Emsal Mahkeme Kararı Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/280 E. 2022/174 K. 18.05.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2021/280 Esas – 2022/174

T.C.
ANKARA
2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
TÜRK MİLLETİ ADINA

ESAS NO : 2021/280
KARAR NO : 2022/174

DAVA : Marka YİDK Kararının İptali ile Hükümsüzlük
DAVA TARİHİ : 19/10/2021
KARAR TARİHİ : 18/05/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 18/05/2022
Davacı vekili tarafından davalılar aleyhine açılan Marka YİDK Kararının İptali ile Marka Hükümsüzlüğü istemli davanın mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA :
Davacı vekili dilekçeleriyle özetle, müvekkilinin uzun yıllardır birçok sektörde faaliyet gösterdiğini ve tanınmış “… sayılı kararının iptali ile … sayılı markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP :
Davalı kurum vekili cevap dilekçesinde özetle; dava konusu edilen işlemde bahsi geçen markaların ortalama tüketici nezdinde karıştırılmaya sebebiyet verebilecek derecede benzemediğini, genel izlenim itibariyle taraf markalarının görsel, kavramsal ve fonetik olarak birbirlerinden farklı olduğunu, bütünüyle bıraktıkları izlenim itibariyle karıştırılabilecek ölçüde benzer markalar olmadıklarını, taraf markalarının “…” ve “…” ibareleri dışında başkaca unsurlar da ihtiva ettiğini, davacının markalarının tanınmışlığını veya davalının kötü niyetli olduğunu tevsik edebilen deliller de sunamadığını ifade ederek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı şirket vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin dava konusu edilen markanın belge düzenleme ücretini yatırmayacağını ve markanın hükümden düşeceğini, böylece huzurdaki davanın konusuz kalacağını ve esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi gerektiğini, taraf markalarının birbirlerine benzemediğini, dava konusu markanın “…” ve “kutu” ibarelerinin birleştirilmesinden oluşmuş orjinal bir marka olduğunu, bu markada geçen “…” hecesinin müvekkilinin yerleşik olduğu Torbalı’dan esinlenerek markaya dahil edildiğini, müvekkili firmanın dava konusu edilen markanın tescilinde herhangi bir kusuru olmadığından ve davanın açılmasına da müvekkili firma sebebiyet vermediğinden müvekkili aleyhine herhangi bir yargılama gideri veya vekalet ücreti hükmedilmemesi gerektiğini ifade ederek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davanın açılmasını müteakip davaya katılan tarafların dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, tescil ve başvuru dosyaları ile alâkalı kayıtları getirtilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, taraflar sulhe teşvik olunmuş, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını ve bilirkişi raporları alınmasını müteakip, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yazı İşleri Yönetmeliği’nin 41/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraf vekillerine tahkikat ve yargılamının geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
GEREKÇE :
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının iddiaları karşısında, YİDK Kararının iptali ile davalı markasının hükümsüzlüğünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
DEĞERLENDİRMELER;
İLTİBAS TEHLİKESİ/KARIŞTIRILMA İHTİMALİ HUSUSUNDA DEĞERLENDİRME:
6769 sayılı SMK’nın “Marka” başlıklı birinci kitabının birinci kısmında 6. Maddede “Marka tescilinde nispi ret nedenleri” düzenlenmiştir. Bu maddenin 1. Bendinde; “Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.” denilmektedir.
“Aynı mal veya hizmet” kavramı son derece açıktır. “Benzer mal veya hizmet” kavramında yer alan benzerliğin tespitinde ise piyasanın anlayışı ile halkın karıştırması ihtimali esas alınmalıdır. Aynı mallarda karıştırma tehlikesi yüksek olduğu gibi mallar arasında benzerlik oranı yükseldikçe karıştırma oranı da yükselecektir. Benzerliğin mevcudiyetini tespit için iki marka yan yana konulmak sureti ile markaların bütün olarak görünüşlerinin dikkate alınması uygundur. Alıcı olarak da ortalama zekâ, dikkat ve kültür düzeyindeki kişiler ölçü alınacaktır.
Karıştırma ihtimali “ortalama tüketicilerin, her iki işaret arasında bir şekilde bağlantı kurması”dır. Öğretide karıştırma ihtimali; “bir tescilsiz işaretin veya tescil edilmiş bir markanın, daha önceden tescil edilmiş bir marka ile şekil, görünüş, ses, genel izlenim vs. sebeple aynı ya da benzer olduğu için önce tescil edilmiş marka olduğu zannını uyandırması tehlikesi” ya da “bir mal veya hizmetin alıcısının, yani genel anlamda halkın almayı tasarladığı, bildiği veya duyduğu bir mal veya hizmeti aldığı zannı ile başka bir işletmenin aynı veya benzer malını veya hizmetini alma ihtimali (tehlikesi)” biçiminde tanımlanmaktadır.
Karıştırılma, iki işaret arasındaki şekil, ses ve anlam benzerliğinden veya genel görünümünden (toplu intibadan) veya seri içine girmekten veya çağrıştırmadan doğabilir. Karıştırma ihtimali bulunup bulunmadığı incelemesi yapılırken başvurulan yöntemlerden biri de işaretlerin toplu olarak bıraktıkları izlenimdir.
Buna göre; davaya konu markaların 6769 sayılı SMK’nın 6/1 bendi kapsamında incelenmesi esnasında sırayla;
• Markaların ayniyeti/benzerliği,
• Markaların üzerinde kullanılacağı mal/hizmetlerin ayniyeti/benzerliği,
• Markaların ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma ihtimali, üzerinde durulacaktır. Buna göre;
Markaların ayniyeti/benzerliği:
Davalı firmanın tescil ettirmek istediği marka ile davacının itirazlarına/davasına mesnet aldığı tescilli markaları birlikte incelendiğinde; markaları oluşturan unsurların birebir aynı olmadığı gözetildiğinde, markaların ayniyetinden söz edilemeyecektir.
Markaların benzerliği incelemesine geçildiğinde; bu incelemenin hangi kriterlere göre yapılacağı hususunda, doktrindeki ve yargı kararlarındaki yerleşmiş görüşler dikkate alınmalıdır. Buna göre de, öncelikle, birden fazla unsur ihtiva eden markalarla ilgili “markanın esas unsuru” ve “markanın bir bütün olarak ele alınması” incelemelerinin ve sonra da “markaların görsel, işitsel ve anlamsal açıdan benzerliğinin karşılaştırması” incelemesinin yapılması gerekmektedir. Şöyle, ki;
Bir markada esas unsur, potansiyel müşteriler için ilk anda göze çarpıp hafızada yer eden unsurdur. Markalar arasındaki benzerlik değerlendirmesi görsel, duyusal ve kavramsal açıdan en önemlisi potansiyel müşterinin bakış açısından yapılacaktır. Ayrıca, bir markayı oluşturan unsur, o markanın başka markalardan ayırt edilebilmesini sağlayan kelime, harf, sayı vs.den oluşan şekil olup, marka birden ziyade unsuru ihtiva ediyorsa, asıl unsuru markanın bütünü itibariyle bıraktığı izlenim, tümüne hakim olan görünüş ve ayırıcılığını vurgulayan imajda aramak lazımdır. Zira; potansiyel müşteriler somut olaydaki gibi kelime, şekil, renk gibi karma markalarda kelime unsuruna diğer unsurlara göre daha fazla önem vereceklerdir. Ayrıca, potansiyel müşteriler daha önce denedikleri markaların hafızalarında kalan kısımlarına dayanarak (imperfect collection) tekrar marka tercihi yapacaklarından markalardaki farklı unsurlardan ziyade ortak unsurlara odaklanacaklardır.
Bundan sonra; uyuşmazlık konusu olan markalar karşılaştırıldığında; davacının markaları, kelime öbeklerinden, basit şekillerden ve/veya renklerden oluşmuş markalardır; tüm markalarında “…” kelimesi ortak olarak, yani çatı marka hüviyetinde kullanılmıştır. Markalarda geçen “…” haricindeki kelime unsurları incelendiğinde, büyük bir kısmının markasal hüviyette ayırt edici niteliği haiz olmayan tanımlayıcı/cins isimler olduğu ve bunların bir kısmının “…” ibaresiyle birlikte isim veya sıfat tamlamaları oluşturduğu görülmektedir. Davacının basit şekil unsurunu da ihtiva eden markalarında bu şekil unsurlarının markaların esas unsuru olmadığı, zira; böyle, basit şekil unsuru yanında büyük puntolarla yazılmış kelime unsurlarını haiz markalarda, marka hukukundaki yerleşik görüşe göre, “söz görünümden daha yüksek sesle konuşur”. Davacının ambalaj şeklini haiz markalarında ise, “…” ibaresi tek başına ön planda değildir ve bu işaretlerin genel görünümü, bütünsel olarak algılanmaktadır. Dolayısıyla, davacının ambalaj şekilli markaları haricinde kalan tüm markalarında, …” ibaresinin markaların ayırt ediciliği en yüksek olan unsuru olduğu ve davacının “…”lu markaları ile “seri marka” yaratmış olduğu,
Davalının markası ise; basit bir şekil unsurunu da ihtiva eden ancak kelime unsuru baskın hüviyette kullanılmış bir işaretten müteşekkildir; işaretin sol baş tarafında yer alan “…” hecesi kahve renkli ve stilize edilmiş harflerle yazılmıştır ve altına da, baş harfin devamı niteliğinde bir çizgi içinde “oluklu mukavva & ambalaj” ibaresi konuşlandırılmıştır. İbarenin diğer hecesi ise, yeşil renkli harflerle yazılmış “kutu” ibaresidir. İşaretin genel görünümü içinde “kelime unsuru kadar yüksek sesle konuşmayan” şekil unsurunun ve tanımlayıcı/tasviri bir tamlama olan “oluklu mukavva & ambalaj” ibaresinin işarete markasal hüviyette kattığı ayırt edicilik çok düşüktür; dolayısıyla dava konusu edilen markada birleşik olarak yazılmış “…” ibaresinin bütünsel olarak markanın ilk anda göze çarpan ve ayırt edilen unsuru, yani esas unsuru olduğu, bu ibareyi oluşturan “…” ve “kutu” hecelerinin farklı yazım karakterindeki harflerle ve farklı renklerle yazılmış olmasının bu tespiti değiştirecek nitelikte bir farklılık yaratmadığı, dolayısıyla, dava konusu edilen markanın esas unsurunun da, bütünleşik olarak “…” ibaresi olduğu , buna göre;
Taraf markalarında esas unsur olarak kullanılmış olan “…” ve “…” ibarelerinin mevcudiyetinin, karşılaştırılan markaları benzer kılıp kılmadığı, huzurdaki uyuşmazlığın özünü teşkil etmektedir. “…” ibaresinin, yaygın olarak bilinen herhangi bir dilde ve Türkçe’de yerleşik bir anlamı yoktur; yani davacı tarafından kurgulanmış orjinal bir ibaredir ve markasal hüviyette ayırt ediciliği oldukça yüksektir ve davacının çatı markasıdır. Bu ibareyi içerisinde olduğu gibi ihtiva eden “…” ibaresinin dava konusu edilen markada esas unsuru olarak kullanılmış olmasının, karşılaştırılan markaları görsel açıdan, düşük de olsa belli bir seviyede yakınlaştırdığı, zira; aralarında bir/birkaç harf farkı olan sözcüklerden ibaret markaların, birbirleriyle benzer markalar sayıldığına dair Yargıtay’ın artık iyice yerleşmiş pek çok emsal kararı vardır. Bu sebeplerle; davalının dava konusu edilen markasının, davacının “…”lu markalarının serisinin bir devamı olarak algılanabilecek nitelikte bir türemeye sahip olduğu ve alt marka algısı yaratmaya uygun nitelikte olduğu, bu benzerliğin; potansiyel müşterilerin daha önce denedikleri markaların hafızalarında kalan kısımlarına dayanarak tekrar marka tercihi yaptıkları ve bu nedenle de markalardaki farklı unsurlardan ziyade ortak unsurlara odaklanacakları gerçeği gözetildiğinde, davacının “…”lu markalarını görmüş ve tanımış olan bir tüketicinin, davalının “…”lu markasıyla karşılaştığında bu markaları benzer bulmasının ihtimal dahilinde olduğu,
Görsel açıdan ortaya çıkan bu düşük seviyedeki benzerlik, duyusal/işitsel/fonetik açıdan bakıldığında da net bir sonuç vermektedir; dava konusu edilen markanın içinde davacının “…” markasının harf dizinleri de aynı olacak biçimde geçiyor olması ve dava konusu edilen markanın esas unsurunun bu ibareye iki harf eklenmesi süretiyle oluşturulmuş olması, markaların okunuşlarını, kulakta bıraktıkları “tını”ları esas unsurları itibariyle fonetik açıdan çok yakınlaştırmaktadır. İşaretlerin kavramsal açıdan karşılaştırılması neticesinde de, “…” ve “…” ibarelerinin yaygın olarak bilinen herhangi bir dilde ve Türkçe’de yerleşik birer anlamı olmadığından, karşılaştırılan işaretlerin kavramsal açıdan da farklı olmadıkları, tüketicinin zihninde farklı birer algı oluşturmadıkları,
Dava konusu markalar pazarlama iletişimi açısından değerlendirildiğinde ise; markanın hedef kitlede bıraktığı ize bakmak gerekir. Hedef kitlenin zihin kütüphanesine yerleşmiş kavramların/markaların satın alma davranışına etkisi büyüktür. Davalı marka “…”’nun görsel iletişim dilinin farklılığı, onu kullanılacak sözel pazarlama iletişimi araçlarında (tele-marketing, radyo reklamları vb.) ayrıştırmaya yetmeyecektir.
Sonuçta; somut olayda, karşılaştırılan işaretlerin görsel, bilhassa da işitsel ve kavramsal açılardan benzediği ve dava konusu edilen markanın davacının seri markalarının bir devamı olarak algılanabilecek nitelikte bir türemeye sahip olduğu,
Markaların üzerinde kullanılacağı mal/hizmetlerin ayniyeti/benzerliği:
6769 sayılı SMK madde 6/1 gereğince incelenmesi gereken hususlardan biri de, markaların emtialarının benzer olup olmadığı hususudur. Yargıtay’ın yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere, farklı sınıf ve/veya alt gruplarda yer alan mal veya hizmetlerin benzer olup olmadığının tespitinde, bahse konu mal veya hizmetlerin hitap ettiği tüketici kesiminin özellikleri dikkate alınmak suretiyle;
• Benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği,
• Benzer ihtiyaçları giderip gidermediği,
• Son kullanıcıları ve hedeflenen tüketici profilleri,
• Dağıtım kanallarının ve satış yerlerinin aynı olup olmadığı,
• Birbirleri yerine ikame imkânlarının ve birbirlerini tamamlayıcı niteliklerinin bulunup bulunmadığı,
• Benzer markaları bu farklı sınıf ve alt gruplardaki mal veya hizmetler üzerinde gören tüketicilerin herhangi bir şekilde markalar arasında veya marka sahibi işletmeler arasında bir bağlantı kurup kurmayacağı,
• Aralarında ham madde/yarı mamul/mamul ilişkisinin bulunup bulunmadığı hususları göz önünde tutulan kıstaslar arasındadır.
“Aynı mal veya hizmet” kavramı son derece açıktır. “Benzer mal veya hizmet” kavramında yer alan benzerliğin tespitinde ise piyasanın anlayışı ile halkın karıştırması ihtimali esas alınmalıdır. Aynı mallarda karıştırma tehlikesi yüksek olduğu gibi mallar arasında benzerlik oranı yükseldikçe karıştırma oranı da yükselecektir.
Ortalama tüketici, markaları aynı anda incelemeye tabi tutmadığı gibi küçük ayrıntıları da dikkatli biçimde inceleyemez. Sadece geçmişte edindiği izlenimin etkisiyle hafızasında kalan ile yetinerek bir sonuca varmaya çalışır. Ortalama alıcı kitlesinin tamamı karıştırma tehlikesine maruz kalmasa bile bir kısmının bu risk altında bulunması dahi karıştırılma ihtimalinin gerçekleştiğinin kabulü için yeterlidir.
Ancak; ortalama tüketicinin dikkat düzeyi, mal ve/veya hizmetlerin türüne göre değişebilmektedir. Eğer söz konusu olan mal ve/veya hizmet, kitlesel tüketim mal veya hizmetleri ise, ortalama tüketici makul derecede iyi bilgilendirilmiş ve bu derecede tedbirli, dikkatli kimsedir. Söz gelimi çiklet, çikolata, bisküvi gibi fiyat bakımından ucuz ürünlerin satın alınmasında tüketiciden beklenen dikkat düzeyi düşük olacaktır14. Aynı şekilde, nispeten uygun fiyatla satılan, satın almadan önce uzun bir araştırma ve inceleme aşamasından geçmeyen, yani ucuz ve risk faktörü düşük ürünlerin alınması sırasında gösterilen özenin düşüklüğü, markalar arasında daha açık farklılıklar bulunmasını gerektirir. Yani, “ortalama tüketici”nin seviyesi, ilgili mal ve/veya hizmetlerin hangi tüketici kitlesine hitap ettiğinin tespit edilmesiyle bulunur. Mal/hizmetlerin günlük tüketim niteliği, hızlı alım satıma konu olması, ucuz olması ve önceki markanın hafızada bıraktığı izin tüketicinin tercihinde önemli etken olması gibi faktörler, ilgili “ortalama tüketici”nin seviyesinin belirlenmesinde önem arz eder.
Somut olayımız açısından; davalının markasının kapsamına alınmak istenilen 16. Sınıfa giren emtiaların hitap ettiği ortalama tüketici/alıcı kitlesinin bilinç/dikkat/özen/seçicilik seviyesi incelendiğinde; bunların bir kısmının tüketicinin/alıcının gündelik (her anının, rutininin) ihtiyaçlarını karşılamadığı, sık satın alınan emtialar olmadığı, alıcılar tarafından daha ziyade profesyonel meslekleri/iştigal alanları ile alakalı olarak satın alındığı fiili gerçeği de gözetildiğinde, tüketicilerin/alıcıların bu emtiaları satın aldığı anda seçicilik/bilinç/dikkat/algı/özen seviyelerinin yeterli seviyede olduğu,
Bunlardan sonra; dava konusu edilen markanın kapsamına alınmak istenilen emtialar ile davacının bu emtialarla aynı/benzer/türdeş emtiaları kapsayan markalarının emtia listeleri karşılaştırıldığında, davalının markasının kapsamına alınmak istenilen, 16. Sınıftaki emtiaların tamamı, davacının tescilli muhtelif markalarının kapsamında birebir yer almaktadır. Dolayısıyla bu markalar açısından somut olayda emtia ayniyeti şartının gerçekleştiği, aynı şekilde, davacının muhtelif markaları, 16. Sınıfa giren bu emtiaların toptan/perakende satışı/mağazacılık hizmetleri için de tescillidir, bu hizmetler açısından da somut olayda emtia benzerliğinin gerçekleştiği, zira; bir mal sınıfı 35. Sınıf kapsamında perakendecilik hizmetine konu oluyorsa bu durumda benzerlik bulunduğu, doktrin ve Yargıtay içtihatlarında kabul edilmektedir. Çünkü; “Praktiker” kararında da belirtildiği üzere, “somut bir malı satmak için verilen bu hizmet tabiatıyla bu mal olmadan bir mana ifade etmeyecektir.”
Bu nedenle de; davalının markasının kapsamına alınmak istenilen tüm emtialar açısından, davacının davasına/itirazlarına mesnet aldığı muhtelif markaları hasebiyle, somut olayda emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleştiği,
Markalar arasında ilişkilendirilme ihtimali de dahil olmak üzere karıştırılma ihtimali:
6769 sayılı SMK’nın 6/1 maddesinde düzenlenen nispi ret nedeni, markaların ortalama tüketicileri nezdinde ilişkilendirilme ihtimali de dahil bir karıştırma ihtimalinin bulunup bulunmadığı hususuna dayalıdır. Karıştırma ihtimali “ortalama tüketicilerin, her iki işaret arasında bir şekilde bağlantı kurması” olarak tanımlanabilir. Öğretide karıştırma ihtimali, “bir tescilsiz işaretin veya tescil edilmiş bir markanın daha önceden tescil edilmiş bir marka ile şekil, görünüş, ses, genel izlenim vs. sebeple aynı ya da benzer olduğu için, önce tescil edilmiş marka olduğu zannını uyandırması tehlikesi” ya da “bir mal veya hizmetin alıcısının, yani genel anlamda halkın algılamayı tasarladığı, bildiği veya duyduğu bir mal veya hizmeti aldığı zannı ile başka bir işletmenin aynı veya benzer malını veya hizmetini alma ihtimali (tehlikesi)” biçiminde tanımlanmaktadır. Öte yandan bir mal ve/veya hizmetin gerçek ve potansiyel tüketici/müşteri kitlesi arasında iki ayrı işletmeye ait mal veya hizmetin aynı işletmeden kaynaklandığı ya da bu mal veya hizmetlerin farklı işletmelere ait olduğu fark edilse bile, markalar ya da işletmeler arasında bir bağlantının bulunduğu yönünde bir algının ortaya çıkması ihtimali halinde de karıştırma ihtimalinin varlığından söz edilmektedir.
SMK m. 6/1 kapsamında bir iltibasın varlığının tespitinde doktrin ve yargı kararlarında esas olarak şu ilkeler ortaya konmaktadır:
• Görsel, biçimsel, anlamsal, işitsel benzerlikler,
• Çağrıştırma,
• Bir bütün olarak uyandırdığı toplu kanaat,
• Malın veya hizmetin hitap ettiği alıcı grubunun toplumsal düzeyi ve durumu,
• Markayı taşıyan malın değeri ve alıcının bu malı almaya ayırdığı zaman.
Karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkışında mal ve hizmetler arasındaki daha az bir benzerliğin markalar arasındaki daha yüksek bir benzerlik düzeyi ile dengelenebileceği kabul edilmektedir.
Somut olay açısından bakıldığında; taraf markalarında esas unsur konumunda bulunan “…” ve “…” ibareleri arasındaki harf benzerliğinin yarattığı görsel, bilhassa da fonetik ve kavramsal açılardan yakınlaşmanın; potansiyel müşterilerin daha önce denedikleri markaların hafızalarında kalan kısımlarına dayanarak tekrar marka tercihi yaptıkları ve bu nedenle de markalardaki farklı unsurlardan ziyade ortak unsurlara odaklanacakları gerçeği gözetildiğinde, davacının “…” markasını görmüş ve tanımış olan bir tüketicinin, davalının “…” markasıyla karşılaştığında bu markaları “benzer bulması ve karıştırması” ihtimalini doğduğu, bu yüzden de; davalının dava konusu edilen markasının, davacının “…”lu markalarının serisinin bir devamı olarak algılanabilecek nitelikte bir türemeye sahip olduğu ve alt marka algısı yaratmaya uygun nitelikte olduğu, buna ilaveten; davalının markasının kapsamına alınmak istenilen 16. Sınıftaki emtiaların tamamı açısından somut olayda emtia ayniyeti/ benzerliği/türdeşliği şartının da gerçekleşmiş olduğu, bu durumda da, halkın söz konusu emtiaların aynı şirketten veya ekonomik olarak bağlantılı şirketlerden geldiği düşüncesine kapılma tehlikesini ve karıştırma ihtimalini doğurduğu, bu durumun halkı yanıltabileceği, bu emtiaların hedef kitlesi kısmen yeterli ölçüde bilinçli/dikkatli/özenli/farkındalığa sahip alıcılar/tüketiciler olsa da, bu tüketicilerin (bile) iki farklı marka ile karşı karşıya olduklarını anlamalarına rağmen, her iki markanın sahibi arasında idari/işletmesel bir bağlantı bulunduğunu düşünebilecekleri, davalının markasının, davacının markasının tescilli olduğu emtialar açısından davacının hedef pazarındaki tüketici/müşteri kitlesi nezdinde karışıklık yaratabileceği,
Sonuç olarak; yukarıda detaylı olarak incelendiği üzere; taraf markaları arasında görsel, ve bilhassa da işitsel ve kavramsal açılardan benzerlik bulunduğundan ve davalının markasını tescil ettirmek istediği tüm emtialar yönünden, taraf markaları aynı/benzer/türdeş emtialarda kullanılacak olduğundan, davacı markaları ile dava konusu edilen markanın karıştırılma ihtimalinin bulunduğu,
GERÇEK HAK SAHİPLİĞİ İDDİASI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:
6769 sayılı SMK’nın “marka tescilinde nispi ret nedenleri”nin düzenlendiği 6. maddesinin 3. fıkrasında; “Başvuru tarihinden veya varsa rüçhan tarihinden önce tescilsiz bir marka veya ticaret sırasında kullanılan bir başka işaret için hak elde edilmişse, bu işaret sahibinin itirazı üzerine, marka başvurusu reddedilir.” denilmektedir.
Bu hüküm markanın gerçek sahibinin eskiye dayalı kullanımını tescilden üstün tutarak gerçek hak sahibinin korunmasını sağlamaktadır. Bu madde hükmünde yer alan itirazın kabul edilebilmesi için itiraz sahibinin o işaret üzerinde başvuru tarihinden önce hak sahibi olması veya rüçhan hakkını elde etmesi ve bunları ispat etmesi gerekmektedir.
Tescil, bir markanın daha özel hükümlerle korunmasını sağlar. SMK, istisnai olarak, marka hakkının tescile dayanmadan ilk kullanım yoluyla da elde edilebileceğini ve korunabileceğini de kabul etmiştir. Ancak, bu hakkın ne zaman ve nasıl oluşabileceğinin kriterlerini düzenlememiştir. 6769 sayılı SMK’nın “Marka Tescilinde Nispi Ret Nedenleri” başlıklı 6. maddesinde, marka olarak tescil ettirilmek istenen işaret üzerinde tescil başvurusundan önce hak kazanmış kişilerin hukukunu korumaya yönelik hükümler bulunmaktadır. Söz konusu maddenin 3. fıkrasına göre bir işaret üzerinde, bu işaretin –üçüncü bir kişi tarafından-marka olarak tescili amacıyla başvurusu yapılan tarihten veya başvuru tarihinde belirtilen rüçhan tarihinden önce, bir hak elde edilmiş ise, bu hakka sahip kişi, söz konusu işaretin tesciline itirazda bulunabilir. Bu hüküm, işaret üzerinde ilk kullanma yoluyla haksız rekabet hükümlerine göre kazanılan hakkı üstün tutmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda hak sahibinin işaretin sonradan bir başkası tarafından kullanılmasını yasaklaması TTK 57/5 ve 58/I, b’den kaynaklanmaktadır.
İtiraz hakkının varlığı tescilsiz işaretin ticaret sırasında kullanılmış olmasını (SMK 6/3) gerekli kılar. “Ticaret sırasında kullanma” ile marka hukukuna özgü kullanma kastedilmektedir. Markasal kullanım, öğretide işareti taşıyan mal ve/veya hizmetlerin köken itibariyle diğer mal ve/veya hizmetlerden ayırt edilmesini sağlamaya yönelik olduğunun alıcılar tarafından anlaşılmasını mümkün kılacak şekilde kullanılması biçiminde tanımlanmaktadır. Ancak markaların kaynak gösterme fonksiyonu dışında reklam, iletişim, kalite, yatırım ve garanti fonksiyonlarının da bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Madde metninde bahsedilen tescil edilmeden kullanılan bir marka veya ticarette kullanılan ticaret unvanı, işletme adı, alan adı gibi işaretlerdir. İtiraz veya dava hakkının varlığı tescilsiz işaretin ticaret sırasında kullanılmış olmasıdır. Ticaret sırasında kullanma ile marka hukukuna özgü kullanma kastedilmektedir. Ancak SMK’da “piyasada maruf hale getirme” şartından söz edilmese de bu şartın “zımnen” 6/3 maddesi hükmünde yer aldığını kabul etmek gerekir. Buna göre tescilsiz bir işaret üzerinde bir hakkın doğması ve korunması için, o işarete kullanım yoluyla hukuken korunması gereken bir ekonomik değer kazandırmak gerekir. Bu ise işaretin “asgari bilinirlik düzeyi”ne ulaşması ile mümkündür. Asgari bilinirlikten anlaşılması gereken, işaretin kullanım sonucunda belirli bir yer, bölge veya piyasada bilinir hale gelmesidir. Aksinin kabulü, piyasada işareti “ilk” kullanan kişiye korunma sağlanacağı anlamına gelir ki, bu “SMK hükümleri uyarınca sağlanan korunmanın tescil ile elde edileceği” ilkesini anlamsız hale getireceği gibi hakkaniyet ile de bağdaşmaz. Bütün bunlara göre;
Herşeyden önce; SMK m. 6/3 hükmü açık olup, bu hüküm “tescilsiz bir markanın/işaretin ticarette kullanılmasından doğan bir öncelik hakkı”nı korumaktadır. Davacının huzurdaki davasına mesnet aldığı markaları ise tescillidir ve korunması SMK m. 6/3 hükmüne göre değil, m. 6/1 hükmüne göre istenebilir. Ayrıca da; davacının “…” markasını/tanıtma vasıtasını, dava konusu edilen markanın tescil edilmek istendiği 16. Sınıfa giren emtialarda gerçek hak sahipliği doğurabilecek bir nitelikte kullandığı dava/marka işlem dosyası içeriğinden anlaşılmadığından, diğer bir ifadeyle; davacı taraf bu yönde gerek dava dosyasına, gerekse marka işlem dosyasına herhangi bir delil sunmadığından, davacının “eskiye dayalı kullanım” iddiası ile söz konusu işaretin 16. Sınıftaki emtialar açısından marka olarak tescil edilmesine engel olamayacağı değerlendirilmiştir. Bu nedenle de; somut olayda, davacının önceki kullanıma dayalı gerçek hak sahipliği iddiasının dava konusu markanın tesciline/hükmüne bir engelinin/etkisinin olamayacağı,
TANINMIŞLIK İDDİASI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:
6769 sayılı SMK’nın 6/5 maddesinde; “Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hallerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hali saklı kalmak kaydıyla, başvurunun aynı, benzer veya farklı mal ve hizmetlerde yapılmış olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir……..” denilmektedir.
6769 sayılı SMK’nın 6/5. Maddesi kapsamında bir korumadan yararlanılabilmesi için;
• Tanınmış marka sahibinin bu markanın tescilinden zarar görme ihtimali,
• Haksız yarar sağlama,
• Tanınmış markanın itibarına zarar verme,
• Tanınmış markanın ayırt edici karakterini zedeleme gibi şartlar aranmaktadır. Dolayısıyla, bir markanın sektöründe belirli bir bilinirliğe sahip olması, aynı ya da benzer başka bir markanın farklı mallar üzerinde tesciline engel oluşturabilmesi için yeterli olmayıp, aynı zamanda burada belirtilen şartların oluşması gerekmektedir. Bu şartların fiili olarak gerçekleşmesi zorunlu olmayıp, gerçekleşebilecek olması durumu yeterlidir. Tanınmış markanın sahibi, markasına verilecek zararın ya da markasının ününden sağlanacak yararın nelerden oluşacağını ve nasıl ortaya çıkacağını gösterir ve olayların olağan akışı içinde belirtilen durumların gerçekten olası olduğu yönünde bir sonuca varmak için yeterli kanaat oluşturacak deliller sunmalı veya en azından mantıklı bir sav ileri sürmelidir. Bütün bunlardan sonra;
Somut olayda ise; “…” işaretinin/markasının/tanıtma vasıtasının özellikle gıda sektöründe davacının uzun yıllara sarih yoğun tanıtım faaliyetleri ile istikrarlı bir şekilde Türkiye genelinde kullanıldığı ve tanıtıldığı, bu markanın gıda sektöründe iyi bilindiği ve tanınmışlığa ulaştığı, davacı ile özdeşleştiği ve dahi bu tanınmışlığın davalı TÜRKPATENT tarafından da … sayılı kayıt ile tespit ve teyit edildiği gerçekleri gözetildiğinde, dava konusu marka başvurusunda bu ibarenin aynısının geçmesi nedeniyle, davalının dava konusu edilen “…” ibaresini, başkaca sektörlerde (olsa dahi) markasal hüviyette kullanması halinde, haksız bir yararın sağlanması, tanınmış markanın itibarına zarar verilmesi veya tanınmış markanın ayırt edici karekterinin zedelenmesi şartlarının gerçekleşebileceği ihtimalinin söz konusu olabileceği göz önüne ve karşılaştırılan işaretlerin benzediği gerçeği de dikkate alındığında, davalının başvuruya konu markasının, davacının “…” çatı markasının bu tanınmışlığından haksız yarar sağlaması, tanınmış markanın itibarına zarar vermesi ve ayırt ediciliğini zedelemesi durumlarından birinin oluşabileceği düşünüldüğünden, davacının tanınmışlıkla ilgili iddiasının, dava konusu markanın tesciline/hükmüne engel olabileceği,
ÖNCELİKLİ HAK İDDİALARI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:
6769 sayılı SMK’nın 6/6 maddesine göre; “tescil için başvurusu yapılmış markanın, başkasına ait kişi ismini, ticaret unvanını, fotoğrafını, telif hakkını veya herhangi bir fikri mülkiyet hakkını içermesi halinde, hak sahibinin itirazı üzerine tescil başvurusu reddedilir.”
Bu hüküm kapsamına, kişilik haklarından isim hakkı ile fotoğraf üzerindeki hak, FSEK kapsamında telif hakları ve sınaî haklar olan marka, tasarım, patent, faydalı model, coğrafi işaret, ticaret unvanı, işletme adı girer.
Yargıtay emsal kararlarında da açıkça dile getirildiği üzere KHK 8/3 (SMK 6/3) maddesinde yer alan “ticaret sırasında kullanılan işaret” ifadesinin kapsamı içerisine ticaret unvanları, işletme adları, isim, fotoğraf, telif hakkı vs. sokulabilir. Aynı maddenin 5. fıkrasına (SMK 6/6) göre de, tescil için başvurusu yapılmış markanın, başkasına ait kişi ismi, ticaret unvanı, fotoğrafı veya herhangi bir fikri mülkiyet hakkını kapsaması halinde, hak sahibinin itirazı üzerine tescil başvurusunun reddedileceği belirtilmiştir.
SMK md. 6/6 uyarınca ticaret unvanlarına tanınan koruma da, fiilen kullanıldığı faaliyet konularını kapsamakta olup, fiilen kullanılmayan konularda koruma sağlanırsa ticaret unvanları markalara karşı gereğinden fazla korunmuş olur. Ayrıca da; bu işaretin ticaret unvanı kullanımından öte ayırt edici özellik kazanacak şekilde tek başına veya baskın unsur olarak aynı tür mal ve hizmetler bakımından markasal kullanımının ispatı gerekir.
Somut olayımızda; davacının “… … Sanayi ve Ticaret A.Ş.” şeklindeki ticaret unvanının “…” ibaresini içermediği ve davacının tescilli markaları dışında hangi fikri hakka dayanıyor olduğunun netlikle ortaya konulmamış olması nedeniyle, somut olayda davacının, herhangi bir fikri hakkına ve ticaret unvanına dayalı olarak, dava konusu edilen markanın tescilini/hükmünü etkileyemeyeceği/engelleyemeyeceği,
DAVACININ KÖTÜ NİYET YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:
6769 sayılı SMK’nın 6/9. maddesinde; “Kötüniyetle yapılan marka başvuruları itiraz üzerine reddedilir” denilmektedir. Buna göre;
Marka sahibinin, markasını tescil ederken, markanın kullanılış amacı ve fonksiyonlarına aykırı bir şekilde, iyi niyetli üçüncü kişileri baskı altında tutma, onlara şantaj yapma veya engelleme amacı gütmesi gibi hallerde, kötü niyetli marka tescilinden bahsedilir. Tescil başvurusunda bulunan kişinin kötü niyetli olduğuna emare teşkil edebilecek olgu ve olayların varlığı, kötü niyetli marka başvurusunun kabulü için yeterli sayılmaktadır. Buna karşılık başvuru sahibinin, hakkını kötüye kullanma niyeti taşıması veya başkalarını engelleme amacına sahip olması gibi sübjektif durumlar kural olarak tespit edilmeye çalışılmamalıdır. Zaten kişinin içsel durumunu ifade eden sübjektif unsurlara doğrudan ulaşmak veya nüfuz etmek mümkün de değildir. Ancak, somut olayda başvuru sahibinin içsel durumunu ifade eden bilme, kast, niyet gibi hususların anlaşılabileceği veya ortaya çıkarılabileceğine dair ciddi belirtilerin varlığı halinde, bunlar araştırılarak, kötü niyetli tescilin varlığı sonucuna ulaşmada yardımcı unsur olarak kullanılabilir.
Bu değerlendirmede, markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığının bilinmesi halinde marka tescil başvurusunda bulunulması, markanın köken gösterme amacı dışında bir amaçla tescil edilmesi, örneğin esasen kullanılması planlanmayan bir markanın sırf bir başka işletmenin piyasaya girmesinin engellenmesi amacıyla tescil ettirilmesi ya da tescil başvurusunda bulunanın rakipleri ile haksız rekabete girişme amacı gibi kriterler dikkate alınabilir.
Marka tescil başvurusunun kötü niyetli olup olmadığı hususunun belirlenmesinde genel geçer kriterler bulunmamakta, konunun her somut olay bazında değerlendirilmesi gerekmektedir. Doktrine ve yerleşik içtihatlara göre; kötü niyetli tescilden söz edilebilmesi için başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanmayıp, yedekleme, marka ticareti yapmak amacına yönelik bir davranışta bulunmak kötü niyet göstergesi kabul edilebilir.
Somut olayımıza dönüldüğünde; davalının “… ” işaretini kendisine marka olarak seçerken “spekülasyon, yedekleme, şantaj vs.” gibi amaçlarla veya davacının markası ve faaliyetleriyle haksız rekabet doğuracak eylemlere giriştiği hususlarında dava/itiraz dosyalarına herhangi bir delil sunulmamış olduğundan, tarafların faaliyet alanlarının da birbirlerinden çok farklı olduğu gerçeği gözetildiğinde, dava konusu edilen marka başvurusunun kötü niyetli yapıldığının ispat olunamadığı,
Netice itibariyle,
1)Karşılaştırılan işaretlerin görsel, bilhassa da işitsel ve kavramsal açılardan benzediği ve dava konusu edilen markanın davacının seri markalarının bir devamı olarak algılanabilecek nitelikte bir türemeye sahip olduğu,
2)Davalının markasının kapsamına alınmak istenilen tüm emtialar açısından, davacının itirazlarına/davasına mesnet aldığı muhtelif markaları yönünden emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleştiği,
3)Karşılaştırılan markalar arasında iltibas tehlikesinin/karıştırılma ihtimalinin bulunduğu,
4)Davacının markalarının tanınmışlığından kaynaklanan iddiasının davalının markasının tesciline/hükmüne engel olacağı
5)Davacının “önceki kullanıma dayalı gerçek hak sahipliği”, “diğer fikri haklardan kaynaklanan öncelikli hak” iddialarının davalı markasının tesciline/hükmüne bir engelinin/etkisinin olamayacağı,
6) Davalının kötü niyetli olmadığı,
7)Dava konusu edilen 25.08.2021 tarihli ve … sayılı YİDK Kararının iptali koşullarının oluştuğu, davaya konu markanın tescil sürecinin henüz tamamlanmadığı anlaşılmış, davanın kabulüne karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M :
Davanın kabulüne,
TÜRKPATENT YİDK’nın 2021/M-3690 sayılı kararının tüm mal ve hizmetler yönünden iptaline,
Davaya konu marka tescil olmadığından hükümsüzlük konusunda karar verilmesine yer olmadığına,
Alınması gereken 80,70.-TL harçtan, peşin alınan 59,30.-TL’nin mahsubu ile eksik kalan 21,40.-TL maktu ilâm harcının davalılardan alınarak hazineye irad kaydına,
Davacı kendisini vekille temsil ettirmesi sebebiyle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesap olunan takdiren 7.375,00.-TL maktu ücreti vekâletin davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
Davacının yapmış olduğu ve aşağıda dökümü yazılı 2.583,60.-TL

yargılama giderinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen davacıya iadesine (HMK m.333),
Dair, davacı vekili ve davalı kurum vekilinin yüzüne karşı, diğer davalının yokluğunda, tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde Ankara Bölge Adliye Mahkemeleri’nde istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı.18.05.2022

Kâtip Hâkim…
✍e-imzalıdır ✍e-imzalıdır

MASRAF DÖKÜMÜ
İlk Masraf : 127,10.-TL
Bilirkişi Ücreti :2.300,00.-TL
P.P : 156,50.-TL
TOPLAM :2.583,60.-TL