Emsal Mahkeme Kararı Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/248 E. 2022/115 K. 31.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. … 2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2021/248 Esas – 2022/115
T.C.

2. FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
KARAR TÜRK MİLLETİ ADINA
Esas No : 2021/248
Karar No : 2022/115

Dava : Marka İle İlgili YİDK Kararının İptali, Marka Hükümsüzlüğü İle Sicilden Terkin
Dava Tarihi : 13/09/2021
Karar Tarihi : 31/03/2022
Gerekçeli Kararın
Yazıldığı Tarih : 05/04/2022
Davacı vekili tarafından davalılar aleyhine açılan Marka İle İlgili YİDK Kararının İptali, Marka Hükümsüzlüğü İle Sicilden Terkin istemli davanın mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA :
Davacı vekili dilekçelerinde özetle; davacının 1972’de Gaziantep’te kurulduğundan bu yana gıda sektöründe … ibaresinin davacının ticaret unvanının kılavuz unsuru olması nedeniyle de korunması gerektiğini, davalıların davaya konu marka başvurusunu yaparken kötü niyetli olduklarını, seçebilecekleri binlerce kelime varken davacının tanınmış/seri markalarına benzer bir ibareyi marka olarak seçmesinin bu kötü niyetin açık bir tezahürü olduğunu ifade ederek, YİDK kararının iptaline,… ” ibareli marka tescil edilmişse hükümsüzlüğü ile sicilden terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP :
Davalı TÜRKPATENT vekili cevaplarında özetle; dava konusu edilen işlemde bahsi geçen markaların ortalama tüketici nezdinde karıştırılmaya sebebiyet verebilecek derecede benzemediğini, genel izlenim itibariyle taraf markalarının görsel, kavramsal ve fonetik olarak birbirlerinden son derece farklı olduğunu, bütünüyle bıraktıkları izlenim itibariyle karıştırılabilecek ölçüde benzer markalar olmadıklarını, her ne kadar taraf markalarında yer alan “…” ibaresinin ortaklığından hareketle, markaların birbirine benzediği iddia edilmekte ise de Türkçe’de yerleşik/bilinen bir anlamı olan bu ortak ibarenin ayırt edici niteliğinin düşük olduğunu bu nedenle de bu ibare üzerinde davacı tarafa münhasır bir kullanım hakkı verildiğinin söylenemeyeceğini, davacının tanınmışlık ve kötü niyete ilişkin iddialarının yeterli delillerle ispat edilemediğini ifade ederek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı şahıslara usulüne göre tebligat yapılmasına karşın, yargılamaya bir katılımları olmadığından cevaplarına rastlanmamıştır.
Davanın açılmasını müteakip yargılamaya katılımı olan tarafların dava, cevap, cevaba cevap, ikinci cevap dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, marka tescil ve başvuru dosyaları ile alâkalı kayıtları getirtilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, taraflar sulhe teşvik olunmuş, arabulucuya gitme hakları hatırlatılmış, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını müteakip, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yazı İşleri Yönetmeliği’nin 41/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraf vekillerine tahkikat ve yargılamanın geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
GEREKÇE :
Dosya uyuşmazlık konuları hakkında rapor tanzimi için bilirkişi heyetine tevdi edilmiş ve rapor tanzim ettirilmiştir.
Davacı ve davalılar arasındaki uyuşmazlık, başvuru markası ve mal/hizmetler ile itiraza mesnet markalar ve mal/hizmetler arasında benzerlik ve karıştırılma ihtimalinin olup olmadığı, … “…” ibareli marka başvuru sahibi olduğu beyan, tevsik ve müşahede olunmaktadır.
Dava konusu, davalının… sayı ve “…” ibareli marka için 22/01/2020 tarihinde 30, 35 ve 42.Sınıf mal/hizmetleri kaplayacak şekilde tescili için başvuruda bulunduğu, başvurunun yayımlanmasına karar verildiği, ilana karşı davacı tarafından SMK m. 6/1, m. 6/6 ve m. 6/9 hükümlerine ve … sayılı kararı ile itirazın reddine karar verildiği ve bunun üzerine işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Davalılar, TÜRKPATENT nezdinde dosyaladıkları cevabi itirazlarında, davacının… sayılı SMK, tescilli marka hakkı sahibine markasını ciddi olarak kullanma yükümlülüğü getirmiş, 556 sayılı KHK’nın yürürlükte olduğu dönem boyunca doktrine ve Yargıtay içtihatlarına yerleşmiş olan “marka sahibinin markasını Türkiye’de ve ciddi olarak kullanma yükümlülüğü”nü 9/1-2, 19/2, 25/7 ve 29/2 maddelerinde açıkça ve lafzen de ifade ederek, tartışmasız bir biçimde marka hukukumuza yerleştirmiş, şartları varsa; daha önceki bir tarihte tescil edilmiş olmakla beraber piyasada kullanılmayan markaların, salt tescilli olmaları nedeniyle yeni başvuruların tescil edilmesini engelleme ya da sonraki tescilleri hükümsüz kıldırma, bir diğer tabir ile “marka çöplüğü yaratma” imkanı ortadan kaldırılmıştır. Böylece kullanılmayan tescilli markaların yeni girişimcilere engel olmalarının önüne geçilmiştir. Yine bu sayede tescilli markaların piyasada daha etkin ve aktif olarak kullanmaları teşvik edilmiştir.
Mevzuatta geçen “ciddi biçimde kullanım”ın ne olduğu mevzuatın lafzında açıklanmamış ise de, TÜRKPATENT tarafından yayımlanan 2017 tarihli “Kullanımın İspatı Klavuzu”nda bu kavramla, “markadan işlevlerine uygun bir tarzda yarar elde edecek, yani üzerinde kullanıldığı malın veya hizmetin piyasada tanınmasını ve diğer işletmelerin mal veya hizmetlerinden ayrılmasını sağlayacak şekilde ve yoğunlukta piyasada veya piyasaya hitap eden, piyasayı etkileyen yerlerde kullanılması”nın kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu kavramla sembolik bir kullanımın ötesine geçen bir kullanım arandığı görülmektedir.
Ciddi kullanımın kanıtlanması için kesin bir ölçüt koymak mümkün olmamakla birlikte markanın rekabete uygun ve en azından potansiyel olarak marka sahibinin faaliyette bulunduğu pazar ilişkilerini etkileyecek ölçüde ve iç pazarda yer elde edebilecek seviyede kullanılması gerekir. Beklenen davranış, anılan markaların tescilli olduğu sınıflardaki kullanımını şüpheye yer bırakmayacak şekilde kurallara uygun, düzenli, aralıksız ya da kanundaki ifadesiyle “ciddi” kullanımını kanıtlamasıdır.
Markanın ciddi şekilde kullanılıp kullanılmadığı belirlenirken, markanın ve marka sahibi işletmenin birtakım özellikleri de göz önünde bulundurulmalıdır.
“Kullanma” kavramından ne anlaşılması gerektiği kısmen SMK’nın 9. maddesinde belirtilmektedir. Buna göre, tescilli markanın ayırt edici karakteri değiştirilmeden farklı unsurlarla kullanılması, markanın sadece ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması, markanın marka sahibinin izniyle kullanılması kullanma olarak kabul edilir. Markanın medya ilanlarında yer alması, markayla ihalelere girilmesi, promosyonların yapılması, faturalarda markaların işletme adından farklı ve işletme adında yer alan marka unsuru öne çıkacak şekilde markasal kullanılması gibi markanın ayırt edicilik fonksiyonuna uygun kullanma halleri de SMK m. 9 hükmü anlamında kullanım olarak değerlendirilmektedir.
Kullanımın ispatına ilişkin 2017 yılına ait Kılavuzda da kullanımın, faturalar; katalog, fiyat listesi ve ürün kodları; ürün, ambalaj ve tabela örnekleri; reklam, tanıtım, promosyon, pazar araştırması, kamuoyu araştırması; reklam görselleri ve videoları, bunlara ilişkin faturalar; tanıtım ve promosyon ürünleri görselleri veya videoları ve bunlara ilişkin faturalar; fuar katılımına ilişkin deliller; pazar araştırması, kamuoyu araştırması; ticari faaliyete ilişkin bilgiler ile bilgi ve belgeleriyle ispat edilebileceği ifade edilmiştir. Yine aynı Kılavuzda, faturaların güçlü deliller olmalarının yanı sıra reklam, tanıtım ve promosyon çalışmaları ve bu çalışmalara ilişkin harcamaların kullanım ispatı sunulan markaya yapılan yatırımın önemli bir göstergesi olduğu ifade edilmektedir . Bu kapsamda her marka için tescilli olduğu mal ve hizmetin türü ve miktarı, temel işleve uygun kullanılıp kullanılmadığı, hitap ettiği müşteri çevresi, marka sahibinin tutumu ile benzer işletmelerin tutumu kendi şartları dâhilinde ciddi kullanımın oluşup oluşmadığı yönünden incelenmelidir.
Markanın en temel kullanımı, tescilli olduğu mal ve/veya hizmetlerde, tescil belgesinde yazılı olduğu, resmedildiği, gösterildiği gibi kullanılmasıdır. Markanın faturalarda, internette, kataloglarda, gazete ilan ve reklamlarında kullanılması da kullanma olarak kabul edilir. Markanın tescilli olduğu mal veya hizmetle ilgili olmak kaydıyla markanın reklam ve tanıtımının yapılması, markayı taşıyan mal ya da hizmetin bir dergi, gazete ya da televizyonda yayınlanması da markanın kullanımı olarak kabul edilir.
Markanın kullanılması yükümlülüğü tescil kapsamındaki her bir sınıf ve alt sınıf mal ve hizmet için söz konusudur. Markanın birtakım mal veya hizmet bakımından kullanılması, sadece kullanımın gerçekleştiği mal veya hizmet için markayı ayakta tutar. Kullanılmayan mal ve/veya hizmet yönünden markanın iptal koşulları oluşur ve/veya markanın koruma kapsamı/korunduğu emtialar azalır. Yani; markanın benzer mal/hizmetlerde de iptal edilememesi ve/veya benzer markalara karşı korunabilmesi için bu ürünler bakımından da kullanımın ayrıca ispatı gerekir. Bu nedenle, marka tescil belgesinde yazılı mal ve hizmetlerle aynı alt grupta olsa bile, hangilerinin kullanıldığı, hangilerinin ise kullanılmadığı tek tek belirlenmelidir.
Ayrıca, davalıların, dava konusu marka başvurusunun işlem dosyasına davacının sunduğu itirazlara karşı ileri sürdükleri kullanmama def’inin dinlenebilmesi için, SMK m. 19/2 hükmüne göre, davacının itirazlarına mesnet aldığı markalarının davalıların dava konusu edilen markasının başvuru tarihinde en az 5 yıl süreyle tescilli olmaları gerekir. Davalıların kullanmama def’ine muhatap davacının 2005/09504, 2006/35843, 2008 /6420, 2008/16421, 2010/76249, 2010/76256, 2013/96495, 2014/09901 sayılı markalarından halen hüküm ifade edenlerin, davalıların markasının başvuru tarihi olan 22.01.2020 tarihinden geriye dönük beş yıl hesaplandığında ulaşılan 22.01.2015 tarihinden önce tescile bağlanmış oldukları, davacının 2008/16420, 2008/16421, 2010/76249, 2010/76256, 2013/96495 sayılı markalarının kullanmama def’ine muhatap olabilecekleri anlaşılmıştır.
Davacının TÜRKPATENT işlem dosyasına söz konusu markalarının kullanımına dair herhangi bir belge sunmadığı; davacının bu markalarına dayalı olarak SMK m. 6/1 hükmü gereğince davalının markasının tesciline itiraz edemeyeceği anlaşılmıştır.
6769 sayılı SMK’nın “Marka” başlıklı birinci kitabının birinci kısmında 6. Maddede “Marka tescilinde nispi ret nedenleri” düzenlenmiştir. Bu maddenin 1. Bendinde; “Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.” denilmektedir.
“Aynı mal veya hizmet ” kavramı son derece açıktır. “Benzer mal veya hizmet” kavramında yer alan benzerliğin tespitinde ise piyasanın anlayışı ile halkın karıştırması ihtimali esas alınmalıdır. Aynı mallarda karıştırma tehlikesi yüksek olduğu gibi mallar arasında benzerlik oranı yükseldikçe karıştırma oranı da yükselecektir. Benzerliğin mevcudiyetini tespit için iki marka yan yana konulmak sureti ile markaların bütün olarak görünüşlerinin dikkate alınması uygundur. Alıcı olarak da ortalama zekâ, dikkat ve kültür düzeyindeki kişiler olduğu anlaşılmıştır.
Karıştırma ihtimali “ortalama tüketicilerin, her iki işaret arasında bir şekilde bağlantı kurması”dır. Öğretide karıştırma ihtimali; “bir tescilsiz işaretin veya tescil edilmiş bir markanın, daha önceden tescil edilmiş bir marka ile şekil, görünüş, ses, genel izlenim vs. sebeple aynı ya da benzer olduğu için önce tescil edilmiş marka olduğu zannını uyandırması tehlikesi” ya da “bir mal veya hizmetin alıcısının, yani genel anlamda halkın almayı tasarladığı, bildiği veya duyduğu bir mal veya hizmeti aldığı zannı ile başka bir işletmenin aynı veya benzer malını veya hizmetini alma ihtimali (tehlikesi)” biçiminde tanımlanmaktadır. Karıştırılma, iki işaret arasındaki şekil, ses ve anlam benzerliğinden veya genel görünümünden (toplu intibadan) veya seri içine girmekten veya çağrıştırmadan doğabilir. Karıştırma ihtimali bulunup bulunmadığı incelemesi yapılırken başvurulan yöntemlerden biri de işaretlerin toplu olarak bıraktıkları izlenimdir.
Davaya konu markaların 6769 sayılı SMK’nın 6/1 bendi kapsamında incelenmesi esnasında sırayla; Markaların ayniyeti/benzerliği, Markaların üzerinde kullanılacağı mal/hizmetlerin ayniyeti/benzerliği, Markaların ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma ihtimali üzerinde durulması gerektiği anlaşılmıştır.
Davalıların tescil ettirmek istediği marka ile davacının davasına mesnet aldığı tescilli markaları oluşturan unsurların birebir aynı olmadığı, markaların ayniyetinden söz edilemeyeceği anlaşılmıştır.
Markaların benzerliği incelemesine geçildiğinde; bu incelemenin hangi kriterlere göre yapılacağı hususunda, doktrindeki ve yargı kararlarındaki yerleşmiş görüşler dikkate alınmalıdır. Buna göre de, öncelikle, birden fazla unsur ihtiva eden markalarla ilgili “markanın esas unsuru” ve “markanın bir bütün olarak ele alınması” incelemelerinin ve sonra da “markaların görsel, işitsel ve anlamsal açıdan benzerliğinin karşılaştırması” incelemesinin yapılması gerekmektedir.
6769 sayılı SMK madde 6/1 gereğince incelenmesi gereken hususlardan biri de, markaların emtialarının benzer olup olmadığı hususudur. Yargıtay’ın yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere, farklı sınıf ve/veya alt gruplarda yer alan mal veya hizmetlerin benzer olup olmadığının tespitinde, bahse konu mal veya hizmetlerin hitap ettiği tüketici kesiminin özellikleri dikkate alınmak suretiyle bu mal veya hizmetlerin; Benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği, Benzer ihtiyaçları giderip gidermediği, Son kullanıcıları ve hedeflenen tüketici profilleri, Dağıtım kanallarının ve satış yerlerinin aynı olup olmadığı, Birbirleri yerine ikame imkânlarının ve birbirlerini tamamlayıcı niteliklerinin bulunup bulunmadığı, Benzer markaları bu farklı sınıf ve alt gruplardaki mal veya hizmetler üzerinde gören tüketicilerin herhangi bir şekilde markalar arasında veya marka sahibi işletmeler arasında bir bağlantı kurup kurmayacağı, Aralarında ham madde/yarı mamul/mamul ilişkisinin bulunup bulunmadığı hususları göz önünde tutulan kıstaslar arasındadır. 6769 sayılı SMK’nın 6/1 maddesinde düzenlenen nispi ret nedeni, markaların ortalama tüketicileri nezdinde ilişkilendirilme ihtimali de dahil bir karıştırma ihtimalinin bulunup bulunmadığı hususuna dayalıdır. Karıştırma ihtimali “ortalama tüketicilerin, her iki işaret arasında bir şekilde bağlantı kurması” olarak tanımlanabilir. Öğretide karıştırma ihtimali, “bir tescilsiz işaretin veya tescil edilmiş bir markanın daha önceden tescil edilmiş bir marka ile şekil, görünüş, ses, genel izlenim vs. sebeple aynı ya da benzer olduğu için, önce tescil edilmiş marka olduğu zannını uyandırması tehlikesi” ya da “bir mal veya hizmetin alıcısının, yani genel anlamda halkın algılamayı tasarladığı, bildiği veya duyduğu bir mal veya hizmeti aldığı zannı ile başka bir işletmenin aynı veya benzer malını veya hizmetini alma ihtimali (tehlikesi)” biçiminde tanımlanmaktadır. Öte yandan bir mal ve/veya hizmetin gerçek ve potansiyel tüketici /müşteri kitlesi arasında iki ayrı işletmeye ait mal veya hizmetin aynı işletmeden kaynaklandığı ya da bu mal veya hizmetlerin farklı işletmelere ait olduğu fark edilse bile, markalar ya da işletmeler arasında bir bağlantının bulunduğu yönünde bir algının ortaya çıkması ihtimali halinde de karıştırma ihtimalinin varlığından söz edilmektedir.
SMK m. 6/1 kapsamında bir iltibasın varlığının tespitinde doktrin ve yargı kararlarında esas olarak şu ilkeler ortaya konmaktadır: Görsel, biçimsel, anlamsal, işitsel benzerlikler, Çağrıştırma, Bir bütün olarak uyandırdığı toplu kanaat, Malın veya hizmetin hitap ettiği alıcı grubunun toplumsal düzeyi ve durumu, Markayı taşıyan malın değeri ve alıcının bu malı almaya ayırdığı zaman.
6769 sayılı SMK’nın 6/4 maddesinde; “Paris Sözleşmesinin 1’inci mükerrer 6’ncı maddesi bağlamındaki tanınmış markalar ile aynı veya benzer nitelikteki marka başvuruları, aynı veya benzer mal veya hizmetler bakımından itiraz üzerine reddedilir” denilmektedir. 6769 sayılı SMK’nın 6/5 maddesinde de; “Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hallerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hali saklı kalmak kaydıyla, başvurunun aynı, benzer veya farklı mal ve hizmetlerde yapılmış olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir” denilmektedir.
6769 sayılı SMK’nın 6/5. Maddesi kapsamında bir korumadan yararlanılabilmesi için; Tanınmış marka sahibinin bu markanın tescilinden zarar görme ihtimali, Haksız yarar sağlama, Tanınmış markanın itibarına zarar verme, Tanınmış markanın ayırt edici karakterini zedeleme gibi şartlar aranmaktadır. Dolayısıyla, bir markanın sektöründe belirli bir bilinirliğe sahip olması, aynı ya da benzer başka bir markanın farklı mallar üzerinde tesciline engel oluşturabilmesi için yeterli olmayıp, aynı zamanda burada belirtilen şartların oluşması gerekmektedir. Bu şartların fiili olarak gerçekleşmesi zorunlu olmayıp, gerçekleşebilecek olması durumu yeterlidir. Tanınmış markanın sahibi, markasına verilecek zararın ya da markasının ününden sağlanacak yararın nelerden oluşacağını ve nasıl ortaya çıkacağını gösterir ve olayların olağan akışı içinde belirtilen durumların gerçekten olası olduğu yönünde bir sonuca varmak için yeterli kanaat oluşturacak deliller sunmalı veya en azından mantıklı bir sav ileri sürmelidir.
6769 sayılı SMK’nın 6/6 maddesine göre; “tescil için başvurusu yapılmış markanın, başkasına ait kişi ismini, ticaret unvanını, fotoğrafını, telif hakkını veya herhangi bir fikri mülkiyet hakkını içermesi halinde, hak sahibinin itirazı üzerine tescil başvurusu reddedilir.”
Bu hüküm kapsamına, kişilik haklarından isim hakkı ile fotoğraf üzerindeki hak, FSEK kapsamında telif hakları ve sınaî haklar olan marka, tasarım, patent, faydalı model, coğrafi işaret, ticaret unvanı, işletme adı girer.
SMK md. 6/6 uyarınca ticaret unvanlarına tanınan koruma da, fiilen kullanıldığı faaliyet konularını kapsamakta olup, fiilen kullanılmayan konularda koruma sağlanırsa ticaret unvanları markalara karşı gereğinden fazla korunmuş olur. Ayrıca da; bu işaretin ticaret unvanı kullanımından öte ayırt edici özellik kazanacak şekilde tek başına veya baskın unsur olarak aynı tür mal ve hizmetler bakımından markasal kullanımının ispatı gerekir.
6769 sayılı SMK’nın 6/9. maddesinde; “Kötüniyetle yapılan marka başvuruları itiraz üzerine reddedilir” denilmektedir.
Marka sahibinin, markasını tescil ederken, markanın kullanılış amacı ve fonksiyonlarına aykırı bir şekilde, iyi niyetli üçüncü kişileri baskı altında tutma, onlara şantaj yapma veya engelleme amacı gütmesi gibi hallerde, kötü niyetli marka tescilinden bahsedilir. Tescil başvurusunda bulunan kişinin kötü niyetli olduğuna emare teşkil edebilecek olgu ve olayların varlığı, kötü niyetli marka başvurusunun kabulü için yeterli sayılmaktadır. Buna karşılık başvuru sahibinin, hakkını kötüye kullanma niyeti taşıması veya başkalarını engelleme amacına sahip olması gibi sübjektif durumlar kural olarak tespit edilmeye çalışılmamalıdır. Zaten kişinin içsel durumunu ifade eden sübjektif unsurlara doğrudan ulaşmak veya nüfuz etmek mümkün de değildir. Ancak, somut olayda başvuru sahibinin içsel durumunu ifade eden bilme, kast, niyet gibi hususların anlaşılabileceği veya ortaya çıkarılabileceğine dair ciddi belirtilerin varlığı halinde, bunlar araştırılarak, kötü niyetli tescilin varlığı sonucuna ulaşmada yardımcı unsur olarak kullanılabilir.
Markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığının bilinmesi halinde marka tescil başvurusunda bulunulması, markanın köken gösterme amacı dışında bir amaçla tescil edilmesi, örneğin esasen kullanılması planlanmayan bir markanın sırf bir başka işletmenin piyasaya girmesinin engellenmesi amacıyla tescil ettirilmesi ya da tescil başvurusunda bulunanın rakipleri ile haksız rekabete girişme amacı gibi kriterler dikkate alınabilir.
Marka tescil başvurusunun kötü niyetli olup olmadığı hususunun belirlenmesinde genel geçer kriterler bulunmamakta, konunun her somut olay bazında değerlendirilmesi gerekmektedir. Doktrine ve yerleşik içtihatlara göre; kötü niyetli tescilden söz edilebilmesi için başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanmayıp, yedekleme, marka ticareti yapmak amacına yönelik bir davranışta bulunmak kötü niyet göstergesi kabul edilebilir.
Toplanan delillere, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre;
Davacının… sayılı markalarının hükümden düşmüş/tescile bağlanmamış olduğu;
Davacının markalarının bir kısmı sırf kelime markası, bir kısmı da hem şekil hem kelime unsurlarını haiz karma markalar olduğu, bu markaların hepsinde ortak olan unsurun “…” ibaresi olduğu, davacının “…” ibaresini zemin şekli, başak figürü, makarna ambalajı, renkli çerçeveler vs. ile birlikte ihtiva eden karma markalarının, bir bütün olarak bıraktığı genel izlenimlere ve tümüne hakim olan görünüşlerine bakıldığında, “…” ibaresinin ilk planda ve tek başına öne çıktığını söylemenin mümkün olmadığı, davacının sırf kelime markası olan markalarında ise “…” ibaresi, başkaca kelimelerle ya da eklerle bir arada, çoğunlukla bir kelime öbeği/isim tamlaması veya slogan oluşturacak şekilde kullanıldığı;
Davalıların tescil ettirmek istediği marka da, şekil unsurundan yoksun bir kelime/slogan markası olduğu; markada “…” kelimeleri, aynı açık renkli harflerle, düz yazım karakterinde, aynı puntolarda, küçük harflerle ve her biri ayrı olarak yazıldığı; aynı özelliklerde yazılmış olan bu ibareler bir bütün olarak “…” şeklinde algılandığı; dolayısıyla davalının markasında “…” ibaresinin bir bütün olarak esas unsur olduğu;
Davacının şekil unsuru ile birlikte “…” ibaresini ihtiva eden markaları açısından, taraf markalarının bütünü itibariyle bıraktığı izlenim, tümüne hakim olan görünüş ve ayırıcılığını vurgulayan imajı, markalarda ortak olan “…” unsurunun varlığına rağmen, markaların görsel açıdan benzer olarak değerlendirilmesini mümkün kılmadığı; somut uyuşmazlıkta önem arz eden husus, taraf markalarında kullanılan “…” ibaresinin ortaklığının, davacının kelime markaları açısından, karşılaştırılan markaları benzer kılıp kılmayacağının tespiti olduğu, zira; dava konusu edilen işaretin kelime öbeğinden oluşmuş bir sloganı tek başına ihtiva ediyor olması, işareti davacının sırf kelime markası olan markalarına görsel açıdan, tertip tarzı ve genel görünümü itibariyle yakınlaştırdığı;
Karşılaştırılan markalarda ortak olan “…” ibaresi, Türkçe’de “mutluluğa erişmiş olan, saadetli, bahtiyar, berhudar, mesut, mutluluk veren” yerleşik anlamlarına gelen ve bu anlamları herkesçe yaygın olarak bilinen bir sıfat olduğu; bu anlamı itibariyle, herkes tarafından bilinen/bilinebilecek, toplumumuzda uyandırdığı yerleşmiş/genel/yaygın anlamı/yarattığı algı gözetildiğinde, herkes tarafından bilinen/kullanılan, ayırt edici niteliği zayıf ibarelerden oluşan markalarla iltibasın yapılacak küçük bir değişiklikle bertaraf edilebileceğine, bu tür zayıf ibareleri marka olarak seçen kişilerin bunun sonuçlarına katlanmak yani o tanıtma işaretinin bazı tedbirler alınmak ve ilaveler yapılmak suretiyle hafifçe değiştirilmiş şeklinin başkaları tarafından kullanılmasına tahammül etmek zorunda olduğuna dair yerleşmiş/emsal yargı kararlarının, somut olayımıza emsal olacağı;
Zayıf/ayırt edici niteliği düşük ibareleri ihtiva eden markaların da, zamanla reklam ve yaygın kullanım yoluyla daha yüksek bir ayırt ediciliğe ulaşabileceği, hem öğreti hem Yargıtay tarafından kabul edildiği;
Zira; tanımlayıcılığı veya bilgilendirme işlevi güçlü olan ibarelerin marka olarak kullanımla ayırt edicilik kazanmaları mümkündür. Öte yandan, herkesin çok sık kullanımına açık, vasıf bildirici ibarelerde bu dönüşüme izin verilmemiştir. “…” kelimesinin, böyle dönüşümü hak ettiğinin kabul edilebilmesi için, ülkedeki alıcı/tüketici çevresinin çok büyük bir kısmının bu işareti, davacının işletmesi ile bağlantı içinde algılaması gerektiği, bunun için aranacak ölçünün, hiçbir şekilde bir markanın tanınmış olup olmadığını tespit ederken belirlenen ölçüden daha hafif olmamasına dikkat edilmesi gerektiği; çünkü; herkesin kullanımına açık ve olumlu bir anlamı çağrıştıran/algılatan ve bu yönüyle markasal hüviyette herkes tarafından tercih edilebilecek bir sıfatın bir kişinin tekeline bırakılması, bir markanın tanınmış sayılmasının sonuçlarından daha önemli olduğu; “…” ibaresi itibariyle bu tür bir bağımsızlaşmanın sağlandığından bahsedilmesinin olanaksız olduğu;
Neticede; taraf markalarında “…” ibaresi ortak olarak kullanılmış ise de, markalarda geçen diğer kelime unsurlarının, markaları yeterli bir derece farklılaştırdığı, yani somut olaydaki markaların, yerleşik içtihatlarda bahsi geçen “iltibasın yapılacak küçük bir değişiklikle bertaraf edilebileceği…” durumu ile örtüştüğü; zaten de, davacının “…” ibaresini ihtiva eden bu kelime markalarının ancak ve sadece markalarda kullanılmış olan diğer kelime unsurlarının mevcudiyeti ile “markasal hüviyette ayırt edicilik” vasfını kazanabildiği ve tescile bağlanabildiği; taraf markalarında ortak olarak “…” ibaresinin mevcudiyetinin, markaları görsel olarak benzer kılmaya yeten baskınlıkta bir durum yaratmadığı anlaşılmıştır.
Görsel açıdan ortaya çıkan bu farklılık, duysal/fonetik ve anlamsal açılardan da aynı sonucu vermektedir. Karşılaştırılan markalar birbirinden çok farklı kelimeler de ihtiva ettiklerinden, markalarda ortak unsur olan “…” ibaresinin mevcudiyeti, markaları duysal açıdan yaklaştırmaya yetmemektedir. Markaların bütün olarak okunuşları esnasında kulakta bıraktıkları tını, fonetik algı birbirinden farklıdır. Markaların tüketicilerin zihninde yarattıkları anlamsal algı ise, yine markalardaki ortak “…” ibaresi dışındaki ibarelerin mevcudiyeti ve bunların bilinen/yerleşik anlamları nedeniyle, birbirlerinden yeterince farklıdır.
Taraf markalarında ortak olarak “…” ibaresinin yer almasının, markaları görsel, fonetik ve kavramsal açılardan benzer kılmaya yetmemektedir.
Davacının muhtelif markaları, davalıların markasının kapsamına alınmak istenilen mal ve hizmetler ile aynı/benzer/türdeş mal ve hizmetler için tescillidir; bu emtialar benzer alıcı çevresine hitap ederler, benzer ihtiyaçları giderirler, satış/dağıtım kanalları aynıdır, birbirlerini tamamlayıcı nitelikleri ve birbirleri yerine ikame imkânları vardır, aralarında ham madde/yarı mamul/mamul ilişkisi bulunur ve benzer markaları bu emtialarda kullanılırken gören tüketicilerin, markalar arasında veya marka sahibi işletmeler arasında bir bağlantı kurması mümkündür. Dolayısıyla; somut olayda, davalıların markasının kapsamına alınmak istenilen tüm emtialar açısından emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleştiği söylenebilecektir.
Taraf markalarınının kapsamına giren emtiaların hitap ettiği ortalama tüketicinin seviyesi de, markaların karıştırılması ihtimalinin değerlendirilmesinde önem arz etmektedir. Ortalama tüketicinin dikkat düzeyi, mal ve/veya hizmetlerin türüne göre değişebilmektedir. Eğer söz konusu olan mal ve/veya hizmet, kitlesel tüketim mal veya hizmetleri ise, ortalama tüketici makul derecede iyi bilgilendirilmiş ve bu derecede tedbirli, dikkatli kimsedir. Söz gelimi çiklet, çikolata, bisküvi gibi fiyat bakımından ucuz ürünlerin satın alınmasında tüketiciden beklenen dikkat düzeyi düşük olacaktır. Aynı şekilde, nispeten uygun fiyatla satılan, satın almadan önce uzun bir araştırma ve inceleme aşamasından geçmeyen, yani ucuz ve risk faktörü düşük ürünlerin alınması sırasında gösterilen özenin düşüklüğü, markalar arasında daha açık farklılıklar bulunmasını gerektirir. Yani, “ortalama tüketici”nin seviyesi, ilgili mal ve/veya hizmetlerin hangi tüketici kitlesine hitap ettiğinin tespit edilmesiyle bulunur. Mal/hizmetlerin günlük tüketim niteliği, hızlı alım satıma konu olması, ucuz olması ve önceki markanın hafızada bıraktığı izin tüketicinin tercihinde önemli etken olması gibi faktörler, ilgili “ortalama tüketici”nin seviyesinin belirlenmesinde önem arz eder. Örneğin, söz konusu mal/hizmet, toplumun sadece bir kesimini ilgilendiren, teknik veya özel bir mal/hizmet ise, bu kesimin eğitim ve bilgi düzeyi dikkate alınacaktır. Ya da örneğin, sadece eczanelerde ve reçeteli olarak satılan ilaçlar, doğrudan insan sağlığını ilgilendirdiğinden, hayati öneme sahip oldukları için bu gibi ürünleri satın alacak olan kimseler daha dikkatli olacaklardır. Ayrıca bu tür ürünler genellikle tıp doktorları ve eczacılar tarafından önerilip kullanıldığından, ve dahi bir kısmının da reçete ile satışları zorunlu olduğundan, gösterilen dikkat ve kullanılan mesleki bilgi seçici olacaktır.
Davalıların markasının kapsamına alınmak istenilen 30, 35. ve 43. Sınıflara giren mal ve hizmetlerin hitap ettiği ortalama tüketici/alıcı kitlesinin bilinç/dikkat/özen seviyesinde; 35. Sınıfa giren ve toptan/perakende satış/mağazacılık hizmetleri haricinde kalan hizmetler ve 43. Sınıftaki yiyecek-içecek sağlanması hizmetleri haricinde kalan hizmetler dışında, gıda ile ilintili bu mal ve hizmetlerin hepsi, nispeten uygun fiyatla satılan, satın alınmadan önce uzun bir araştırma ve inceleme aşamasından geçmeyen, yani ucuz ve risk faktörü düşük mal ve hizmetlerdir ve hitap ettikleri tüketicilerin markaları aynı anda incelemeye tabi tutmaması, küçük ayrıntıları da dikkatli biçimde incelememesi, sadece geçmişte edindiği izlenimin etkisiyle hafızasında kalan ile yetinerek bir sonuca varmaya çalışması nitelikleri de gözetildiğinde, bu mal ve hizmetlerin daha ziyade günlük tüketime konu/nispeten ucuz fiyata satılan emtialar olması nedeniyle de, 30. Sınıfa giren emtialar ile bunların 35. Sınıf altında toptan/perakende satış hizmetleri ile 43.01. sınıf altında yer alan “yiyecek ve içecek sağlanması hizmetleri”nin alıcılarının, bu mal ve hizmetleri satın alırken sahip olduğu seçicilik/algı/dikkat/özen seviyesinin düşük olduğu;
Taraf markalarında “…” ibaresi ortak olarak kullanılmış ise de, markalarda geçen diğer unsurların, markaları genel görünümleri itibariyle yeterli bir derece farklılaştırdığı, davacının “…” ibaresini bir tamlama içinde ihtiva eden kelime markalarının dahi, ancak ve sadece markalarda geçen tüm kelime unsurlarının tamlama şeklindeki haliyle, markasal hüviyette ayırt edici bir işaret olarak algılandığını ve korunabileceği, bu nedenle de; dava konusu edilen işarette/markada kullanılmış olan kelime öbeği/sloganın bir bütün olarak bıraktığı genel izlenimi ve ayırıcılığını vurgulayan imajı ile davacının hem davasına hem de itirazlarına mesnet aldığı “…”lu markalarından görsel, işitsel ve kavramsal açılardan yeterli derece farklılaştığı, taraf markalarında ortak olarak “…” ibaresinin mevcudiyetinin, markaları benzer kılmaya yeten baskınlıkta bir durum yaratmadığı; davacının ayırt edici niteliği zayıf olan “…” ibaresine yoğun ve ciddi ticari faaliyetler neticesinde “korunması gereken bir ekonomik değer kattığı”, davacının dava/marka işlem dosyasına sunduğu delillerden anlaşılmadığı; davacının “…”lu markalarını görmüş ve tanımış olan bir tüketicinin, davalıların dava konusu edilen “…” ibaresini de ihtiva eden markasıyla karşılaştığında bu markaları “benzer bulması ve karıştırması” ihtimalini ortadan kaldırdığı; markalardaki bu farklılıkların, bir kısmının seçicilik/algı/dikkat/özen seviyesi nispeten düşük de olsa, ilgili tüketicilerin bu markalar altında sunulan ve aynı/benzer/türdeş emtialar oldukları tespit edilen 30, 35 ve 43. Sınıflara giren mal ve hizmetlerin aynı şirketten veya ekonomik olarak bağlantılı şirketlerden geldiği düşüncesine kapılma tehlikesini ve karıştırma/yanılma ihtimalini bertaraf ettiği, tüketicilerin iki farklı marka ile karşı karşıya olduklarını anlayacakları, her iki markanın sahibi arasında idari/işletmesel bir bağlantı bulunduğunu düşünmeyecekleri;
Neticede; taraf markaları arasında görsel, işitsel ve kavramsal açılardan benzerlik bulunmadığından ve markalarda ortak olan “…” ibaresi markasal hüviyette ayırt ediciliği zayıf bir ibare olduğundan, somut olayda emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleşmiş olmasına rağmen, markaların karıştırılma ihtimalinin somut olayda bulunmadığı anlaşılmıştır.
Somut olayda; “…”lu markaların davacı tarafından yoğun, istikrarlı ve ciddi biçimde kullanıldığına ve bu markaya ciddi yatırımlar yapıldığına, markanın uzun yıllardır ilgili sektörde tanıtıldığına ve dahi tanındığına dair dava/marka işlem dosyasına yeterli nitelikte/nicelikte/içerikte delil sunulmadığından, bu markaların “tanınmış” olduğunun söylenmesininde mümkün olmadığı; ayrıca davacı bu yöndeki “tanınmışlık” iddialarını ispat edebilse bile, somut olayda SMK m. 6/5 hükmü gereğince tanınmış marka korumasından yararlanılabilmesi için, davalının başvuruya konu markasının, davacının markalarının bu tanınmışlığından haksız yarar sağlaması, tanınmış markanın itibarına zarar vermesi ve ayırt ediciliğini zedelemesi durumlarından birinin oluşmuş olması gerektiği; davacının SMK 6/5 maddesi hükmünde sayılan şartların gerçekleştiğine dair dava dosyasına herhangi bir delil sunmamış olduğu gözetildiğinde ve bütün bunlardan da öncelikli olarak taraf markalarının birbirine benzemediğinden, somut olayda, SMK m. 6/4 ve m. 6/5 hükümlerinin uygulanması şartlarının oluşmadığı;
Dava konusu edilen markada davacının ticaret unvanının tamamının geçmediği görülmektedir. Halbuki SMK m. 6/6 hükmünde; “………markanın…….başkasına ait ticaret unvanını…….herhangi bir fikri mülkiyet hakkını……….içermesi hali”nden bahsedilmektedir. Ayrıca; davalıların dava konusu edilen markasında “…” tamlamasının/sloganının bir bütün olarak algılandığı ve bu sloganda “…” ibaresinin tek başına ön planda olmadığı, hatta bu ve başka nedenlerle dava konusu edilen marka ile davacının “…”lu markalarının benzer olmadığı, dolayısıyla; somut olayda davacının ticaret unvanına dayalı hak iddiasının dava konusu markanın tesciline/hükmüne bir engelinin/etkisinin olamayacağı;
Davalıların “…” işaretini kendilerine marka olarak seçerken “spekülasyon, yedekleme, şantaj vs.” gibi amaçlarla veya davacı ile haksız rekabet yapma saikiyle hareket etmiş olduğuna dair davacı iddialarının somut deliller ile ispatlanamadığı; taraf markalarının benzemediği ve “…” sloganının davacının “…” ibareli markalarından “esinlenerek” yaratılmış olması ihtimalinin düşüklüğü hususları göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu edilen marka başvurusunun “kötü niyetli” yapıldığının ispat olunamadığı anlaşılmıştır.
Neticede dosya incelendiğinde, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından;
Dava konusu işaretlerin/markaların görsel, işitsel ve kavramsal açılardan ve genel görünümleri itibariyle benzer olmadığı, davalının markasının kapsamına alınmak istenilen tüm emtialar açısından emtia ayniyeti/benzerliği/türdeşliği şartının gerçekleştiği, fakat markalar benzer görülmediğinden karşılaştırılan markalar arasında karıştırılma ihtimalinin/iltibas tehlikesinin bulunmadığı, davacının “tanınmış marka” ve “ticaret unvanından doğan hak” iddialarının yerinde olmadığı, kötü niyet iddialarının ispatlanamadığı, YİDK kararının yerinde olduğu, YİDK kararının iptali şartlarının oluşmadığı, hükümsüzlük ve terkin koşullarının oluşmadığı, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığından, davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M :
Davanın reddine,
Alınması gereken 80,70.-TL maktu harçtan peşin alınan 59,30-TL’nin mahsubu ile eksik kalan 21,40.-TL’nin davacıdan alınarak hazineye irat kaydına,

Davacının yapmış olduğu yargılama giderlerinin kendisi üzerinde bırakılmasına,
Davalı kurum kendilerini vekille temsil ettirdiklerinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesap olunan takdiren 7.375,00.-TL maktu ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalı kuruma verilmesine,
Davalıların yapmış olduğu bir gider olmadığından bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına,
Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen yatıran tarafa iadesine (HMK m.333),
Dair, davacı ve davalı kurum taraf vekillerinin yüzlerine karşı, davalı şahısların yokluğunda, tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde … Bölge Adliye Mahkemesine İstinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı.31/03/2022

Kâtip Hâkim 41072
✍e-imzalıdır ✍e-imzalıdır