ilkelerin, mülkiyet hakkı öznesinde, hak sahipliği bakımından statükonun korunacağına dair bir güven duygusu da yarattığı, bu sebeple, “hukuk devleti” düsturunun AİHS’e hakim olan en ödemli değerlerden birisi ve tüm uyuşmazlıklarda dikkate alınması gereken unsur olduğu; davaya konu markanın tescil edildiğini gören müvekkilinin, markasının tescil edilebilir olduğuna dair bir beklenti ortaya çıktığı, Davalı Kurum kararında diğer marka başvurularına ilişkin verilen kararların burada emsal teşkil etmeyeceğine ilişkin gerekçelerin, açıkça bu ilkelere dolayısı ile AİHS ve Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek, TÜRKPATENT YİDK’nun 09.10.2017 tarih ve … Sayılı kararının iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:
Davalı TÜRKPATENT vekili cevap dilekçesinde özetle; tesis edilmiş olan işlemlerin mer’i mevzuata uygun olduğu, red kararının yerinde olduğu; marka başvurusunun, 556 Sayılı KHK’nın 5.maddesinde yer alan kriterleri sağlamadığı, bu bakımdan md.7/1(a) kapsamında değerlendirildiği, ayırt ediciliğin olmadığı bu bakımdan marka başvurusunun reddinin hukuka uygun olduğu; bir işaretin somut ayırt edici niteliği incelenirken, tescili talep edilen işaretin tescile konu mal veya hizmetleri diğer mal veya hizmetlerden ayırt etmeye elverişli olup olmamasına bakılacağı, söz konusu işaretin tescile konu mal ve hizmetler açısından ayırt edicilik fonksiyonu yoksa aksine bu mal veya hizmetlerin bir özelliğini veya kullanım amacını belirtiyorsa ya da mal veya hizmet hakkında bilgi veriyorsa, somut ayırt edici niteliğe sahip bulunmadığının kabulünün gerektiği; bu nedenle bir işaretin soyut ayırt edici niteliğe, dolayısıyla, marka olma özelliğine sahip olabileceği ancak bu işaret belli mal ve hizmetler için ayırt edici niteliği bulunmadığından tescil edilemeyeceği, dolayısıyla, soyut ayırt edici niteliğin, somut ayırt edici niteliğe göre daha geniş kapsamlı olduğu; bu bağlamda, 7/1-a maddesi kapsamında yapılması gereken asıl değerlendirmenin, tescil edilmek istenilen işaretin soyut anlamda marka olabilmesi vasfına haiz olup olmadığının tespiti olduğu, zira markanın en önemli fonksiyonunun, markanın ayırt edici bir işaret olması, yani kaynak göstermesi olduğu; ayırt edicilik fonksiyonunun, işaretlerin genel ve temel bir özelliği olduğu, markanın bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini başka bir teşebbüsün mal ve hizmetlerinden ayırt etmeye yaradığı, bir işaretin marka olma kabiliyetini haiz olmasının, o işaretin asgari kaynak gösterme fonksiyonuna sahip olmasına bağlı olduğu, bir işaretin soyut ayırt edicilik niteliğinin varlığı tespit edildikten sonra, o işaretin marka olabilmesi açısından ayrıca çizimle görüntülenebilmesi veya benzer biçimde ifade edilebilmesinin gerektiği; bu şartları yerine getiren işaretlerin, 5.madde anlamında marka olma niteliğine sahip olduğu, dava konusu edilen markanın bu şartları taşımadığının açık olduğu, bu bakımdan tesis edilen, dava konusu, işlemin hukuka uygun olduğu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
ANKARA BAM 20.HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞI KARARI:
Mahkememizin 10.07.2018 tarih ve 2017/462 esas, 2018/268 karar sayılı davanın kabulüne dair verilen kararı, Ankara BAM 20.Hukuk Dairesinin 05.03.2020 tarih ve 2018/2103 esas, 2020/342 karar sayılı ilamıyla ve özetle;
“…. Dava, YİDK kararının iptali istemine ilişkindir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı, dava konusu şekilden ibaret marka başvurusunun tüketiciler tarafından algılanabilir ve bu yolla mal ve hizmetleri birbirinden ayırt edebilir nitelik taşıdığının dosyada mevcut içinde makine mühendisi de bulunan bilirkişi heyetince hazırlanan bilirkişi raporunda açıklandığı, buna göre başvuru konusu şeklin, davacının üretip satışa arz edeceği malları, başka bir işletmenin piyasaya süreceği ürünlerden ayırmaya elverişli olduğu ve 556 sayılı KHK’nın 7/1-a maddesi uyarınca marka başvurusunun reddinin yerinde bulunmadığı, başvuru konusu işaret ayırt edici nitelikte bulunduğundan mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda da açıklandığı üzere Paris Sözleşmesi’nin 4. mükerrer 6. maddesi uyarınca da başvurunun tescilinin gerektiği anlaşılmakla, davalı Türk Patent ve Marka Kurumu vekilinin istinaf başvurusunun esas yönünden reddine dair hüküm kurmak gerekmiştir….” gerekçesi istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş; davalı vekilinin istinaf isteminin esastan reddine dair kararın Yargıtay’ca incelenmesi için temyiz başvurusunda bulunmuş;
YARGITAY 11.HUKUK DAİRESİ BOZMASI:
Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 14.04.2021 tarih ve 2020/2334 esas, 2021/3668 karar sayılı ilamıyla özetle;
“…Dava, 12. ve 16.sınıflarda, tescili istenen şekil markasına ilişkin … sayılı davacı başvurusunun 556 sayılı KHK’nın 7/1-a maddesi uyarınca reddine dair TPMK YİDK’nın 09.10.2017 tarihli ve 2017/M-8494 sayılı kararının iptali istemine ilişkin olup, İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen kararın davalı TPMK vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Ancak, dava konusu işaret desen izlenimi veren motor aksamlarından, ibaret resim olup motoru çağrıştırmakta, yani ilk bakışta motor imaji oluşturduğundan 12. sınıfta yer alan motor emtiası için marka olamayacağı gibi, görünüşü desen izlenimi verdiğinden, işaret ilgili toplum kesiminin ürün ve hizmetlerle işaret arasında markasal bir bağlantı kurmasını sağlayacak derecede ayırt edicilik de içermemektedir. Netice itibariyle, dava konusu şekil marka algısı oluşturacak işaretlerden değildir.
Bu itibarla, ilk derece mahkemesince, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi, istinaf başvurusu üzerinede Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş olması doğru olmayıp, hükmün bozularak kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir. …” gerekçesi ile bozulmuş, usul ve yasaya uygun görülen özetlenen bozma ilamına uyularak yargılamaya devam olunmuştur.
… sayılı başvuru işlem dosyası incelendiğinde, davacının, 16.08.2016 tarihinde “şekil” ibaresinin 12, 16.sınıf ve alt gruplarda yer alan emtialar yönünden kullanılmak üzere marka olarak tescili istemiyle davalı Kuruma başvuruda bulunduğu, … kod numarasını alan başvurunun mutlak ret nedenleri yönünden incelenmesi sonucu, Markalar Dairesi Başkanlığı’nca, 556 sayılı KHK’nin 7/1-a-c bendi uyarınca reddine karar verildiği, bu kararın yeniden incelenmesi isteminin ise, TÜRKPATENT YİDK’nun, … sayılı kararı ile nihai olarak reddedildiği, anılan kararın iptali istemiyle Mahkememiz önündeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davaya konu başvurunun … sayılı “şekil” şeklinden oluştuğu; marka başvurusu tarihinin 16.08.2016 olduğu başvurunun 12.sınıfta yer alan “motorlu taşıtlar” ve 16.sınıfta yer alan “Kağıttan, kartondan ya da plastikten imal edilmiş ambalajlama malzemesi” emtiasını kapsadığı anlaşılmıştır.
Dava konusu işaret desen izlenimi veren motor aksamlarından, ibaret resim olup motoru çağrıştırmakta, yani ilk bakışta motor imaji oluşturduğundan 12. sınıfta yer alan motor emtiası için marka olamayacağı gibi, görünüşü desen izlenimi verdiğinden, işaret ilgili toplum kesiminin ürün ve hizmetlerle işaret arasında markasal bir bağlantı kurmasını sağlayacak derecede ayırt edicilik de içermemektedir. Netice itibariyle, dava konusu şekil marka algısı oluşturacak işaretlerden değildir.
Usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 14.04.2021 tarih ve 2020/2334 esas, 2021/3668 sayılı bozma ilamında belirtilen ve uyulan gerekçelerle; davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
10.01.2017 gün ve 29994 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 22.12.2016 gün ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun Geçici Madde 1/(1) hükmü uyarınca anılan kanunun yayımı tarihinden önce yapılmış marka tescil başvurularına, başvuru tarihinde yürürlükte bilinen 556 sayılı KHK hükümlerinin uygulanmasının zorunlu bulunması, YİDK kararının iptali ve buna bağlı tescil istemli davaların başvuru tarihindeki hukuki durum nazara alınarak sonuca bağlanmalarının gerekli olması karşısında 556 sayılı KHK hükümlerinin uygulanarak sonuca bağlanmalarının icap etmesi nedeniyle yeni SMK’nın yargılamanın yukarıdaki biçimde sonuçlandırılmasını engellemediği düşünülmüştür.
HÜKÜM:
1-Davanın REDDİNE,
2-Alınması gereken 59,30 TL harcın peşin alınan 31,40 TL harçtan düşümü 27,90 TL karar harcının davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3-Davalı TÜRKPATENT için 5.900,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davalı TÜRKPATENT tarafından yapılan 35,90 TL İstinaf Karar Harcı, 98,10 TL İstinaf Yoluna Başvuru Harcı, 75,35 TL posta gideri olmak üzere toplam 209,35 TL’nin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Davacın yapmış olduğu yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasına,

6-Tarafların yatırdıkları gider avanslarından kalan tutarın HMK 333/1 uyarınca karar kesinleştiğinde iade işlemi yapılmak üzere tebliğden itibaren 15 gün içinde, banka hesap numarası bildirildiğinde hesaba aktarılmasına, aksi halde PTT aracılığı ile adreste ödemeli olarak gönderilmesine,
Dair verilen karar, taraf vekillerinin yüzüne karşı 6100 sayılı HMK’nun 361.maddesi uyarınca tebliğinden itibaren 2 haftalık yasal süre içinde Yargıtay’a temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıldı. 14/09/2021

Katip … Hakim …
¸ ¸
¸Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu gereğince
DYS üzerinden E-İmza ile imzalanmış olup,
Ayrıca fiziki olarak imzalanmayacaktır.