DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU 2021/1418 E. , 2022/485 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2021/1418
Karar No : 2022/485
TEMYİZ EDEN (DAVACI) : … Lisesi Vakfı
VEKİLİ : Av. ….
KARŞI TARAF (DAVALILAR) : 1….
VEKİLİ: Hukuk Müşaviri …
2-… Müdürlüğü
VEKİLİ: Hukuk Müşaviri …
İSTEMİN KONUSU : Danıştay Onuncu Dairesinin 08/02/2021 tarih ve E:2020/3073, K:2021/309 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: 24/01/2003 tarih ve 25003 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik’in eki olan ve faaliyette bulunan cemaat vakıflarını gösteren listede davacı Vakfın yer almamasına ilişkin eksik düzenlemenin ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların adına tescili için yapmış olduğu başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istenilmiştir.
Daire kararının özeti: Danıştay Onuncu Dairesinin 08/02/2021 tarih ve E:2020/3073, K:2021/309 sayılı kararıyla;
Dairelerinin dava konusu düzenlemenin ve işlemin iptaline dair 15/11/2005 tarih ve E:2003/2272, K:2005/6741 sayılı kararının, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 02/12/2010 tarih E:2006/1223, K:2010/1775 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması ve 18/09/2013 tarih ve E:2011/1238, K:2013/2446 sayılı karar ile de davacının karar düzeltme isteminin açıklamalı olarak reddedilmesi üzerine bu kez Dairelerinin 21/01/2016 tarih ve E:2014/2560, K:2016/344 sayılı kararı ile dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği, davacının temyiz istemi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 04/06/2018 tarih ve E:2016/4950, K:2018/2951 sayılı kararıyla, dava konusu işlemlerin hukuka uygunluk denetiminin yapılması gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine bozma kararına uyulup yeniden inceleme yapılarak;
24/07/1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’nın “Akalliyetlerin Himayesi” başlıklı üçüncü faslında yer alan 37 ile 45. maddeleri, 17/02/1926 tarih ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 74. maddesi ile 19/06/1926 tarih ve 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un 8. maddesinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar hakkında ayrı bir kanuni düzenleme yapılacağının öngörüldüğü, bu düzenlemenin ise 05/06/1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ile yapıldığı belirtilerek;
Bu Kanun ile Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce, eski hukuka göre kurulan vakıflar hakkında, bunların varlıklarına ve vakfiyelerine zorunlu durumlar dışında dokunmadan, yeni usûl ve esaslar getirildiği, sözü edilen 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ile tarihsel ve hukuksal süreçte gelişen ve Lozan Antlaşması’yla varlıkları tanınan, Türk uyruklu azınlıklara/cemaatlere ait dini, ilmi, hayri kurumlar ve vakıflara “mülhak vakıf” tüzel kişiliğinin tanındığı;
Azınlık/cemaat vakıflarının taşınmaz mallarının, 2762 sayılı Kanun’un 44. maddesi uyarınca, 16/02/1328 tarihli Eşhası Hükmiyenin Emvali Gayrimenkuleye Tasarruflarına Dair Muvakkat Kanun gereğince yapılan bildirimlerle ve anılan Kanun’un Geçici 1. maddesi uyarınca verilen beyannamelere dayanılarak vakıf kütüğüne kaydedildiği, söz konusu geçici madde uyarınca verilen ve kamuoyunda “1936 Beyannamesi” olarak adlandırılan beyannamelerin cemaat vakfının vakfiyesi olarak kabul edildiği;
Yapılan bu açıklamalar çerçevesinde, Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği tarihten sonra cemaat vakfı kurulamayacağı, niteliği itibarıyla bir tasfiye kanunu olan 2762 sayılı Kanun’un da Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğünden önce vücut bulmuş ve 2762 sayılı Kanun’un geçici maddesi uyarınca beyanname düzenlenmiş olan vakıfları kapsadığının anlaşıldığı;
Öte yandan, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25/09/2001 tarih ve E:2001/7572, K:2001/9660 sayılı kararında da; cemaat vakıflarının padişah fermanı olarak emri mahsusa ile kuruldukları, vakfıyelerinin bulunmadığının, gerek öğretide, gerek yargısal uygulamada ortaklaşa ifade edildiği, anılan vakıf türlerinin (cemaat vakıflarının) iki yoldan geliştiği, ilk olarak bağımsız bir vakıf kurulduğu, daha sonra da kurulmuş bulunan ana vakfa mal tahsis edildiği, böylece ana vakfın mal varlığının çoğaltıldığı, genellikle İstanbul’un belli semtlerinde ana vakıf niteliğinde büyük bir hayri ya da dini vakıf kurulmuş; o semtlerde aynı cemaat hizmetlerinin görülmesine tahsis edilen diğer kurumlarda ana vakfın tüzel kişiliğine bağlandığı;
Dava konusu olayda ise davacı Vakfın, Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlük tarihinden önce vücut bulmadığı gibi 2762 sayılı Kanun’un geçici maddesi uyarınca verilen beyannamesi de bulunmadığı için cemaat vakfı sayılmasına olanak bulunmadığı, cemaat vakıflarına ilişkin mevzuat hükümlerinin zaman içerisinde uygulanmış olmasının davacıya cemaat vakfı statüsünü, dolayısıyla vakıf tüzel kişiliğini kazandıramayacağı;
Davalı … Müdürlüğünün dosyaya sunduğu gerek … tarihli ek beyanından ve gerekse …. tarih ve …. sayılı … Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği yanıttan, … tarihli vakfiyeye göre …, …., …, …. adlı gayrimüslimlerin toplam 15 bin kuruş tahsis ederek bir vakıf kurdukları, vakfa tahsis edilen paranın sağlam bir rehin ve kefil karşılığı faize verilmesi ve elde edilen gelirle … Kilisesinin karşısında bulunan … ve … tabir edilen bir evde sanayi, lisan ve ilim öğrenen akıllı ve reşit fakir Ermenilerin ve hocalarının gündüzlü olarak okutulması için masraflarının karşılanmasının şart edildiğinin, dolayısıyla bu vakfiyenin lisenin vakıf olarak kurulduğunu değil anılan evde okuyanlara yardım yapılması hakkında olduğunun; ayrıca, Miladi 10/03/1796 tarihli padişah fermanında ise Ermenilerin sakin olduğu Üsküdar … Mahallesinin bir bölümünde …’ın kendi tasarrufunda olan evinde büyük, çocuk yaştaki Ermenilerin gürültü etmeden İncil okumalarına izin veren Miladi 26/02/1724 tarihli önceki fermana atıfta bulunarak, Papaz … öldüğünden yerine akrabası … başvurusu üzerine büyük, küçük yaştaki Ermenilerin gürültü yapmadan aynı yerde İncil okumalarına izin verilmesi hakkında olduğunun, bir vakfiyeden bahsedilmediğinin, dolayısıyla davacı vakfın söz konusu padişah fermanlarıyla ilgisinin bulunmadığını saptayarak dava konusu işlemi tesis ettiğinin anlaşıldığı;
Öte yandan, Dışişleri Bakanlığının azınlık vakıflarıyla ilgili bu ve benzeri olaylarda sergilenen tutuma ilişkin olarak yaptığı genel bir değerlendirme sonucunda, 26/10/1998 tarih ve 16378 sayılı yazılı görüş yazısında, bireyler ve birey grupları lehine uzun süreler hak ve menfaatler doğurmuş idari tasarrufların bir anda yok hükmünde kabul edilmesi veya başka bir idari tasarrufla geri alınması yoluna gidilmesinin, kamu hukuku prensipleri ve devlet ciddiyeti ile bağdaşmayacağı, benzer durumdaki azınlık vakıflarının lehine geçmiş yıllarda tesis edilen idari işlemlerin sakat olduğu gerekçesiyle aradan bu kadar uzun süre geçtikten sonra geri alınacağının ileri sürülmesinin ve o tasarrufların doğurmuş olduğu hukuki durumların ortadan kaldırılmaya çalışılmasının, kamu hukuku ilkelerine aykırı ve idareye olan güveni sarsıcı bir yaklaşım olduğu ifadesi ile birlikte geçmişte tapuda davacı adına vakıf olarak taşınmaz tescillerinin yapıldığı ve 1985 yılına kadar valilikçe cemaat vakfı imiş gibi seçim yaptırılmış olduğu hususlarının birlikte değerlendirilmesi sonucu … Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisinin … tarih ve … sayılı kararı ile davacıya cemaat vakfı tüzel kişiliğinin tanındığının görüldüğü;
Bu durumda, gerek 2762 sayılı Vakıflar Kanun’u, gerekse de bu Kanun’u yürürlükten kaldıran 5737 sayılı Vakıflar Kanunu uyarınca cemaat vakfı olarak kabul edilmesi hukuken mümkün bulunmayan, hakkında bunun aksini kanıtlayacak bir bilgi/belge de sunulamayan davacının, 24/01/2003 tarih ve 25003 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik’in eki olan ve faaliyette bulunan cemaat vakıflarını gösteren listede adına yer verilmemesinde ve anılan düzenleme uyarınca tasarrufu altında bulunan taşınmazların vakıfları adına tescil edilmesi için yaptığı başvurunun reddine yönelik dava konusu 03/04/2003 tarihli işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı;
Ayrıca, davalı … Genel Müdürlüğü tarafından, davacıya yıllarca cemaat vakfıymış gibi muamele edildiği, seçim yapıldığı ve adına tapuda vakıf olarak taşınmaz tescil edilmiş olduğu hususlarıyla birlikte, konuya ilişkin Dışişleri Bakanlığından alınmış olan görüş yazısı değerlendirilerek daha sonradan tesis edilen yeni bir idari tasarrufla cemaat vakfı tüzel kişiliği tanımış olmasının; idari işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının tespitinin, kural olarak işlemin tesis edildiği tarihteki hukuki duruma göre yapılması gerektiği ilkesi dikkate alınarak dava konusu işlemleri sakatlar nitelikte görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, Vakıflar Meclisi tarafından talepleri kabul edilerek kendilerine cemaat vakfı statüsünün verildiği, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 2010 yılındaki bozma kararındaki gerekçelerin dikkate alınmadığı, kendilerine iddia ve savunmalarına ekleyecek hususlar bulunup bulunmadığının sorulmadığı, temyize konu kararın usul ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’UN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin gereği görüşüldü:
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin ikinci fıkrasında, Danıştay dava dairelerinin nihai kararlarının temyizen incelenerek bozulmasının;
“a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
c)Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması” sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkün olduğu belirtilmiş; dördüncü fıkrasında, “Danıştayın ilk derece mahkemesi olarak baktığı davaların temyizen incelenmesinde bu madde ile ısrar hariç 50. madde hükümleri kıyasen uygulanır.” denilmiş; 50. maddesinin dördüncü fıkrasında ise Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde, bu kararın temyiz incelemesinin, bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağı hükme bağlanmıştır.
Danıştay Onuncu Dairesinin temyize konu kararı; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 02/12/2010 tarih E:2006/1223, K:2010/1775 sayılı kararı ile 04/06/2018 tarih ve E:2016/4950, K:2018/2951 sayılı bozma kararlarında belirtilen gerekçeler göz önüne alınarak verilmiş bir karar olduğundan, usul ve hukuka uygun bulunmakta ve bozulmasını gerektirecek bir hukuka aykırılık taşımamaktadır.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin reddine,
2. Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin Danıştay Onuncu Dairesinin temyize konu 08/02/2021 tarih ve E:2020/3073, K:2021/309 sayılı kararının ONANMASINA,
3. Kullanılmayan …-TL yürütmeyi durdurma harcının istemi hâlinde davacıya iadesine,
4. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16/02/2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.