Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. … 2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2022/35 Esas – 2022/229
T.C.
…
2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
TÜRK MİLLETİ ADINA
ESAS NO : 2022/35
KARAR NO : 2022/229
DAVA : Marka YİDK Kararının İptali ile Hükümsüzlük
DAVA TARİHİ : 28/01/2022
KARAR TARİHİ : 07/07/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 07/07/2022
Davacı vekili tarafından davalılar aleyhine açılan Marka YİDK Kararının İptali ile Hükümsüzlüğü istemli davanın mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA :
Davacı vekili dilekçeleriyle özetle, müvekkilinin tanınmış … markalarının sahibi olduğunu, ayrıca yine “…” ibaresini ilk olarak 2007 yılında tescil ettirdiğini ve bu marka üzerinde yatırımlar yaparak markalarını arttırdığını, müvekkili markalarının herkesin kullanıma açık bir ibare olmadığına dair çok sayıda kesinleşmiş yargı kararının mevcut olduğunu, davalı yanın 2020/25530 sayılı “…” ibareli marka başvurusunun, müvekkilinin “…” esas unsurunu doğrudan taşıdığını, …” markasının ayırt ediciliği zayıf bir marka olarak yorumlanmasının yerleşik yüksek mahkeme kararlarına aykrıı olduğunu, bu hususta verilmiş çok sayıda kararın bulunduğunu, bu kararınların kesinleştiğini, ilgili kararlarda müvekkilinin “…” markalarının 29, 30 ve 32. Sınıf gıda ürünleri açısından tanımlayıcı bir ibare olarak görülmediğini, dava konusu markada da “…” ibaresinin bütün olarak yer aldığını, kurum tarafından verilen kararın hatalı olduğunu,başvuruda yer alan mal ve hizmetlerin müvekkili markaları kapsamında da yer aldığını, başvurunu 01, 02, 03, 05, 30, 31, 35, 41, 42 ve 44. Sınıf mal ve hizmetleri kapsadıığını, başvurunun 29 ve 30. Sınıf emtiaları kapsadığını, ayrıca yine 5. Sınıfta da birtakım malları kapsamakta olduğunu, 30 .sınıf mallar ile 05. Sınıf malların birbiri ile benzer olarak görülmeleri gerektiğini, … ’nun bu hususta vermiş olduğu kararların bulunduğunu, dava konusu markanın müvekkili markalarının serisi olarak algılanacak olduğunu, müvekkili markalarının aynı zamanda tanınmış marka olduğunu, bu hususta verilmiş mahkeme kararları ve bilirkişi raporlarının mevcut olduğunu, dolayısıyla “…” markasının tescil edildiği sınıflar açısından zayıf bir marka olarak kabul edilemeyeceğini, müvekkili şirket markalarının tescilli olmasından ötürü her koşulda kanunen korunması gerektiğini, dava konusu markanın müvekkili markaları ile aynı sınıflarda yer alan mal ve hizmetleri kapsadığını, ortalama tüketicilerin taraf markalarını benzer olarak göreceklerini, dava konusu markanın bütün olarak müvekkili markaları ile itlibas yaratacak düzeyde benzer olduğunu, markaların kavramsal olarak benzer olduklarını, dava konusu markada “…” ibaresinin bağımsız ayırt edici varlığını korumakta olduğunu, “…” ibaresi içerir şekilde gerçekleştirilmiş başvurular ile ilgili verilen mahkeme kararlarında, bu ibareyi taşıyan markaların müvekkili markaları ile benzer görüldüklerini, markaların görsel olarak da ayırt edilemeyecek düzeyde benzer olduklarını, beyan ederek … sayılı YİDK kararının iptali ile dava konusu … sayılı markanın tescili halinde hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP :
Davalı kurum vekili cevap dilekçesinde özetle;kurum kararının yerinde olduğunu ifade ederek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı taraf vekili dosya kapsamında herhangi bir beyan dilekçesine rastlanılmamış olunmakla davalı vekilinin ön inceleme duruşmasına katılarak davanın reddini talep ettiği anlaşılmıştır.
Davanın açılmasını müteakip davaya katılan tarafların dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, tescil ve başvuru dosyaları ile alâkalı kayıtları getirtilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, taraflar sulhe teşvik olunmuş, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını ve bilirkişi raporları alınmasını müteakip, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yazı İşleri Yönetmeliği’nin 41/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraf vekillerine tahkikat ve yargılamının geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
GEREKÇE :
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının iddiaları karşısında, YİDK Kararının iptali ile davalı markasının hükümsüzlüğünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
DEĞERLENDİRMELER:
Dava konusu 2020/25530 sayı ve … ibareli markanın tescil sürecinin 15.02.2022 tarihinde tamamlandığı belirlenmiştir.
TARAF MARKALARI ARASINDA BENZERLİK VE İLTİBAS İHTİMALİ;
Dava konusu marka başvurusu ile ilgili olarak heyetimize verilen görevlendirme kapsamında dikkate alınması gereken 6/1 maddesi uyarınca; tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı veya benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı veya benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.
Dolayısıyla markalar arasındaki benzerlik değerlendirmesinin ilk koşulu; markaların tescilli oldukları sınıfların aynı olması veya birbirine benzer olmasıdır. Markaların tescilli oldukları veya tescili talep edilen mal veya hizmetlerin benzerliğine kanaat getirilmesi halinde, ikinci şart olan markaların benzerliğine geçilir. Görüldüğü üzere karıştırılma ihtimalinin varlığı için çifte benzerlik şartının gerçekleşmesi ve her iki benzerliğin de dikkate alındığı genel izlenim ve değerlendirmeye göre ilişkilendirilme ihtimali dâhil karıştırma ihtimalinin bulunduğu kanaatine varılması gerekmektedir.
EMTİALARIN BENZERLİĞİ
Doktrinde de kabul gördüğü üzere, markalara ait mal veya hizmet listelerinde yer alan emtiaların “benzer” olup olmadığının değerlendirilmesinde, sınıflandırmaya ilişkin ulusal ve uluslararası düzenlemeler bağlayıcı kesin kurallar içermemektedirler.
Bu nedenle, inceleme konusu markaların emtia listelerindeki sınıf numaralandırması ile bağlı kalınmaksızın, karşılaştırılan emtia listelerinin “aynı veya benzer” mal veya hizmetlerden oluşup oluşmadığı incelenmelidir.
“Marka kapsamındaki mal ve hizmetlerin aynı veya benzer tür olup olmadığı hususunda 1957 yılında yapılmış olan “Uluslararası Nice Protokolü” kapsamında hazırlanan “Mal ve Hizmetlerin Sınıflandırılmasına İlişkin Tebliğ” hükümlerine ve bunun ekindeki sınıflara ve alt gruplara göre yapılan listenin dikkate alınması gerekmekle birlikte tek başına listenin bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bu anlamda, ilişkilendirmenin varlığı için mal ve hizmetlerin tamamen aynı sınıfta veya aynı alt grupta yer alması gerekmez.”
Zira asıl olan, işaretlerin, kapsamlarındaki mal veya hizmetler üzerinde tescilli bir marka olarak kullanılması durumunda, tüketici nezdinde karıştırılma ihtimaline yol açıp açmayacağıdır. Bu nedenle, mal ve hizmet sınıf ve alt gruplarında benzerlik araştırmasında piyasanın anlayışı, benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği, benzer ihtiyaçları giderip gidermediği, mal veya hizmetlerin birbiri yerine ikame edilebilme ve rekabet olanaklarının olup olmadığı, birinin diğerini tamamlama imkânı olup olmadığı, mal veya hizmetlerin dağıtım kanallarının ortak olması, aynı veya yan yana raflarda satışa arz edilip edilmediği kullanım yöntemleri, hedeflenen müşteri kesiminin aynı olup olmadığı hususlarının araştırılması gereklidir.
Markalar arasında iltibas değerlendirmesinin ilk koşulunun, taraf markaları kapsamındaki emtiaların benzerliği olduğu hususu Yüksek Mahkemenin birçok kararında da açıkça belirtilmiştir.
Nitekim EUIPO nezdinde verilen kararlarda da malların benzerliğine ilişkin değerlendirmenin, mal ve hizmetler arasındaki ilişkilerin ilgili özellikleri dikkate alınarak yapılması gerektiğini, bu özelliklerin, malların doğaları, kullanım amaçları, kullanım yöntemleri ve birbiriyle rekabet halinde veya birbirini tamamlayıcı olup olmadıklarını içerdiği belirtilmiştir.
Taraf markaları 30. Sınıf mallar bakımından birebir aynı malları kapsamaktadır.
Her ne kadar davacı markaları kapsamında 05.02 alt grubunda yer alan emtialar doğrudan yer almamakta ise de mal üreten işletmenin karineten ürettiği malı satışa konu edeceği kabul edildiğinden ve davacı yanın yalnızca hükümsüzlük talepli dava dosyasında dayanak yaptığı markalarından 2013/32392 sayılı markası kapsamındaki 35.05 alt grubunda satışa konu edileceği belirtilmiş mallar arasında 05.02 alt grubuna özgü mallar da yer almakta olduğundan taraf markaları arasında anılan mal ve malın satışına özgülenmiş hizmetler açısından da benzerlik düzeyinde bir ilişki mevcuttur.
“… Bölge Adliye Mahkemesi 20.Hukuk Dairesi’nce, tarafların marka olarak kullanmak istedikleri ibarelerin asıl ve ortak unsurlarının “…” kelimesinden oluştuğu, markalarının kapsadığı 29 ve 30. sınıf emtianın da aynı olduğu, her ne kadar davacının 35. sınıfta tescilli markası yoksa da davalının 29 ve 30. sınıfa özgülenmiş 35/6. sınıf mağazacılık hizmetlerinin de davacının 29 ve 30. sınıfta tescilli bulunan emtiaları ile iltibas oluşturduğu, ticari bir malı üreten işletmenin, ürettiği malı satmasının işin doğası gereği ve ticari faaliyetin zorunlu bir sonucu olduğu gerekçesiyle davalılar vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.”
Bununla birlikte başvuruda yer alan 05.02 alt grubundaki takviye edici, tıbbi içerikli, kimyasal özellikleri bulunan gıda ürünleri ile davacı markaları kapsamında 30. Sınıfta yer alan emtialar açısından ise doğrudan bir benzerlik bulunmadığı, zira başvuruda yer alan 05.02 Sınıftaki mallar ise standart, günlük, alelade tüketime uygun gıda ürünleri olmadıkları, bu ürünlerin emtia sınıflandırmasında da belirtildiği üzere genel olarak tıbbi içerikli ürünler oldukları, bu gıda ürünleri doğrudan ilaç olarak kabul edilmemekle birlikte nutrasötik olarak tabir edilen ürünler oldukları bilinmektedir. Dolayısıyla tıbbi içerikli zayıflama ve diyet yiyecek – içeceklerinin, günlük tüketim rutininde yer alan sıradan gıda ürünleri olarak kabulü mümkün olmayıp bu ürünlerin de insan sağlığını doğrudan etkiler nitelikte kimyasal bileşenlerinin mevcut olabileceği, örneğin “tıbbi amaçlı bitkisel içecekler” emtiasının günlük kullanıma uygun “ada çayı, ıhlamur, nane çayı, rezene” vb. mahiyetteki bitkiler ile yapılan içecekler ile benzer nitelikte olduğunun kabul edilemeyeceği, tıbbi amaçlı içeceklerin hastalıkların tedavisinde de kullanımı olan, takviye amaçlı içecekler oldukları, çeşitli teknik ve tıbbi metotlar kullanılarak meydana getirildikleri, bu ürünlerin nutrasötik olarak ifade edilen temel besleyici özelliklerinin yanı sıra sağlık yararları sağlayan ve fakat doğrudan ilaç olarak kabul edilmeyen, ilaç görünümünde ambalajlarda, tablet, kapsül, yumuşak jel gibi farklı dozaj şekillerinde bulunabilen ve günlük diyetin takviye edilmesi amacıyla kullanılan bu ürünlerin kişisel sağlığı da doğrudan ilgilendirmekte olduğu, nitekim bu ürünlerin standart gıda ürünleri gibi marketlerde, bakkallarda vb. satış noktalarında satışlarının yapılmadığı (yapılsa dahi tüketicinin bu noktalardan ilgili ürünleri temin etme gibi bir alışkanlığının mevcut olmadığı) daha ziyade eczaneler başta olmak üzere bu tür ürünlerin satışını yapmaya yetkili işletmeler aracılığıyla tüketiciye ulaştırıldığı, tüketicinin bu tür ürünleri kullanmadan evvel çoğu zaman bir uzmana başvurduğu ve uzmanın kendini yönlendirmesi neticesinde ilgili malları kullanma yönündeki iradesini oluşturduğu, bu nedenle bu tür emtialar açısından doğrudan bir benzerliğin varlığı tespit olunmamaktadır.
Benzerliği tespit olunan bu emtialar arasındaki bu ilişkinin işaretler arasında iltibas ihtimali yaratıp yaratmadığı hususunun tespiti, işaretler yönünden bir değerlendirme yapılmaksızın mümkün olmadığından aşağıda markaları oluşturan işaretlerin de ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
İŞARETLERİN BENZER OLUP OLMADIĞI;
Markaların karıştırılma ihtimalinden söz edilebilmesi için yukarıda da belirtildiği üzere emtiaların/hizmetlerin aynı/benzer olması yanında markayı oluşturan ibarelerin de aynı/benzer olması koşulu bulunmaktadır.
İki işaret arasında karıştırılma ihtimali, iki şekilde ortaya çıkabilecektir. Bunlardan birincisi, tescil talebine konu markanın tescilli veya tescili için daha önce başvurulmuş markaya benzerliği nedeniyle önceki markanın aynısı ya da benzeri marka zannedilmesi ve bu sebeple satın alınmak istenen ürün dışında bir ürünün satın alınmasına sebebiyet verilmesidir. İkinci ihtimal ise, tüketicinin iki marka arasındaki farklılıklar nedeniyle her iki markanın aynı marka olmadığını anlamasına rağmen, iki markanın aynı işletmeye, başka bir ifadeyle aynı iktisadi – idari kaynağa ait olduğunu sanmasına sebebiyet verilmesidir. Bu durumda da tüketici, gerçekte almak istemeyebileceği bir ürünü, salt güvendiği önceki markayla irtibatlı sandığı için sonraki markayı alabilecektir. Böylece, önceki tescilli veya tescil talebine konu edilmiş markayı taşıyan ürünler için tüketici nezdinde tesis edilen güvenden haksız olarak yararlanma sonucu doğabileceğinden, karıştırılma ihtimali gerçekleşmiş olacaktır.
Benzerlik ve karıştırılma ihtimaline dayalı değerlendirmelerde kural olarak orta seviyedeki tüketiciler dikkate alınacak olup; malın hitap ettiği ortalama bilgi ve dikkate sahip tüketicilerin tamamının ya da büyük bir bölümünün karışıklık yaşaması değil, bu tüketicilerin bir kısmının karışıklık yaşama ihtimali bulunması, benzerlik ve iltibas bulunduğunun kabulü için yeterli bulunmaktadır. ABAD kararlarında da belirtildiği üzere; “ortalama alıcılar / kişiler”, çabuk aldanabilen kişiler olmadığı gibi aptal ya da budala da değildir6. Mal/hizmetin alıcısı olarak dikkate alınacak olan bu kişiler; orta düzeyde zeka ve dikkate sahip olan, işareti/markayı anımsaması da sıradan olan kişilerdir. Ancak tüketici kitlesinin dikkat ve özen düzeyinin mal ve hizmet sınıflarına bağlı olarak değişkenlik göstermesi de mümkündür.
Somut uyuşmazlıkta taraf markalarında benzerliği tespit olunan 30. Sınıftaki gıda ürünleri günlük tüketim rutininde sıkça faydalanılan, görece düşük fiyatlı, tüketicinin çoğu kez çok düşünmeden, anlık olarak tercihlerini belirlediği, piyasada ikame ürün bulma ihtimali son derece yüksek olan, özel bir deneyime sahip olunmasını gerektirmeyen ürün ve hizmetler olup bu anlamda iltibas değerlendirmesi açısından genel ilke doğrultusunda ortalama dikkat, özen ve seçicilik seviyesindeki tüketicilerin dikkate alınması mümkün görülmektedir. Bununla birlikte yukarıda açıklanan gerekçeler nedeniyle başvuruda yer alan 05.02 alt grubundaki mallar ve bu malların satışına özgülenmiş hizmetleri açısından tüketicinin niteliğinin ortalama tüketicinin daha üstünde olacağı ve tüketicinin ürünü satın alırken çok daha kapsamlı bir araştırma yaparak daha üstün bir dikkat sarf edeceğini kabul etmek yerinde olacaktır. Nitekim bu ürünler açısından da karar aşamasında etki edecek aracıların, profesyonellerin ve hatta diğer tüketicilerin (mal veya hizmeti deneyimlemiş) görüşleri etkili olacağından bu noktada da dikkat düzeyi yüksek alıcılar/tüketicilerden bahsedilmesi doğru olacaktır8. Keza yine “bebek mamaları” da emtiasının günlük gıda tüketim ürünlerinin yer aldığı 29 ya da 30. sınıfta değil de 05. sınıf emtialar arasında yer alıyor oluşunun temelinde bu ürünlerin, satış noktalarının davacı markaları kapsamındaki gıda ürünlerinden farklı olması yer almakta olup her ne kadar büyük perakende marketlerinde bu ürünler bulunabilir ise de farklı raflarda ve bebek bezi, bebek pudrası gibi ürünlerle birlikte sergilendiği, başka bir ifadeyle standart atıştırmalık gıda ürünleri reyonlarında tüketiciye sunulmadıkları, standart atıştırmalık gıda ürünleri arasında bebe bisküvisi olarak sunulan ürünlerin işbu sınıftaki ürünler olmadıkları, bu ürünlerin çoğu kez çeşitli vitamin, protein ve benzeri takviyeler içerir, yeni doğan/bebek sağlığını ve gelişimini etkileyen, bebeklerin büyümesine katkı sağlayan (hatta bebeklerin yaşlarına göre kullanım periyodu değişebilen) temel besin malzemeleri arasında oldukları, bu ürünlerin ilgili tüketicilerinin yine yetişkin ebeveynler olacağı, ebeveynlerin bebeklerinin sağlığı açısından tercih ettikleri hemen her çeşit üründe dahi günümüzde çok yüksek dikkat sarf eden nitelikte tüketiciler olduğu, dolayısıyla bu tür ürünleri marketten satın aldıkları bisküvi, kraker, içecek gibi emtiaları satın alırken harcayacakları dikkatin çok daha üzerine bir dikkat ve özen ile tercih edecekleri düşünülmektedir. Dolayısıyla bahsi geçen bu emtiaların da ilgili tüketicilerinin de doktor, eczacı vb. profesyonel meslek mensupları olmamakla birlikte ortalama bir tüketiciye nazaran çok daha yüksek düzeyde bilgili, dikkatli ve özenli tüketiciler olarak kabul edilmesi gerektiği,
Benzerlik değerlendirmesine ilişkin bu genel tespitler çerçevesinde yapılması gereken temel değerlendirme, dava konusu marka ile davacı yana ait “…” esas unsurlu markalar arasında karıştırılmaya yol açabilecek düzeyde bir benzerliğin mevcut olup olmadığı ile ilgili olacaktır.
Yargıtay HGK’nun 13.06.2012 tarih ve … K sayılı ilamında da belirtildiği üzere karıştırılma ihtimalinde ölçü bu işin ilgilisi veya uzmanı değil, tüketici olan halktır. Karıştırılma ihtimalinde önemli olan husus, halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalidir. Buradaki “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelime olup, şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım ve bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Hatta, markalar arasında birçok noktada fark bulunduğu tespit edilse bile “umumi intiba” ikisinin karıştırılabileceği yönünde ise, iki işaret arasında karıştırma ihtimalinin bulunduğu kabul edilmelidir” denilmektedir. Dolayısıyla ilgili tüketicinin aldığı mal ya da hizmetin başka bir işletmeye ait olduğunu bildiği ve fakat güvendiği işletme ile malını/hizmetini aldığı işletmenin arasında ekonomik bir bağlantı bulunduğunu düşünmesi hali dahi “karıştırılma ihtimali” nin var olduğunun kabulü için yeterli olacaktır.
Markalar karşılaştırılırken görsel, sesçil (fonetik) ve kavramsal (semantik) açılardan taraf markalarını oluşturan işaretlerin benzer olup olmadıkları hususunun bütünsel bir bakış açısıyla ele alınması ve yine markalar kapsamındaki mallar/hizmetler yönünden markaların benzer olup olmadıkları konularının bir bütün olarak değerlendirilmesi neticesinde tespit edilebilir bir durumdur.
Buna göre işaretler arasında görsel benzerlik karşılaştırması yapılırken markalara konu yazı ve işaretlerin konumlandırılma şekilleri ile harf sırası, yazım karakterleri gibi göze çarpan özellikleri dikkate alınmalıdır. Sesçil benzerlikte esas alınması gereken husus ise markaların ortalama tüketici kitlesi tarafından kendi lisanlarındaki okunuş şekli olup, sesçil benzerlikte de önemli hususun markaların başlangıç kısımları olup fonetik açıdan benzer sesler çıkarılarak okunuş şekli dikkate alınmalıdır. Markaların kavramsal açıdan benzerliklerinin karşılaştırılmasında da, markalara konu sözcüklerin tescil kapsamındaki ortalama tüketici kitlesinin bakış açışı ve o sözcüklere kendi lisanlarında bir anlam verip veremeyecekleri hususu dikkate alınmalıdır.
Bu genel ilkeler çerçevesinde davaya konu marka incelendiğinde …+ŞEKİL ibareli başvurunun üç yapraklı bir bitki görseli ile birlikte “…” sözcük unsurundan oluştuğu, “biyo” kelimesinin “hayat, canlı” anlamlarına gelen dilimizde de doğrudan kullanımı bulunan bir kelimedir. “…” kelimesi, kökensel olarak Yunanca bir kelime olup “bitki” anlamına taşıdığı ve hatta “fitoloji” ibaresinin de “bitki bilimi”10 olarak nitelendirilen bilim dalının adı olduğu görülmüştür. Keza yine “fitokimyasallar” olarak bilinen ve “Bitkilerde bulunan besleyici olmayan kimyasalların” adında da anılan ibare geçmektedir. Yine eczacılık fakültelerinde okutulan bir ders olan dersin adı olarak “… ”11 ibaresi tıp alanında kendine yer bulduğu görülmüştür. Benzer mahiyetteki kavramlara bakıldığında “fitoterapi” kavramının “Tedavi edici, hastalıkları iyileştirici ve hastalıkları önleyici olarak tanımlanmış tıbbi bitki kısımlarından doğrudan doğruya; ya da bitkinin farklı kısımlarından hazırlanmış farmasötik ürünlerden yararlanılarak gerçekleştirilen tedavi yönteminin” adı olduğu, … kavramının, “bilimsel olarak “tıbbi” olduğu kanıtlanmış bitkilerin çeşitli organlarından veya bu bitkilerden hazırlanan çeşitli ekstrelerle hazırlanmış bitkisel kaynaklı ilaçlar” olduğu, “fitofarmako” kavramının ise “Kurutulmuş veya taze bitkilerden izole edilmiş etkili maddeleri tedavide kullanılan ilaçların” genel adına denilmektedir. Dolayısıyla “…” kelime kökü sahip olduğu bu kavramsal karşılık olarak doğrudan tıbbi bir terim değil ise de tıp biliminde yaygın kullanımı bulunan, eczacılık fakültelerinde ders konusu olarak işletilen bilimsel ve tıbbi nitelikteki tedavi yöntemleri ve ilaçların isimlendirmesinde kullanılan bir ibaredir. Bununla birlikte oluşan bütünde “biyo” ve “…” kelimelerinin birleşiminin ortaya yeni ve bağımsız bir anlam çıkartmadığı, tüketicinin markayı bütün olarak “…” şeklinde algılayacağı, mavi ve yeşil tonlarda oluşturulmuş markada “…” ibaresini geri plana iten bir görsel algının yaratılmadığı, “biyo” ve “…” kelimelerinin mavi ve yeşilin farklı tonlarında yazımı ile özellikle vurgulandıkları görülmüştür.
Davacının ise işlem ve dava dosyasına dayanak markaları … sayılı markalar olup anılan markalarının tamamının “…” ibaresini esas unsur olarak münhasıran, hiçbir stilize yazım karakteri olmaksızın içerecek şekilde veyahut stilize olarak yazılmak suretiyle ve yine ek olarak … ” gibi tali konumda ibarelerin kullanılması ile oluşturulmuş oldukları görülmektedir. Bu bağlamda davacı yanın “…” ibaresinin sabit kılmak koşuluyla yarattığı birden fazla markasının, uyuşmazlık konusu emtialarda uzun yıllardır tescilli olduğu ve bu sayede oluşturulmuş bir seri marka ailesinin mevcut olduğu ,
Bu çerçevede somut uyuşmazlık bakımından değerlendirilmesi gereken temel husus ortalama bir tüketicinin, davacının önceki tarihli “…” markalarının varlığı karşısında, dava konusu markada olduğu haliyle “…” ibaresinin kullanımını içerir bir marka başvurusu ile karşı karşıya kaldığında, taraf markaları arasında herhangi bir nedenle doğrudan veya çağrışımsal bir ilişki kurup kurmayacağı ve buna bağlı olarak yanılgıya düşme ihtimali bulunup bulunmadığıdır.
İşbu uyuşmazlık kapsamında tartışıldığı gibi kendisinden önce tescil edilmiş bir markadaki ibare ile birlikte kendi unsurlarını içerisinde barındıran birleşik bir markanın önceki marka ile iltibas oluşturup oluşturmadığına karar verilebilmesi için önceki markanın kendi başına uyuşmazlık konusu mal ve hizmetlerde bağımsız bir ayırt edici karakterinin olup olmadığının ve bu ibarenin sonraki markada da dominant bir etkiye sahip olmadığının incelenmesi gerekmektedir. Zira önceki markanın tek ve baskın unsurunun, bir bütün olarak sonraki markada da yer alması halinde, işaretlerin kısmen aynı oldukları ve ilgili tüketicide bu doğrultuda bir etki bırakacağı kabul edilmektedir. Keza yine bir markanın önceki markaya eklenmiş bir diğer kelimeden oluşması iki markanın benzer markalar olduğu yönünde bir göstergedir.
Somut olayda davacı markaları “…” kelimesi etrafında türetilmiş seri markalardır. Yukarıda da belirtildiği üzere anılan ibarenin asli kullanımının İngilizce’den gelen kavramsal karşılığı itibariyle “formda olmak, sağlıklı olmak, zinde olmak, sağlıklı bir bedene sahip olmak” anlamları ile bilindiği düşünülmektedir. Nitekim dilimize “… olmak” şeklinde giren deyimden de anılan ibarenin kullanım niteliği rahatlıkla anlaşılabilecektir. Dolayısıyla “…” kelimesi, “normal şartlarda” gıda ürünlerini doğrudan tanımlayan bir ibare olmayıp bu konuda davacı tarafın da bu sunduğu çok sayıdaki mahkeme kararı da heyetimizin bu görüşünü destekler mahiyettedir.
Buna karşın, anılan ibarenin bir diğer yandan sahip olduğu anlam itibariyle de özellikle sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme gibi vücut sağlığına yönelik birtakım kavramlar açısından doğrudan tüketiciyi yönlendirir bir niteliğinin de mevcut olduğu,
Zira günümüz koşullarında sağlıklı bir yaşam sürmek için tüketicilerin beslenme/sportif alışkanlıklarına oldukça dikkat ettiği, sağlıklı/sportif bir vücuda sahip olmak açısından yeme içme alışkanlıklarını şekillendirdiği, tüketicilerin bu anlamda bir gıda ürünü satın alırken ya da yiyecek – içecek tüketimi esnasında ürünün kalorisi, diyet içerikli olup olmadığı, sağlıklı bir içeriğe sahip olup olmadığı gibi incelemelerde bulunduğu bilinmekteyken, marka sahiplerinin de tüketiciye bu yönde olumlu bir mesaj verir nitelikteki bazı kavramlara ürün ya da hizmetleri üzerinde yer verdiği bilinmektedir. Bu çerçevede dava konusu “…” sözcüğünün de kullanımının son derece yaygınlaştığı ve kelimenin günümüzde daha çok “sağlıklı beslenme” vurgusunu tüketiciye vermek açısından yaygın olarak kullanılmaya başlanıldığı bilinen bir durumdur. Bilgi toplamak adına internet üzerinden “…” kelimesi için yapılan basit bir aramada bu yönde binlerce sonuca ulaşmak mümkündür. Anılan ibareye bu yönde bir anlam yüklenmesinin bir diğer nedeni de “formda olma, sağlıklı olma, uygun olma” gibi anlamları bulunan “…” ibaresinin özellikle sportif faaliyetlerdeki yerleşik kullanımından da kaynaklıdır.
Öyle ki fiziki uyum ve zindelik belirten manasıyla “…” kelimesinin gıda tüketicisi tarafından insan vücudunun fiziksel özelliklerini bozmayan veya daha az kalorili ürünler çağrıştırması beklenebilir. Vücut yapısına ve gıda ürünlerinden temin ettiği içerik ve kaloriye dikkat eden tüketiciler, ambalajı üzerinde “…” yazan bir ürün satın aldığında, bu ürünün diyet bir ürün olduğu, kalorisinin eşlenik ürünlere göre (üzerinde “…” yazmayan) daha düşük olduğu, daha az yağlı veya daha yüksek proteinli ve tüketildiği takdirde tüketicinin dış şeklinin (bedeninin) istenen görünüşe daha yakın olacağı beklentisi yarattığı,
Bu kapsamda “…” ibaresi günümüzde, gıda/beslenme ürün ve hizmetleri açısından tüketicinin, verilen hizmetin niteliğine/ ürünün mahiyetine dair doğrudan olmasa da telmih yoluyla bir anlam edinimini sağlayan asgari düzeyde ayırt edici niteliği bulunan ve fakat bu ayırt ediciliği çok da güçlü olmayan bir ibaredir. Ancak bu yöndeki bir yorum dahi, her koşulda, “…” ibaresinin bir marka içerisinde, herkes tarafından, markadaki ön plana çıkan unsur/unsurlardan biri olarak kullanılabilir olduğu sonucunu kendiliğinden doğurmayacaktır.Burada ayrım noktası söz konusu telkinin, tüketiciler nezdinde ürünü doğrudan tanımlayan bir ibare amaçlı kullanılıp kullanılmadığı veyahut başka bir bakış açısıyla anılan ibareye doğrudan markasal bir vasıf yüklenerek ön plana çıkartılıp çıkartılmadığıdır.
Ancak somut olayda dava konusu marka içerisinde kullanıma konu edilen “…” ibaresi esasen“…” kelimesinden de bağımsız anlama sahip bir ibaredir. Dava konusu markada “…” ibaresinin bütün içerisinde herhangi bir şekilde vurgulanarak ön plana çıkartılmadığı ve “BİYO-…” şeklinde bir bütün içerisinde kullanıldığı bir durumda, hali hazırda ayırt edici vasfının uyuşmazlık konusu emtialar açısından yüksek olmadığı değerlendirilen “…” kelimesinin, salt bu ibare içerisinde geçiyor oluşundan kaynaklı olarak, tüketicinin her iki marka arasında herhangi bir sebeple bağlantı kurmasının beklenmesi ve üstelik bu bağlantıya dayalı olarak işaretlerin iktisadi – idari kaynaklarında yanılgıya düşmelerinin mümkün olmayacağı değerlendirilmektedir. Zira dava konusu marka bütünü içerisinde “…” ibaresinin doğrudan asli unsur olarak kullanıldığından bahsedilemeyeceği, ilgili tüketici kitlesinin dava konusu markayı gördüğünde, markayı unsurlarına ayırarak, zihnine daha önceki tarihli davacı markalarını getirmeyeceği, markaların birbirlerinin serisi/devamı olarak algılamayacakları, ilgili tüketicilerin her iki tarafa ait markalar altında sunulan hizmetleri/malları salt “…” ibaresinin varlığından kaynaklı karıştırmak suretiyle satın alma yahut bu hizmetler/mallardan yararlanma biçiminde bir yanılgıya düşme ihtimallerinin bulunmayacağı, aksinin hayatın olağan akışına ve normal hayat tecrübelerine de aykırı olacağı, esasen gerçekçi bir yaklaşım da olmayacağı, zira bu iki işareti karıştıracak olan kişilerin ortalama tüketici olarak dahi nazara alınmasının olanaksız olduğu, gerek bütünsel ve gerekse içerisinde bulunan unsurlar itibariyle başvuru konusu işaretin davacı markalarını sunan işletmeyle idarî ve ekonomik anlamda bağlantılı bir işletme tarafından piyasaya sunulduğu biçimde bir algılama oluşturmasının mümkün olmadığı,
“Dava konusu, … sayılı marka “harbim” ibaresinden oluşmaktadır. Mahkemece, davacıya ait ‘”bim’’ asıl unsurlu markalar ile dava konusu markanın 556 sayılı KHK’nın 8/1-b anlamında benzer olduğu kabul edilmiş ise de, ortalama tüketiciler nezdinde tarafların markaları arasında görsel, işitsel ve anlamsal olarak iltibas tehlikesine yol açacak derecede bir benzerliğin varlığından söz edilemez. Nitekim, aynı ilke, dairemizin 22.01.2018 gün, … K. sayılı ilamında da kabul edilmiştir. Bu durumda, dava konusu işaretlerin benzer olmadığının kabulü ile davanın tümüyle reddine karar verilmesi gerekirken, aksi düşüncelerle davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulması gerekmiştir.”
Bu çerçevede dava konusu marka ile davacı yanın “…” esas unsurunu taşıyan markaları arasında, dava konusu markadaki kullanım biçimi ve marka içerisindeki sair unsurların varlığına rağmen yalnızca “…” ibaresinden kaynaklı bir iltibas halinin mevcut olmayacağı, dava konusu markanın, davacı markalarının kurumsal olarak tüketiciye sundukları kimliklerinden somut bir biçimde farklılaştıkları,
“İlk Derece Mahkemesince, dava konusu markalar 39. sınıf bakımından aynı/aynı tür veya benzer olduğu, davacı markalarının esas ve ayırt edici unsurunun, dava konusu markalarda ortak olarak bulunan, “GO” (gitmek) ibaresi olduğu, davacının “GO” markaları ile davalının “SEYAGO” markası arasında anlamsal benzerlik bulunmadığı, davalı markasının başlangıç kısmında bulunan “SEYA” ibaresi ve davacı markalarında işletmesel kökene işaret eden “GO” şeklindeki kullanım sebebiyle dava konusu markalar arasında görsel benzerlik bulunmadığı, buna karşın dava konusu markalar arasında ortak “GO” ibaresine bağlı düşük düzeyde işitsel benzerlik bulunduğu, bu benzerliğin karıştırılma ihtimalini kapsamadığı, sonuç olarak karıştırmaya sebep olacak düzeyde dava konusu markalar arasında işitsel, görsel ve anlamsal düzey de benzerlik bulunmadığı, yani bir bütün olarak bıraktığı intiba bakımından markalar arasında 556 sayılı KHK m.8/l-b anlamında benzerlik ve karıştırılma ihtimali bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir”
Sonuç olarak dava konusu marka yer alan ve davaya konu edilen emtialar bakımından taraf markaları arasında aynı ya da benzerlik düzeyinde bir ilişki mevcut ise de dava konusu markaınn bütün olarak “…” şeklinde olduğu, sekiz harf ve dört heceden oluşan bu bütün içerisinde yer alan üç harften ibaret bir bölümün tüketici tarafından bağımsız bir şekilde algılanarak bütünden ayrıştırılmayacağı, taraf markalarının 05.02. ve 30. Sınıf emtialar bakımından farklı nitelikte olduğu tespit edilen ilgili tüketici kitleleri nezdinde birbirler ile ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma ihtimalinin herhangi bir şekilde mevcut olmayacağı,
TANINMIŞLIK DÜZEYİ;
Mevzuatımızda markaların tanınmışlık düzeyiyle ilgili tescil engeli bakımından “Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hâllerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hâli saklı kalmak kaydıyla, başvurunun aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde yapılmış olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir.” düzenlemesi bulunmaktadır. Söz konusu düzenleme ile birlikte önceki markanın tanınmış olması halinde aynı veya benzer mal veya hizmet gruplarının yanı sıra farklı mal veya hizmetlerde de korunabileceği hüküm altına alınmıştır.
Söz konusu tescil engeli kapsamında, koruma elde edilebilmesi için önceki tarihli markanın tanınmış olması, önceki tarihli marka ile sonraki tarihli başvurunun aynı veya benzer olması ve düzenlemede öngörülen üç şarttan birinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu nedenle, markanın tanınmışlığı ve anılan şartlardan en az birinin varlığı söz konusu tescil engelinin ortaya çıkması açısından bir zorunluluktur.
Markanın tanınmışlığı nedeniyle haksız yarar sağlanmasının esasen, tanınmış markanın sahip olduğu imajın devri suretiyle gerçekleşebileceği kabul edilmektedir. Bu şekilde imaj devrinden söz edilebilmesi için haksız yarar sağladığı iddia edilen marka ile tanınmış markanın tescil edildiği mal veya hizmetler arasında bir bağlantı kurulması ihtimali aranmaktadır.
Markanın itibarına zarar verilmesi kavramı markanın tanınmışlığından haksız yararlanılması kavramı ile yakın bağlantılı olup bu iki şartın çoğu kez örtüştüğü kabul edilmektedir. Genel ayrım olarak, tanınmış markadan haksız yararlanmanın, kullanan açısından ekonomik açıdan bir artışı ifade etmesine rağmen, itibarına zarar vermenin marka sahibinin ekonomik açıdan zarar görmesini ifade ettiği hususu vurgulanmaktadır20. Markanın itibarına zarar verilmesi genellikle tanınmış markanın olumsuz imaj yükletilmesi tehlikesiyle karşılaştığı durumlara ilişkin olup bu hususun tanınmış marka sahibi tarafından ispatlanması gerekir.
Markanın ayırt edici karakterinin zedelenmesinin(sulandırılma)tanınmış markanın aynısının veya benzerinin kullanıldığı her durumda söz konusu olacağı sonucuna varılması söz konusu değildir. Ayırt edici karakterin zedelenmesinin, sonraki tarihli marka ile tanınmış marka arasında düşünsel bir bağın mevcut olması ve bu durumun tanınmış markanın reklam değerini tehlikeye düşürmesi halinde söz konusu olabileceği kabul edilmektedir. Ayrıca markaların ilgili olduğu mal ve hizmetler birbirine ne kadar yakınsa ayırt edici karakterin zedelenmesinin de o kadar olası olduğu vurgulanmaktadır. Tanınmış markanın aynısının veya ayırt edilemeyecek kadar benzerinin kullanılması halinde markanın ayırt edici karakterinin zarar görmesi olasılığı artmakta, markalar arasındaki benzerlik azaldıkça, bu tehlike de azalmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere bu hallerden her birisinin aynı anda mevcudiyeti mecbur olmayıp bunlardan herhangi birisinin varlığının maddenin uygulanabilirliği açısından yeterli olduğu kabul edilmektedir.
Somut olayda davacı yanın işlem dosyasına “…” markalarını kullanım sonucunda ayırt edicilik kazandığını gösterir mahiyette herhangi bir delil sunmadığı, sunduğu sınırlı sayıdaki delilin lehine sonuçlanan birtakım mahkeme kararları ve bilirkişi raporlarına yönelik olduğu, hükümsüzlük talepli dava dosyası ekinde ise çok sayıda emsal mahiyette ve lehine sonuçlanmış mahkeme kararını ibraz ettiği, bunun dışında “…” markalarını taşıyan tarihsiz ürün görselleri, muhtelif tarihli satış faturaları, muhtelif mahkeme dosyalarında yer alan bilirkişi raporları gibi bir kısım delillere daha yer verdiği, sunulan mahkeme kararları ve sair deliller bütün olarak incelendiğinde dahi davacı markalarının yoğun kullanım sonucunda ciddi bir sektörel bilinirlik ve tanınmışlık elde ettiği yönünde güncel bir kanaatin mevcut olmadığı, ilgili kararlarda genel olarak “…” ibaresinin gıda ürünleri açısından tasviri bir anlama sahip olmadığı ve bu ibarenin sonraki markalarda bağımsız karakterini korumak kaydıyla gerçekleştirilen başvuruların karıştırılma ihtimaline neden olacağı yönünde değerlendirmelerde bulunulduğu, ancak somut uyuşmazlıkta taraf markalarının benzer görülmedikleri, dava konusu markadaki “…” ibaresinin bağımsız anlama sahip bir kavram olduğu kanaatine varılmış olup tüm bu hususlar bütün olarak değerlendirildiklerinde davacı yan markaları açısından SMK m. 6/5 koşullarını oluşmayacağı,
Netice itibariyle,
Dava konusu … sayılı başvuru kapsamında yer alan ve dava konusu edilen 05.02. ve 30. Sınıf malların tamamı bakımından, taraf markalarının aynı, aynı tür ya da benzer mal ve hizmetleri kapsadıkları, ancak yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan nedenlerle taraf markaları arasında ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma ihtimaline yol açacak bir benzerliğin, işaretlerin bütünsel algıları itibariyle, mevcut olmadığı,
Davacı markalarının tanınmışlığını gösterir mahiyette işlem dosyasına herhangi bir delil sunmadığı, hükümsüzlük talepli dava dosyasına sunduğu delillerin ise genel olarak iltibas ihtimalinin varlığına yönelik mahkeme kararları ve bir kısım fatura/… markaları ürün ambalaj görselleri, resmi nitelikte evraklardan ibaret olduğu,salt bu kararlardan ve sair delillerden davacının “…” markalarının 6/5 maddesi uyarınca tanınmışlığına kanaat getirilmesinin mümkün olmadığı gibi taraf markaları zaten benzer görülmediklerinden SMK m. 6/5’te aranılan koşulların da zaten oluşmayacağı sonuç ve kanaatlerine varılmış açılan davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M :
Davanın reddine,
Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
Davalı kurum ile şirket kendisini vekille temsil ettirdiğinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesap olunan takdiren 7.375,00.-TL maktu ücreti vekâletin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
Davalı kurumun yapmış olduğu bir gider olmadığından bu hususta bir karar verilmesine yer olmadığına,
Davalı şirketin yapmış olduğu bir gider olmadığından bu hususta bir karar verilmesine yer olmadığına,
Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen davacıya iadesine (HMK m.333),
Dair, davacı vekili ve davalı kurum vekilinin yüzüne karşı, diğer davalının yokluğunda, tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde … Bölge Adliye Mahkemeleri’nde istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı.07.07.2022
Kâtip Hâkim …
✍e-imzalıdır ✍e-imzalıdır