Danıştay Kararı İdari Dava Daireleri Kurulu 2020/1707 E. 2020/1904 K. 21.10.2020 T.

DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU         2020/1707 E.  ,  2020/1904 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2020/1707
Karar No : 2020/1904

TEMYİZ EDEN (DAVACILAR) : 1- …
2- …
3- … 4- …
5- … 6- … 7- … 8- …
9- …. 10- …
11- … 12- …
13- … 14- …
15- … 16- …
17- … 18- …
19- … 20- …
21- … 22- …
23- … 24- …
25- … 26- …
27- … 28- …
29- … 30- …
31- … 32- …
33- … 34- …
35- …
VEKİLİ : Av. …
DİĞER DAVACILAR :1…
2- …
VEKİLİ : Av. …
3- …
4- …
5- …
6- …
7- …
8- …
9- …
10- …

11- …
VEKİLLERİ : Av. …, Av. …
12- …
13- …
14- …
VEKİLİ : Av. …
15- …
VEKİLİ : Av. …
KARŞI TARAF (DAVALILAR) : 1- …
2- … Başkanlığı
VEKİLİ : Av. …

İSTEMİN KONUSU : Danıştay Altıncı Dairesinin 19/02/2020 tarih ve E:2019/2500, K:2020/2165 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: İstanbul ili, Bakırköy ilçesi, … mahallesi içerisinde bulunan ve ekli krokilerde sınırları belirtilen alanın 7269 sayılı Kanun’un 2. ve 14. maddeleri uyarınca “afete maruz bölge” olarak ilanına ilişkin 25/01/2016 tarih ve 2016/8466 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bu kararın dayanağı olan 24/08/2015 tarihli Jeolojik Etüt Raporunun iptali istenilmektedir.
Daire kararının özeti: Danıştay Altıncı Dairesinin 19/02/2020 tarih ve E:2019/2500, K:2020/2165 sayılı kararıyla;
Afete maruz bölge ilan edilen alandaki heyelanın; geçmişte hareket etmiş, halen yavaş zemin hareketleri ile devam eden ve zaman içerisinde oluşabilecek küçük tetiklemeler (yağış, drenaj sorunu, deprem, topuk kazılması/erozyonu vb.) ile tekrar aktif hale gelebilecek nitelikte olduğu, heyelan riskinin devam ettiği ve afete maruz bölge kararının kaldırılmasının can ve mal kaybına yol açabileceği, bu nedenlerle de afete maruz bölge ilanına ilişkin dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle 25/01/2016 tarih ve 8466 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı yönünden davanın reddine,
Afete maruz bölge kararının alınması, kararın kaldırılması veya sınırlarının genişletilip daraltılması önerilerini içeren jeolojik etüt raporlarının, asıl işlemlerin hazırlayıcısı, diğer bir ifade ile ön işlem niteliğinde teknik bir rapor olduğu, nihai ve icrai bir işlem olarak tek başına idari davaya konu edilemeyeceği, ayrıca dayanağı olduğu Bakanlar Kurulu kararı ile birlikte yargısal denetime tabi olacağı, bu haliyle 24/08/2015 tarihinde onaylanan Jeolojik Etüt Raporunun idari davaya konu olabilecek, kesin ve yürütülebilir işlem niteliğinde bulunmadığı gerekçesiyle de 24/08/2015 tarihinde onaylanan Jeolojik Etüt Raporu yönünden davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Bir kısım davacılar tarafından, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararıyla afete maruz bölge olarak ilan edilen alan içerisinde bulunan sitede 1961 yılından beri mukim oldukları, bahse konu alanın afete maruz bölge ilanını gerektiren bir durumda bulunmadığı, bu hususun başta yargılamada icra edilen keşif neticesinde bilirkişi heyeti tarafından tanzim edilen rapor olmak üzere dosya kapsamında bulunan pek çok bilgi ve belgeyle ortaya konulduğu, iptali talep edilen Bakanlar Kurulu Kararının tek dayanağının 24/08/2015 tarihli Jeolojik Etüd Raporu olduğu, bu raporda yalnızca alanın haritalandırılmasına yönelik tespitlerin yer aldığı, söz konusu raporda alanla ilgili afet riski ile ilgili teknik belirlemelerin 1963 tarihli Jeolojik Etüd Raporlarından alındığı, bu haliyle iptali talep edilen Bakanlar Kurulu Kararının 60 yıl öncesine ait verilerle tesis edildiği belirtilerek, temyize konu Daire kararının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMALARI : Davalı idareler tarafından, davaya konu alanın 25/09/1962 tarihli Jeolojik Rapor ile 22/01/1963 tarihli Küçükçekmece Heyelan Sahası Hakkında Rapora istinaden 25/03/1963 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla afete maruz bölge ilan edildiği, bahse konu raporlarda afete maruz bölge olarak ilan edilen alanın sınırlarının koordinatsız ve kroki halinde olması nedeniyle aynı sınırların yerinde koordinata alınarak sayısallaştırılması sonucunda belirlenen alanın yeniden teklife sunulduğu ve dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı ile afete maruz bölge ilan edildiği, iptali talep edilen 24/08/2015 tarihli Jeolojik Etüd Raporunun kesin ve yürütülebilir idari işlem niteliğinde olmadığı, dava konusu yerin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü tarafından hazırlatılmış olan “İstanbul İli Avrupa Yakası güneyi Yerleşim Amaçlı Mikrobölgeleme Çalışmaları Sonucu Hazırlanan İmar Planlarına Esas Jeolojik-Jeoteknik Etüt Raporu”nda “Önemli Alanlar-2a” kapsamında kabul edildiği, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının keyfi saiklerle alınmış bir karar olmadığı, tamamen kişilerin can ve mal güvenliğini temin etme amacını taşıdığı, bu haliyle yaşam hakkını önceleyen dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının mülkiyet hakkı nedeniyle iptalinin söz konusu olmayacağı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’NIN DÜŞÜNCESİ : Temyizen bakılan davada, 49 davacı yer almaktadır. Bu davacıların bir kısmı davada kendilerini temsil etmek üzere üç farklı avukata, diğer bir kısmı anılan avukatlardan ikisine, en nihayetinde bir başka kısmı ise bu avukatlardan yalnızca birine vekaletname vermiştir. Dava, bu avukatların imzasını taşıyan ve tek bir irtibat adresi gösterilen ortak dilekçe ile ikame edilmiştir. Yargılamada, keşif günü müzekkeresi dışında kalan tüm aşamalarda -davalı idarelerin savunmaları, duruşma davetiyesi, savcı düşüncesi dahil olmak üzere- dava dilekçesinde gösterilen adreste yalnızca tek bir avukat adına çıkartılan tebliğ mazbatası ile tebliğ işlemleri gerçekleştirilmiştir. Bu haliyle, tekemmül etmeyen dosyada tesis edilen temyiz incelemesine konu kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davacının duruşma istemi yerinde görülmeyerek gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:

MADDİ OLAY :
İstanbul ili, Bakırköy ilçesi, … mahallesi içerisinde bulunan ve dava konusu Bakanlar Kurulu Kararına ekli krokide koordinatları gösterilen alan 24/08/2015 tarihli Jeolojik Etüt Raporu doğrultusunda heyelan riski nedeniyle 25/01/2016 tarih ve 8466 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile afete maruz bölge olarak ilan edilmiştir. Bunun üzerine anılan mahallede bulunan … ada, … parsel sayılı taşınmaz üzerindeki yapıların malikleri tarafından; bahse konu alanın 7269 sayılı Kanunun 2. ve 14. maddeleri uyarınca afete maruz bölge olarak ilan edilmesine ilişkin 25/01/2016 tarih ve 8466 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ve bu kararın dayanağı olan 24/08/2015 tarihli Jeolojik Etüt Raporunun iptali istemiyle temyizen incelenen dava açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT :
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 5. maddesinin 2. fırkasında, “2. Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerekir.”; “Tebligat ve cevap verme” başlıklı 16. maddesinde, “1. Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.
2. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.
3. Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.
4. Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.
5. Davalara ilişkin işlem dosyalarının aslı veya onaylı örneği idarenin savunması ile birlikte, Danıştay veya ilgili mahkeme başkanlığına gönderilir.
6. Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesi taraflara tebliğ edilir. Taraflar, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebilirler.”; “Duruşma” başlıklı 17. maddesinde; “1. Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.
2. Temyiz ve istinaflarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.
3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.
4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.
5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.”; “Tebliğ işleri ve ücretler” başlıklı 60. maddesinde ise, “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
Aynı şekilde, 2577 sayılı Kanun’un 31. maddesinin yollamada bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Bilirkişi raporunun verilmesi” başlıklı 280. maddesinde, “(1) Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir.”; “Bilirkişi raporuna itiraz” başlıklı 281. maddesinin 1. fıkrasında ise, “Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler. Bilirkişi raporuna karşı talebin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi hâlinde yine bu süre içinde mahkemeye başvuran tarafa, sürenin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek süre verilebilir.” hükümleri bulunmaktadır.
2577 sayılı Kanun’un 60. maddesinde atıfta bulunulan 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesinin 1. fıkrasında, tebligatın tebliğ yapılacak şahsın bilinen en son adresinde yapılacağı; aynı Kanun’un 11. maddesinin 1. fıkrasında ise, vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağı, birden fazla vekil bulunması halinde de bu vekillerden birine tebligat yapılmasının kafi olacağı öngörülmüştür.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır. Anılan madde ile Anayasal güvenceye bağlanan hak arama hürriyeti, temel hak kategorisinde yer almasının yanında, diğer temel hak ve hürriyetlerin korunması ve kullanılmasında üstlendiği görev nedeniyle de hukukun temel ilkelerinden birini teşkil etmektedir. Bu yönüyle, hak arama hürriyeti, niteliği itibariyle bünyesinde birden fazla ilkeyi barındıran bir hukuki müessese görünümü arz etmektedir. Kuşkusuz, bu ilkelerden biri de adil yargılanma hakkının da en önemli unsurlarından birini teşkil eden mahkemeye erişim hakkıdır. Belirtmek gerekir ki, hak arama hürriyetinin gerçek manada varlığı için mahkemeye erişim hakkının tanınması yeterli olmamakta, ayrıca tarafların bu hakkın etkin kullanımını sağlayan vasıtalarla donatılması zorunluluk arz etmektedir. İşte, bu vasıtaların başında bilgilendirilme hakkı gelmektedir. Gerçekten, ancak yargılamanın aşamalarından bilgi sahibi olan taraflar, etkin bir şekilde mahkemeye erişme ve haklarını savunma olanağına sahip olabilecektir.
Esasında, Anayasa koyucunun bu iradesi çoğu usul yasasında olduğu gibi, 2577 sayılı Kanun’da da gözetilmiş ve idari yargılamalarda tarafların aşamalardan bilgilendirilmesini öngören hükümler ihdas edilmiştir. Tarafların dosyaya sunulan dilekçeler, bilirkişi raporu, duruşma günü ile savcı düşüncesi hakkında bilgilendirilmelerini öngören ve yukarıda aktarılan düzenlemeler bu türden hükümlerdir. Dolayısıyla, davaya taraf olanların aşamalardan bilgilendirilmesini ve bu suretle iddia ve savunma haklarını etkin bir şekilde kullanabilmesini temin eden bahse konu düzenlemelerin ihlali, yargılamanın sakatlanmasına sebebiyet vermekte ve yargılama neticesinde tesis edilen kararın bozulmasını gerektirmektedir.
Bu anlatımlar doğrultusunda dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, temyizen bakılan davada 49 davacının bulunduğu; bu davacılardan 13 tanesinin Av. …, Av. … ve Av. …’ı, 31 tanesinin yalnızca Av. …’ı, 4 tanesinin yalnızca Av. ….’ı, 1 tanesinin ise sadece Av. …’ı vekil olarak görevlendirdiği; davanın bu üç avukatın imzasını taşıyan tek bir irtibat adresi gösterilerek ortak dilekçe ile açıldığı; davalı idarelerin savunma dilekçeleri, bilirkişi raporu, yürütmenin durdurulması istemi üzerine tesis edilen karar, savcı düşüncesi, duruşma davetiyesi ve nihai kararın dava dilekçesinde gösterilen adreste yalnızca Av. … adına çıkartılan tebliğ mazbatası ile tebliğ edildiği, keşif günü müzekkeresinin ise tüm avukatlara kendi adreslerinde ayrı ayrı tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.
Somut uyuşmazlıkta, davacıların kısımlar halinde kendilerini temsil etmek üzere görevlendirdikleri farklı vekillerin 2577 sayılı Kanun’un 5. maddesi uyarınca hazırladıkları ortak dilekçede gösterdikleri tek bir irtibat adresinin 7201 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında bilinen en son adres kabul edilerek tebligatların bu adrese çıkartıldığı görülmektedir. Ancak; bu adrese gönderilen tebligatların yalnızca davacıların bir kısmını temsil eden Av. … adının yazılarak çıkartıldığı, diğer davacıları temsil eden avukatlar adına keşif müzekkeresi haricinde herhangi bir tebliğ mazbatası düzenlemediği ve tebliğ işlemi gerçekleştirilmediği, hukuki dinlenilme hakkının en önemli unsurlarından birini teşkil eden duruşma günün sadece Av. …’a tebliğ edilmesi nedeniyle bu avukatın yanında çalışan Av. …’ın duruşmaya katıldığı, bu nedenle de diğer davacıların duruşmada temsilinin sağlanmadığı, aynı şekilde nihai kararın sadece Av. …’a tebliği üzerine bu avukat tarafından yalnızca kendi vekilleri yönünden temyiz isteminde bulunulduğu gözetildiğinde, tarafların mahkemeye erişim haklarının etkin bir şekilde kullanılmasının sağlanamadığı ve bu suretle yukarıda temas edilen hükümlerin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu itibarla, Anayasa’nın 36. maddesi ile teminata bağlanan mahkemeye erişim hakkı etkin bir şekilde sağlanmadan yapılan yargılama neticesinde tekemmül etmeyen dosyada tesis edilen Daire kararının bozulması gerekmektedir.
Diğer taraftan, sunulan temyiz dilekçesinde temyiz edenler arasında gösterilen “…” temyizen bakılan davada davacı konumunda bulunmadığından ve dosya kapsamında temyiz edenler arasında gösterilen “…”ün Av. ..’ı vekil kıldığına dair düzenlenmiş herhangi bir vekaletname yer almadığından, bozma gerekçesi de gözetildiğinde bahsi geçen kişiler yönünden bu aşamada temyiz incelemesinin gerçekleştirilmesine gerek görülmemiştir.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulü ile davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin Danıştay Altıncı Dairesinin temyize konu 19/02/2020 tarih ve E:2019/2500, K:2020/2165 sayılı kararının BOZULMASINA,
2. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Danıştay Altıncı Dairesine gönderilmesine kesin olarak, 21/10/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.