Emsal Mahkeme Kararı Ankara 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2015/234 E. 2021/42 K. 25.02.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ANKARA 1. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Karar
T.C.
ANKARA
1. FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

TÜRK MİLLETİ ADINA
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2015/234
KARAR NO : 2021/42
DAVA : Marka Hakkına Tecavüz, Haksız Rekabet
DAVA TARİHİ : 25/06/2015
KARAR TARİHİ : 25/02/2021

Davanın öncelikle … 3 Asliye Hukuk Mahkemesinde açıldığı, daha sonra yapılan yargılama sonunda dosyanın görevli Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi olduğu gerekçesi ile yetkisizlik kararı verilerek mahkememize gönderilmesine karar verildiği, vekilen kararın davacı vekili tarafından temyiz edildiği ve Yargıtay 11 Hukuk Dairesi’nin 02/04/2013 tarih 2013/4377 esas 2013/6611 karar sayılı ilamı ile onandığı, dosyanın 14/06/2013 tarihli tevzi formu ile mahkememize gönderildiği, 21/04/2015 tarihli celsede hükümsüzlük yönünden dosyanın tefrikine karar verilmiş olduğu görülmüştür.
DAVA:
Davacı vekili dava dilekçesiyle; müvekkili gerçek kişi davacıların,174101 sayılı “… Kebap”, 174102 sayılı “… … Kebabı”, 174103 sayılı “… … Kebabı”, 174104 sayılı “…” (Tanınmış Marka), 174105 sayılı “… Kebapçısı”, 174032 sayılı “… … …”, 174162 sayılı “… …” (Tanınmış Marka), 174163 sayılı “… … Kebapçısı” ibareli markaların müşterek maliki olduğunu, Müvekkili tüzel kişi şirketin ise; “…” ibaresini ticaret ünvanının vurgulayıcı unsuru olarak tescil edilmiş biçimde kullanmakta olduğunu, müvekkillerine ait “… …/… Kebapçısı” esas unsurlu markalar her ne kadar, 556 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği 1995 yılı sonrasında hukuken “hizmet” markalarının tescil ile korunma olanağı yaratılmasından sonra şekli/tescilli koruma altına alınmış ise de; “…” ibaresinin ilk defa 1867 yılında gerçek kişi müvekkillerinin üst soyu olan … Efendi tarafından tanıtma işareti olarak işletme adında kullanıldığını, fiilen ihdas ve istimal edilerek “pideli döner kebap” emtiası ve “lokanta-kebapçılık hizmetleri” için tescilsiz marka olarak sembolleştiğini, markasal kullanıma konu olan ibarenin maruf ve meşhur hale getirildiğini, bu nedenle; tescilsiz markanın önceleri haksız rekabete ilişkin genel hükümlere göre, sonrasında Alameti Farika Nizamnamesi’ne göre, daha sonra 551 sayılı Markalar Kanunu’na göre özel hukuki himaye gördüğünü, başka bir anlatımla; 556 sayılı KHK’nın yürürlüğe girmesinden önce marka hakkının tescilsiz olarak iktisap edilmiş olduğunu, Müvekkillerinin “… …/… Kebapçısı” esas unsurlu ve türevli markalarının 1867 tarihinden beri, önceleri işletme adı ve ticaret ünvanı, sonradan marka olarak kullanılmaları nedeniyle tanınmış olduğunun, delilleri arasında sundukları yargı kararları ile de sübut bulduğunu, 12.11.2005 tarihli TPE Resmi Marka Bülteni’nde “… …/… Kebapçısı” markalarının Tanınmış Marka olarak bir kez daha teyit ve ilan edildiğini, keza … 1. ATM’nin 1999/181 E. ve 2000/697 E. sayılı kesinleşmiş mahkeme dosyaları ile tanınmışlığın açıkça tespit edilmiş olduğunu, diğer yandan; “…”, “… …” ve “… … …” markalarının Paris Sözleşmesinin Birinci Mükerrer 6 ve TRIPS Sözleşmesinin 16/3 mad. Gereği Tanınmış Markalar olduğu yönündeki yerel mahkeme kararlarının Yargıtay 11 … içtihatları ile onandığını, davacı gerçek kişilerin miras bırakanı olan … tarafından 18.05.1967 tarihinden beri -herkesten önce- “… …” ibaresinin hem ticaret ünvanı hem işletme adı olarak, sunulan hizmetlerde kullanıldığını, İnternet sitesinden 1995 yılında limited şirket olarak kurulduğu anlaşılan davalı şirketin, 556 sayılı KHK ile hizmet markalarına tescil olanağı sağlanmasını el çabukluğu ile kullanarak 1996/000386 başvuru nolu 171963 tescil nolu “… … Restaurant” ibareli markayı, daha sonra 2007/49954 tescil nolu “… 1995 … Şekil” ibareli markayı kendi adına tescil ettirdiğini, müvekillerinin ve atalarının yaşadığı ve “…” markalarının doğduğu …’da davalının müvekkilleri ile aynı AVM’de (… Carrefour AVM’de) faaliyete geçerek, Haksız Rekabet oluşturacak biçimde ticari rekabete girmesi ile müvekkillerinin davalı şirketin bu kötü niyetli tescil ve kullanımlarından haberdar olduğunu,davalı şirketin TTK 18/2 maddesinde anlamında basiretli bir tacir gibi davranmayarak; müvekkillerinin ataları tarafından meşhur ve maruf hale getirilmiş “…” esas unsurunu içeren markaları kötüniyetle kendi adına tescil ettirdiğini, müvekkillerinin markalarının Tanınmış Marka olması nedeniyle kötü niyetli olduğunu, 556 sayılı KHK’nın 42/1 maddesinde kötüniyet bulunması halinde hükümsüzlük davasının süreye tabi olmadığının açıkça belirtildiğini, her ne kadar kötüniyetli tescil KHK’da bir hükümsüzlük sebebi olarak sayılmasa da YHGK’nın 16.07.2008 tarih ve 2008/11-501 E. 2008/507 K. sayılı içtihadında belirtildiği üzere; genel hüküm ve prensip niteliğindeki MK m. 2 uyarınca kötü niyetin korunması mümkün olamayacağından bu sebeple hükümsüzlük kararı verilebileceğini, müvekkilleri gerçek kişilerin ve kurdukları şirketin hizmet sektöründe restoran işletmeciliği yapmaktayken ve tüm tüketici kesimince bilinirken, aynı sektörde hizmet vermeye kalkan ve “…” ibaresi ile geçmişten gelen (isim-soyad-işletme adı-ticaret ünvanı gibi) bir bağı olmayan davalı şirketin dava konusu markaları kötü niyetle tescil ettirdiğinin açık ve kesin olduğunu, Davalı şirket dava konusu markaları tescil ettirirken 556 sayılı KHK m. 42/1-a gereği tescillerde kötüniyetli olduğundan, 556 sayılı KHK m.9/b gereği marka hakkını kötüye kullandığından, 556 sayılı KHK m. 42/1-e gereği davalı markaları tescil edildiği mal ve hizmetlerin niteliği, kalitesi, üretim yeri ve coğrafi kaynağı konusunda halkta yanlış anlamaya sebebiyet verdiğinden, 1996/000386 başvuru numaralı 18.06.1997 tescil tarihli 171963 tescil numaralı “… … Restaurant” ibareli, 27.02.2009 tescil tarihli 2007/49954 tescil numaralı “… 1995 … şekil” ibareli markaların hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine, Davalının marka hakkını kötüye kullanarak ve aynı zamanda müvekkillerinin ticaret ünvanına tecavüz suretiyle oluşturduğu haksız rekabet eyleminin tespitine, tecavüzün men’ine ve eski durumun iadesine, Davalının marka hakkını kötüye kullanması nedeniyle ve bu yolla müvekkillerinin ticaret ünvanına ve markalarına tecavüzü nedeniyle, davalının … dahil iş yerlerinin ön cephesinde yer alan “…” ibaresini şimdilik usulüne uygun olarak (marka tesciline uygun olarak) kullanmasının temin edilmesi cümlesinden olarak; tabelalarının indirilmesinin sağlanması için ihtiyati tedbir kararı verilmesini, Gereğinde haksız rekabetin ve ticaret ünvanına tecavüz sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, “…” ibaresini taşıyan davalı araçlarının ve ilgili mallarının imhasına, Gideri davalıya yületilmek üzere mahkeme kararının Türkiye genelinde tirajı en yüksek 3 gazeteden birinde bir defa ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalı vekili cevap dilekçesiyle, 5 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açıldığını, marka hükümsüzlüğü davalarıyla ilgili olarak 556 sayılı KHK’nın 42. maddesinde tanınmış markalar için düzenlenmiş bulunan 5 yıllık hak düşürücü sürenin, doktrin ve uygulamada tanınmış olmayan markalar yönünden de aynen kabul edildiğini, anılan düzenlemede markanın tescilinde kötüniyet varsa iptal davasının süreye bağlı olmadığının belirtildiğini, müvekkilinin asla kötüniyetli kabul edilemeyeceğini, dava konusu markalarından 1996/00386 başvuru numaralı markanın başvuru tarihinin 10.01.1996, tescil tarihinin ise 18.06.1997 olduğunu, gerek başvuru gerekse tescil tarihinden itibaren 5 yıllık hak düşürücü sürenin fazlasıyla geçtiğini, hal böyle olunca; anılan marka ile ilgili olarak açılan hükümsüzlük davasının salt bu nedenle reddine karar verilmesi gerektiğini, Müvekkili davalı şirketin tanınmış, güvenilir ve saygın bir ticari teşebbüs olduğunu, Yargıtay 11. …’nin seri markalarla ilgili içtihatlarında net bir şekilde ortaya koyduğu esaslara göre, müvekkilinin 2007/49954 sayılı markasının 1996/00386 sayılı markasının serisi niteliğinde olduğunu, 1996/00386 sayılı markanın esaslı unsurlarının “özgün şekil, … harf grubu ve … ibaresi” olduğunu, başvuru tarihi olan 10.01.1996 tarihinden bu yana gerçekleşen eylemli kullanım sonucunda markanın müvekkili … Restaurant … A.Ş. yönünden ayırt edici nitelik kazandığını, markayla müvekkili şirket arasında belirgin bir matufiyet ve marufiyet ilişkisi kurulduğunu, söz konusu markadaki esas unsurların 2007 49954 sayılı markada da aynen mevcut olduğunu, her iki markanın aynı sınıftaki ürünler/hizmetler yönünden kullanıldığını, 2007/49954 sayılı marka 1996/00386 sayılı markanın serisi olduğundan; 1996/00386 sayılı markaya ilişkin savunma argümanlarının 2007/49954 sayılı marka için de aynen geçerli olduğunu, Davacı gerçek kişilere ait 1996/174101, 174102, 174103, 174104, 174105, 174032, 174162 ve 174163 sayılı markaların tescil başvuru tarihinin 26.12.1996 olduğunu, müvekkilinin ilk marka başvuru tarihi olan 10.01.1996 tarihi itibariyle henüz tescil ettirilmemiş olduklarından söz konusu markaların eldeki hükümsüzlük davasına bir etkisinin olmayacağını, yine bu markalardan 1996/174104 ve 1996/174162 sayılı markaların tanınmışlığı nedeniyle hükümsüzlük talep edilmiş ise de; dava konusu markaların tescil başvuru tarihlerinde tescilli dahi olmayan bu markaların tanınmışlığı iddiasının dinlenemeyeceğini, müvekkilinin taraf olmadığı davalarda verilmiş olan tanınmışlık kararlarının müvekkili yönünden bağlayıcı olmayacağını, dava konusu 1996/00386 ve 2007/49954 sayılı markalarla davacılara ait markalar arasında 556 sayılı KHK’nın 8/1-a maddesi anlamında aynılık derecesinde bir benzerlik bulunmadığını, müvekkili markasındaki “… + özgün logo + restaurant” şekil ve sözcüklerinin davacılara ait markalarda bulunmadığını, belirtilen şekil ve sözcüklerin markaları farklı kıldığını, bu sebeple 556 sayılı KHK’nın 8/1-a maddesi delaletiyle 42. maddesine dayalı hükümsüzlük isteminin yerinde olmadığını, Yine davacılara ait markalar ile müvekkili markaları arasında 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi anlamında benzerlik ve iltibas tehlikesinin de bulunmadığını, markaların tek ortak yönlerinin “…” sözcüğü olduğunu, bu sözcük üzerinde markasal tekel kurulmasının ise doğru olmayacağını, “…” ibaresinin esasında kebapla ilgili jenerik bir sözcük olduğunu, hal böyle olunca; ayırt edici ilaveler yapılmak suretiyle kullanılabileceğini ve tescil ettirilebileceğini, nitekim; dava dışı “Meşhur … Ankara” isimli ticari teşebbüsün 27.07.1987 tarih ve 46355, 46356, 46357, 46358 sayılı, 5.9.1983 tarih ve 98409, 98410, 98411 sayılı “…” ve “büyük …” ibareli marka tescil istemlerinin anılan tarihlerde tescil otoritesi tarafından aynı gerekçelerle kabul edilmediğini, bununla birlikte böyle bir tescil yapılmış ise, açıklanan özellikleri nedeniyle ayırt edici gücünün zayıf olacağını, başkalarının ayırt edici ilaveler yapması durumunda tescil sahibinin bu kullanıma tahammül etmesi gerektiğini, Türkçe’de ve bu dilin konuşulduğu büyük bir dünya coğrafyasında erkek ismi veya soyismi olarak kullanılan bir isim olduğunu, bu anlamda davacılardan …’nun hem ön ismi hem de soy ismi olduğunu, 556 sayılı KHK’nın 5. maddesine göre kişi isimlerinin marka olarak tescil ettirilebileceğini, ancak aynı ismi taşıyan iki kişinin veya somut uyuşmazlık bağlamında bir kebap türü olan “…” ibaresinin marka olarak tescil ettirilmek istenmesi halinde, iltibas veya iltibas tehlikesinin önüne geçilmesi suretiyle her ikisine de izin verilmesi gerektiğinin doktrinde ve uygulamada ittifakla kabul edildiğini, Dava konusu markalar ile davacılara ait markalarda “…” sözcüğünün ortak unsur olduğunu ve davanın da bu sebeple açıldığını, ancak müvekkili davalının anılan kelimeyi, esaslı ve önemli ayırt edici unsurlarla birlikte tescil ettirdiğini, böylelikle ibarenin doğasından kaynaklanan zayıf ayırt edici niteliği önlemeye çalıştığını ve 17 yıl kullandığı markalarını güçlendirdiğini, bu anlamda; ticari teşebbüs sahiplerinden …’ın isim ve soy isminin baş harfleri olan “…” ibaresinin büyük harf ve puntolarla en başa yazıldığını, arkasından da 1995 yılından bu yana eylemli olarak kullanılan ve 1996, 2007 yılarında tescil ettirilen markaların esaslı unsuru olan özgün logosunun eklendiğini, dava konusu markaları gören potansiyel tüketicilerin ilk bakışta ve hiç duraksamadan ve bir başkasının hatırlatma yapmasına gerek kalmadan “…” ibaresini ve özgün logoyu göreceğini, arkasından da “…” unsurunu algılayacağını, başka bir anlatımla; potansiyel tüketicilerin “… ve özgün logolu” ticari teşebbüşe ait “… Kebabı” yapan bir işyerinde olduklarını tereddütsüz anlayacaklarını, davalı markalarının davacı markalarından tamamen farklı olduğunu ve markaların farklı teşebbüslere ait olduğunu fark edeceklerini, Tüm bunlardan ayrı olarak; müvekkili şirkete ait çekişmeli markaların tanınmış markalar olduğunu, en azından KHK’nın 7/son ve 42/son maddeleri anlamında, gerçekleştirilen eylemli kullanım sonucunda ayırt edici nitelik kazanmış markalar olduğunu, 17 yıllık bir kullanım sonucunda tanınmış hale gelen ve ayırt edici nitelik kazanan markaların, tescil başvuru tarihi itibariyle yürürlükte olan 556 sayılı KHK’nın 42/son maddesi uyarınca hükümsüz kılınmasının doğru olmayacağını, çekişmeli “ŞEKİL+… … RESTAURANT” ibareli markanın gerek tescil başvuru tarihinden önceki, gerekse başvuru tarihinden sonraki eylemli kullanım ve tanıtımı ile ilgili delillerinin 556 sayılı KHK’nın 7/son ve 42/son maddeleri anlamında kullanım yolu ile kazanılan ayırt edici niteliği kanıtladığını, aynı açıklamaların müvekkilinin seri markası için de geçerli olduğunu, her iki marka aleyhine açılan davanın salt bu nedenle reddi gerektiğini, Müvekkili ile aynı sektörde faaliyettte bulunan davacı yanın, müvekkili şirketin 10.01.1996 tarihinde yaptığı başvuru üzerine 171963 tescil numarası ile “restaurant hizmetlerinde” tescil ettirdiği ve 16 yıldır tescilli marka olarak kullandığı markasından ve 17 yıllık ticaret ünvanından haberdar olmamasının mümkün olmadığını, davacıların “…” ibaresini içeren markalarını TPE nezdinde müvekkilinin markalarından daha sonraki bir tarihte tescil ettirdiğini, huzurdaki dava açılana kadar bu marka hakkına dayalı herhangi bir talepte bulunmadığını, davacının, ticaret ünvanının 17 yıl, markasının 16 yıl süre ile aynı sektörde faaliyet gösteren başka bir tacir tarafından kullanıldığını bilmemesinin ve/veya bilip de uzun yıllar sessiz kaldıktan sonra dava açmasının basiretli bir tacire uygun bir davranış olmadığını, müvekkilinin uzun yıllar emek ve para harcayarak ticaret ünvanını ve işletmesini piyasada tanıttığını, korunmaya değer bir ekonomik değer haline getirdiğini, müvekkilinin herhangi bir kötü niyetinin de söz konusu olmadığını, davacının hiçbir haklı sebebi olmaksızın bu kadar süre sessiz kalmasının, doktrinde ve yerleşik içtihatlarda ısrarla belirtildiği üzere hakkın kaybına yol açacak nitelikte olduğunu, davacı yanın müvekkili şirket ile aynı alanda faaliyet gösterdiği ve müvekkili şirketin ulaşmış olduğu seviye dikkate alındığında, davacını basiretli bir tacir olarak müvekkili şirketin markasının varlığından haberdar olmamasının mümkün olmadığını, Müvekkili şirketin kötüniyetli olmadığını ve haksız rekabet de yaratmadığını, marka tescilinin yedekleme veya şantaja yönelik olmadığının açık ve tartışmasız olduğunu, asıl olanın iyiniyet olduğunu ve müvekkilinin iyiniyetli olduğunu kanıtlamak zorunda olmadığını, tescilin kötüniyetle yapıldığını iddia eden kişinin MK m. 6 hükmü uyarınca bunu ispatlaması gerektiğini, davacının kötüniyet iddiasının somut delillere dayanması gerekirken dava dosyasında müvekkilinin kötüniyetli olduğunu gösteren herhangi bir delil bulunmadığını, kaldı ki; sonradan oluşan iyiniyetin de yeterli olabileceğini, doktrine ve yargı kararlarına göre; davalı başlangıçta kötüniyetli olmasına rağmen haksız rekabete uğrayan kimse uzun süre sessiz kalarak davalı taraf için değerli bir ekonomik durumun oluşmasına yol açmışsa ve haksız rekabette bulunan kimse, karşı tarafın davranışından, haksız rekabete razı olduğu, böylece kendi eyleminin caiz olduğu sonucunu çıkarmakta haklı ise, “haksız rekabette sessiz kalma hak kaybına yol açar” ilkesinin uygulanması gerektiğini, ayrıca bu ilkenin hükme esas alınabilmesi için davalı tarafça ileri sürülmesinin gerekli olmadığını, bir def’i olmayıp, temeli MK m. 2 hükmüne dayandığı için hakim tarafından re’sen dikkate alınabileceğini, Hukuken var olan bir hakkın fiilen kullanılmasının engellenemeyeceğini, yüksek mahkemenin yerleşmiş içtihatlarında belirtildiği üzere, markanın tescilli olduğu sürece ve tescil edildiği şekilde kullanılması halinde marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil etmeyeceğini, Müvekkili markalarının coğrafi kaynak yönünden yanıltıcı olması nedeniyle 556 sayılı KHK’nın 42/e maddesi gereği hükümsüzlüğüne karar verilmesi talep edilmiş ise de; dava konusu markaların 556 sayılı KHK’nın 7/1-f maddesi anlamında bir yanıltıcılığının söz konusu olmadığını, müvekkili markalarının coğrafi kaynak da belirtmediğini, beyanla davanın reddini talep etmiştir.
TEFRİK:
Mahkememizin 2013/121 esas sayılı dosyasında; taraflar arasındaki uyuşmazlığın konusunun; davalı adına tescilli markaların, gerçek hak sahipliği, kötüniyet, benzerlik, tanınmışlık iddiaları ile hükümsüzlük şartlarının oluşup oluşmadığı davalı tescilli marka kullanımının davacının marka hakkından doğan haklarını hilal edip etmediği, haksız rekabet yaratıp yaratmadığı noktasında toplandığı anlaşılmıştır. Yargılama sırısanda markaya tecavüz ve haksız rekabetin önlenmesi ve sonuçlarının ortadan kaldırılması talepleri yönünden, davacının davaya dayanak teşkil eden markaları ile ilgili hükümsüzlük davasının açılmış olması nedeniyle ve açılan hükümsüzlük davası markaya tecavüz ve haksız rekabet iddialarının incelenmesi yönünden sonuca etkili olması nedeniyle bu talepler yönünden dosyanın tefrikine karar verilmiş, dava mahkememizin 2015/234 E. sırasına kaydedilmiştir.
YARGILAMA:
Eldeki dava yönünden taraflar arasındaki uyuşmazlığın; davalı eylemlerinin davacının marka hakkına tecavüz teşkil edip etmediği, haksız rekabet yaratıp yaratmadığı, tecavüzün men’i şartlarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplandığı anlaşılmıştır.
Davanın açılmasını müteakip tarafların dava, cevap, cevaba cevap dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, sundukları deliller alınmış, tescil ve başvuru dosyaları ile Alâkalı ticaret sicil kayıtları getirtilmiş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, taraflar sulhe teşvik olunmuş, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, tahkikat icra olunmasını müteakip, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yazı İşleri Yönetmeliği’nin 41/2. maddesi hükmü de gözetilerek taraf vekillerine tahkikat ve yargılamının geneliyle ilgili son sözleri de sorulmuş; sözlü iddia ve savunmada bulunma olanağı tanınmıştır.
Mahkememizce iş bu dosyanın tefrik edildiği 2013/121 E. Sayılı davada davanın reddine karar verildiği tetkik edilmiştir.
Mahkememizce … 3 Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/57 E. Sayılı dosyasının akıbetinin beklenmesine karar verilmiş, mahkemece yapılan yargılama neticesinde 2015/57 E. 2017/560 K. Sayılı karar ile davanın reddine karar verilmiş olduğu, dosyanın istinaf incelemesinde olduğu anlaşılmaktadır.
GEREKÇE:
Dosyanın bir bütün olarak incelenmesinde;
Mahkememizin iş bu dosyadan tefrik edilen ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2015/15491 Esas ve 2017/3722 Karar sayılı ilamı ile kesinleşen ilamından da anlaşılacağı üzere:
Davacı gerçek kişilerin miras bırakanı … tarafından 18.05.1967 tarihinde ticaret ünvanı-işletme adı olarak tescil ettirilen “… …” ibaresinin lokantacılık hizmetlerinde fiili kullanımının gerçekleştiğinin, bu kullanımın daha önce ve ilk kez …’nun babası… Oğlu … Efendi tarafından kebapçılık hizmetlerinde “işletme adı/ tescilsiz hizmet markası” şeklinde kullanıldığının kabul edilebileceği,
31.01.1977 tarihinde … tarafından açılan ve ticari işletmesinin … Ticaret Sicili Memurluğunun 13879 sayısında kayıtlı “… …” ünvanına ve evveliyatta dedesi … Efendi’nin benzer mahiyetteki kullanımına dayanılan haksız rekabet davasında, … 4. AHM’nin 21.09.1978 tarih 1977/111 E. ve 1978/727K. sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verildiği, işletme adını/ünvanı haksız rekabete karşı korumaya yönelik hukuki girişim önemli bir bilgi olmakla birlikte, tek başına iş bu dava bakımından haksız rekabet koşullarının oluştuğu sonucuna ulaşılamayacağı,
Biri 27 Ekim 1978 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde olmak üzere, davacı gerçek kişilerin miras bırakanı … ile 1978 yılında yapılmış iki adet röportaj yazısından “… …” işletme adının lokantacılık hizmetleri ile ilgili köklü ve saygın bir unvan/işletme adı/tanıtıcı işaret olduğu sonucuna ulaşılabileceği, ancak bunun yanısıra; “… kebabı” ibaresinin o tarihlerde bir ürün çeşidini ifade etmek için yaygın şekilde kullanıldığı, 1978 yılı koşullarında ilgili sektörde ve halk arasında “…” ibaresinin bir jenerik adlandırma olarak yaygınlaşmakta olduğu ,
Davalının 1996 tarihli marka başvurusundan sonra 1999 yılında dahi, ilgili sektörün en geniş kapsamlı örgütlenmesi olan Türkiye Lokantacılar, Kebapçılar, Pastacılar ve Tatlıcılar Federasyonu Genel Başkanlığı’nın TPE’ye yazdığı 29.09.1999 tarihli 158/1999 sayılı “… Kebap” konulu yazısının da, maddi bir vakıa olarak “…” ibaresinin 1999 yılında fiilen bir kebap çeşidi olarak algılanıp mönülerde yer aldığı, sektörde o şekilde algılanıp kabul gördüğü ve yaygın şekilde kullanıldığı, hususunu tevsik ettiğini, Anılan fedarasyonun sonradan bildirdiği değişik görüşünün, fiili durumla ilgili ilk tespitlerinin doğruluğuna halel getirmeyeceğinin izah dışı olduğu, Tanınmışlık olgusunun ise, doğrudan doğruya fiili durumla ilgili olduğu,
Davacı delillerinden 1999 ve hatta 1978 itibariyle “…” kelimesinin ilgili sektör ve halk nezdinde ülke çapında bilinirliği net olarak ortaya çıktığı, Ancak bu bilinirlik “…” kelimesinin jenerik hale gelmesinden ve “bir tür yoğurtlu, tereyağlı döner kebap çeşidi” olarak benimsenip ülke çapında yaygın şekilde kullanılmasından kaynaklandığı, “…” kelimesinin bu bilinirliğinin bütünüyle davacı yana atfedilmesi, “…, … …, … kebapçısı” gibi ibarelerin sadece davacıya ait tescilsiz hizmet markasının bilinirliği olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı, 1999 yılı öncesine ait sunulan delillerin eskiye dayalı kullanımı, itibarlı ve köklü bir hizmet markasını ortaya koymakla birlikte, tanınmışlığı tespite yeterli olmadığı, davacılara ait tescilsiz “… …” markasının başta … olmak üzere belirli bir coğrafi bölgede bilinirlik sağladığına, başka bölgelerde yaşamakla birlikte politika, sanat vs. vesilelerle …’ya seyahat imkanı bulan belirli bir tüketici kitlesinin de bu markaya muttali olduğuna şüphe bulunmamakla birlikte, ülke çapında mevcut ve potansiyel tüketiciler nezdinde yeterli bir bilinirlik sağlandığı, “… …” veya “…” ibaresinin ilgili tüketici kitlesinin önenli bir bölümü tarafından refleks olarak hatırlanan, davacıyla özdeşleşmiş bir marka haline geldiği hususunun kanıtlanamadığı, bununla birlikte, “…” kelimesinin ülke çapında lokantacılık sektöründe ve geniş halk kesimi nezdinde “bir kebap çeşidi” olarak çok daha üst seviyede bilinirlik kazandığı, bir işaretin, üzerinde kullanıldığı mal veya hizmetle ilgili olarak cins adı olarak yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanması ve bu kullanım neticesinde cins adı olarak algılanmaya başlanmasının, işaretin markasal ayırt ediciliğini arttıran değil azaltan bir etkiye sebep olduğunun dikkate alınması gerektiği,
Davacı yanın 1996 yılındaki tescil başvurusundan sonra, özellikle 1999 yılından itibaren davacı yanın miras bırakanlarının idare ve yargı mercileri nezdinde “… …” ve “…” ibareli markalarını korumaya yönelik girişimlerinin ivme kazandığının, dosyaya sunulan bilirkişi raporları ve karar örneklerinin de bu girişimleri ve hukuki mücadeleleri tevsik ettiği, “…, … …” ibarelerinin basında da daha sık yer bulmaya başladığı, özellikle 2002 yılında açılan modern işletmenin faaliyete başlamasından sonra basında daha yoğun haber ve yazılara konu olduğu, bu sürecin bir neticesi olarak “… ve “… …” ibareleri için davacı yana ait hizmet markası algısının güçlenmeye başladığı, 1996 yılına nazaran giderek daha geniş kitlelerce marka olarak tanınır hale gelmeye başladığı,
Sunulan deliller arasında, davacı markasının 10.01.1996 tarihinden önceye ilişkin tanınmışlığının tespitine dair bir yargı kararı bulunmadığı, davacı markasının tanınmışlığının tespit edildiği sonraki tarihli kararlardan, davalının bu davalarda taraf sıfatı bulunmadığı, ayrıca, huzurdaki davanın açıldığı tarihe kadar taraflar arasında hukuki bir ihtilafın da yaşanmadığı,
Tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında; dava konusu markanın başvuru tarihi olan 10.01.1996 itibariyle davacıların tescilsiz hizmet markalarını 556 sayılı KHK’nın 7/1-i maddesi anlamında “tanınmış marka” olarak nitelendirme imkanı olmamakla birlikte; tescilde önceliğin bir diğer istisnası olan 556 sayılı KHK’nın 8/3 maddesi kapsamında “… …” ibaresi için eskiye dayalı kullanımdan kaynaklanan hak sahipliğinin kanıtlandığı, Zira 556 sayılı KHK’nın 8/3 maddesi kapsamında öncelikli hak sahipliğinden söz edilebilmesi için markaya marufiyet kazandırılma koşulu bulunmamakla birlikte, çekişmeli mallar/hizmetlerle ilgili markasal bir kullanımın ciddi bir ticari faaliyet seviyesinde yürütülmüş olması ve bu faaliyetlerin itiraz edilen/hükümsüzlüğü istenen markanın tescil başvuru tarihinden önce gerçekleştirilmiş olması gerekli ve yeterli olduğu, davacı tarafın (veya miras bırakanları) 556 sayılı KHK’nın 8/3 maddesinden kaynaklanan haklarını kullanarak davalı yana karşı TPE nezdinde herhangi bir itirazda bulunmadığı, 18.06.1997 tarihinde Resmi Marka siciline kayıt edilen marka ile ilgili olarak, 31.07.2012 tarihine kadar geçen 15 yılı aşkın süreçte bir hükümsüzlük veya tecavüz davası da açmadığı,
Davacının 10.01.1996 itibariyle tanınmışlık iddiasını kanıtladığı kabul edildiğinde:
Dava konusu 171963 sayılı markanın tescil kapsamındaki hizmetlerin 42. sınıfta yer alan “Resteorant işletmeciliği” hizmetleri olduğu, Davacı yanın eskiye dayalı kullanımdan kaynaklanan hak sahipliğine konu olan ve tanınmış olduğu varsayılan tanıtıcı işaretin fiilen kullanıldığı hizmetlerin de 42. sınıf lokantacılık hizmetleri olduğu, bunların aynı/aynı tür hizmetler olduğuna şüphe olmadığı,
Davacı yanın fiilen kullandığı, tanınmış marka olduğu varsayılan tescilsiz marka ile dava konusu markanın iltibas yaratacak kadar benzer olup olmadığı, davalının davacı markasının tanınmışlığından haksız yarar sağlayıp sağlamayacağı, tanınmış markanın ayırt ediciliğine ve itibarına zarar verip vermeyeceği tespit edilmesi gerektiği,
556 sayılı KHK, “benzerlik” kavramını tanımlamamış, ancak; marka hakkının kapsamını düzenleyen 9/1-b maddesinden; işaret ile tescil edilen marka arasında karıştırılma ihtimali varsa; o işaret ile tescilli marka arasında benzerlik olduğunun kabulü gerektiği, dolayısıyla iltibas bulunduğunun kabulü için işaretin marka ile bağlantı kurulmasına ve düşünsel olarak markayı çağrıştırmasına elverişli olması gerektiği,
Davacı gerçek kişilerin miras bırakanları tarafından kullanıldığı kanıtlanan biçimi ile “… …” ibaresi incelendiğinde; “…” kelimesinin sunumu yapılan “kebapçılık/loantacılık” hizmetinin cinsini bildirdiği ve bu sebeple ayırt edici niteliği bulunmadığı, dolayısıyla “…” kelimesinin esaslı unsur olduğu, ancak; buradaki “…”in kavramsal karşılığının bir şahıs isminden ibaret olduğu, nitekim; başına gelen “…” sıfatının da bu algıyı güçlendirdiği, taşıdığı bu anlam gözetildiğinde, çekişmeli hizmetler yönünden “… …” ibaresinin bir bütün halinde tanımlayıcı olmayıp, bir hizmet markası olarak ayırt edici niteliği bulunan, hizmetin sunumunu yapan kişiyi işaret eden bir tanıtıcı işaret olduğu, Kavramsal bakımdan, başına aldığı niteliyici “…” ibaresi ile birlikte ayırt edici niteliği bulunan “…” kelimesinin, yazım şekli itibariyle görsel bakımdan da ön plana çıkarılmış olduğu, Bu işaretin dava konusu markanın tescil başvuru tarihinden önce kullanıldığı kanıtlanan “… …” biçiminde olduğu, şekil veya başka herhangi bir unsur içermediği,
Dava konusu 171963 sayılı markanın ise “… … RESTAURANT” ibareleri ve şekil unsurundan oluşan karma nitelikli bir marka olduğu, Markadaki okunabilir unsurların, beyaz zemin üzerine siyah renkle konumlandırılmış altıgen bir geometrik şekil içerisine, bu geometrik şekil ile uyum sağlayan özel bir yazı stili ile kalın ve büyük harflerle yazılmış bulunan … ibaresi baskın unsur olarak algılanacak biçimde yerleştirilmiş olduğu, Davalı tarafça “…” ibaresinin işletme sahibinin adının baş harflerinden oluştuğu, “…” ibaresine yapılmış olan görsel vurgu nedeniyle markanın “… … restaurant” şeklinde algılanıp ifade edileceği, Markanın üst ve alt kısmında küçük puntolarla yer verilen “… RESTAURANT” ibaresi de tıpkı davacının tescilsiz markasındaki “…” kelimesi gibi, sunulan hizmeti tanımlayan bir anlam taşıdığı ve ayırt edici nitelikte bir marka unsuru olmadığı, Markada görsel bakımdan ön plana çıkartılan … ibaresi markanın esaslı unsuru olduğu,
Karşılaştırılan işaretler arasında gerek esaslı unsurları gerekse bütün halinde bıraktıkları genel intiba yönünden iltibas yaratabilecek bir benzerlik bulunmadığı, Zira, davacı tarafça “…” kelimesinin tek başına bir hizmet markası olarak kullanılmamış ve tanıtılmamış, dava konusu markanın başvuru tarihi itibariyle tek başına “…” kelimesi ilgili sektörde ve çekişmeli hizmetlerin yararlanıcısı olan ülke çapındaki geniş halk kitlesi nezdinde bir ürün çeşidi olarak tanınıp algılanır hale gelmiş olduğu, Dava konusu markada kullanılan “… restaurant” ibaresinin de ilgili tüketiciler tarafından “… kebabı” sunulan bir restoran olarak algılanacağına, markanın baskın unsuru olan “…” ibaresinin esaslı unsur olarak algılanacağına, markanın “…” esas unsuru ile algılanıp hatırlanacağına, markadaki “… restaurant” ibareleri görsel bakımdan açıklayıcı unsur konumunda olduğu gibi kavramsal bakımdan da KHK’nın 12. maddesi anlamında tüketiciye hizmetin niteliğini haber verecek açıklayıcı unsur olarak kullanıldığına şüphe bulunmadığı, bu itibarla; “…” kelimesinin ortak kullanıma konu olduğundan bahisle bir iltibas riski bulunduğundan, davalının bu markanın tescil ve kullanımı ile davacının “… …” markasının tanınmışlığından haksız bir yarar sağlamasından veya onun ayırt ediciliğini veya itibarını zedelemesinden söz edilemeyeceği,
1996 yılı itibariyle mevcut fiili ve hukuki durum dikkate alındığında, TPE nezdinde ilk tescil başvurusunda bulunan davalının, marka örneğinde “…” kelimesini ön plana çıkartan bir tertip tarzı benimsenmemiş olmasından, hizmetin kaynağı konusunda yanıltıcılık yaratabilecek şekilde … kelimesine de markasında yer vermemiş olmasından, davalının iyiniyetle kendi markasını yaratarak, markanın fonksiyonlarına uygun şekilde kullanmayı amaçladığı, tescil başvurusunda kötüniyetli olmadığı, tescil başvuru tarihinde “…” kelimesinin ülke genelinde bir ürün çeşidini ifade etmek üzere yaygın şekilde kullanılıyor ve o şekilde algılanıyor olması karşısında, dava konusu markadaki kullanımının KHK’nın 12. maddesi anlamında dürüst bir kullanım olduğunu,
Her ne kadar davacı davalının markasını tescil ettirdiği gibi kullanmadığını beyan etti ise de davalının dosyada bulunan görüntü ve kayıtlardan anlaşılacağı üzere … ibaresini ön planda tutacak şekilde markayı kullandığı, davacının markasına yanışma şeklinde bir eylemi tespit eden delil ve vakıanın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacının davalının varlığını bilmiyor olmasının mümkün olmaması ve ilk davaya kadar geçen sürenin beş yılı oldukça aşması karşısında davacı yanın dava açma hakkı olsa dahi sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığının da kabulü gerektiği,
Dava konusu markanın başvuru tarihi itibariyle yürürlükte olan hali ile 556 sayılı KHK’nın 42/son hükmü kapsamında, kullanım yolu ile ayırt edicilik kazanılmış olması halinde mükerrer marka tescilleri korunabilmiş ve bu düzenleme Yüksek Yargıtay’ın yerleşik içtihatları ile de istikrarlı bir şekilde uygulandığı, davalının da, dava tarihi itibariyle 15 yılı aşkın sürede markasını tescilli olarak, kesintisiz ve etkin bir biçimde kullandığı, markasının reklam ve tanıtımını yaptığı, dava tarihi itibariyle yurt içi ve dışındaki şube sayısının 46’ya ulaştığı, markasını toplumun hemen her kesimi tarafından bilinir hale getirdiği, bu kullanımların dürüst kullanım olarak kabulünün gerektiği,
Davacı tarafça davalının marka başvurusuna TPE nezdinde herhangi bir itirazda bulunulmadığı gibi, bir hükümsüzlük davası veya davalının markasını kullanım şekli dolayısıyla haksız rekabete ilişkin herhangi bir dava da açılmadığı, dava tarihine kadar taraflar arasında herhangi bir ihtilafın yaşanmadığı,
Avrupa Topluluğu’nun 89/104 sayılı Yönergesi’nin 9. maddesi, kesintisiz beş yıl süre ile bir marka sahibinin, kendi markasının bir başkası tarafından, bilgisi dahilinde kullanılmasına ses çıkarmaması halinde marka sahibinin söz konusu kullanmayı önleyemeyeceği hükmünün havi olduğu,
Yargıtayın bu ve benzeri hususları MK md. 2 çerçevesinde hükme bağladığı, doktrinde ve uygulamada kabul gördüğü üzere, önceki tarihli hak sahibi Medeni Kanunun 2. maddesi uyarınca belli bir davranışta bulunması gerekirken, sessiz kalarak 3. kişiye karşı dava açma hakkını veya devam eden eylemli kullanımı men etme hakkını kullanmamışsa bu hakkını kaybedeceği ilkeye “sesiz kalma yolu ile hak kaybı ilkesi” denildiği, marka hakkı sahibinin, bu hakkın ihlaline kayıtsız kalarak, karşı tarafta bu ihlal ile ilgili bir müdahalede bulunmayacağı yönünde inanç oluşturduktan sonra, ihlalde bulunana karşı dava açmasının dürüstlük ilkesine aykırılık olarak değerlendirileceği,
Türk Ticaret Kanunu ile, tacirlerin özen yükümlülüğü arttırılmış, ticari işlerinde basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğü olduğu, bu noktada marka hakkı sahibinin de önem atfettiği markası ile bağlantılı olarak pazarı ve sektörü gözlemlemesi, markası ile iltibas yaratan ve marka hakkını ihlal eden eylemler var ise bunları önlemeye matuf girişimlerde bulunması gerektiği, Tacirin, bu sıfatı nedeniyle, piyasada bilinen ve geniş bir alanda kullanılan tescilsiz işaretten haberdar olmadığını iddia edemeyeceği, Yüksek Yargıtay, tacirin ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir işadamı gibi davranmak yükümlülüğü bulunduğundan, aynı piyasada aynı hizmetin sunumuna ilişkin ticaret yapan kişi olarak, bu alandaki gelişmeleri bilmediği yönündeki iddiasını dinlenemeyeceğini belirtmiş, haksız rekabete maruz kalan hak sahibinin dava açma hakkının kaybından söz edilebilmesi için, kendisinin ihlali bilip bilmediğinin araştırılmasına gerek görmeksizin; bilmesinin gerekmesi ya da bilebilecek durumda olmasının yeterli olduğunu içtihat edilmiş, dolayısıyla, huzurdaki davada, davacının; davalının mevcut marka kullanımını bilmesine ya da bilmesi gerekmesine / öğrenebilecek durumda olmasına rağmen somut olayın özelliğine göre uzunca bir süre sessiz kaldığı, basiretli bir tacir olarak davranmakla yükümlü olan davacının, bu denli önem atfettiği bir konuda markası ile bağlantılı olarak pazarı ve sektörü gözlemlemesi, markası ile iltibas yaratan ve marka hakkını ihlal eden eylemler var ise bunları önlemeye matuf girişimlerde bulunması, Ankara’da kurulmuş küçük bir şirket olduğundan bahisle davalının ticarî faaliyetlerinden haberdar olmadığını veya haberdar olmasının mümkün olmadığını iddia etmesinin davacıdan beklenen özen yükümlüğüne aykırı olacağı,
Dolayısıyla; objektif kriterlere göre değerlendirme yapıldığında davacının 1995 yılından itibaren kesintisiz ve etkin şekilde sürdürülen davalı eylemlerini bilmesi gerekmesi / bilebilecek durumda olması dikkate alınarak, davacının davalı fiillerini öğrenip öğrenmediği hususunun ayrıca araştırılmasına lüzum bulunmadığı, yine TPE’den celbedilen sicil kaydına göre davalı markasının tescili de 12.09.1997 tarihli Resmi Marka Gazetesi’nde yayımlandığına göre, davacı yanın tescil ile sonuçlanan davalı müracaatından en geç tescilin yayımlandığı 12.09.1997 tarihinde haberdar olduğunun kabulünün gerektiği,
Davacı tarafın davalının marka tescilini en geç öğrenme tarihinden sonra da yaklaşık 15 yıl sessiz kaldığı, davalının ise, 1995 yılında kullanmaya başladığı 1996 yılında tescil ettirdiği markasını ticari faaliyetlerinde kesintisiz ve etkin bir şekilde, iş hacminde artan bir ivme ile dava tarihine kadar uzun süre devam ettirdiği, dolayısıyla; davalının 10.01.1996 tarih ve 171963 sayı ile çekişmeli hizmetlerde marka olarak tescil ettirdiği …+…+ŞEKİL ibareli markasını ilgili sektörde tanıtım vasıtası olarak kullanmasına ve bu tescile davacı tarafça zımnen icazet verildiği, o halde; karşı tarafta bu ihlal ile ilgili bir müdahalede bulunmayacağı yönünde inanç oluşturduktan sonra, ihlalde bulunana karşı 31.07.2012 tarihinde tecavüz davası açılmasının dürüstlük ilkesine aykırı olacağı anlaşılmıştır.
Her ne kadar mahkememizce hükümsüzlük davasının neticesinin beklenilmesine karar verildi ise de; beklenen davanın kabulü ve davacının markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesinin mahkememizce tecavüz bulunmadığı yönündeki tespite katacağı bir hususun bulunmadığı, kararı beklemenin davanın sonuca etkisi bulunmuyor ise bekletici meselenin hukuki dinlenilme hakkına ve usul ekonomisini aykırı düşeceği anlaşılmış, bekletici mesele kararından dönülerek davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi açıklandığı üzere:
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar Yasasına göre hesaplanan 59,30-TL karar harcından peşin alınan 44,40-TL’nin mahsubu ile bakiye 14,90-TL’nin davacılardan tahsili ile hazineye irat kaydına,
3-Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesap olunan takdiren 5.900,00-TL maktu ücreti vekâletin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davacıların yapmış olduğu yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından yargılama gideri sarfedilmediğinden bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
6-Yatırılan ve kullanılmayan gider avansının, hükmün kesinleşmesini müteakip re’sen yatırana iadesine (HMK m.333),
Dair verilen karar, hazır olan taraf vekillerinin yüzüne karşı, tebliğ tarihinden itibaren 2 haftalık yasal süre içinde Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf yolu açık olmak üzere açıkça okunup, usulen anlatıldı. 25/02/2021

Katip … Hakim …
¸ ¸