Emsal Mahkeme Kararı Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/164 E. 2021/273 K. 13.07.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. ANKARA 3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR VERMEYE YETKİLİ
T.C.
ANKARA
3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2021/164
KARAR NO : 2021/273

DAVA : Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 31/10/2012
KARAR TARİHİ : 13/07/2021
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 13/07/2021

İDDİA:
Davacı vekili 31/10/2012 harç tarihli dava dilekçesi ve duruşmadaki beyanlarında özetle; müvekkilinin 77895 sayılı “… BEBE” ibareli markanın sahibi olduğunu ve 1983 yılından bu yana aralıksız kullandığını, davalının … sayılı ve “…” ibareli markasını tescilli bulunduğu 35. sınıftaki “mağaza yönetimi ve mağaza zincirleri oluşturma, kurma” hizmetlerinde son 5 yıldır kullanmadığını, aksine tescilli bulunmadığı “Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için çeşitli malların bir araya getirilmesi hizmetleri” yönünden kullandığını; bu kullanımların kendisine ait markaya tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğunu, dolayısıyla 556 sayılı KHK m.14 ve m. 42 gereğince davalı markasının terkini gerektiği gibi, kullanımlarının men’ine karar verilmesi gerektiğini iddia ederek, sonuç olarak davalının söz konusu … sayılı markasının fiilen 5 yıldır kullanmaması nedeniyle hükümsüzlüğüne, sicilden terkinine, davalının ‘…’ ibaresini kullanımlarının davacı markasına tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğunun tespitine, durdurulmasına ve men’ine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:
Davalı vekili yanıtında; müvekkilinin “…” markası kullanımının haksız rekabet ve davacının marka hakkına tecavüz oluşturmayacağını, zira müvekkilinin “…” markası üzerinde 1969 yılından itibaren özellikle işletme adı olarak kullandığını ve mağazacılık hizmetini bu tescilsiz işaret üzerinde kullandığını, böylece gerçek hak sahibi olduğunu ve eskiye dayalı öncelik hakkı bulunduğunu, kaldı ki tescil kapsamında yer alan “Mağaza yönetimi ve mağaza zincirleri oluşturma, kurma” hizmetlerinin esasen, başvuru tarihi olan 1997 tarihinde yürürlükte bulunan sınıflandırma tebliğine uygun şekilde tescil ettirildiğini, bu hizmetlerin daha geniş kapsamlı olup, sonradan 1999 tarihinde uygulamaya giren Tebliğde 35.08 sınıf “Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için çeşitli malların bir araya getirilmesi hizmetleri” yani kısaca ‘mağazacılık’ olarak ifade edilen hizmetlerini de kapsadığını, müvekkilinin markasını tescilden sonra da kesintisiz olarak bu hizmetlerde de kullanmaya devam ettiğini, bu nedenlerle hükümsüzlük koşulları oluşmadığı gibi, bu kullanımların markaya tecavüz ve haksız rekabet oluşturmayacağını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
YARGITAY BOZMASI:
Mahkememizce 17.12.2013 gün ve 2012/235 esas 2013/61 karar sayılı davanın kısmen kabulüne dair verilen karar taraf vekillerince temyiz edilmiş, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 12.01.2015 tarih ve 2014/14385 esas, 2015/146 karar sayılı ilamıyla ve özetle;
“1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davalı vekilinin temyiz itirazlarınin incelenmesine gelince; davacı kullanmama nedeniyle davalı adına tescilli markanın hükümsüzlüğünü istemiştir. Taraflar arasında görülen ve aynı iddiaların ileri sürüldüğü Ankara 2. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin … K. sayılı dosyasında da kullanmama nedeniyle hükümsüzlüğü istenen … sayılı marka hakkında “mağaza yönetimi ve mağaza zincirleri oluşturma, kurma” hizmetleri yönünden istemin reddine karar verilmiş olup kararın kesinleşmesinin üzerinden 556 sayılı KHK’nın 42/c maddesinde öngörülen 5 yıllık süre geçmediği gibi, anılan karar her ne kadar mahkemenin de kabulünde olduğu üzere kesin hüküm teşkil etmese de; kararda yer verilen “mağaza yönetimi ve mağaza zincirleri oluşturma, kurma hizmetlerinin davalının kendi faaliyetlerini yürüttüğü mağaza ile ilgili faaliyetleri de içerdiği, davalının bu hizmetler yönünden markayı menşeini garanti edecek şekilde ciddi biçimde kullandığı, bu nedenle belirtilen hizmetler açısından hükümsüzlük talebinin reddi gerektiği” yönündeki tespit taraflar arasında bağlayıcıdır. Bu itibarla, taraflar arasında görülen davada kesinleşen tespit gözetilerek dava konusu markanın hükümsüzlüğüne ilişkin talebin de reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesiyle bozulmuş; mahkememizin 23.06.2015 tarih ve 2015/144 esas, 2015/193 karar sayılı direnme kararına karşı davalı vekili temyiz isteminde bulunmuş, bunun üzerine;
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Mahkememizin 23.06.2015 tarih ve 2015/144 esas, 2015/193 karar sayılı dosyası ile davanın kısmen kabulüne dair verilen kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2021 tarih ve 2017/11-59 esas, 2021/106 karar sayılı ilamıyla ve özetle;
” Dava, 556 sayılı KHK’nin 42/1-c ve 14. maddeleri gereğince kullanmama nedenine dayalı marka hükümsüzlüğü veya iptali istemine ilişkindir.
Marka üzerindeki hak, mutlak bir hak olup, sahibine markanın başkası tarafından kullanılmasını yasaklamak da dahil inhisari hak ve yetkiler ile malvarlıksal (maddi) menfaatler ve sınırlı manevi haklar sağlar (Tekinalp, Ünal: Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul, 2012, s. 381). Bu itibarla markanın kullanılması, tescil işlemi ile sağlanan korumayı devamlı kılan ve korumanın işlevselliğini temin eden önemli bir husustur. Markanın kullanılması marka sahibi için markadan beklenen en temel fonksiyon olan ayırt ediciliği sağlamak için bir hak olduğu gibi aynı zamanda tescilli markanın tescili kapsamında etkin biçimde korunabilmesi için öngörülmüş bir külfettir. Bu külfet ile marka sicilinde sadece şeklen var olan ancak kullanılmayan ve tescilli olması sebebiyle tescil kapsamında korunan markaların önüne geçebilmek amaçlanmaktadır (Bozgeyik, Hayri: Markanın Kullanılması ve Kullanmamaya Bağlanan Hukuki Sonuçlar, Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, Ankara 2010, s. 465).
Mülga 556 sayılı KHK’de tescilli markanın kullanılmasına ve kullanılmamasına bağlanan sonuçlar iki ayrı maddede düzenlenmişti. Bunlardan biri, “markanın kullanılması” başlığı altında yer alan 556 sayılı KHK’nin 14. maddesiydi. Anılan madde; “Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi hâlinde, marka iptal edilir. Aşağıda belirtilen durumlar markayı kullanma kabul edilir:
a) Tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması,
b) Markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması,
c) Markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması,
d) Markayı taşıyan malın ithalatı.” hükmünü haiz idi.
Tescilli markanın kullanılmamasına bağlanan bir diğer sonuç ise markanın hükümsüzlük hâllerinin düzenlendiği 556 sayılı KHK’nin 42. maddesinin 1-c bendinde yer almaktaydı. 556 sayılı KHK’nin 42/1-c maddesinde; 14. maddeye aykırı marka kullanımının markanın hükümsüzlüğüne sebep olacağı ve aykırılığın tespiti hâlinde yetkili mahkeme tarafından markanın hükümsüz sayılmasına karar verileceği düzenlenmişti. Ancak 556 sayılı KHK’nin 42/1-c maddesi; marka hakkının fikri ve sınai mülkiyet hakları kapsamında olması ve bu sebeple Anayasa’nın 91. maddesi doğrultusunda kanun hükmünde kararnameyle düzenlenemeyeceği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin 09.04.2014 tarihli ve 2013/147 E., 2014/75 K. sayılı kararı ile iptal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 556 sayılı KHK’nin 42/1-c maddesini iptal etmesi, markanın kullanılmamasına bağlanan yaptırımları etkileyen bir karar olsa da, bu karar neticesinde markanın kullanılmamasına bağlanan sonuca yönelik herhangi bir hukuki boşluk söz konusu olmamıştı. Zira her ne kadar kullanılmayan markanın hükümsüz kılınacağını ifade eden hüküm iptal edilmiş olsa da 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinde kullanılmayan bir markanın iptal edileceği düzenlenmesi hâlâ yer almaktaydı. Ancak 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi de marka hakkının fikrî ve sınaî mülkiyet hakları kapsamında olması ve bu sebeple Anayasa’nın 91. maddesi doğrultusunda kanun hükmünde kararnameyle düzenlenemeyeceği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin 14.12.2016 tarihli ve 2016/148 E., 2016/189 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş, iptal kararı 06.01.2017 tarihli ve 29940 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu iptal kararı ile artık mülga 556 sayılı KHK’de yer alan markanın kullanılması külfeti ve buna aykırılığa bağlanan markanın iptali yaptırımı ortadan kalkmıştır.
Anayasa’nın 153/5 maddesi gereğince Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, geriye yürümez. Bununla kastedilen husus Anayasa Mahkemesi kararının derhal etkisini göstereceği, 10.03.1969 tarihli ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde de belirtildiği üzere iptalin kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği ve ancak derdest olan henüz anlaşmazlık hâlinin devam ettiği uyuşmazlıkların iptalin kapsamına gireceğidir.
Bununla birlikte marka hakkının korunması amacıyla markanın kullanılmamasına bağlanan sonuçları da içinde barındıran 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu, 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinin iptalinin yürürlüğe girmesinden dört gün sonra 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu itibarla SMK’nin yürürlüğe girme tarihinden dört gün önce 06.01.2017 tarihinde Anayasa Mahkemesinin 556 sayılı KHK’nin 14. maddesini iptal etmesiyle birlikte kullanılmayan markaların iptal edilmesi noktasında uygulanabilecek hüküm ortadan kalkmış ve ulusal mevzuatta bu hususta hukuk boşluğu ortaya çıkmıştır.
Hemen belirtilmelidir ki, Anayasa’nın 90/5 maddesinde usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu düzenlenmiştir. Bu itibarla markanın kullanılması kavramını düzenleyen Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar olan Paris Sözleşmesi’ne ve Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Antlaşması’na (TRİPS) bakılması gerekmektedir. Paris Sözleşmesi’nin 5/C-1 maddesi “Bir ülkede tescilli markanın kullanılması zorunlu ise, bu tescil ancak makul bir süre sonra ve ilgili kişinin faaliyete geçmemesi hususunda haklı gerekçe göstermesi durumunda iptal edilebilir.” şeklinde düzenleme içermektedir. Bununla birlikte TRİPS’in 19. maddesinde yer alan düzenleme ise; “Tescilin idame ettirilmesi için markanın kullanılması gerekli ise, tescil sahibi tarafından markanın kullanılmasını önleyen engellerin varlığına dayalı olarak geçerli nedenler ileri sürülmedikçe, tescil ancak markanın kullanılmadığı kesintisiz en az üç yıllık bir süre geçtikten sonra iptal edilebilir…” şeklindedir. Görüldüğü üzere her iki uluslararası antlaşmada da markayı kullanma doğrudan bir zorunluluk olarak öngörülmemiş, sadece iç hukukta bu hususta bir düzenleme olması koşuluyla doğacak sonuçlar düzenlenmiştir. Bu bakımdan 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinin iptal edilmesiyle birlikte iç hukukumuzda uygulanabilecek bir düzenleme mevcut olmadığı için uluslararası antlaşmalar da hukukumuz açısından uygulanabilecek nitelikte değildir.
Somut olayda; dava 31.10.2012 tarihinde açılmış, mahkemece, kullanmama nedenine dayalı olarak 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi gereğince davalı markasının iptaline karar verilmiştir. Özel Dairenin bozma kararı sonrasında mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Mahkeme kararının kesinleşmesinden önce 556 sayılı KHK’nin 42/1-c maddesi Anayasa Mahkemesinin 09.04.2014 tarihli ve 2013/147 E., 2014/75 K. sayılı kararı ile, 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi ise Anayasa Mahkemesinin 14.12.2016 tarihli ve 2016/148 E., 2016/189 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş olup, iptal kararları sırasıyla 24.07.2014 ve 06.01.2017 tarihlerinde Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yayımlandığı 06.01.2017 tarihinden önce açılan ve henüz kesinleşmemiş olan kullanmama nedenine dayalı markanın iptali davalarında uygulanacak, ulusal mevzuatta ve uluslararası sözleşmelerde yaptırım hükmü bulunmadığından eldeki davanın reddi gerekmektedir. Zira marka hakkının temel haklardan olan mülkiyet hakkı kapsamında olduğu ve Anayasa’nın 13. maddesi gereğince temel hakların ancak kanun ile sınırlandırılabileceği gözetildiğinde hâkimin hukuk yaratması yoluyla kullanmama nedeniyle iptal kararı vermesi de mümkün değildir.
O hâlde direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmektedir.” gerekçesi ile kararının bozulmasına karar verilmiş; HMK 373/6 maddesi uyarınca Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorunlu olduğundan, usul ve yasaya uygun görülen özetlenen bozma ilamına mahkememizce uyulmuştur.
Usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2021 tarih ve 2017/11-59 esas, 2021/106 sayılı bozma ilamında belirtilen ve uyulan gerekçelerle; davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:
1-Davanın REDDİNE,
2-Alınması gereken 59,30 TL harçtan peşin alınan 21,15 TL harcın mahsubu ile bakiye 38,15 TL karar harcının davacıdan alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davalı için AAÜT uyarınca 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davalı tarafından yapılan Temyiz Başvuru Harcı 27,70 TL, Temyiz Yoluna Başvuru Harcı 136,00 TL, posta gideri 58,00 TL olmak üzere toplam 221,70 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Tarafların yatırdıkları gider avanslarından kalan tutarın HMK 333/1 uyarınca karar kesinleştiğinde iade işlemi yapılmak üzere tebliğden itibaren 15 gün içinde, banka hesap numarası bildirildiğinde hesaba aktarılmasına, aksi halde PTT aracılığı ile adreste ödemeli olarak gönderilmesine,
Dair verilen karar, davalı vekilinin yüzüne karşı davacı yanın yokluğunda 6100 sayılı HMK’nun 361. maddesi uyarınca tebliğinden itibaren 2 haftalık yasal süre içinde Yargıtay’a temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıldı. 13/07/2021

Katip …
¸

Hakim …
¸

¸Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu gereğince
DYS üzerinden E-İmza ile imzalanmış olup,
Ayrıca fiziki olarak imzalanmayacaktır.