Emsal Mahkeme Kararı Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/283 E. 2023/741 K. 24.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2018/283 Esas – 2023/741
TÜRK MİLLETİ ADINA
T.C.
ANKARA
3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2018/283 Esas
KARAR NO : 2023/741

HAKİM : ….
KATİP :….

DAVACI : 1- ….
VEKİLİ : Av. ….
DAVACILAR : 2- ….
3- ….
DAVALI : ….
VEKİLLERİ : Av. ….
Av. ….
Av. …
Av. ….
ASLİ MÜDAHİL : ….
VEKİLLERİ : Av. … – Av. …
….

DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
DAVA TARİHİ : 09/04/2018
KARAR TARİHİ : 24/10/2023
GEREKÇELİ KARAR TARİHİ : 25/10/2023

Mahkememizde görülmekte olan davanın yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacılar … ve … …’un müşterek çocuğu … …’un hamilelik takibinin hem özel bir hastanede hem davalının sigortalısı … tarafından yapıldığını, ancak davalının sigortalısının aydınlatma yükümlülüğüne aykırı davranması nedeni ile bebeğin down sendromlu olduğunun teşhis edilemediğini ve bu şekilde doğduğunu, ailenin bu nedenle maddi ve manevi zarar gördüğünü iddia ederek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik davacı … lehine 1.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi, davacı anne ve baba için 50.000,00’er TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; zamanaşımının dolduğunu, davacıların gebelik takibinde testlerin eksiksiz yapıldığını, ileri seviye testlerin yüksek risk durumunda yapılacağını, zarar ile sigortalının eylemi arasında illiyet bağının bulunmadığını, tazminat taleplerinin fahiş olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.
İhbar olunan vekili beyan dilekçesinde özetle, somut olayda tıbbi yönden hata, kusur ve ihmal bulunmadığı gibi zarar ile müvekkilinin tıbbi eylemleri arasında illiyet bağı bulunmadığını, tazminat talebinin yerinde olmadığını, davayı kabul anlamına gelmemek kaydı ile manevi tazminat miktarının fahiş olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.
DELİLLER:
Davalı nezdinde düzenlenen sigorta poliçesi ve hasar dosyası dosya arasına alınmıştır.
Davacı yanın ekonomik ve sosyal durumunun araştırılmasına ilişkin kolluk tutanağı, gebelik ve sonrasındaki tedavilere ilişkin tüm evrak, uzman mütalaası dosyamız arasına alınmıştır.
…. 29/08/2022 tarihli raporunda, anne …’un ilk olarak 27/07/2012 tarihinde yaklaşık 10 haftalık iken ….’e başvurduğu, daha sonra 16/11/2012, 17/12/2012, 07/01/2013, 21/01/2013 tarihlerinde başvurduğu, bu başvurularda ilgili hekim tarafından uygun incelemelerin yapıldığı, vücut hücrelerindeki kromozom sayısındaki fazlalıktan kaynaklanan genetik bir anormallik olan Down Sendromu tarama testlerinin … tarafından uygulanması zorunlu bir tetkik olarak bildirilmediği, bu testlerin tarama niteliğinde olduğu, bu testin yapılması durumunda doğacak bebekte Down Sendromu vardır veya yoktur şeklinde kesin bir sonuca gitmenin mümkün olmadığı, tarama testlerinde annenin yaşı, hormonal değerleri ve testin özelliğine göre USG sonuçlarını göz önüne alarak bir risk oranı belirlendiği, tarama testlerinin sonuçlarının risk sınırı üzerinde çıkmasının bebekte mutlaka Down Sendromu olduğu anlamına gelmeyeceği gibi, risk sınırının altında olduğu durumlarda dahi bebekte Down Sendromu görülebileceği, test sonucunun yukarıda söz edilen parametrelere göre kaç gebenin birinde karşılaşabileceğini gösterdiği, oranın istatistikler ışığında risk sınırının üstünde bir değer göstermesi durumunda amniyosentez gibi ileri tetkikler önerilebileceği, tanı koydurucu olan bu ileri girişimsel tetkiklerde %1 oranında düşük riski olduğu, bebekte doğumdan sonra tespit edilen Down Sendromunun intrauterin rutin yapılan obstetrik ve/veya ilgili uzmanlar tarafından yapılabilen ikinci düzey ultrasonografi tetkiklerinde tespit edilemeyebileceğinin tıbben bilindiği, 19/09/2012 tarihinde üçlü tarama testi yapıldığı, Down Sendromu riski düşük çıktığı, anne yaşının 34 olması yani riskli gebelik olmamasından dolayı (35 yaş üstü gebelikler ileri anne yaşı nedeniyle riskli gebelik olarak tanımlanmaktadır) amniyosentez endikasyonunun bulunmadığı, mevcut veriler doğrultusunda ilgili hekimin amniyosentez önermesinin beklenmediği, ikiz gebeliklerde tarama testlerinin tanı koyma olasılığının düştüğü, yapılan USG’lerde patoloji saptanmadığı, tüm bu bulgular göz önüne alındığında; ilgili hekimin eylemlerinin tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu bildirilmiştir. ATK’dan alınan 21/08/2023 tarihli ek raporda, kişinin ilgili hekime 27/07/2012 (10h 3g), 16/11/2012 (18h 2g), 17/12/2012 (30h 4g), 07/01/2013 (33h 4g), 21/01/2013 (35h 4g) tarihlerinde başvurduğu, Down sendromu tanısında 11-14 hafta arası ikili tarama testi, 16-20 hafta arası üçlü ve dörtlü tarama testleri, 10. haftadan itibaren … gibi non-invaziv testlerin yapılabileceği, bunların pozitif çıkması durumunda amniyosentez, kordosentez ve kordon villus biyopsisi gibi invaziv tanı testlerinin yapılabildiği, ayrıca 18-24 haftalar arası yapılan 2. düzey USG’nin %80 oranında tanı koydurucu olduğu, kişiye üçlü tarama testi ve 2. düzey USG incelemesi yapıldığı ve Down Sendromu riski saptanmadığı, sorulan diğer hususların adli tıbbi bir konu olmadığından değerlendirilmediği bildirilmiştir. Raporlar oluşa ve dosya kapsamına uygun bulunarak hükme esas alınmıştır.
DEĞERLENDİRME:
Dava, tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali mesuliyet sigortacısından poliçe kapsamında maddi ve manevi zararın tazmini talebidir.
Mahkememizin davaya bakmaya yetkili ve görevli olduğu değerlendirilmiş, zamanaşımı itirazının genel şartlar uyarınca 10 yıllık süre dolmadan açılması nedeni ile yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Hekim ile hasta arasındaki ilişki vekalet akdi mahiyetinde olup, Borçlar Kanunu’nun vekalet akdini düzenleyen 502 vd. maddeleri uyarınca, vekil vekâlet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. (TBK’nın 396/1 md.). O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Gerçekten de müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören doktor olan vekilden tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, TBK’nun 510/1. maddesi hükmü uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
04/04/1997 tarihinde imzalanan ve 09/12/2003 tarih ve 25311 sayılı Resmi Gazete de yayımlanıp yürürlüğe giren … de iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş olup, Sözleşme’nin ”amaç” başlıklı 1. maddesinde ”Bu sözleşmenin tarafları tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayırım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına almakla yükümlüdürler,” yine 4. maddesinde “…araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir” düzenlemesi mevcuttur. … yazılı olan veya yazılı olmayan meslek kurallarına uygun müdahaleyi güvence altına almaktadır. Ayrıca, uygulamanın tedavi ya da yaşam kalitesinin yükseltilmesi amacına yönelmesinin zorunlu olduğu belirtilmektedir. Burada kastedilenin tıbbi standartlar olduğu konusunda bir duraksama bulunmamalıdır. Yine sözleşmenin 5. maddesinde “(1) Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. (2) Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. (3) İlgili kişi, muvafakatini her zaman serbestçe geri alabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
6023 sayılı … Kanunu’nun 59/g maddesi uyarınca çıkartılan Hekim Etiği Yönetmeliği’nin ”Aydınlatılmış Onam” başlıklı 26. maddesinde “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.“ denilmiştir.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 11. maddesinde hastanın, modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak teşhisinin konulmasını, tedavisinin yapılmasını ve bakımını istemek hakkına sahip olduğu, tababetin ilkelerine ve tababet ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı veya aldatıcı mahiyette teşhis ve tedavi yapılamayacağı; bilgilendirmenin kapsamı başlıklı 15. maddesinde, hastaya; a) Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği, b) Tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi, c) Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, ç) Muhtemel komplikasyonları, d) Reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri, e) Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri, f) Sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri, g) Gerektiğinde aynı konuda tıbbî yardıma nasıl ulaşabileceği hususlarında bilgi verileceği; 18. maddesinde ise, ”Bilgi, mümkün olduğunca sade şekilde, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden, hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde verilir. Hasta, tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından tıbbi müdahale konusunda sözlü olarak bilgilendirilir. Bilgilendirme ve tıbbi müdahaleyi yapacak sağlık meslek mensubunun farklı olmasını zorunlu kılan durumlarda, bu duruma ilişkin hastaya açıklama yapılmak suretiyle bilgilendirme yeterliliğine sahip başka bir sağlık meslek mensubu tarafından bilgilendirme yapılabilir.” düzenlemesi yer almaktadır.
Özetle hekim, görevini özenle yerine getirmeli ve hastanın bilgi alma hakkı kapsamında onu aydınlatmalıdır. Somut olayda, hekimin down sendromunu teşhise yönelik bir hatasının veya bu anomaliyi teşhise yönelik imkanlar konusunda hastayı aydınlatmamasının sorumluluğunu doğuracaktır.
Tüm dosya kapsamının değerlendirilmesinde, davacının gebeliğinin farklı doktorlarca takip edildiği, davacı kadının 27/07/2012 (10 hafta 3 gün) tarihli ilk başvurusunda ihbar olunan sigortalı doktorun “Perinatal testler hakkında detaylı, aydınlatıcı bilgi verildi. O da … Hastanesinde takip olduğunu, zamanı geldiğinde testleri ve takibini yaptırabileceğini ifade etti,” şeklinde muayene notu yazdığı, 16/11/2012 (18 hafta 2 gün) tarihli muayene notunda, hastanın ikili ve üçlü testin başka yerde yapıldığını, düşük risk çıktığını, doppler ultrasound tekniğinde de major bir anomali tespit edilemediğini bildirdiğini, kesin tanı mahiyetindeki amniyosentez testlerinin yapılabileceği 18-24. haftalarda davacının sigortalı doktora başvurusu bulunmadığı, amniyosenteze ilişkin ikili ve üçlü testleri yapan doktorca bilgi verilmesi veya yönlendirilmesi gerektiği (…. sayılı ilamı), hükme esas alınan …. raporlarından da anlaşıldığı üzere sigortalı doktorun doğan zararda herhangi bir kusurunun bulunduğundan söz edilemeyeceği, böylelikle davalı sigortacının zarardan sorumluluğu bulunmadığı kanaatine varılarak davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere,
DAVANIN REDDİNE,
Maddi tazminata ilişkin alınması gereken 269,85 TL harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
Manevi tazminata ilişkin alınması gereken 269,85 TL harçtan peşin alınan 245,90 TL’nin mahsubu ile bakiye 23,95 TL harcın davacılardan alınarak Hazine’ye irat kaydına,
Maddi tazminata ilişkin olarak karar tarihinde yürürlükte olan AAÜT uyarınca reddedilen miktar üzerinden hesaplanan ve takdir olunan 1.000,00 TL nispi vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,
Manevi tazminata ilişkin olarak karar tarihinde yürürlükte olan AAÜT uyarınca reddedilen miktar üzerinden hesaplanan ve takdir olunan 24.000,00 TL nispi vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,
Davacı yan tarafından yapılan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
Kullanılmayan gider avansının karar kesinleştiğinde yatırına iadesine,
Dair; davacı vekilinin yüzüne karşı, diğer tarafların yokluğunda, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde …. Bölge Adliye Mahkemesi’ne başvurmak suretiyle istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.24/10/2023

Katip …. Hakim …
¸¸ ¸¸