Emsal Mahkeme Kararı Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/13 E. 2021/294 K. 16.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR VERMEYE YETKİLİ
T.C.
ANKARA
3. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2021/13
KARAR NO : 2021/294

DAVA : Marka (Marka İle İlgili Kurum Kararlarının İptali)
DAVA TARİHİ : 13/01/2021
KARAR TARİHİ : 16/09/2021
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 16/09/2021
DAVA:
Davacı vekili 13.01.2021 harç tarihli dava dilekçesiyle; müvekkili şirketin TÜRKPATENT nezdinde 16, 31, 41, 44.sınıflarda tescil edilmek üzere … sayılı “…” ibareli marka tescil başvurusu yaptığını, başvurularının, 6769 sayılı SMK’nın 5/I(b) ve 5/I(c) maddesi uyarınca başvurunun kısmen reddine, başvurunun mal/hizmet listesinden 16 ve 41’inci sınıftaki mal/hizmetlerin çıkartılmasına, kalan mal/hizmetler için 27.03.2020 tarih ve 345 sayılı Resmi Marka Bülteninde ilanına karar verildiğini, anılan kısmi ret kararına yasal süresi içinde olmak üzere başvuru sahibi vekili tarafından itirazın TÜRKPATENT YİDK’nca 14.12.2020 tarih ve … sayılı kararı ile nihai olarak reddedildiğini, oysa müvekkili markasını reddinin usule aykırı olduğunu, tescili istenilen “…” ibaresinin tescil edilmek istenilen mal ve hizmetler ile doğrudan ve spesifik bir ilişkisi bulunmadığını, türetilmiş bir kelime olduğunu, bu ibarenin bir eşya adı olmadığını, Yargıtay’ın verdiği emsal kararların müvekkili lehine olduğunu, dava konusu ibare arama motorunda aratıldığında, müvekkilinin kurduğu şirketin resmi internet sitesinin çıktığını, dava konusu markanın bütün olarak algılanması gerektiğini, “pro” ibaresi ile türetilmiş markaların kurum nezdinde tescilli olduğunu belirterek, … sayılı YİDK kararının iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalı TÜRKPATENT vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili kurum tarafından alınan kararların usul ve yasaya uygun olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
YARGILAMA VE DELİLLER:
Tarafların sav ve savunmaları dinlenmiş, delilleri toplanmış, iptali istenen … sayılı YİDK kararı ve davacıya ait … sayılı “…” ibareli başvuru sayılı marka işlem dosyası getirtilmiş, teknik ve özel bilgiyi gerektiği düşünülen konularda bilirkişi incelemesi yaptırılmış, alınan rapor objektif, dosya kapsamındaki delillerle tutarlı denetim ve hüküm kurmaya yeterli kabul edilmiş, ve Mahkememizce de benimsenmiştir.
GEREKÇE
Dava TÜRKPATENT YİDK’nun … sayılı kararının iptali istemine ilişkindir. Kararın davacı vekiline 14.12.2020 tarihinde tebliğ edildiği, 13.01.2021 tarihinde açılan davanın 5000 sayılı kanunun 15/c maddesinde belirlenen iki aylık hak düşürücü süre içerisinde olduğu anlaşılmış ve işin esasına geçilmiştir.
Uyuşmazlığın özü, davacının … sayılı “…” ibareli başvurusu yönünden, 6769 sayılı SMK’nun 5/1-(b) ve (c) madde ve bentleri anlamında tescil engeli bulunup bulunmadığından ibarettir.
Bilindiği üzere 6769 sayılı SMK’nun 5.maddesinde sayılan tescil engelleri kamu düzeni ile ilgilidir ve mutlak ret nedenleri olarak adlandırılırlar. Bu nedenle Türk Patent tescil sürecinde mahkemeler ise yargılama sürecinde resen dikkate almalıdır. Zira bu nedenler, herhangi bir ayırt edici gücü bulunmayan ya da ticaret alanında herkesin kullanımına açık tutulması gereken, yanıltıcı, kamu düzenine, toplumun dini ve ahlaki değerlerine aykırı olduğu kabul edilen işaretlerin tescil edilmemesi amacını taşırlar.
6769 sayılı SMK’nun 5/1-(a) maddesi “4.madde kapsamında marka olamayacak işaretler’in marka olarak tescil edilemeyeceğini amirdir. SMK’nin 4.maddesi, markanın içereceği işaretleri, bir başka deyişle hangi işaretlerin marka olabileceğini belirler. Buna göre marka, “Bir teşebbüsün malllarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlayan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dahil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaretten oluşabilir”. Bir işaretin 4. madde anlamında marka olabilmesi için, ayırt edici niteliğe sahip olması ve çizimle görüntülenebilir veya benzer şekilde ifade edilebilir olması yeterli bulunmaktadır.
6769 sayılı SMK’nun 5/1-(c) hükmü ise, “Ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin sunulduğu zamanı gösteren veya malların ya da diğer özelliklerini belirten işaret ve adlandırmaları münhasıran ya da esas unsur olarak içeren işaretler” hükmünü amirdir. Ancak bir sözcüğün müstakil veya esas unsur şeklinde marka olarak tescilinin engellenebilmesi için, tescili amaçlanan mal veya hizmetler yönünden doğrudan tanımlayıcı olması gerekir. Bir başka değişle, ek bir fikri çaba, dolaylı yada ima (telmih) yoluyla ulaşılan anlamlar tanımlayıcı kabul edilmezler.
Tanımlayıcı işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceğine dair kuralın istisnası, SMK’nun 5/2. maddesinde yer almaktadır. Buna göre, “Bir marka başvuru tarihinden önce kullanılmış ve başvuruya konu mal veya hizmetler bakımından bu kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanmışsa bu markanın tescili birinci fıkranın (b), (c) ve ” (d) bentlerine göre reddedilemez” hükmü amirdir.
… sayılı başvuru işlem dosyası incelendiğinde, davacının, 31.01.2020 tarihinde “…” ibaresinin 16, 31, 41, 44.sınıfta yer alan mal ve hizmetlerde kullanılmak üzere marka olarak tescili istemiyle davalı kuruma başvuruda bulunduğu, … kod numarasını alan başvurunun mutlak ret nedenleri yönünden incelenmesi sonucu, Markalar Dairesi Başkanlığı’nca, 6769 sayılı SMK’nun 5/1-(b) ve (c) bendi uyarınca 16. sınıftaki “basılı yayınlar, basılı evraklar; kitaplar, dergiler, gazeteler, faturalar, irsaliyeler, gelir makbuzları, takvimler, posterler, fotoğraflar, afişler, tablolar, çıkartmalar, pullar.” malları ile 41. sınıftaki “Eğitim ve öğretim hizmetleri.” bakımından kısmen reddine karar verildiği, bu kararın yeniden incelenmesi isteminin ise, TÜRKPATENT YİDK’nun, … sayılı kararı ile nihai olarak reddedildiği, anılan kararın iptali istemiyle Mahkememiz önündeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Taraflarca sunulan belgeler ile tüm deliller incelenmiş, çözümü teknik ve özel bilgiyi gerektirdiği düşünülen konularda bilirkişi incelemesi yaptırılmış, alınan rapor ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilmiş, buna göre;
Dava konusu başvurunun somut ayırt edicilik ve tasviri nitelik taşıyıp taşımadığı hususlarındaki değerlendirme:
Mevzuatımızde “Herhangi bir ayırt edici niteliğe sahip olmayan işaretler”in marka olarak tescil edilemeyecekleri düzenlenmektedir. Madde gerekçesi incelendiğinde, sicilde gösterilebilir olmasına rağmen mal ve hizmetler bakımından herhangi bir şekilde ayırt ediciliği bulunmayan, kaynak gösterme fonksiyonuna sahip olmayan dolayısıyla tüketiciler tarafından marka olarak algılanmayacak işaretlerin tescil edilemeyeceği düzenlenmiştir.
Avrupa Adalet Divanı ve EUIPO ve üye ülkelerin ulusal mevzuatlarına göre bu maddenin yorumunda hareket noktası markanın esaslı fonksiyonu kavramıdır. Bir markanın reklam, garanti vs fonksiyonları da bulunmakla birlikte esaslı/asıl fonksiyonu, mal ve hizmetleri bir başkasının mal ve hizmetlerinden ayırt etmekten ibarettir. Dolayısıyla ürünün bir kişi veya firmaya ait olduğunu tanıtmaya imkan vermesi, yani ayırt edici gücünün olması gereklidir. Eğer ki işaret, ürünün aidiyeti hakkında tüketiciye bir bilgi veremiyor ise marka olarak tescil edilemez. Dolayısıyla ayırt edicilik fonksiyonu, işaretlerin genel ve temel bir özelliğidir. Bir markanın ayırt edici karaktere sahip olması için o markanın, tescili istenen ürünün belirli bir işletmeden kaynaklandığını belirler hale gelmiş ve böylece o ürünü diğer işletmelerin mallarından ayırır hale getirmiş olması gerekir.
Yargıtay kararlarında da, ayırt ediciliğin, markanın temel fonksiyonu olan kaynak gösterme fonksiyonunun sağlanıp sağlanmadığına bağlı olduğu ifade edilmektedir. Yargıtay 11. H.D.’nin 2005/1359 E., 2006/3136 K. sayılı kararında “556 sayılı KHK ile hüküm altına alınan tanım ve ilkeler birlikte değerlendirildiğinde, ayırt edicilik fonksiyonu markanın en temel unsurudur. Çünkü, ayırt edicilik markanın üzerinde kullanıldığı bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini diğer teşebbüslerin mal ve hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlayan en önemli tescil şartıdır.” denilerek ayırt ediciliğin markanın en temel unsuru olduğuna dikkat çekilmiştir.
Dolayısıyla kabul edilen bu görüşler çerçevesinde dava konusu ibarenin de tescili talep olunan ve fakat reddine karar verilen emtialar yönünden “kaynak gösterme” fonksiyonunun var olup olmadığı incelenmelidir. Yine yürürlükte bulunan bir diğer düzenleme uyarınca “Ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin sunulduğu zamanı gösteren veya malların ya da hizmetlerin diğer özelliklerini belirten işaret veya adlandırmaları münhasıran ya da esas unsur olarak içeren işaretler” in marka olarak tescili mümkün değildir.
Bir işaretin bu kapsamda değerlendirilebilmesi için, mal veya hizmetin karakteristik bir özelliğini, vasfını, amacını hiçbir özel zihni çabaya mahal bırakmadan, mal veya hizmet ile olan sıkı ilişkisi sebebiyle derhal düşündürmesi ve akla getirmesi gerekmektedir. Bu bağlamda bir işaret, marka olarak kullanılacağı kavramın adına veya tanımına yakın olduğu oranda ayırt etmeyi sağlamaktan uzaklaşır. Kavramdan veya kavramın tanımından uzaklaştığı oranda ayırt edici nitelik kazanır.
Söz konusu mutlak ret nedeni kapsamında kalıp kalmadığının, başvuru kapsamındaki emtialar ile işaret arasındaki ilişki gözetilerek değerlendirilmesi gereken bir husus olduğu aşikardır. Zira işaretin, ilgili mal ya da hizmetin bir özelliğini ifade edip etmediği değerlendirilirken, başvuru kapsamındaki mallar / hizmetler esas alınmak durumundadır.
Dolayısıyla bir işaretin ayırt edici olup olmadığı ya da cins, çeşit, vasıf bildirici mahiyet taşıyıp taşımadığı hususunun başvuru kapsamındaki emtialar bakımından topyekün bir şekilde ele alınarak incelenmesi doğru olmayıp her bir emtia bakımından ayrı ayrı değerlendirmede bulunulması gerekmektedir.
Bu genel ilkeler çerçevesinde somut uyuşmazlığa dönüldüğünde, başvuru konusu ibaresinin, kısmi redde konu mal ve hizmetler bakımından bu kapsamda kalır bir algı yaratıp yaratmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Anılan ibare on iki harften oluşan tek bir kelime şeklinde yazılmış ise de “P” ve “E” harflerinin büyük kalan harflerin küçük yazılmış olmasından kaynaklı aslında iki ayrı sözcüğün birleştirilmesi ile oluşturulmuş bir ibare olduğu ve kelimelerin ayrı ayrı vurgulandığı görülmektedir.
Nitekim dava konusu iptali talep olunan YİDK kararının gerekçeleri de markayı oluşturan bu iki sözcüğün sahip olduğu anlamlar üzerinden temellendirilmiştir. Buna göre ilk olarak başvuruyu oluşturan kelime bütünü içerisinde yer alan “enneagram” ibaresinin bir kişilik analiz yönteminin adı olmasından bahsedilmiştir. Gerçekten de ilgili ibare ile Google arama motoru üzerinden bir araştırma yapıldığında, temelde birbiriyle bağlantılı dokuz kişilik tipinin bir tipolojisi olarak anlaşılan ve öğretilen insan ruhunun analizini esas alan bir kişilik testine verilmiş ad olduğu görülmüştür.
Bu yönteme göre yapılan kişilik analizinde dokuz ayrı kişilik tipinin mevcut olduğu, Yunanca temelinde “dokuz” anlamına gelen “enne” ve “yazılmış, çizilmiş” anlamına gelen “agram”(gramma) kelimeleri ile yaratılmış, tarihsel geçmişi oldukça eskiye uzanan ve fakat modern zamanlarda 1900’lü yılların ikinci döneminden itibaren popülerleşerek kişilik tipolojilerinin belirlenmesi açısından uygulanan bir modelleme biçimi olduğu görülmüştür.
Dolayısıyla tek başına “enneagram” ibaresinin, günlük dilde, ortalama bir tüketici tarafından bilinen bir anlama sahip olduğu düşünülmeyen, teknik bir ibare olduğu değerlendirilebilir ise de aynı sektörde faaliyet gösteren birbirlerine rakip aktörler bakımından, ticaret hayatının devamlılığının sekteye uğramaması adına sektör kullanımına açık kalması gereken bazı kavramların teknik karşılıkları günlük dilde bilinmiyor olsa dahi, ortalama tüketiciler tarafından bilinip bilinmemesinin bir öneminin bulunmadığı düşünülmektedir. Zira bu tarz ibareleri eş oranlı kullanım hakkına sahip olan sektör kullanıcılarının menfaatlerinin, ortalama tüketici menfaatinden daha üstün tutulmaması gerektiği ticaret hayatının ve rekabet ortamının devamlılığı bakımından tartışmasızdır. Nitekim benzer bir durumda Adalet Divanı Genel Mahkemesi “pipeline” kararında, bu ibarenin anevrizma hastalığının tedavisinde kullanılan cihazların cinsini bildirip bildirmediği hususundaki değerlendirmeyi İngilizce bilen yüksek dikkat ve özene sahip tıp profesyonellerinin algısını esas alarak belirlemiş, bu ibarenin “boru hattı” şeklindeki algılanabilir olmasının mevcut gerçeği değiştirmeyeceğini, algının tıp uzmanlarının ilgili pazardaki izlenimi bakımından yapılması gerektiğini değerlendirmiştir.
Karar değerlendirmesinde dikkate alınan bir diğer unsur ise, başvuru konusu kelimenin başlangıç sesini oluşturan “pro” ibaresinin de “profesyonel” kelimesinin kısaltması olarak kullanımı bulunan bir ibare olması nedeniyle başvuruya yeterli ayırt edicilik sağlamadığı yönündedir. Gerçekten de “profesyonel” kelimesinin kısaltması olarak günlük hayatta gerek dilimizde gerekse de İngilizce’de yaygın kullanımı bulunan “pro” ibaresinin, kendisinden sonra gelen kelimeye, sahip olduğu anlamı (amatör karşıtı, ustalaşmış, uzmanlaşmış) katan nitelikte bir algı sağladığı ve bu kullanımı nedeniyle de ayırt edici vasfının zayıf olduğu düşünülmekte ise de “pro+ ayırt edici vasfı zayıf/bulunmayan sözcük” şeklinde yaratılan tüm markaların, tescil kapsamlarındaki mal ve hizmetler açısından tanımlayıcı olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Başka bir ifadeyle “pro” ibaresinin markaya sağladığı katkı her koşulda aynı olmayıp kimi durumlarda düşük düzeyli de olsa bir ayırt ediciliği markaya sağlaması mümkündür. Örneğin tanımlayıcı nitelikteki bir gıda ürünün önüne “pro” ibaresi eklenmesi halinde, “profesyonellik” kavramının, gıda ürünü ile doğrudan bağlantılandırılabilir bir anlam taşımıyor olması halinde, “pro” ibaresi, o ürün üzerinden yaratılmış markanın hakim unsuru da olabilir.
Somut dava açısından ise “pro” ibaresinden sonra gelen kelimenin bir kişilik analiz testi olduğu, bu tür testlerin amatörce, internet üzerinden, ilgili testin hakim unsurlarının varlığı gözetilmeksizin yapılabilir olmasının yanına sıra bu işin profesyonelce sunumunun da mümkün olmasından ötürü, “pro” ibaresinin bu ibareye kattığı anlam yalnızca “profesyonel olarak bu testin sağlandığı, tüketiciye sunulduğu” yönündeki bir algıdan ibaret olacaktır. Nitekim EUIPO uygulamalarına bakıldığında da birleşik kelimelerle oluşturulan markaların tescil edilebilirliğinde, birleştirilen sözcüklerin sahip oldukları anlamın potansiyel müşterilerce anlaşılabilir olması, birleşen kelimelerin bütün olarak tesciline cevaz vermemektedir.
Dolayısıyla “pro” ve “enneagram” ibarelerinin bir araya getirilmesi ile oluşturulduğu açık olan, marka kompozisyonunda birtakım harflerin büyük yazımı ile tüketiciye de bu yönde somut bir mesaj veren başvurunun, bir bütün olarak kendisini bir araya getiren kelimelerin sahip olduğu bağımsız anlamlarından uzaklaşarak yeni bir anlam edinmediği, tüketiciye de bu yönde bir mesaj vermediği görülmüştür.
Ancak bu noktada asıl değerlendirilmesi gereken husus, kelimenin sahip olduğu bütünsel algı itibariyle, reddine karar verilen mal ve hizmetler ile olan kavramsal bağlantısıdır. Öncelikle dava konusu markanın 41. sınıftaki “eğitim – öğretim hizmetleri” açısından, sahip olduğu kavramsal karşılığı itibariyle herhangi bir bağlantısı bulunmadığı aşikardır. Zira bizzat YİDK kararında da belirtildiği üzere “bir kişilik analiz metodunun adı” olan bu ibarenin, “eğitim – öğretim hizmetleri” alanına yönelik hizmetler ile bir bağlantısı olmadığı gibi bu alanda yaygın bir kullanımının bulunduğu, verilen hizmetin cinsini, özelliğini, niteliğini tasvirlemekte olduğu yönünde bir sonuca da ulaşılabilmiş değildir. Rapor kapsamında da belirtildiği üzere bir ibarenin uyuşmazlık konusu ret gerekçeleri kapsamında reddedilebilmesi için hiçbir özel bir zihni çabaya gerek kalmadan başvuru kapsamından çıkarılan hizmetleri veya onların karakteristik özelliklerini akla getirmesi gerekmektedir. Dolayısıyla zorlama veya oldukça dolaylı değerlendirmeler/yorumlamalar ile işaret ile mal/hizmet arasında bağlantı kurulmaya çalışılması isabetli bir yaklaşım olmayacaktır. Bu anlamda kurul kararının temel gerekçesini oluşturan “enneagram” ibaresinin bir kişilik testi olması, bu ibareyi eğitim – öğretim hizmetleri ile ilişkilendirilebilir kılmayacak olup, dava konusu ibarenin bütün olarak da ilgili hizmetler açısından tasviri olmadığı ve ayırt edici bir işaret olarak değerlendirilmesi gerektiği sonuçlarına varılmıştır.
Bununla birlikte 16. Sınıftaki “basılı yayınlar, basılı evraklar; kitaplar, dergiler, gazeteler, faturalar, irsaliyeler, gelir makbuzları, takvimler, posterler, fotoğraflar, afişler, tablolar, çıkartmalar, pullar.” açısından bir değerlendirme yapıldığında ise dava konusu ibarenin sahip olduğu anlam itibariyle, bu ibareyi taşıyan bir basılı yayının, profesyonel şekilde hazırlanmış “enneagram” testlerini içerir bir yayın olduğu algısını tüketiciye doğrudan vermesi ve tüketicinin bu ürünü satın alırken de doğrudan ürünün içeriğine yönelik bu algıyla hareket etmesi mümkün görüldüğünden ilgili sınıftaki “basılı yayınlar, basılı evraklar; kitaplar, dergiler, gazeteler” malları açısından, anılan ibarenin bütün olarak tasviri bir anlam ortaya koyabileceği, tüketicinin bu ibareyi taşıyan ilgili ürünlerden yararlanırken, içeriğinin doğrudan bu testle alakalı bilgi ve somut test örnekleri sunmaya yönelik olduğunu düşünerek hareket edebileceği, ancak aynı alt grupta yer alan sair mallar açısından aynı yönde bir değerlendirmenin yapılmasının mümkün olmayacağı, zira bu mallar açısından dava konusu ibarenin hiçbir kavramsal ilişki içerisinde olmayacağı değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak dava konusu ibarenin rapor kapsamında ayrıntılı olarak açıklanan gerekçeler ile dava konusu ibarenin 41. Sınıftaki “eğitim ve öğretim hizmetleri” ile 16. Sınıftaki “faturalar, irsaliyeler, gelir makbuzları, takvimler, posterler, fotoğraflar, afişler, tablolar, çıkartmalar, pullar.” malları açısından tanımlayıcı olarak değerlendirilemeyecek ayırt ediciliği bulunan bir kavram olduğu, ancak “basılı yayınlar, basılı evraklar; kitaplar, dergiler, gazeteler” malları açısından ise tüketiciye derhal ve doğrudan vereceği mesajın açık olması sebebiyle, tüketicinin ürünün içeriğine yönelik olarak algılayacağı bu ibareye markasal bir vasıf yüklemeyeceği, tanımlayıcı – tasvir edici anlamıyla algılayacağı görüş ve kanaatine varılmıştır.
Tüm bu tespit ve değerlendirmeler neticesinde; YİDK kararı neticesinde reddine karar verilen 41. Sınıftaki “eğitim ve öğretim hizmetleri” ile 16. Sınıftaki “faturalar, irsaliyeler, gelir makbuzları, takvimler, posterler, fotoğraflar, afişler, tablolar, çıkartmalar, pullar.” Malları açısından somut ayırt ediciliği bulunan ve tasviri herhangi bir anlam taşıyan bir sözcük olmadığı, bununla birlikte reddine karar verilen 16. Sınıftaki mallardan “basılı yayınlar, basılı evraklar; kitaplar, dergiler, gazeteler” malları açısından ise ayırt edici olarak değerlendirilemeyecek bir algıyı tüketiciye vereceği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
HÜKÜM:
1- Davanın KISMEN KABULÜNE,
2- TÜRKPATENT YİDK’nın … sayılı kararının başvuru kapsamından çıkarılan 16. sınıf “faturalar, irsaliyeler, gelir makbuzları, takvimler, posterler, fotoğraflar, afişler, tablolar, çıkartmalar, pullar.” ve 41. Sınıf “Eğitim ve öğretim hizmetleri” emtialar yönünden kısmen İPTALİNE,
3-Fazlaya ilişkin talebin reddine,
4- Alınması gereken 59,30 TL harç peşin alındığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına,
5-Davacı vekili için AAÜT uyarınca 5.900,00-TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
6-Reddedilen kısım itibariyle AAÜT uyarınca davalı için 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
7-Kabul ret oranının takdiren 1/2 olarak belirlenmesine, davacı tarafından yapılan ve aşağıda dökümü gösterilen 2.309,10 TL yargılama giderinden payına düşen 1.154,55 TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, kalanının davacı üzerinde bırakılmasına,
8-Tarafların yatırdıkları gider avanslarından kalan tutarın HMK 333/1 uyarınca karar kesinleştiğinde iade işlemi yapılmak üzere tebliğden itibaren 15 gün içinde, banka hesap numarası bildirildiğinde hesaba aktarılmasına, aksi halde PTT aracılığı ile adreste ödemeli olarak gönderilmesine,
Dair verilen karar, taraf vekillerinin yüzüne karşı 6100 sayılı HMK’nun 341. ile 345. Maddelerine göre tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesine İstinaf Kanun Yoluna dilekçe ile başvurulabileceğine yönelik karar açıkça okunup, usulen anlatıldı.16/09/2021

Katip …
¸

Hakim …
¸
¸Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu gereğince
DYS üzerinden E-İmza ile imzalanmış olup,
Ayrıca fiziki olarak imzalanmayacaktır.

Davacı Masraf Dökümü:
İlk Masraf 127,10.-TL
Posta Masrafı 82,00.-TL
Bilirkişi Masrafı 2.100,00.-TL
Toplam 2.309,10.-TL