Emsal Mahkeme Kararı Ankara 13. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/220 E. 2022/24 K. 20.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
T.C.
ANKARA
13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2021/220 Esas
KARAR NO : 2022/24

DAVA : Alacak (Ticari İşletmenin Satılması Veya Devrinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 12/04/2021
KARAR TARİHİ : 18/01/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 18/02/2022
Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Ticari İşletmenin Satılması Veya Devrinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; tarafları … ile davalılar …, …, …, … olan “ortaklık ön anlaşması” başlıklı sözleşme kapsamında davacı şirketin kurulduğunu, ne var ki davalıların, anılan sözleşmenin “şirket hisselerinin devri” başlıklı kısmında yer alan şirket ortaklarının 10 yıllık süreçte ortaklıktan ayrılamayacağı hükmüne rağmen şirket hisselerini bu süre dolmadan devrettiklerini, sözleşmenin “yeni işletmenin hukuki yapısı ve usul” başlıklı hükmünde sermaye miktarının 50 kilogram has altın olarak kararlaştırıldığını, “şirket hisselerinin devri” başlıklı hükmünde sermaye paylarının %15’lik oranını cezai şart olarak şirkete bırakacaklarını kabul ettiklerini, davalıların bu cezai şart oranını da 36 eşit taksitte ödeyeceklerini sözleşme hükmü ile de taahhüt etmelerine rağmen bugüne kadar tüm şifahi uyarılara ve ihtarlara rağmen cezai şart karşılığı olan 7.500 gr has altının müvekkiline ödemediğini belirterek her bir davalı için 10.000 olmak üzere 40.000 karşılığı has altının aynen ödenmesini talep ve dava ettiği görülmüştür.
CEVAP : Davalı … vekilinin cevap dilekçesinde özetle; şirket defter ve kayıtları incelendiğinde davacının ortaklıktan ayrılma sürecinde herhangibir alacağının veya cezai şart talebinin olmadığı gibi böyle bir alacağın bulunmadığını, kabul anlamına gelmemekle beraber bahsi geçen ön protokolün geçerli olduğu düşünülse bile şirket genel kurulunda dahi ortaklıktan ayrılma sonrasında herhangibir cezai şart yada alacak kaydının genel kurul tutanaklarında da yer almadığını, ayrılan ortakların hiçbir borç altına girmeksizin ortaklıktan ayrıldıklarını, kalan ortağın da ihtirazı kayıt sunmadığını, ortaklar arasında bu hususta fikir birliği olduğunu belirterek davanın reddini talep ettiği görülmüştür.
Davalılar …, … ve … vekilinin cevap dilekçesinde özetle; müvekkillerinin paylarının diğer kurucu ortaklardan yönetim kurulu üyesi tarafından herhangibir ihtirazı kayıt sunulmaksızın devralındığını, şirketin tek kişlilik ortaklık halinde geldiğini, 2017-2018-2019 genel kurullarında yönetim kurulu üyelerinin ibra edildiğini, ibra edilen dönem kayıtlarının da davacı iddiaları ile örtüşmediğini, davacı şirket kayıtlarında cezai şarta dair bir kayıt bulunmadığını, dava dilekçesinde delil olarak gösterilen ancak dilekçe ekinde sunulmayan, akabinde HMK 318 ve HMK 139 maddeleri gereğince gönderilen tebligata karşın dahi davacı şirket tarafından sunulmayan belgelerin yargılama sürecinde dikkate alınmaması gerektiğini, davacı şirketin cezai şart olarak temellendirdiği iddiaya ilişkin bir delil sunmadığını belirterek davanın reddini talep ettiği görülmüştür.
GEREKÇE: Dava; paysahipleri sözleşmesine dayalı cezai şart isteminden ibarettir.
Mahkememizde görülen davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 316. vd. maddeleri gereğince basit yargılama usulüne tabi olduğu hususunda bir duraksama bulunmamaktadır. Basit yargılama usulüne ilişkin “Delillerin İkamesi” başlıklı HMK’nın 318. maddesinde; “taraflar dilekçeleriyle birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın hangi delili olduğunu da belirterek bildirmek ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır” denilmiş, uygulanacak hükümler başlıklı aynı kanunun 322/1. fıkrasında da; “bu kanun ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hallerde yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır” denilmektedir. Görüldüğü gibi, basit yargılama usulüne ilişkin söz konusu kanunun 318. maddesinde, deliller için özel hüküm bulunduğuna göre, yazılı yargılama usulüne bir bakıma bu olaya özgü olmak üzere gitme olanağı görülmemektedir (Emsal: Yargıtay HGK, 22.03.2017 tarihli, 2015/8-881 E., 2017/518 K. sayılı ilamı). Bir diğer anlatımla yazılı yargılama usulünün aksine, basit yargılama usulünde taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için ayrıca süre verilmesi öngörülmemiştir. Bu sebeple tarafların söz konusu gereği yerine getirmemiş (dayandıkları belgeleri dilekçelerine eklememiş yahut başka yerden getirilecekler hakkında gerekli bilgiyi vermemiş) olmaları haline, o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklardır (Atalı, Pekcanıtez Usul, s. 2099). Özetle; bu hükümlere uygun olarak taraflarca sunulmayan ya da isteneceği yerler bildirilmeyen deliller ön inceleme duruşmasında dahi bildirilemeyecek, bu konuda süre verilemeyecektir (Zeki Gözütok / Adem Albayrak, Medeni Usul El Kitabı, Adalet Yayınevi, Ankara 2021, s. 676).
Usulî kazanılmış hak kurumu; davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Örneğin hâkimin bir tarafa kesin süre vermesi ile karşı taraf lehine kazanılmış hak doğar. Nitekim HGK’nın 23.10.1981 tarihli ve 1981/15-2296 E.-1981/687 K. sayılı kararında “….mesalâ; bir Yargıtay bozma ilamına uyulmasına, ispat yükü kendisine düşen, takdiri delil iddiasını gerçeğe yakın bir şekilde ispat etmiş ve fakat hâkime bir kanaat vermemiş olan tarafa Usulün 365. maddesi hükmünce hâkim tarafından resen and yöneltilmesine; taraflardan birine kesin süre verilmesine (Usul 164) ilişkin ara kararları bu nitelikte olup bunlardan dönme (rücu) caiz değildir. Çünkü, usule ait kazanılmış hak müessesi, Usul Yasasının dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. (9/5/1960 gün 21 E., 9 K. ve 4.2.1959 gün, 13 E. 5 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları gerekçelerinden)….” denilmek sureti ile ara kararı ile oluşan kazanılmış hak çeşitlerinden bahsedilmiştir (Emsal: Yargıtay HGK., 30/09/2021 tarih ve 2017-9-3094/1118 sayılı ilamı). Benzer şekilde, örneğin HMK’nın 281/I. fıkrasında belirtilen bilirkişi raporuna itiraz süresinin de hak düşürücü süre olduğu, hak düşürücü süre içinde rapora itiraz edilmezse diğer taraf için usuli kazanılmış hak doğacağı kabul edilmektedir (Emsal: Yargıtay 22. HD., 28/03/2018 tarih ve 2015-2018/8095 sayılı ilamı).
Tüm bu açıklanan ilkeler ışığında somut olaya gelince; davacı vekili tarafından dava dilekçesinde davanın dava dışı … ile davalılar arasında imzalandığı iddia olunan şirket kurulumuna dair ve davalıların davacı şirkette sahip oldukları hisseleri 10 yıl boyunca devretmeyeceklerine ilişkin taahhütlerini ihlal etmeleri halinde 7.500 gr has altının şirkete ödeneceğine dair cezai şart içeren ve ek olarak belirtilen bir sözleşmeye dayandırıldığı anlaşılmakta ise de davacı vekili tarafından dava dilekçesinde bu sözleşme sunulmadığı gibi mahkememizce ön inceleme duruşmasına davet aşamasında yapılan ihtar sonrasında dahi sunulmadığı anlaşılmıştır. Davalılar tarafından ise davacı tarafından dayanılan sözleşme kabul edilmemektedir. Mevcut hukuki durum karşısında davacı tarafından davanın dayandırıldığı sözleşmenin süresinde usulüne uygun olarak dosyaya sunulmaması ile o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağından davalılar yönünden usuli kazanılmış hak doğmuş olup davacıya anılan sözleşmenin sunulması bakımından ön inceleme duruşmasında yeniden süre verilmesinin mümkün olmadığı, mevcut dosya kapsamına göre ise davacı tarafından davanın ispatlanamadığı sonuç ve kanaatine varılmakla son tahlilde davanın reddi ile aşağıdaki şekilde hüküm kurulması uygun bulunmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Alınması gereken 80,70 TL harcın peşin alınan 683,10 TL harçtan mahsubu ile 602,4‬ TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3-6325 sayılı yasanın 18/A maddesi gereği Adalet Bakanlığı tarafından karşılanan ve yargılama giderinden sayılan Arabuluculuk Ücret Tarifesinde belirtilen arabuluculuk ücreti karşılığı olan 1.320,00 TL arabulucu ücretinin davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
5-Davalılar kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihindeki AAÜT md. 3/II. ve 13/I. gereğince 6.000,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
6-Sarfedilmeyen gider avansının karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine,
Dair tarafların yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren yasal 2 haftalık sürede mahkememize müracaat ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf başvuru yolu açık olmak üzere verilen karar açıkca okunup usulen anlatıldı. 18/01/2022

Katip …
¸

Hakim …
¸