Emsal Mahkeme Kararı Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/240 E. 2022/238 K. 07.07.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. … 2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2021/240 Esas – 2022/238

T.C.

2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
TÜRK MİLLETİ ADINA

ESAS NO : 2021/240
KARAR NO : 2022/238

DAVA : Marka YİDK Kararının İptali, Hükümsüzlük
DAVA TARİHİ : 06/09/2021
KARAR TARİHİ : 07/07/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 10/07/2022
Davacı vekili tarafından davalılar aleyhine açılan Marka YİDK Kararının İptali, Hükümsüzlük istemli davanın mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA :
Davacı vekili dilekçeleriyle özetle, müvekkilin 1991 yılından kurulmuş bir şirket olarak süpermarket ve alışveriş merkezi faaliyetlerinde bulunduğunu, müvekkilinin 1993 yılından beri tescilli ticaret unvanı olarak “…” ibaresini kullandığını, ilk olarak 1996 yılından 175704 sayısı ile marka tescili aldığını, 2010 tarihinde kurum nezdinde tanınmış marka olarak tespit edildiğini, dava konusu markanın … escil numaralı tanınmış statüsünde olduğunu, bu nedenle daha geniş bir korumadan yararlanması gerektiğini, dava konusu markanın “ada edessa” şeklinde algılanma ihtimalinin bulunmadığını, tüketicinin davalı markasını direkt … olarak okuyacak olduğunu, davalının amacının da bu yönde olduğunu, bu nedenle işaretler arasında karıştırılma ihtimalinin de meydana geleceğini, dava konusu markanın tescilinin müvekkili markaları ile haksız rekabet yaratacağını, müvekkili markasının tanınmış olmasın nedeniyle de korunması gerektiğini, “…” ve “edessa” ibarelerinin benzer olduklarını, davalının açıkça müvekkili markasını taklit ettiğini, markaların işitsel ve görsel olarak benzer olduklarını, bu durumun iltibasa neden olacağını, müvekkili lehine mahkemelerce verilmiş muhtelif kararların bulunduğunu, iddia ederek 2021-M-4292 sayılı YİDK kararının iptali ve 2020/30051 sayılı markanın tescili halinde hükümsüzlüğüne karar verilmesini
talep ve dava etmiştir.
CEVAP :
Davalı kurum vekili cevap dilekçesi ile özetle; verilen kurum kararının yerinde olduğunu beyanla davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Dava dilekçesi davalı şahısa usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş, ancak davalı şahıs yasal süresi içerisinde davanın esasına cevap vermediği gibi dava dosyasına bilahare herhangi bir savunma da sunmamıştır.
Davanın açılmasını müteakip yargılamaya katılan tarafların dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, tescil ve başvuru dosyaları ile alâkalı kayıtları getirtilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, taraflar sulhe teşvik olunmuş, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, bilirkişi raporu alınmış, tahkikat icra olunmasını müteakip, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yazı İşleri Yönetmeliği’nin 41/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraf vekillerine tahkikat ve yargılamının geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
GEREKÇE :
Davacı ve davalılar arasındaki uyuşmazlık, davacı iddiaları karşısında Marka Yidk Kararının yerinde olup olmadığı, hükümsüzlük şartlarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.
DEĞERLENDİRMELER
TARAF MARKALARI ARASINDA BENZERLİK VE İLTİBAS İHTİMALİ :
Dava konusu marka başvurusu ile ilgili olarak dikkate alınması gereken 6/1 maddesi uyarınca; tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı veya benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı veya benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedileceği,
Dolayısıyla markalar arasındaki benzerlik değerlendirmesinin ilk koşulu; markaların tescilli oldukları sınıfların aynı olması veya birbirine benzer olması olduğu, markaların tescilli oldukları veya tescili talep edilen mal veya hizmetlerin benzerliğine kanaat getirilmesi halinde, ikinci şart olan markaların benzerliğine geçileceği, görüldüğü üzere karıştırılma ihtimalinin varlığı için çifte benzerlik şartının gerçekleşmesi ve her iki benzerliğin de dikkate alındığı genel izlenim ve değerlendirmeye göre ilişkilendirilme ihtimali dâhil karıştırma ihtimalinin bulunduğu kanaatine varılması gerektiği,
EMTİALARIN BENZERLİĞİ
Doktrinde de kabul gördüğü üzere, markalara ait mal veya hizmet listelerinde yer alan emtiaların “benzer” olup olmadığının değerlendirilmesinde, sınıflandırmaya ilişkin ulusal ve uluslararası düzenlemeler bağlayıcı kesin kurallar içermediği,
Bu nedenle, inceleme konusu markaların emtia listelerindeki sınıf numaralandırması ile bağlı kalınmaksızın, karşılaştırılan emtia listelerinin “aynı veya benzer” mal veya hizmetlerden oluşup oluşmadığının incelendiği,
“Marka kapsamındaki mal ve hizmetlerin aynı veya benzer tür olup olmadığı hususunda 1957 yılında yapılmış olan “Uluslararası Nice Protokolü” kapsamında hazırlanan “Mal ve Hizmetlerin Sınıflandırılmasına İlişkin Tebliğ” hükümlerine ve bunun ekindeki sınıflara ve alt gruplara göre yapılan listenin dikkate alınması gerekmekle birlikte tek başına listenin bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bu anlamda, ilişkilendirmenin varlığı için mal ve hizmetlerin tamamen aynı sınıfta veya aynı alt grupta yer alması gerekmez.”
Zira asıl olan, işaretlerin, kapsamlarındaki mal veya hizmetler üzerinde tescilli bir marka olarak kullanılması durumunda, tüketici nezdinde karıştırılma ihtimaline yol açıp açmayacağı olduğu, bu nedenle, mal ve hizmet sınıf ve alt gruplarında benzerlik araştırmasında piyasanın anlayışı, benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği, benzer ihtiyaçları giderip gidermediği, mal veya hizmetlerin birbiri yerine ikame edilebilme ve rekabet olanaklarının olup olmadığı, birinin diğerini tamamlama imkânı olup olmadığı, mal veya hizmetlerin dağıtım kanallarının ortak olması, aynı veya yan yana raflarda satışa arz edilip edilmediği kullanım yöntemleri, hedeflenen müşteri kesiminin aynı olup olmadığı hususlarının araştırılması gerektiği,
Markalar arasında iltibas değerlendirmesinin ilk koşulunun, taraf markaları kapsamındaki emtiaların benzerliği olduğu hususu Yüksek Mahkemenin birçok kararında da açıkça belirtildiği,
Nitekim EUIPO nezdinde verilen kararlarda da malların benzerliğine ilişkin değerlendirmenin, mal ve hizmetler arasındaki ilişkilerin ilgili özellikleri dikkate alınarak yapılması gerektiğini, bu özelliklerin, malların doğaları, kullanım amaçları, kullanım yöntemleri ve birbiriyle rekabet halinde veya birbirini tamamlayıcı olup olmadıklarını içerdiğinin belirtildiği,
Dava konusu marka kapsamında 30, 35 ve 43. Sınıfta yer alan mal ve hizmetlerin tamamı, davacı yanın önceki tarihli dayanak markaları kapsamında da yer almakta olup taraf markalarının doğrudan ticari rekabet ilişkisi içerisinde, benzer tüketicilere yönelik, benzer ihtiyaçları karşılayan, birbirleri yerine tercih edilebilir mahiyette markalar olduğu,
Taraf markaları arasında yukarıda tespit olunan mal ve hizmetler bakımından karıştırılma ihtimalinin oluşup oluşmayacağının tespiti, işaretler yönünden bir değerlendirme yapılmaksızın mümkün olmadığından aşağıda markaları oluşturan işaretlerin de ayrıca değerlendirilmesi ve varılacak kanaate göre bir tespitte bulunulması gerektiği,
İŞARETLERİN BENZER OLUP OLMADIĞI :
Markaların karıştırılma ihtimalinden söz edilebilmesi için yukarıda da belirtildiği üzere emtiaların/hizmetlerin aynı/benzer olması yanında markayı oluşturan ibarelerin de aynı/benzer olması koşulu bulunduğu,
İki işaret arasında karıştırılma ihtimali, iki şekilde ortaya çıkabilecektir. Bunlardan birincisi, tescil talebine konu markanın tescilli veya tescili için daha önce başvurulmuş markaya benzerliği nedeniyle önceki markanın aynısı ya da benzeri marka zannedilmesi ve bu sebeple satın alınmak istenen ürün dışında bir ürünün satın alınmasına sebebiyet verilmesi olduğu, ikinci ihtimal ise, tüketicinin iki marka arasındaki farklılıklar nedeniyle her iki markanın aynı marka olmadığını anlamasına rağmen, iki markanın aynı işletmeye, başka bir ifadeyle aynı iktisadi – idari kaynağa ait olduğunu sanmasına sebebiyet verilmesi olduğu, bu durumda da tüketici, gerçekte almak istemeyebileceği bir ürünü, salt güvendiği önceki markayla irtibatlı sandığı için sonraki markayı alabileceği, böylece, önceki tescilli veya tescil talebine konu edilmiş markayı taşıyan ürünler için tüketici nezdinde tesis edilen güvenden haksız olarak yararlanma sonucu doğabileceğinden, karıştırılma ihtimali gerçekleşmiş olacağı,
Benzerlik ve karıştırılma ihtimaline dayalı değerlendirmelerde kural olarak orta seviyedeki tüketiciler dikkate alınacak olup; malın hitap ettiği ortalama bilgi ve dikkate sahip tüketicilerin tamamının ya da büyük bir bölümünün karışıklık yaşaması değil, bu tüketicilerin bir kısmının karışıklık yaşama ihtimali bulunması, benzerlik ve iltibas bulunduğunun kabulü için yeterli bulunduğu, ABAD kararlarında da belirtildiği üzere; “ortalama alıcılar / kişiler”, çabuk aldanabilen kişiler olmadığı, mal/hizmetin alıcısı olarak dikkate alınacak olan bu kişiler; orta düzeyde zeka ve dikkate sahip olan, işareti/markayı anımsamasının da sıradan olduğu, ancak tüketici kitlesinin dikkat ve özen düzeyinin mal ve hizmet sınıflarına bağlı olarak değişkenlik göstermesi de mümkün olduğu,
Somut uyuşmazlıkta benzerliği tespit olunan 30. Sınıf mallar ve bu malların satışına özgülenmiş 35.05 alt grubundaki satış hizmetlerinin hemen her kesimden tüketiciye hitap eden, gündelik ihtiyaçlara yönelik gıda ürünleri olmasından ötürü bu emtiaların ilgili tüketicilerinin doğrudan ortalama tüketiciler olacakları, bununla birlikte 43. Sınıftaki hizmetlerde ise “yiyecek – içecek sağlanması hizmetleri” açısından da benzer bir yorumda bulunulması mümkün olunmakla birlikte sair hizmetler açısından aynı yönde bir değerlendirmenin yapılamayacağı, özellikle konaklama hizmetleri açısından günümüz koşullarında bu hizmetlerin sıkça yararlanılmayan, tüketicilerin özellikle tatil dönemlerinde çoğunlukla bir ya da iki defaya mahsus olarak yararlandığı, yararlanma öncesinde de bir ön araştırma dönemi geçirdiği dolayısıyla nispeten bilgilenmiş, dikkatli ve seçicilik düzeyi daha yüksek tüketicilerin bu hizmetlerin yararlanıcıları olarak kabul edilmeleri gerektiği, benzer şekilde 43. sınıftaki “Gündüz bakımı (kreş) hizmetleri. Hayvanlar için geçici barınma sağlanması hizmetleri.” hizmetleri açısından anlık kararlar ile hareket eden bir tüketici grubundan bahsedilmesinin doğru olmayacağı, keza 35. Sınıf 1-4 alt grubunda yer alan hizmetlerin de günlük hayatta ve özellikle iş hayatında ihtiyaç duyulan birtakım hizmet kollarına (reklam, muhasebe, ticaret, ithalat, ihracat, büro yönetimi, online pazaryeri sağlama vs.) yönelik hizmetler oldukları, tüketicilerin bu hizmetlerden de anlık kararlar ile yararlanma olanaklarının bulunmayacağı, mutlak surette bir ön araştırma süreci yaşayarak tercihlerini somutlaştıracağı, dolayısıyla bahsi geçen bu hizmetler açısından tüketicilerin makul düzeyde dikkatli, bilgili, çoğu zaman yetişkin ve seçici kimselerden oluşacağı,
Yargıtay HGK’nun 13.06.2012 tarih ve 2012/11-155E – 2012/376K sayılı ilamında da belirtildiği üzere karıştırılma ihtimalinde ölçü bu işin ilgilisi veya uzmanı değil, tüketici olan halktır. Karıştırılma ihtimalinde önemli olan husus, halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalidir. Buradaki “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelime olup, şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım ve bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirileceği, hatta, markalar arasında birçok noktada fark bulunduğu tespit edilse bile “umumi intiba” ikisinin karıştırılabileceği yönünde ise, iki işaret arasında karıştırma ihtimalinin bulunduğu kabul edilmelidir” denildiği, dolayısıyla ilgili tüketicinin aldığı mal ya da hizmetin başka bir işletmeye ait olduğunu bildiği ve fakat güvendiği işletme ile malını/hizmetini aldığı işletmenin arasında ekonomik bir bağlantı bulunduğunu düşünmesi hali dahi “karıştırılma ihtimali” nin var olduğunun kabulü için yeterli olacağı,
Markalar karşılaştırılırken görsel, sesçil (fonetik) ve kavramsal (semantik) açılardan taraf markalarını oluşturan işaretlerin benzer olup olmadıkları hususunun bütünsel bir bakış açısıyla ele alınması ve yine markalar kapsamındaki mallar/hizmetler yönünden markaların benzer olup olmadıkları konularının bir bütün olarak değerlendirilmesi neticesinde tespit edilebileceği,
Buna göre işaretler arasında görsel benzerlik karşılaştırması yapılırken markalara konu yazı ve işaretlerin konumlandırılma şekilleri ile harf sırası, yazım karakterleri gibi göze çarpan özellikleri dikkate alınacağı, sesçil benzerlikte esas alınması gereken husus ise markaların ortalama tüketici kitlesi tarafından kendi lisanlarındaki okunuş şekli olup, markaların başlangıç kısımlarının fonetik açıdan benzer sesler çıkarılarak okunup okunmadığı dikkate alınacağı, markaların kavramsal açıdan benzerliklerinin karşılaştırılmasında da, markalara konu sözcüklerin tescil kapsamındaki ortalama tüketici kitlesinin bakış açışı ve o sözcüklere kendi lisanlarında bir anlam verip veremeyecekleri hususu dikkate alındığı,
Bu genel ilkeler doğrultusunda dava konusu marka incelendiğinde, başvurunun “…” şeklinde dokuz harf ve tek kelimeden oluşan bir sözcük markası olduğu, markanın bütün olarak herhangi bir anlamının bulunmadığı, … ” şeklinde telaffuz edilerek algılanacak olduğu, tüketicinin markayı unsurları bölerek algılamayacağı, yine markanın anlamlı bölümlere parçalanamıyor oluşu nedeniyle sözcüğün tamamının markanın esas unsuru olarak algılanacak olduğu,
Davacı yanın markaları ise “… şeklinde tamamı “…” sözcüğünü esas unsur olarak içeren ve bu sözcüğün yanına eklenmiş tali unsurlar ile oluşturulan markalar oldukları, “…” ibaresinin tek kelime ve beş harften oluşan ve de “a-de-se” şeklinde telaffuz edilen bir ibare olduğu, dolayısıyla davacı yan markalarının esas unsurunun “…” ibaresinden oluştuğu,
Bu kapsamda tespiti gereken husus davacı yanın … esas unsurlu markaları ile dava konusu marka arasında, ilgili tüketiciler nezdinde karıştırılma ihtimali doğurabilecek düzeyde bir benzerlik ilişkisinin var olup olmadığı olduğu,
Dava konusu marka dokuz harften oluşan uzun, somut anlamı bulunmayan, karışık harf dizilimi içerir bir kelime markası olduğu, davacı markaları ise beş harften oluşan, kısa ve net olarak algılanabilir bir ibareden oluştuğu, her iki ibare arasında harf sayı ve dizilimlerinin farklılığı görsel anlamda işaretlerin birbirlerinden uzaklaşmalarını sağladığı gibi davacı markaları … şeklinde üç hecede telaffuz edilirken, dava konusu markanın ise “… ” şeklinde beş hecede telaffuz edileceği, ilk iki harfin aynı sıralamada olmasına rağmen sonraki seslerde işaretlerin birbirlerinden fonetik olarak da uzaklaştıkları, her iki taraf markasında benzer sesli ve sessiz harflerin kullanımının tek başına işaretlerin birbirleri ilişkilendirilmesi için yeterli görülmesi mümkün olmadığı, zira alfabede sınırlı sayıda harf olup bu harflerin ortak kullanımı tek başına benzerlik hali için yeterli olmadığı,
“İlgili tüketicilerin tamamı dikkate alındığında, işaretler arasındaki farklılıklar, görsel, işitsel ve kavramsal olarak üstündür. Aslında, işaretlerin karşılaştırılması işaretlerin farklı genel izlenim yarattıklarını göstermektedir. Sadece ilk üç harfin ve son harfin aynı olması, işaretler arasındaki farklılıkların genel izlenim üzerinde birkaç benzerliğe üstün geldiği sonucunu değiştirmez.”
Kaldı ki iki işaret arasında kavramsal açıdan da bir benzerlik olmadığı gibi tüketicinin dava konusu markayı gördüğünde, zihninde davacı markalarının gelme olasılığı da son derece düşük olduğu, bir an için tüketicinin dava konusu markada , davacı yanın iddia ettiği şekilde “… ” kelimesinin yine harf dizilimsel ve fonetik olarak “…” ibaresinden yeterli düzeyde farklılaşmış olması gözetildiğinde bu halde dahi işaretler arasında bir ilişkilendirme hali bulunmayacağı,
Bu haliyle taraf markaları her ne kadar ortak harflerden oluşmakta ise de bu harflerin dizilimleri aynı olmadığı gibi oluşan bütünsel kelimelerin de telaffuzları arasında doğrudan bir benzerlik bulunmadığı, özellikle soldan sağa okuma ilkesi uyarınca başlangıç seslerindeki farklılığın ve yine telaffuzdaki heceleme farklılığının önem teşkil ettiği, ayrıca yine görsel anlamda da taraf markalarının farklı stillerde tasarlandığı, kaldı ki uyuşmazlık konusu emtiaların ilgili tüketicilerinin de dikkat, özen ve seçicilik düzeyinin genel ortalaması gözetildiğinde, her iki taraf markası ile aynı ya da farklı zamanlarda karşı karşıya kalan tüketicilerin, birbirinden bağımsız ibareler ile karşı karşıya olduklarını fark etmeleri mümkün olduğu,
“İlk derece mahkemesince, iddia, savunma ve bilirkişi raporu doğrultusunda, davacının markalarının “…+ŞEKİL” ibare ve biçimli olduğu, “Pegasus” ibaresinin Yunan mitolojisinde kanatlı at anlamına geldiği, nitekim markalarda “…” ibaresinin yanında “Kanatlı Atı” tasvir eden şekillerin de bulunduğu, markalarda asıl ve ayırt edici unsuru bu sözcüğün oluşturduğu, yazıldığı gibi okunduğu, Türkiye’de bulunan ortalama tüketicilerin hemen tamamının bu işaretin anlamını bildiği, davalının başvurusunun ise “… bareli olduğu, bu işaretin de asıl ve ayırt edici unsurunun “Pelagos” ibaresi olduğu, yazıldığı gibi okunduğu, Eski Yunanca’da Ege Denizini ifade ettiği, açık deniz anlamına da geldiği, bu sözcük yanında işarette martı, deniz dalgaları ve güneşi simgeleyen renkli bir şekil de bulunduğu, her iki markada yer alan hotels, otel, beach, resorts gibi ibarelerin herkesin kullanımına açık ayırt ediciliği bulunmayan yan ve tali unsurlar oldukları, başvuru kapsamındaki 43. sınıf ürünlerin davacının markalarında yer alan ürün ve hizmetlerle aynı türden olduğu, ancak başvuru konusu işaretin, görsel, sescil ve anlamsal olarak bıraktıkları umumi intiba olarak davacı markalarından farklı olduğu, sadece kısmi sescil benzerliğinin ortaklığı sebebiyle bir iltibas doğacağı kabulünün gerçekliğe uygun düşmeyeceği, çünkü bütün olarak çıkardıkları görsel ve sescil farklılığın varolan anlamsal farklılıkla biraraya gelmesi halinde ortalama tüketicilerin bu marka ve işaretin farklı olduğunu ilk bakışta derhal ve hiç düşünmeden algılamasının kaçınılmaz olduğu, ayırt edici ve baskın unsurları nazara alınarak yapılan gözlemde, başvuru konusu “… ” ibareli işaretin, görsel, sescil ve anlamsal olarak bıraktığı umumi intibaı itibariyle davacının “…” esas ve ayırt edici unsurlu veya ibareli markaları ile benzer olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.”
Bu haliyle taraf markaları bir bütün olarak karşılaştırıldıklarında görsel, işitsel ve kavramsal unsurların hiçbiri açısından, tüketicinin, işaretler arasında yanılgı yaşayabileceği mahiyette bir benzer algı ediniminin mümkün olmadığı, nitekim taraf markalarının ilgili tüketici kitlelerinin niteliği de göz önüne alındığında söz konusu kitlenin ‘aceleci bir geri zekalı’ değil, aksine ‘makul seviyede bilgilenmiş, özenli ve dikkatli tüketiciler oldukları, bu bağlamda her iki tarafa ait markalar altında sunulan hizmetleri/malları karıştırmak suretiyle satın alma yahut bu hizmetler/mallardan yararlanma biçiminde bir yanılgıya düşme ihtimallerinin bulunmayacağı, aksinin hayatın olağan akışına ve normal hayat tecrübelerine de aykırı olacağı, esasen gerçekçi bir yaklaşım da olmayacağı, zira bu iki işareti karıştıracak olan kişilerin ortalama tüketici olarak nazara alınmasının olanaksız olduğu, gerek bütünsel ve gerekse içerisinde bulunan unsurlar itibariyle başvuru konusu işaretin davacı markalarını sunan işletmeyle idarî ve ekonomik anlamda bağlantılı bir işletme tarafından piyasaya sunulduğu biçimde bir algılama oluşturmasının mümkün olmadığı,
“Mahkemece, davacının “şekil+RACHMOND”, “RICHMOND” ibareli tescilli markaları ile davalının “RICHARD+şekil” ibareli başvurusu arasında biçim, düzenleme ve tertip tarzı itibariyle görsel, sescil ve anlamsal olarak ortalama tüketicileri iltibasa düşürecek derecede bir benzerlik bulunmadığı, tanınmışlık iddiası yönünden ise taraf marka işaretleri benzemediği gibi davalı başvurusunda davacının tanınmışlığından haksız yarar sağlanabileceği, itibarına zarar verebileceği veya ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği kanıtlanmadığından 556 sayılı KHK’nın 8/4 maddesindeki koşullar da oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.”
Somut olayda da dava konusu markanın bir bütün olarak davacı markalarından yeterli düzeyde farklılaşmış olduğu, nitelik düzeyi ortalamanın daha üstü olduğu tespit edilen dikkatli, seçici ve bilinçli tüketiciler nezdinde, dava konusu marka ile karşı karşıya kalan tüketicinin aklına, davacı yana ait markanın gelme olasılığının mevcut olmadığı, tüketicinin dava konusu markayı bütünsel olarak, davacı markalarından farklı algılayacağı, tüketicinin taraf markaları ile farklı zamanlarda karşı karşıya kaldığı durumlarda iki farklı marka karşısında olduğunu anlayarak hem görsel hem de sözel iletişim bakımından markaların farklı kurumsal kimlikler edinmiş oldukları algısını ediniminin mümkün olacağı, markalar arasındaki somut farklılığın, tüketicinin, taraf markalarının aynı iktisadi ya da idari kaynaktan çıktığı yönünde bir algıya kapılmasını engelleyeceği, nihai olarak işaretler arasında karıştırılma ihtimalinin mevcut olmayacağı,
TANINMIŞLIK DÜZEYİ KAPSAMINDA :
Mevzuatımızda markaların tanınmışlık düzeyiyle ilgili tescil engeli bakımından “Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hâllerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hâli saklı kalmak kaydıyla, başvurunun aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde yapılmış olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir.” düzenlemesi bulunduğu, söz konusu düzenleme ile birlikte önceki markanın tanınmış olması halinde aynı veya benzer mal veya hizmet gruplarının yanı sıra farklı mal veya hizmetlerde de korunabileceği hüküm altına alındığı,
Söz konusu tescil engeli kapsamında, koruma elde edilebilmesi için önceki tarihli markanın tanınmış olması, önceki tarihli marka ile sonraki tarihli başvurunun aynı veya benzer olması ve düzenlemede öngörülen üç şarttan birinin gerçekleşmesi gerektiği, bu nedenle, markanın tanınmışlığı ve anılan şartlardan en az birinin varlığı söz konusu tescil engelinin ortaya çıkması açısından bir zorunluluk olduğu,
Markanın tanınmışlığı nedeniyle haksız yarar sağlanmasının esasen, tanınmış markanın sahip olduğu imajın devri suretiyle gerçekleşebileceği kabul edildiği, bu şekilde imaj devrinden söz edilebilmesi için haksız yarar sağladığı iddia edilen marka ile tanınmış markanın tescil edildiği mal veya hizmetler arasında bir bağlantı kurulması ihtimali arandığı,
Markanın itibarına zarar verilmesi kavramı markanın tanınmışlığından haksız yararlanılması kavramı ile yakın bağlantılı olup bu iki şartın çoğu kez örtüştüğü kabul edildiği, genel ayrım olarak, tanınmış markadan haksız yararlanmanın, kullanan açısından ekonomik açıdan bir artışı ifade etmesine rağmen, itibarına zarar vermenin marka sahibinin ekonomik açıdan zarar görmesini ifade ettiği hususu vurgulandığı, markanın itibarına zarar verilmesi genellikle tanınmış markanın olumsuz imaj yükletilmesi tehlikesiyle karşılaştığı durumlara ilişkin olup bu hususun tanınmış marka sahibi tarafından ispatlanması gerektiği,
Markanın ayırt edici karakterinin zedelenmesinin(sulandırılma)tanınmış markanın aynısının veya benzerinin kullanıldığı her durumda söz konusu olacağı sonucuna varılamadığı, ayırt edici karakterin zedelenmesinin, sonraki tarihli marka ile tanınmış marka arasında düşünsel bir bağın mevcut olması ve bu durumun tanınmış markanın reklam değerini tehlikeye düşürmesi halinde söz konusu olabileceği kabul edildiği, ayrıca markaların ilgili olduğu mal ve hizmetler birbirine ne kadar yakınsa ayırt edici karakterin zedelenmesinin de o kadar olası olduğu, tanınmış markanın aynısının veya ayırt edilemeyecek kadar benzerinin kullanılması halinde markanın ayırt edici karakterinin zarar görmesi olasılığı artmakta, markalar arasındaki benzerlik azaldıkça, bu tehlike de azaldığı,
Yukarıda da belirtildiği üzere bu hallerden her birisinin aynı anda mevcudiyeti mecbur olmayıp bunlardan herhangi birisinin varlığının maddenin uygulanabilirliği açısından yeterli olduğu kabul edildiği,
Tanınmışlık hususuna ilişkin bu genel ilkeler çerçevesinde somut uyuşmazlığa dönüldüğünde ise, dosya kapsamına davacı yan tarafından sunulan her türlü bilgi ve belge incelendiğinde, davacı yanın işlem dosyası ve dava dosyası kapsamına sunduğu delillerin “2019 yılı mali raporu ve faaliyet raporu” ve ayrıca web sitelerinden alınma birtakım ekran görüntülerinden ibaret olduğu, bu delillerin SMK m. 6/5 kapsamında tanınmışlık iddiasını somutlaştırmaya elverişli olmadığı, bununla birlikte davacı yanın T/01943 sayısı ile kurum kayıtlarında tanınmış markalar sicilinde kayıtlı markası mevcut ise de yine tek başına tanınmış marka kaydının yeterli görülemeyeceği, zira 03.11.2009 tarihli olduğu görülen bu kayda rağmen tanınmışlığın geçici ve değişken bir olgu olması nedeniyle her somut olayda ayrıca ispatlanması gerektiği, davacı yanın uzun yıllardır piyasada aktif olarak var oluşunun tek başına tanınmışlık için de yeterli olmadığı, tüm bu hususların yanı sıra 6/5 maddesinde düzenlenen koşulların da somut olayda ortaya çıkmayacağı, zira işaretlerin birbirlerinden yeterli düzeyde uzaklaşmış olduğu,
DAVACI YANIN GERÇEK HAK SAHİPLİĞİ İDDİALARI :
Mevzuatımızda yer alan düzenlemeler uyarınca başvuru tarihinden veya varsa rüçhan tarihinden önce tescilsiz bir marka veya ticaret sırasında kullanılan bir başka işaret için hak elde edilmişse, bu işaret sahibinin itirazı üzerine, marka başvurusu reddedilmekte veya tescil edilmiş ise hükümsüz kılınabileceği,
Burada söz konusu olan; tescil edilmeden kullanılan bir marka veya ticarette kullanılan ayırt edici nitelikteki herhangi bir işaret olduğu, dolayısıyla bu kullanıma dayalı üstün bir hakkın varlığı, işaretin ticaret sırasında kullanılmış olmasına bağlı olduğu, ticaret sırasında kullanma, marka hukukuna özgü kullanma suretiyle gerçekleşeceği,
Tescilsiz bir işaretin korunmasını sağlayan ve nispi ret nedenine konu teşkil eden durum, işaretin itiraz eden tarafından daha önceki bir tarihten beri kullanılmakta olması ve bu kullanım neticesinde işaret ile kaynağı arasında nispeten bir aidiyet kazandırılmış olması olduğu, yani, bir markanın tescil başvurusundan önce, bu işaret bir başkası tarafından oluşturulmuş ve kullanma neticesi ayırt edici nitelik kazandırılmışsa, bu hakka dayanarak sonraki tescil engellenebileceği,
Bu nedenle tescilsiz kullanım ile kast edilen husus, öncelik hakkının işareti ilk defa alelade bir şekilde kullanan kişiye ait olmadığı, başka bir ifadeyle mevzuat anlamında aranan ayırt edicilik, markasal etki doğurmayan veya oldukça sınırlı bir kitle için doğuran kullanımlar değil, tescilsiz işaretin ticari alanda kullanılması suretiyle, ilgili piyasada en azından belli bir oranda bilinir hale gelmesi ve o işareti ihdas edenle birlikte tanınır olması biçiminde anlaşıldığı, ancak buradaki bilinir/maruf olma durumu ile tanınmışlık olgusu da karıştırılmaması gerektiği, ilk kullanma suretiyle marka hakkının doğumunu sağlayan ve bu nedenle markasal etki doğuracak şekilde bir bilinirlik, markanın üzerine konulduğu emtianın hitap ettiği alıcı kitlesi tarafından tanınmaya başlamış olması, belirli bir yer, bölge veya piyasada bilinmesi biçiminde anlaşılması gerektiği, bir diğer ifadeyle, tescilsiz işaretin belirli bir çevre veya piyasa ile sınırlı bir bilinirlik düzeyine erişmesi, maddenin sağladığı korumadan istifade için yeterli olduğu,
Bunun yanı sıra bu kapsamda sağlanacak koruma sadece tanıtımın yapıldığı mal veya hizmetler ve bu mal veya hizmetlerle yüksek düzeyde benzerlik gösteren mal veya hizmetler ile sınırlı olacağı, aksi halde, yani başka mal ve hizmetler yönünden de üstün hak sağlanması halinde, marka tescilinin bir anlam ve önemi kalmayacak, bir nevi tescilsiz bir işarete çok tanınmış bir marka statüsü sağlanması söz konusu olacağı,
Bununla birlikte tescilsiz kullanımın son derece sınırlı olduğu veyahut kullanımların somut deliller ile ortaya konulamadığı hallerde önceye dayalı hak sahipliğinin ispatlanamamış olduğu yorumunda bulunulması gerekeceği, başka bir ifadeyle markanın münferit kullanımları ile marka tescil kapsamı dışında kalan mal ve hizmetler yönünden kullanımlar önceye dayalı hak sahipliğinin ispatı açısından yeterli görülmeyebileceği,
Somut olayda ise davacı yanın fiili kullanımlarının tescilli markalarına dayalı olduğu, davacı yanın, dava konusu ibare üzerinden doğrudan bir hak sahipliği bulunduğu hususunda bir iddiasının zaten mevcut olmadığı, dolayısıyla SMK m. 6/1 kapsamında taraf markaları arasında yapılan değerlendirmeler neticesinde işaretler arasında zaten karıştırılma ihtimaline sebep bir benzerlik hali tespit edilmediğinden, davacı yanın SMK m 6/3 uyarınca da üstün bir hakkının mevcut olmadığı, dava konusu 2020/30051 sayılı marka başvurusunda yer alan mal ve hizmetlerin tamamının, davacı yanın önceki tarihli markaları kapsamında aynı sınıflarda yer alan emtialar ile aynı, aynı tür ya da benzer olduğu, bununla birlikte davacı yanın “…” esas unsuruna haiz markaları ile dava konusu “…” markası bir bütün olarak karşılaştırıldıklarında, ilgili tüketiciler nezdinde, markalar arasında ilişkilendirilme ihtimali de dahil olmak üzere karıştırılma ihtimalinin koşullarının oluşacağına kanaat getirilmesinin mümkün olmadığı, 6/5 maddesinin koşullarının somut olayda oluşmadığı, davacı yanın “…” markasından kaynaklı olarak dava konusu ibare üzerinde üstün bir hakkının mevcut olmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M :
Davanın Reddine,
Alınması gereken 80,70.-TL harçtan, peşin alınan 59,30.-TL’nin mahsubu ile eksik kalan 21,40.-TL maktu ilâm harcının davacıdan alınarak hazineye irad kaydına,
Davalı kurum kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesap edilen takdiren 7.375,00.-TL maktu ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalı kuruma verilmesine,
Davacının yapmış olduğu giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,
Davalı Türk Patent’in yapmış olduğu bir gider olmadığından bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına,
Davalının yapmış olduğu bir gider olmadığından bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına,
Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen davacıya iadesine (HMK m.333),
Dair, davacı ve davalı Türk Patent vekillerinin yüzlerine karşı, diğer davalının yokluğunda tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde … Bölge Adliye Mahkemesi’nde İstinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı.07.07.2022