Emsal Mahkeme Kararı Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2021/202 E. 2022/129 K. 14.04.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Esas-Karar No: 2021/202 Esas – 2022/129

T.C.
ANKARA
2. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
TÜRK MİLLETİ ADINA

ESAS NO : 2021/202
KARAR NO : 2022/129

HAKİM : …
KATİP : ….

DAVACI :….
DAVALI :…
DAVA : Marka YİDK Kararının İptali, Hükümsüzlük
DAVA TARİHİ : 28/07/2021
KARAR TARİHİ : 14/04/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 25/04/2022
Davacı vekili tarafından davalılar aleyhine açılan Marka YİDK Kararının İptali, Hükümsüzlük istemli davanın mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA :
Davacı vekili dilekçeleriyle özetle, müvekkili şirketin 2019/34037 sayısı ile 09., 28., 41., 42. ve 45. marka sınıflarında tescil başvurusuna konu edildiğini, müvekkilinin “…” esas unsurundan oluşan markasını başvuru tarihinden bu yana da kesintisiz olarak kullandığını, davalı yanın 2019/125194 sayısı ile “…” ibaresini 42. Sınıf hizmetlerde tescil ettirmek istediğini, başvuruya yönelik itirazlarının kurum tarafından reddedildiğini, markalar arasındaki tek farkın “e” ve “u” harflerinden ibaret olduğunu, markalar arasında işitsel anlamda benzerlik bulunduğunu, “t.i.m” harflerinin taraf markaları arasında yeterli farklılık yaratmadığını, bu ibarenin dava konusu markadaki “…” ibaresi yanında tali nitelikte olduğunu, “ti.m.” ibaresi tanımlayıcı ve yardımcı unsur olduğundan ve markalara ayırt edicilik kazandırmadığından değerlendirme dışında bırakılması gerektiğini, esas unsurlarının “…-…” olması dolayısıyla taraf markaları arasında işitsel ve anlamsal benzerlik bulunduğunu, davalı şirketin herhangi bir kazanılmış hakkı bulunmadığını beyan ederek 42. Sınıf hizmetler açısından YİDK kararının iptali ve dava konusu markanın tescili halinde hükümsüzlüğüne karar verilmesini
talep ve dava etmiştir.
CEVAP :
Davalı kurum vekili cevap dilekçesi ile özetle; verilen kurum kararının yerinde olduğunu, davanın reddinin gerektiğini savunduğu görülmektedir.

Diğer davalı vekili cevap dilekçesi ile özetle ; müvekkilinin 2006 yılından beri “…” markasını nizasız ve fasılasız olarak kullanmakta olduğunu, müvekkilin yoğun kullanımları sonucunda markasını tanınır hale getirdiğini, bu ibare ile yapılan araştırmaların tamamında müvekkiline ait bilgilerin çıkacağını, müvekkili markasının aynı zamanda 2006/61527 sayısı ile 01, 17 ve 35. Sınıf mal ve hizmetlerde tescilli olduğunu, dolayısıyla anılan markadan kaynaklı olarak müktesep hakkının bulunduğunu, müvekkili markasının tescilli olduğu sınıflar gözetildiğinde dava konusu başvuru kapsamında yer alan sınıflar ile bağlantılı sınıflar olduğunu, müktesep hak için gerekli şartların somut olayda meydana geldiğini, müvekkilinin seri marka yaratma çabası içinde olduğunu, davacının iddialarının haksız olduğunu, ayrıca müvekkilinin uzun yıllardır markasını kullandığını, müvekkilinin bir diğer markası olan “filtresepeti” alan adı üzerinden müvekkilinin “…” markalı ürünlerini yoğun olarak satışa konu ettiğini, taraf markaları arasında hiçbir benzerliğin mevcut olmadığını, davacının tescilli bir markasının dahi olmadığını, müvekkili markasının bütün olarak ayırt ediciliğinin bulunduğunu, markaların hecelerine, unsurlarına ayrılarak bir inceleme yapılamayacağını, davacı markasının asli unsurunu şekil unsuru olduğunu, büyük bir şekil unsurunun altında yazılan “…” ibaresi ile müvekkili markasının benzer olarak değerlendirilemeyeceğini, taraf markaları arasında işitsel ya da görsel hiçbir benzerliğin bulunmadığını, taraf markalarının sınıflarının dahi birbirinden farklı olduklarını ifade ederek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davanın açılmasını müteakip yargılamaya katılan tarafların dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, tescil ve başvuru dosyaları ile alâkalı kayıtları getirtilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, taraflar sulhe teşvik olunmuş, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, bilirkişi raporu alınmış, tahkikat icra olunmasını müteakip, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yazı İşleri Yönetmeliği’nin 41/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraf vekillerine tahkikat ve yargılamının geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
GEREKÇE :
Davacı ve davalılar arasındaki uyuşmazlık, davacı iddiaları karşısında Marka Yidk Kararının yerinde olup olmadığı, hükümsüzlük şartlarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.
DEĞERLENDİRMELER
TARAF MARKALARI ARASINDA BENZERLİK VE İLTİBAS :
Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı veya benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı veya benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.
Dolayısıyla markalar arasındaki benzerlik değerlendirmesinin ilk koşulu; markaların tescilli oldukları sınıfların aynı olması veya birbirine benzer olmasıdır. Markaların tescilli oldukları veya tescili talep edilen mal veya hizmetlerin benzerliğine kanaat getirilmesi halinde, ikinci şart olan markaların benzerliğine geçilir. Görüldüğü üzere karıştırılma ihtimalinin varlığı için çifte benzerlik şartının gerçekleşmesi ve her iki benzerliğin de dikkate alındığı genel izlenim ve değerlendirmeye göre ilişkilendirilme ihtimali dâhil karıştırma ihtimalinin bulunduğu,
EMTİALARIN BENZERLİĞİ
Doktrinde de kabul gördüğü üzere, markalara ait mal veya hizmet listelerinde yer alan emtiaların “benzer” olup olmadığının değerlendirilmesinde, sınıflandırmaya ilişkin ulusal ve uluslararası düzenlemeler bağlayıcı kesin kurallar içermemektedirler.
Bu nedenle, inceleme konusu markaların emtia listelerindeki sınıf numaralandırması ile bağlı kalınmaksızın, karşılaştırılan emtia listelerinin “aynı veya benzer” mal veya hizmetlerden oluşup oluşmadığı incelenmelidir.
Zira asıl olan, işaretlerin, kapsamlarındaki mal veya hizmetler üzerinde tescilli bir marka olarak kullanılması durumunda, tüketici nezdinde karıştırılma ihtimaline yol açıp açmayacağıdır. Bu nedenle, mal ve hizmet sınıf ve alt gruplarında benzerlik araştırmasında piyasanın anlayışı, benzer alıcı çevresine hitap edip etmediği, benzer ihtiyaçları giderip gidermediği, mal veya hizmetlerin birbiri yerine ikame edilebilme ve rekabet olanaklarının olup olmadığı, birinin diğerini tamamlama imkânı olup olmadığı, mal veya hizmetlerin dağıtım kanallarının ortak olması, aynı veya yan yana raflarda satışa arz edilip edilmediği kullanım yöntemleri, hedeflenen müşteri kesiminin aynı olup olmadığı hususlarının araştırılması gereklidir.
Markalar arasında iltibas değerlendirmesinin ilk koşulunun, taraf markaları kapsamındaki emtiaların benzerliği olduğu hususu Yüksek Mahkemenin birçok kararında da açıkça belirtilmiştir.
Dava konusu marka başvurusu kapsamında yer alan ve davaya konu edilen 42. Sınıf hizmetler ile davacı yanın itirazlarına dayanak yaptığı markası kapsamında yer alan aynı ya da benzer mal ve hizmetler karşılaştırıldığında, taraf markaları 42. Sınıf hizmetlerde birebir aynı hizmetleri kapsadığı, bu hususta ayrıntılı bir inceleme yapılmasına gerek olmaksızın taraf markalarının benzer tüketici kitlelerine hitap eden, doğrudan rekabet ilişkisi içerisinde olan, birbirleri yerine ikame edilebilir, satış, sunum ve dağıtım kanalları ortak, benzer ihtiyaçlara yönelik hizmetleri kapsadıkları,
İŞARETLERİN BENZER OLUP OLMADIĞI :
Markaların karıştırılma ihtimalinden söz edilebilmesi için yukarıda da belirtildiği üzere emtiaların/hizmetlerin aynı/benzer olması yanında markayı oluşturan ibarelerin de aynı/benzer olması koşulu bulunmaktadır.
İki işaret arasında karıştırılma ihtimali, iki şekilde ortaya çıkabilecektir. Bunlardan birincisi, tescil talebine konu markanın tescilli veya tescili için daha önce başvurulmuş markaya benzerliği nedeniyle önceki markanın aynısı ya da benzeri marka zannedilmesi ve bu sebeple satın alınmak istenen ürün dışında bir ürünün satın alınmasına sebebiyet verilmesidir. İkinci ihtimal ise, tüketicinin iki marka arasındaki farklılıklar nedeniyle her iki markanın aynı marka olmadığını anlamasına rağmen, iki markanın aynı işletmeye, başka bir ifadeyle aynı iktisadi – idari kaynağa ait olduğunu sanmasına sebebiyet verilmesidir. Bu durumda da tüketici, gerçekte almak istemeyebileceği bir ürünü, salt güvendiği önceki markayla irtibatlı sandığı için sonraki markayı alabilecektir. Böylece, önceki tescilli veya tescil talebine konu edilmiş markayı taşıyan ürünler için tüketici nezdinde tesis edilen güvenden haksız olarak yararlanma sonucu doğabileceğinden, karıştırılma ihtimali gerçekleşmiş olacaktır. Nitekim tüketiciler daha önce gördükleri, satın aldıkları mal veya hizmetin markasının, göz ve kulağında kalan izine, hatırlayabildikleri kadarıyla hafızalarında kalan özelliklerine dayanarak sonraki alışverişlerinde aynı veya benzer markayı taşıyan malı/hizmeti satın almayı tercih ederler.
Benzerlik ve karıştırılma ihtimaline dayalı değerlendirmelerde kural olarak orta seviyedeki tüketiciler dikkate alınacak olup; malın hitap ettiği ortalama bilgi ve dikkate sahip tüketicilerin tamamının ya da büyük bir bölümünün karışıklık yaşaması değil, bu tüketicilerin bir kısmının karışıklık yaşama ihtimali bulunması, benzerlik ve iltibas bulunduğunun kabulü için yeterli bulunmaktadır.
Somut uyuşmazlık konusu 42. Sınıf hizmetlerin genel olarak yetişkin kimseler olabilecekleri gibi yetişkin olmayan tüketicilerin de bu hizmetlerin yararlanıcıları arasında olduğu, bununla birlikte ilgili hizmetlerden yararlanmak, bu hizmetleri satın almak isteyen tüketicilerin daha evvelden bu hizmetleri deneyimlemiş, hizmetler hakkında bilgi sahibi olan kimseler oldukları değerlendirilmektedir. Bu kişilerin alışkanlıkları, sektör bilgileri, eğitim düzeyleri, ilgili hizmetleri satın alım için geçirdikleri süre, ürünleri alım sıklığı itibariyle de çok daha dikkatli davrandıkları değerlendirilebilir. Özellikle bilgisayar program, donanım ve yazılımlarına ilgi duyan tüketicileri, genel olarak sektöre ilişkin pek çok bilgiye de hakim kimselerdir. Ancak tüketici grubunun niteliğinin yükseldiği bu gibi durumlarda, ilgili tüketicinin hiçbir hal ve koşulda yanılgı yaşamayacağı gibi bir yorumda bulunulması mümkün olmayıp her somut olay açısından tüketici niteliğinin ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
Benzerlik değerlendirmesine ilişkin bu genel tespitler çerçevesinde yapılması gereken temel değerlendirme, dava konusu marka ile davacı yana ait marka arasında karıştırılmaya yol açabilecek düzeyde bir benzerliğin mevcut olup olmadığı ile ilgili olacaktır.
Yargıtay HGK’nun 13.06.2012 tarih ve 2012/11-155E – 2012/376K sayılı ilamında da belirtildiği üzere karıştırılma ihtimalinde ölçü bu işin ilgilisi veya uzmanı değil, tüketici olan halktır. Karıştırılma ihtimalinde önemli olan husus, halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalidir. Buradaki “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelime olup, şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım ve bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Hatta, markalar arasında birçok noktada fark bulunduğu tespit edilse bile “umumi intiba” ikisinin karıştırılabileceği yönünde ise, iki işaret arasında karıştırma ihtimalinin bulunduğu kabul edilmelidir” denilmektedir. Dolayısıyla ilgili tüketicinin aldığı mal ya da hizmetin başka bir işletmeye ait olduğunu bildiği ve fakat güvendiği işletme ile malını/hizmetini aldığı işletmenin arasında ekonomik bir bağlantı bulunduğunu düşünmesi hali dahi “karıştırılma ihtimali” nin var olduğunun kabulü için yeterli olacaktır.
Markalar karşılaştırılırken görsel, sesçil (fonetik) ve kavramsal (semantik) açılardan taraf markalarını oluşturan işaretlerin benzer olup olmadıkları hususunun bütüncül bir bakış açısıyla ele alınması ve yine markalar kapsamındaki mallar/hizmetler yönünden markaların benzer olup olmadıkları konularının bir bütün olarak değerlendirilmesi neticesinde tespit edilebilir bir durumdur.
Buna göre işaretler arasında görsel benzerlik karşılaştırması yapılırken markalara konu yazı ve işaretlerin konumlandırılma şekilleri ile harf sırası, yazım karakterleri gibi göze çarpan özellikleri dikkate alınmalıdır. Sesçil benzerlikte esas alınması gereken husus ise markaların ortalama tüketici kitlesi tarafından kendi lisanlarındaki okunuş şekli olup, markaların başlangıç kısımlarının fonetik açıdan benzer sesler çıkarılarak okunup okunmadığı dikkate alınmalıdır. Markaların kavramsal açıdan benzerliklerinin karşılaştırılmasında da, markalara konu sözcüklerin tescil kapsamındaki ortalama tüketici kitlesinin bakış açışı ve o sözcüklere kendi lisanlarında bir anlam verip veremeyecekleri hususu dikkate alınmalıdır.
Bu genel tespitler çerçevesinde davaya konusu marka başvurusu incelendiğinde başvurunun “…” şeklinde birbirine paralel şekilde yerleştirilmiş yeşil renkte iki adet, dalgalı şerit figürü arasında “…” ibaresi ve “T.İ.M” şeklindeki harf kısaltmasının konumlandırılması ile oluşturulmuş olduğu, “…” kelimesinin alt harften meydana geldiği, dilimize de İngilizce karşılığındaki (process) anlamı itibariyle birebir yerleştiği, anılan ibarenin “süreç” anlamına geldiği, “T.İ.M” harflerinin ise hangi anlama gelen bir kısaltma olduğunun anlaşılabilmesini sağlayan hiçbir ek unsurun marka içerisinde mevcut olmadığı, bu haliyle markanın esas unsurunun “…” kelimesi olduğu,
Davacı yanın önceki tarihli markası “…” şeklinde, markanın bütününe hakim turuncu renkli ve karakteristik bir logodan ve bu logonun hemen altına yerleştirilmiş “…” kelimesinden meydana geldiği , “…” kelimesinin tek kelime ve altı harften oluşan ve hiçbir somut anlamı bulunmayan bir sözcüktür. Bu haliyle davacı markasının da esas unsurunun “…” kelimesi olduğu,
Bu tespitler neticesinde değerlendirilmesi gereken husus, ortalama bir tüketicinin, taraf markaları ile aynı anda ya da farklı zamanlarda karşı karşıya kaldığı bir durumda, işaretler arasında ilişkilendirme ihtimali dahil herhangi bir yanılgı yaşayıp yaşamayacağıdır.
Dava konusu marka yukarıda da belirtildiği üzere “…” şeklindeyken davacı markası ise “…” logosundan oluşmaktadır. Taraf markaları arasında figüratif unsurlar açısından hiçbir benzerlik veyahut yakınlaşma bulunmamaktadır. Bununla birlikte markalarda esas unsur olarak yer alan sözcük unsurları olan “…” ve “…” ibarelerinin her ikisinin de altı harften oluşurken “P-R-O-S-S” harflerinin her iki kelimede de birebir aynı dizilimi taşıdığı, kelimeler arasındaki tek farkın beşinci sırada yer alan “E-U” harflerinden ibaret olduğu,
Bununla birlikte “…” ibaresi ibaresinin “profesyonel” kelimesinin kısaltması olarak ticaret hayatında yaygın kullanımı bulunduğu, bu ibareyi bir ön ses olarak içerir şekilde marka yaratımının genel ve tercih edilen bir marka oluşturma biçimi olduğu, bu haliyle “…” ibaresinin herhangi bir sözcüğün önüne yerleştirilmiş olunmasının anılan markaya somut bir ayırt edicilik katan bir unsur olmayacağı gibi salt bu unsurun varlığının tüketiciler nezdinde iltibasa neden olacak sonuçlar da meydana getirmeyeceği, bu haliyle dava konusu markanın “…” şeklinde algılanacak olması karşılığında davacı markasının “…-SUS” şeklinde algılanacağı, bu haliyle işaretler arasında harf dizilimsel açıdan oluşan bir sesçil ve yine harf ortaklığından kaynaklı sözcük bazlı görsel benzerlik mevcut ise de bu sesçil ve görsel benzerliğe yol açan unsurların diğer tüm unsurlar ile birlikte oluşturduğu bütünsel algıda, taraf markalarının birbirleri ile karıştırılabilecek düzeyde bir benzerlik meydana getirmedikleri, kavramsal olarak da taraf markaları arasında doğrudan bir ilişki kurulması mümkün değildir. Zira dava konusu marka somut bir anlam taşımaktayken, davacı yanın gerekçe markasının bu şekilde somut bir anlamı bulunmadığı,
Bu haliyle taraf markaları bir bütün olarak karşılaştırıldıklarında görsel, işitsel ve kavramsal unsurların hiçbiri açısından, tüketicinin, işaretler arasında yanılgı yaşayabileceği mahiyette güçlü bir benzer algı ediniminin mümkün olmadığı, nitekim taraf markalarının ilgili tüketici kitlesi dikkatli özenli ve seçici kimselerden oluştuğu gözetildiğinde ilgili tüketici grubunun her iki tarafa ait markalar altında sunulan hizmetleri/malları karıştırmak suretiyle satın alma yahut bu hizmetler/mallardan yararlanma biçiminde bir yanılgıya düşme ihtimallerinin bulunmayacağı, aksinin hayatın olağan akışına ve normal hayat tecrübelerine de aykırı olacağı, esasen gerçekçi bir yaklaşım da olmayacağı, zira bu iki işareti karıştıracak olan kişilerin ortalama tüketici olarak nazara alınmasının olanaksız olduğu, gerek bütünsel ve gerekse içerisinde bulunan unsurlar itibariyle başvuru konusu işaretin davacı markalarını sunan işletmeyle idarî ve ekonomik anlamda bağlantılı bir işletme tarafından piyasaya sunulduğu biçimde bir algılama oluşturmasının mümkün olmadığı,
Dolayısıyla işaretler arasında yalnızca ortak harflerin kullanılmış olunması, bu durumun bütünsel algıda oluşan farklılığa üstün tutulması sonucunu doğurmayacağı ve karşılaştırılan işaretlerin tüketiciler tarafından birbirinden bağımsız iki ayrı marka olarak algılanacakları, tüketicinin dava konusu gibi bir marka ile karşılaştığında önceki tarihli davacı markası ile anılan markanın farklı iki marka olduğunu derhal algılayabileceği ve işaretler arasında doğrudan bir yanılgı yaşamayacağı, “…+ses+tim” ve “…+sus” ibarelerinden oluşan markaları, görsel unsurları ile algılayacak oluşları karşısında işaretleri birbirleri ile karıştırmayacakları, kaldı ki taraf markalarının bütünsel algısında son sesler (ses-sus) seslerinin de yine işaretlerin yeterli düzeyde uzaklaşmalarını sağladığı,
Sonuç olarak her ne kadar taraf markaları arasında 42. Sınıf hizmetler açısından ayniyet düzeyinde bir ilişki mevcut ise de gerek ilgili hizmetlerin nihai yararlanıcısı konumundaki tüketici kitlesi gerekse de taraf markalarını oluşturan işaretlerin bütünsel algıları itibariyle birbirlerinden görsel, işitsel ve kavramsal olarak farklılaşmış oluşları gözetildiğinde tüketicinin her iki taraf markası arasında doğrudan bir bağlantı kurması beklenemeyeceği gibi markaları birbirlerinin serisi/devamı olarak da algılamayacakları, ilgili tüketicilerin her iki tarafa ait markalar altında sunulan hizmetleri/malları karıştırmak suretiyle satın alma yahut bu hizmetler/mallardan yararlanma biçiminde bir yanılgıya düşme ihtimallerinin bulunmayacağı, gerek bütünsel ve gerekse içerisinde bulunan unsurlar itibariyle başvuru konusu işaretin davacı markalarını sunan işletmeyle idarî ve ekonomik anlamda bağlantılı bir işletme tarafından piyasaya sunulduğu biçimde bir algılama oluşturmasının mümkün olmadığı, işaretler arasında ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma ihtimalinin mevcut olmadığı,
DAVALININ, DAVA KONUSU BAŞVURU AÇISINDAN SERİ MARKA İDDİASI / MÜKTESEP HAK İDDİASI :
Yargıtay kararlarında kazanılmış hak sağlayan önceki markaların belirlenmesi yönünden bazı ölçütler getirilmiş ve getirilen bu kriterler güncel kararlarda da geçerliliğini korumuştur. Buna göre;
• Öncelikle kazanılmış hak sağlayan markanın tescilli olması, bir başka deyişle kullanım ve tescilinin taraflar arasında artık çekişme konusu olmaktan çıkmış olması, kabullenilmesi gerekir. (Bkz aynı doğrultuda Yargıtay … Hukuk Dairesi 2016/9248 E., 2018/2132 K.)
• İkinci olarak bu markaya dayalı olarak yapılan sonraki başvuruda kazanılmış hak sağlayan markanın asli unsuru muhafaza edilerek, işletme ile bağlantısı ve tüketici nezdinde yarattığı izlenim korunmak suretiyle oluşturulması gerekmektedir. Zira önceki markanın asli unsuru dahi değişmiş ise bu artık yeni bir marka başvurusu olacağından önceki markanın zaman içindeki değişikliklere uyarlanması için yapılmış bir başvuru olduğu kabul edilemez.( Bkz aynı doğrultuda Yargıtay …. Hukuk Dairesi 2016/11384 E., 2018/3260 K)
• Son olarak sonraki başvurunun, önceki markanın kapsadığı mal/hizmet ile aynı veya aynı tür emtiaları içermesi, kapsamını genişletme yoluna gitmemesi zorunludur.
Görüleceği üzere müktesep hak iddiasının temel sebebi markanın taraflar arasında çekişme konusu olmaktan çıktığının kabul edilmiş olunmasıdır. Çekişme konusu olmaktan çıkmanın temel şartı ise önceki markanın tescili üzerinden asgari beş yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olmasıdır. Bununla birlikte Yüksek Mahkemenin güncel içtihatlarında müktesep hakkın varlığı için, önceki dayanak markanın fiili kullanımının varlığının da aranılması gerektiğini istikrarlı bir şekilde vurgulamakta olduğu,
Davacı yanın müktesep hak iddiasına dayanak yaptığı markasının esas unsuru ile işbu dava konusu markanın esas unsuru ve hatta markanın genel mizanpajı dahi neredeyse aynı olmakla birlikte anılan marka kapsamında 01, 17 ve 35. Sınıf mal ve hizmetlerin yer aldığı, halbuki dava konusu marka kapsamında davaya konu edilen hizmet grubunun 42. Sınıf ait olduğu, bu nedenle sair hususlardan bağımsız olarak davalı yanın dava konusu başvuru açısından anılan markaya dayalı bir müktesep hakkının mevcut olamayacağı,
DAVACININ ÖNCEKİ KULLANIMA BAĞLI ÖNCELİK HAKKI BULUNDUĞU İDDİALARI :
Başvuru tarihinden veya varsa rüçhan tarihinden önce tescilsiz bir marka veya ticaret sırasında kullanılan bir başka işaret için hak elde edilmişse, bu işaret sahibinin itirazı üzerine, marka başvurusu reddedilmekte veya tescil edilmiş ise hükümsüz kılınabilmektedir.
Burada söz konusu olan; tescil edilmeden kullanılan bir marka veya ticarette kullanılan ayırt edici nitelikteki herhangi bir işarettir. Dolayısıyla bu kullanıma dayalı üstün bir hakkın varlığı, işaretin ticaret sırasında kullanılmış olmasına bağlıdır. Ticaret sırasında kullanma, marka hukukuna özgü kullanma suretiyle gerçekleşir.
Tescilsiz bir işaretin korunmasını sağlayan ve nispi ret nedenine konu teşkil eden durum, işaretin itiraz eden tarafından daha önceki bir tarihten beri kullanılmakta olması ve bu kullanım neticesinde işaret ile kaynağı arasında nispeten bir aidiyet kazandırılmış olmasıdır. Yani, bir markanın tescil başvurusundan önce, bu işaret bir başkası tarafından oluşturulmuş ve kullanma neticesi ayırt edici nitelik kazandırılmışsa, bu hakka dayanarak sonraki tescil engellenebilir.
Bu nedenle tescilsiz kullanım ile kast edilen husus, öncelik hakkının işareti ilk defa alelade bir şekilde kullanan kişiye ait olması demek değildir. Başka bir ifadeyle mevzuat anlamında aranan ayırt edicilik, markasal etki doğurmayan veya oldukça sınırlı bir kitle için doğuran kullanımlar değil, tescilsiz işaretin ticari alanda kullanılması suretiyle, ilgili piyasada en azından belli bir oranda bilinir hale gelmesi ve o işareti ihdas edenle birlikte tanınır olması biçiminde anlaşılmalıdır. Ancak buradaki bilinir/maruf olma durumu ile tanınmışlık olgusu karıştırılmamalıdır. İlk kullanma suretiyle marka hakkının doğumunu sağlayan ve bu nedenle markasal etki doğuracak şekilde bir bilinirlik, markanın üzerine konulduğu emtianın hitap ettiği alıcı kitlesi tarafından tanınmaya başlamış olması, belirli bir yer, bölge veya piyasada bilinmesi biçiminde anlaşılmalıdır. Bir diğer ifadeyle, tescilsiz işaretin belirli bir çevre veya piyasa ile sınırlı bir bilinirlik düzeyine erişmesi, maddenin sağladığı korumadan istifade için yeterli olduğu,
Bunun yanı sıra bu kapsamda sağlanacak koruma sadece tanıtımın yapıldığı mal veya hizmetler ve bu mal veya hizmetlerle yüksek düzeyde benzerlik gösteren mal veya hizmetler ile sınırlı olacaktır. Aksi halde, yani başka mal ve hizmetler yönünden de üstün hak sağlanması halinde, marka tescilinin bir anlam ve önemi kalmayacak, bir nevi tescilsiz bir işarete çok tanınmış bir marka statüsü sağlanması söz konusu olacaktır.
Bununla birlikte tescilsiz kullanımın son derece sınırlı olduğu veyahut kullanımların somut deliller ile ortaya konulamadığı hallerde önceye dayalı hak sahipliğinin ispatlanamamış olduğu yorumunda bulunulması gerekecektir. Başka bir ifadeyle markanın münferit kullanımları ile marka tescil kapsamı dışında kalan mal ve hizmetler yönünden kullanımlar önceye dayalı hak sahipliğinin ispatı açısından yeterli görülmeyebileceği,
Somut olayda davacı yanın, dava konusu markanın başvuru tarihinden önceki tarihli markasal kullanımlarına yönelik davacı yanın beyana dayalı iddiaları dışında herhangi bir somut delilin mevcut olmadığı, işlem dosyasına sunulan delillerin sair markalarının kullanımına yönelik oldukça sınırlı sayıda delil olduğu, hal böyleyken davacı yanın dava konusu ibare üzerinde fiili kullanıma dayalı üstün bir hakkının mevcut olmadığı,
KÖTÜNİYET İDDİALARI:
Türk hukukunda kötü niyet; “bilerek ve haksız bir avantaj kazanmak veya başkalarına zarar vermek amacıyla genel olarak kabul edilmiş ahlaki davranışların ve dürüst ticaret ilkelerinin dışında davranmak” olarak tanımlanmıştır. Buna göre bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumamaktadır.
Nitekim sınai mülkiyet haklarına özgü yürürlükte düzenleme uyarınca da kötüniyetle yapılan marka başvuruları da itiraz üzerine reddedilebileceği gibi tescilli bir markanın da kötüniyetli tescil iddiasına dayalı hükümsüzlüğü talep olunabilecektir.
Buna göre bir marka başvurusunun kötü niyetli bir başvuru olarak değerlendirebilmesi için, başvuru anında, markanın amacı ve temel işlevi dışında bir amaçla kullanılmak istenildiğinin ispatlanması gerekmektedir. Dolayısıyla kötü niyetin kabulü için, marka için başvuruda bulunan kişi, markanın temel işlevleri olan ürünün işletmeye aidiyetini sağlama ve diğer ürünler karşısında ayırt edicilik sağlama fonksiyonu dışında bir amaçla veya marka üzerindeki gerçek hak sahibinin markadan yararlanmasını engellemek veya markanın ün ve şöhretinden yararlanmak suretiyle haksız çıkar edinme gibi bir amaçla hareket etmelidir.
Davacı vekilince, davalının marka tescil başvurusunda kötü niyetli olduğuna yönelik öne sürdüğü iddiaları destekler hususların temelini taraf markaları arasındaki benzerlik iddiası oluşturmakta ise de tek başına benzerlik iddiasının kötü niyete karine teşkil etmeyeceği,
• Dava konusu 2019/125194 sayılı marka başvurusu kapsamında dava konusu edilen 42. Sınıftaki hizmetler açısından taraf markalarının birebir aynı hizmetleri kapsadıkları, bununla birlikte taraf markaları arasında görsel, işitsel ve kavramsal unsurların yarattıkları bütünsel algı itibariyle, ilgili tüketici kitlesi nezdinde, işaretler arasında karıştırılma ihtimaline yol açacak bir benzerliğin mevcut olmadığı, davalının 2006/61527 sayılı markasına dayalı müktesep bir hakkının mevcut olmadığı, anılan markanın tescil kapsamı ile dava konusu markanın tescil kapsamının aynı olmadığı, davacının dava konusu ibare üzerine fiili kullanıma dayalı üstün bir hakkının mevcut olmadığı ve davalı şirketin yargılama konusu marka bakımından marka başvurusunda bulunmasının kötü niyet olarak değerlendirilemeyeceği, sonuçlarına ulaşılmış aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M :
Davanın Reddine,
Alınması gereken 80,70.-TL harçtan, peşin alınan 59,30.-TL’nin mahsubu ile eksik kalan 21,40.-TL maktu ilâm harcının davacıdan alınarak hazineye irad kaydına,
Davalılar kendilerini vekil ile temsil ettirdiklerinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesap edilen takdiren 7.375,00.-TL maktu ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
Davacının yapmış olduğu giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,
Davalı Türk Patent’in yapmış olduğu bir gider olmadığından bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına,
Davalı şirketin yapmış olduğu bir gider olmadığından bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına,
Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen davacıya iadesine (HMK m.333),
Dair, davacı ve davalı Türk Patent ile diğer davalı şirket vekillerinin yüzlerine karşı, tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi’nde İstinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı.14.04.2022
Katip …
✍e-imzalıdır

Hakim …
✍e-imzalıdır