Emsal Mahkeme Kararı Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2021/2625 E. 2023/722 K. 04.05.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. ADANA BAM 3. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: 2021/2625 – 2023/722
T.C.
ADANA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/2625
KARAR NO : 2023/722

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ADANA 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 02/07/2021
NUMARASI : 2018/… Esas, 2021/… Karar

DAVACI :
VEKİLİ : Av.

DAVALI :
VEKİLİ : Av.
DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan)

KARAR TARİHİ : 04/05/2023
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH :

Adana 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 02.07.2021 tarih ve 2018/… Esas, 2021/… Karar sayılı kararı aleyhine, istinaf başvurusunda bulunulmuş ve Mahkemece dosya Dairemize gönderilmiş olmakla HMK 352. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Tarafların iddia ve savunmalarının özeti:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 07/08/2017 tarihinde sürücü …’ in sevk ve idaresindeki davalı sigorta şirketine … poliçe numarası ile sigortalı bulunan … plakalı aracı ile seyir halinde iken D-360-02 devlet karayolu 16+700 Km de bulanan dönen kavşaktan akan trafiği kontrol etmeden geçmek isterken müvekkilinin sevk ve idaresindeki … plakala sayılı araca çarpması sonucu yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, müvekkilinin ciddi oranda geçici ve kalıcı sakatlığa duçar olduğunu, müvekkilinin tüm tedavilere rağmen eski sağlığına kavuşamadığını, söz konusu kaza nedeniyle davalı sigorta şirketine yapılan başvuru sonucunda oluşturulan 3322767-01 sayılı hasar dosyası üzerinden müvekkiline 01/03/2018 tarihinde 44.702,00 TL ödeme yapıldığını, ancak müvekkilinin kazadan sonra ciddi oranda kalıcı sakatlığı bulunduğundan bu oran müvekkilinin gerçek zararının çok altında olduğunu beyan ederek, maddi tazminat anlamında fazlaya ilişkin hakları saklı salmak kaydıyla şimdilik 100,00 TL bakıcı gideri, 100,00 TL geçici ve 100,00 TL kalıcı iş göremezlikten ileri gelen 300,00 TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
ISLAH: Davacı vekili 02/03/2021 havale tarihli ıslah dilekçesinde; davacı yönünden talep edilen 100,00 TL bakıcı gideri taleplerini 2.610,69 TL olarak, 100,00 TL geçici iş göremezlik tazminatını 10.109,78 TL olarak, 100,00 TL kalıcı iş göremezlik tazminatını 36.039,83 TL olarak arttırdıklarını belirtmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin meydana gelen kaza nedeniyle üzerine düşen tüm sorumluluklarını yerine getirdiğini, davacıya 22/02/2018 tarihinde 44.702,00 TL ödeme yapıldığını, bu nedenle müvekkili şirkete husumet yöneltilemeyeceğinden davanın reddi gerektiğini, davacının geçici iş göremezlik ve bakıcı giderleri talepleri olan 200,00 TL’nin poliçe teminatı dışında kaldığını, davacının maluliyet oranı konusunda heyet raporu alınması gerektiğini, tarafların kusur oranlarının tespit edilmesi gerektiğini belirterek hukuki dayanaktan yoksun davanın reddine, yargılama gideri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: Mahkemece davanın kabulü ile; 36.139,83 TL kalıcı, 10.209,78 TL geçici iş göremezlik ve 2.710,69 TL bakıcı gideri tazminatı olmak üzere toplam 49.060,30 TL tazminatın bakıcı gideri ve geçici iş göremezlik tazminatı yönünden dava tarihinden, maluliyete ilişkin tazminatın ödeme tarihi olan 01/03/2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF NEDENLERİ: Karara karşı davalı vekili istinaf dilekçesinde; hükme esas alınan aktüerya raporunda hesaplama yönteminin hatalı olduğunu, davacı yanın dava açmadan önceki başvurusunda bulunan %23 maluliyet oranına göre hesaplanan 44.702,00 TL ibraname karşılığı davacı yana ödeme yapıldığını, yapılan ödeme ile davacının tüm zararının karşılandığını, mahkemece gerekçeli kararda geçici iş göremezlik ve bakıcı giderlerine hükmedilmesi nedeninin Anayasa Mahkemesinin 09.10.2020 tarihli resmi gazetede yayımlanan 17.07.2020 tarihli ve 2019/40 Esas 2019/40 karar sayılı kararına dayandırdığını, ancak Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geçmişe yürütülemeyeceğini, davacı yanın 12.12.2017 tarihli başvuru dilekçesinde sadece kalıcı maluliyet zararının tazminini talep ettiğini, bakıcı giderleri ve geçici iş göremezlik tazminat talebinin bulunmadığını, bu nedenle bu tazminatlar yönünden davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, ayrıca geçici iş göremezlik tazminatı ve bakıcı gideri tazminatının teminat dışı olduğunu, müvekkilinin söz konusu tazminatlar yönünden sorumluluğunun bulunmadığını belirterek usul ve yasaya aykırı ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, trafik kazasında meydana gelen maluliyetten kaynaklı, kalıcı iş göremezlik, geçici iş göremezlik ve bakıcı gideri tazminatı istemine ilişkindir.
İlk derece mahkemesince davanın kabulü ile; 36.139,83 TL kalıcı, 10.209,78 TL geçici iş göremezlik ve 2.710,69 TL bakıcı gideri tazminatı olmak üzere toplam 49.060,30 TL tazminatın bakıcı gideri ve geçici iş göremezlik tazminatı yönünden dava tarihinden, maluliyete ilişkin tazminatın ödeme tarihi olan 01/03/2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından istinaf edilmiştir.
Davalı vekilinin hesap raporuna yönelik istinaf talebi yönünden yapılan incelemede;
Davalı vekili hükme esas alınan raporda hesaplama yönteminin hatalı olduğunu ileri sürmüş ise de,
Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin yerleşik içtihatlarına göre tazminat hesabında TRH2010 Tablosunun ve zarar hesabının da Progressive Rant Yöntemine göre yapılması gerekmektedir. Hükme esas alınan bilirkişi raporu incelendiğinde, raporun ihtimalli olarak hem TRH 2010 ve 1,8 teknik faiz hem de PMF 1931 yaşam tablosu ve prograsif rant yöntemi kullanılmak sureti ile iki ayrı hesaplama yapıldığı, TRH 2010 yaşam tablosundaki bakiye ömür sürelerinin daha uzun olmasına rağmen davacı tarafından rapora karşı itiraz edilmediği, PMF 1931 yaşam tablosu ve prorasif rant yöntemine göre belirlenen tazminat miktarı tercih edilerek buna göre ıslah dilekçesi sunulduğu ve mahkemesince de davacının talebi neticesinde karar verildiği görülmüştür. Buna göre her ne kadar hesap raporu hatalı ise de, davacının zararının belirlenmesi noktasında TRH 2010 yaşam tablosunun kullanılması halinde, tazminat miktarının PMF yaşam tablosunun kullanılması sureti ile yapılan hesaplamaya göre daha yüksek olacağı tartışmasızdır. Bu noktada davacı tarafın karşı itirazının bulunmaması da dikkate alındığında davalının aleyhine olacak şekilde daha düşük miktarda tazminat miktarının belirlenmesine neden olan PMF yaşam tablosu kullanılmak sureti ile zararın belirlenmesinde istinaf eden tarafın sıfatı dikkate alınarak bu yöndeki istinaf başvurusunun reddi gerekmiştir.
Davalı vekilinin yapılan ödeme ile tüm zararın karşılandığı yönündeki istinaf başvurusu yönünden yapılan incelemede;
Davalı vekili istinaf dilekçesinde her ne kadar davacı yanın dava açmadan önceki başvurusunda bulunan %23 maluliyet oranına göre hesaplanan 44.702,00 TL ibraname karşılığı davacı yana ödeme yapıldığını, yapılan ödeme ile davacının tüm zararının karşılandığını, bu nedenle davanın reddine karar verilmesini talep etmiş ise de,
Mahkemesince alınan hesap bilirkişi raporu neticesinde davacının kaza nedeni ile toplam kalıcı maluliyetten kaynaklı zararının 50.377,00 TL olduğunun belirlendiği, dava öncesinde davacı tarafından yapılan başvuru neticesinde davalı tarafından yapılan 44.702,00-TL ödeme ile davacının tüm zararını karşılanmadığı, davacının almış olduğu ödeme miktarını yetersiz bulması ve zararının daha yüksek olduğu yönünde bir iddiası olması halinde KTK 111 maddesi gereğince ödeme ve ibraname tarihinden itibaren 2 yıl içerisinde her zaman için yapılan ödemenin yetersizliğini ileri sürerek eksik kalan zararının tazmin etme imkanın bulunduğu kanaatine varılmış, davalı vekilinin yapılan ödeme ile davacının tüm zararının karşılandığı yönündeki savunmalarına itibar edilmemiştir.
Davalı vekili dilekçesinde Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceğini, belirtmiş ise de;
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında; “Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; “Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler.
Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararları geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı, çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Ancak geriye yürümezlik ilkesinin en önemli istisnası, Anayasa’nın 152. maddesindeki somut norm denetimidir. Madde uyarınca mahkeme önüne gelen uyuşmazlıkta Anayasa aykırılık iddiasını ciddi görülür ve Anayasa Mahkemesine iptal için başvuru yapılırsa; Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararı verildiğinde, iptal kararına uymak zorundadır. Özelikle Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümeyecekse somut norm denetimine başvurunun bir anlamı olmayacaktır. Somut norm denetiminde, iptal kararının yapısı gereği durdurulan dava bakımından geriye etkili uygulama söz konusudur.
İtiraz yoluyla yapılan başvuru üzerine iptal edilen hükmü, benzer işlerde uygulama durumunda bulunan başka mahkemeler de Anayasa Mahkemesi iptal kararına uymak zorunda olup, iptal edilen yasa maddesine dayanarak karar veremezler. İtiraz yoluna başvuran mahkemenin verilecek olan iptal kararı ile bağlı olması, diğer mahkemeler bakımından da aynı etkiyi haizdir. Sadece başvuran mahkeme açısından iptal kararının geriye yürüyeceğinin kabulü, uygulanacak olan norm bakımından mahkemeler arasında eşitsizlik doğuracaktır. Tüm mahkemelerin itiraz yoluna başvurması da beklenemeyeceğinden, uyuşmazlığa dair iptal kararının diğer mahkemelerde derdest olan davalar bakımından da uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. bu nedenle davalı vekilinin Anayasa Mahkemesi kararının geçmişe yürütülemeyeceği yönündeki itirazının reddi gerekmiştir.
Davalı vekilinin geçici iş göremezlik tazminatı ve bakıcı gideri tazminatının teminat dışı olduğu ve bu yönde davacı tarafından usulüne uygun başvuru yapılmadığı yönündeki istinaf başvurusu yönünden yapılan incelemede;
Davalı vekili her ne kadar geçici iş göremezlik ve bakıcı gideri zararından müvekkili sigorta şirketlerinin sorumluluğunun bulunmadığını ileri sürmüş ise de,
09/10/2020 günlü resmi gazetede yayınlanan Anayasa Mahkemesinin 2019/40-2020/40 Esas-Karar sayılı 17/07/2020 günlü kararı dikkate alındığında davacının zararının belirlenmesinde 01/06/2015 günlü ZMSS genel şartlarının tümü ile dikkate alınamayacağı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle davacının tedavi sürecinde uğramış olduğu geçici iş görmezlik zararının davacının gerçek zararı niteliğinde olduğu, dolayısıyla davalı sigorta şirketi tarafından davacının uğramış olduğu bu zararın karşılanması gerektiği anlaşıldığından davalının geçici iş göremezlik tazminatı ve bakıcı gideri tazminatının teminat dışı olduğu yönündeki istinaf başvurusunun reddi gerekmiştir.(Aynı yönde Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/6271 esas ve 2020/8104 karar sayılı 03/12/2020 günlü kararı)
Davalı vekilinin, geçici iş göremezlik tazminatı ve bakıcı zararı tazminatı yönünden dava açılmadan önce usulüne göre yapılmış başvuru bulunmadığından davanın reddi gerektiğini ileri sürmüş ise de, davacı yanın 12.12.2017 tarihli başvuru dilekçesi incelendiğinde geçici iş göremezlik tazminatı talebinde bulunduğu buna rağmen davalı sigorta şirketi tarafından bu zarara ilişkin olarak bir ödeme yapılmadığı anlaşılmakla, mahkemece bu talepler yönünden davanın kabulüne karar verilmesinde herhangi bir yanlışlık olmadığı kanaatine varılmış, davalı vekilinin bu yöndeki istinaf başvurusunun da reddi gerekmiştir.
HMK’nın 355. Maddesi gereği, kamu düzenine aykırılık teşkil eden hususlar hariç tutularak, istinaf neden ve gerekçeleri ile sınırlı olmak üzere yapılan incelemede;
İlk Derece Mahkemesince açıklanan ve benimsenen nedenlerle dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve delillerin taktirinde ve değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, ilk derece mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiş olmasında, usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerekmiş olup aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Adana 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 02.07.2021 tarih ve 2018/… Esas, 2021/… Karar sayılı kararı usul ve yasaya uygun olduğundan, davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu gereğince davalıdan alınması gereken 3.351,30 TL istinaf karar harcından, peşin yatırılan 837,83 TL istinaf karar ve ilam harcının mahsubuyla, bakiye 2.513,47‬ TL harcın davalıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına,
3-Davalı tarafından yapılan istinaf giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Artan gider avansının bulunması halinde, karar kesinleştiğinde ilgilisine iadesine,
5-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından taraflar lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-Kesin olan işbu kararın taraflara tebliği, avans iade ve harç tahsil işlemlerinin HMK’nın 359/3. maddesi gereğince İlk Derece Mahkemesince yerine getirilmesine,
Dair, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362. maddesi gereğince; miktar veya değeri iki yüz otuz sekiz bin yedi yüz otuz (238.730,00) Türk Lirasını geçmeyen davalara ilişkin kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağından miktar itibari ile KESİN olmak üzere dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda oy birliği ile karar verildi.04.05.2023

Başkan Üye Üye Katip
İş bu karar 5070 Sayılı Yasa hükümlerine uygun olarak elektronik imza ile imzalanmıştır