Danıştay Kararı Vergi Dava Daireleri Kurulu 2007/488 E. 2008/724 K. 21.11.2008 T.

Vergi Dava Daireleri Kurulu         2007/488 E.  ,  2008/724 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
VERGİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No: 2007/488
Karar No: 2008/724

Temyiz Eden: … Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf: … Limited Şirketi

İstemin Özeti : 2000 yılında … Bankası … Şubesindeki döviz tevdiat hesabından elde ettiği … lira faizi, bu yıla ilişkin kurumlar vergisi beyannamesine dahil etmeyen ve bu konuda yaptığı açıklama yeterli görülmeyen davacı adına takdir komisyonu kararına dayanılarak, re’sen takdir edilen matrah üzerinden salınan vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi ve fon payı dava konusu yapılmıştır.
Davayı inceleyen … Vergi Mahkemesi, … günlü ve E: …, K: … sayılı kararıyla; 4325 sayılı Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1.1.1998 tarihinde yürürlüğe giren 3’üncü maddesinin (a) fıkrasında, bu maddenin yürürlük tarihi ile 31.12.2000 tarihi arasında; olağanüstü hal bölgesi kapsamında sayılan illerde yeni işe başlayan gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin, bu illerdeki iş yerlerinde fiilen ve sürekli olarak 10 ve daha fazla işçi çalıştırmaları şartıyla münhasıran bu işyerlerinden elde ettikleri kazançların işe başlama tarihinden itibaren yatırım dönemi dahil beş vergilendirme dönemi gelir ve kurumlar vergisinden müstesna olduğu hükmüne yer verildiği, Maliye Bakanlığı tarafından konu ile ilgili olarak yayımlanan Genel Tebliğde söz konusu kanundan faydalanılacak iller arasında … İlinin de gösterildiği, kapsama dahil illerde aynı mükellefin birden fazla işyeri açması halinde bu iş yerlerinde işçi sayısının toplu olarak ele alınacağının belirtildiği, Mahkemelerince ara kararı ile sorulması üzerine, davacı şirketin 10.6.1998 tarihinde kurulduğu ve bu tarihten 31.12.2000 tarihine kadar mevcut iki ayrı iş yerinde fiilen ve sürekli olarak toplam 10 ve daha fazla işçi çalıştığının bildirildiği, bu durumda davacının kazancının 4325 sayılı Yasa gereği, 1998 yılından itibaren beş vergilendirme dönemi kurumlar vergisinden müstesna olduğu anlaşıldığından, ihtilaflı dönemde elde ettiği faizi beyanlarına dahil etmemesi sebebiyle yapılan tarhiyatta hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle vergi ve cezaların kaldırılmasına karar vermiştir.
Vergi idaresinin temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesi, 1.2.2007 günlü ve E:2006/894, K:2007/209 sayılı kararıyla; 23.1.1998 tarih ve 23239 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4325 sayılı Yasanın amacının, olağanüstü hal bölgesinde ve kalkınmada öncelikli yörelerde vergi teşvikleri uygulanmak ve yatırımlara bedelsiz kamu arsa ve arazisi temin etmek suretiyle yatırım ve istihdam imkanlarının artırılması olarak açıklandığı, 3’üncü maddesinde de, yürürlük tarihi ile 31.12.2000 tarihi arasında, kapsamındaki illerde yeni işe başlayan gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin, bu illerdeki iş yerinde fiilen ve sürekli olarak 10 ve daha fazla işçi çalıştırmaları şartıyla münhasıran bu işyerlerinden elde ettikleri kazançların işe başlama tarihinden itibaren yatırım dönemi dahil beş vergilendirme dönemi gelir ve kurumlar vergisinden müstesna tutulduğu, bu kazançlar hakkında Kurumlar Vergisi Kanununun 25’inci maddesinin ikinci fıkrası ile Gelir Vergisi Kanununun 94’üncü maddesinin 6 numaralı bendinin (b) alt bendi hükmünün uygulanmayacağı kuralına yer verildiği, Kanunun yürürlüğe konulmasıyla, kapsamında bulunan yörelerde öngörülen şartlarda yatırımı teşvik suretiyle istihdam yaratılıp, üretimin artırılması ve yöre halkının sosyo-ekonomik yapısının güçlendirilmesinin amaçlandığı, bu amaca ancak iş yerinde fiilen yürütülen faaliyet ile ulaşılabileceği, maddenin münhasıran bu iş yerlerinden elde edilen kazançları vergiden müstesna tutan düzenlemesi de gözetildiğinde istisna kuralının, iş yerinde yürütülen etkinlik dışında elde edilen kazanç ve iratları kapsamadığı sonucuna ulaşıldığı, davacı işletmenin aktifinde tuttuğu yabancı para cinsinden nakitin döviz tevdiat hesabında değerlendirilmesinden sağlanan faiz, iş yerinde yürütülen etkinliğin artırılması ile yaratılan istihdam ve üretimden doğan bir kazanç olmadığından ve esasen menkul sermaye iradı, sermaye sahibinin vergilendirilmiş kazancından yaratılan nakti sermayenin getirisi olduğundan, 4325 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilemeyeceği ve vergiden müstesna tutulamayacağı gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan … Vergi Mahkemesi, … günlü ve E: …, K: … sayılı kararıyla; 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 13’üncü maddesinde, kurumlar vergisinin, birinci maddede yazılı mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı, safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağının öngörüldüğü, Gelir Vergisi Kanununun 37’nci maddesinde ticari kazancın her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazanç olarak tanımlandığı, Kanunun 38’inci maddesinde bilanço esasına; 39’uncu maddesinde ise işletme hesabı esasına göre ticari kazancın nasıl tespit edileceğinin açıklandığı, belirtilen maddelerde gelir türleri açısından bir ayrıma gidilmediği, aynı Kanunun 75’inci maddesinin ikinci fıkrasının 7 numaralı bendine göre mevduat faizlerinin menkul sermaye iradı olarak nitelendirildiği, maddenin son fıkrasında da bu iratlar bunları sağlayan sermaye sahibinin ticari faaliyetine bağlı bulunduğu takdirde ticari kazancın tespitinde nazara alınacağı kuralına yer verildiği, bu düzenlemelere göre, kurumlar vergisi mükelleflerinin her türlü kazancının ticari kazanç sayıldığı, bu gelirlerin bir kısmının menkul sermaye iradı olarak elde edilmesinin, bu iradın elde eden kişiye göre ticari kazanç sayılması ve esas faaliyetin ayrılmaz bir unsuru olması vasfını değiştirmediği, sermayenin veya nakitin bakalarda değerlendirilmesinin ekonomik ve ticari hayatın bir gereği olduğu, bu gelirlerin ticari faaliyetin kapsamı dışında düşünülemeyeceği, 4325 sayılı Kanunda da, kurumlar vergisi istisnasından yararlanma şartlarının belirtildiği, Kanunda, elde edilen gelirlerin niteliği açısından bir ayrıma gidilmediği, bu nedenle davacının ticari kazancının esas bir unsuru olan banka faiz gelirlerinin ana faaliyet konusu işlerden elde ettiği kazanç kapsamı dışında değerlendirilmesi suretiyle 4325 sayılı Yasada öngörülen istisnadan yararlandırılmamasında hukuka uygunluk görülmediği gerekçesiyle tarhiyatın kaldırılması yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.
Vergi idaresi, banka mevduat hesaplarından elde edilen faizin, 4325 sayılı Kanunda belirtilen ve vergiden müstesna tutulan ticari, sınai, mesleki ve zirai faaliyet sonucu elde edilmiş kazanç kapsamında değerlendirilemeyeceği, dolayısıyla söz konusu menkul sermaye iradının istisna kapsamında bulunmadığını ileri sürerek ısrar kararının bozulmasını istemiştir.

Savunmanın Özeti: Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hâkimi …’ın Düşüncesi: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar ısrar kararının bozulmasını sağlayacak durumda görülmediğinden istemin reddi gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı …’un Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme ısrar kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
23.1.1998 tarihinde yürürlüğe giren 4325 sayılı Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1’inci maddesinde, bu Kanunun amacı, olağanüstü hal bölgesinde ve kalkınmada öncelikli yörelerde vergi teşvikleri uygulamak ve yatırımlara bedelsiz kamu arsa ve arazisi temin etmek suretiyle yatırımları ve istihdam imkanlarını artırmak olduğu açıklanmış, 3 üncü maddesinin (a) işaretli fıkrasında, bu maddenin yürürlük tarihi ile 31.12.2000 tarihi arasında olağanüstü hal bölgesi kapsamında sayılan illerde yeni işe başlayan gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin, bu illerdeki iş yerlerinde fiilen ve sürekli olarak 10 ve daha fazla işçi çalıştırmaları şartıyla, münhasıran bu işyerlerinden elde ettikleri kazançların işe başlama tarihinden itibaren yatırım dönemi dahil beş vergilendirme dönemi gelir ve kurumlar vergisinden müstesna olduğu hükme bağlanmıştır.
Vergi muafiyet ve istisnalarını düzenleyen kurallarda öngörülen koşulların, yasa yapıcının bu düzenlemeleri öngörüş amacına aykırı ya da bu amacı aşarak uygulanması, Anayasanın 73 üncü maddesinde eşitlik ilkesinin yansıması olarak yer alan mali güce göre vergilendirme ve vergi adaletine aykırı sonuç yaratır.
4325 sayılı Kanunun amacı, kapsamında bulunan yörelerde bir kısım vergi teşvikleri de sağlanarak, yatırım ve istihdamın artırılmasıdır. Kanunun genel gerekçesinde de bu husus dile getirilerek; Kanun kapsamında sayılan illerde terörün ekonomik etkilerini gidermek için bu illerde ve kalkınmada öncelikli yörelerde yeni yatırım sahalarının açılması, bu yörelerdeki insanların iş ve istihdam imkanlarının artırılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve diğer bölgelere olan göçün önlenmesinin önem arzettiği belirtilerek, hazırlanan bu tasarı ile müteşebbislere bu bölgede yatırım yapmalarını özendirici vergi ve diğer teşviklerin sağlandığı ifade edilmiştir.
Kapsamına dahil illerdeki tüm vergi mükellefleri yerine sadece yeni işe başlayan vergi mükelleflerine teşvik öngören 4325 sayılı Kanunun 1’inci maddesinde açıklanan amaca ancak, Kanun kapsamında sayılan yerlerde, fiilen ve sürekli olarak belli sayıda işçinin istihdam edileceği yeni iş yerleri açılarak ulaşılabileceğinden, Kanunun 3’üncü maddesinde, kapsama dahil illerde yeni işe başlayan mükelleflerin tüm kazançları değil, münhasıran ifadesi kullanılmak suretiyle sadece bu işyerlerinden elde edilen kazançlar vergiden müstesna tutulmuştur. Dolayısıyla, istisna kuralı, iş yerinde yürütülen etkinlik dışında elde edilen kazanç ve iratları kapsamamaktadır.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 2’nci maddesinde gelirin unsurları arasında menkul sermaye iradına yer verilerek, aynı Kanunun 75’inci maddesinin son fıkrasında, menkul sermaye iradının, bunları sağlayan sermaye sahibinin ticari faaliyetine bağlı bulunduğu takdirde, ticari kazancın tespitinde dikkate alınacağı öngörülmüş ise de; Yasada yapılan söz konusu gönderme, kurum kazancının tespit şekline, bir başka anlatımla matrahın belirlenmesine ilişkin olup, geliri yahut kurum kazancını oluşturan gelir unsurunun niteliğini değiştirici bir gönderme değildir. Zira Kurumlar Vergisi Kanununa göre kurum kazancı, Gelir Vergisi Kanununun 2’nci maddesinde öngörülen, ticari, zırai, mesleki kazançlarla diğer kazanç ve iratlardan, ücretlerden, gayrimenkul sermaye iradı ve menkul sermaye iradı olan gelir unsurlarından oluşmaktadır.
Davacı, ticari işletmesinin aktifinde tuttuğu yabancı para cinsinden naktini bankada, döviz tevdiat hesabında izlemiş ve faiz elde etmiştir. Ticari faaliyetin bir gereği de olsa atıl kalan paranın bankaya tevdi edilmesinden elde edilen faiz, işyerinde yürütülen etkinlikten ve yaratılan istihdam ve üretimden doğan bir kazanç olmayıp, nakdi sermayenin getirisi olduğundan; tüm kazançları değil, münhasıran belli sayıda işçinin fiilen ve sürekli olarak istihdam edildiği iş yerinden elde edilen kazancı vergi dışı bırakan istisna kuralı kapsamının, yasa yapıcının amacına da aykırı olarak genişletilmesi suretiyle verilen tarhiyatın kaldırılması yolundaki ısrar kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.
Bu nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle, … Vergi Mahkemesinin … günlü ve E: …, K: … sayılı ısrar kararının bozulmasına, yeniden verilecek kararda karşılanacağından yargılama giderleri hakkında hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına, 21.11.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

X – K A R Ş I O Y
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar vergi mahkemesi ısrar kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden karara katılmıyoruz.