Danıştay Kararı İdari Dava Daireleri Kurulu 2020/1610 E. 2020/2396 K. 11.11.2020 T.

DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU         2020/1610 E.  ,  2020/2396 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2020/1610
Karar No : 2020/2396

TEMYİZ EDENLER: 1- (DAVACI): … Sendikası
VEKİLİ : Av. …
2- (DAVALI): … Anonim Şirketi
VEKİLLERİ : Av…., Av. …

İSTEMİN KONUSU : Danıştay Onuncu Dairesinin 12/02/2020 tarih ve E:2018/3427, K:2020/464 sayılı kararının davacı tarafından esastan, davalı idare tarafından ise, yargılama giderleri ile vekalet ücreti yönünden temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: 12/04/2018 tarihli “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in Sendikal Faaliyette Bulunma Hakkı başlığını taşıyan 39. maddesinin iptali istenilmiştir.
Daire kararının özeti:Danıştay Onuncu Dairesinin 12/02/2020 tarih ve E:2018/3427, K:2020/464 sayılı kararıyla;
Usul Yönünden:
Davalı tarafından verilen dilekçeyle, 19/12/2019 tarih ve 30953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in yürürlüğe girdiği, 12/04/2018 tarihli “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in yürürlükten kaldırıldığı, dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiğinin savunulduğu,
2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “Savcıların Görevleri” başlığını taşıyan 61. maddesinde; “Savcılar ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına incelerler ve esas hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı olarak verirler…” hükmüne yer verildiği, bakılmakta olan davada dosyanın esası hakkında “ret” ya da “iptal” hükmü kurulmadığından, davanın esası hakkındaki düşüncesini yazılı olarak vermek durumunda olan savcı görüşünün alınmasına gerek bulunmadığı, savcı düşüncesi alınması yönündeki Üye Suna Türkoğlu’nun karşı oyuyla işin esasının incelendiği,
Esas Yönünden:
6475 sayılı Kanun’un “Sözleşmeli Personel” başlıklı 27. maddesinde, 696 sayılı KHK ile yapılan değişiklikle Genel Kurul kararı ile yönetmelik düzenlenmesinin öngörüldüğü, bunun üzerine Genel Kurul kararıyla 12/04/2018 tarihli “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in yürürlüğe girdiği,
Davacı tarafından 12/04/2018 tarihli Yönetmeliğin 39. maddesinin iptalinin talep edildiği, “Sendikal Faaliyette Bulunma Hakkı” başlığını taşıyan 39. maddede “Personel, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu hükümlerine tabi olup anılan Kanunda belirtilen hükümler uyarınca, sendika kurabilir ve bunlara üye olabilirler.” hükmünün yer aldığı,
Davacının yürütmenin durdurulması yönündeki talebinin Dairelerinin 06/03/2019 tarih ve E.2018/3427 sayılı kararıyla reddedildiği, bunun üzerine davacının yaptığı itirazın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 08/07/2019 tarih ve YD İtiraz No:2019/708 sayılı kararıyla kabulü ile yürütmenin durdurulmasına karar verildiği,
Mezkur kararda, bir kamu kurumu olan Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinin kamu tüzel kişiliğini haiz, ülke çapında örgütlenmiş bir kurum olması, 15.000 PTT işyeri ve 100.000 civarında personelinin bulunması karşısında, kamu personeline ait genel hükümleri kapsayan dava konusu Yönetmeliğin 3011 sayılı Resmi Gazete’de Yayımlanacak Olan Yönetmelikler Hakkında Kanun’un 1/b maddesi uyarınca, Resmi Gazete’de yayımlanması gereken yönetmeliklerden olduğu, bu itibarla PTT Genel Kurulu’nca kabul edilen uyuşmazlığa konu Yönetmeliğin Resmi Gazete’de yayımlanmaması nedeniyle, dava konusu Yönetmelik hükmünde hukuka uyarlık bulunmadığı, uygulanması hâlinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğmasına yol açacağı sonucuna ulaşıldığı yönündeki belirlemelere yer verildiği,
19/12/2019 tarih ve 30953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in yürürlüğe girdiği,
PTT A.Ş. Yönetim Kurulunun … tarih ve … karar sayılı kararı ile, 19/12/2019 tarih ve 30953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in yürürlüğe girmesi sebebiyle, 12/04/2018 tarihli “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in yürürlükten kaldırılmasına karar verildiği,
Davacı tarafından, 19/11/2019 tarih ve 30953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik’in aynı hükmünü içeren 39. maddesinin iptali talebiyle Dairelerinin E.2020/313 sayılı dosyasında iptal davası açıldığı, bu davanın halen derdest olduğu,
Davacı tarafından, 19/11/2019 tarih ve 30953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik ile 12/04/2018 tarihli Yönetmeliğin birebir aynı olduğu, bu nedenle 12/04/2018 tarihli Yönetmeliğin yürürlükte olduğu, 12/04/2018 tarihli Yönetmeliğin kaldırılmasına ilişkin Yönetim Kurulu kararının yok hükmünde olduğu beyan edilerek, ilk ve ikinci Yönetmeliğin iptaline karar verilmesi istenilmiş ise de, iki Yönetmeliğin aynı anda yürürlükte olduğundan söz edilemeyeceği, “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in 19/11/2019 tarih ve 30953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği, Genel Kurul kararı ile yürürlüğe giren 12/04/2018 tarihli “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in yürürlükten kaldırıldığı, bu nedenlerle davanın konusunun kalmadığı gerekçeleriyle,
Dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENLERİN İDDİALARI :
Davacı tarafından, her davanın açıldığı tarihteki duruma göre karara bağlanması gerektiği, hukuka aykırı bir şekilde yürürlüğe konulan Yönetmeliğe istinaden pek çok işlem tesis edildiği, yeni Yönetmeliğin somut uyuşmazlıkta tesis edilen yürütmenin durdurulması kararının semeresiz kılınması amacıyla yürürlüğe konulduğu, bu bağlamda somut uyuşmazlıkta dava konusu edilen Yönetmeliğin esası hakkında karar verilmesi gerektiği, sonradan yürürlüğe giren ve dava konusu hüküm ile aynı düzenlemeyi ihtiva eden Yönetmeliğe karşı açılan davanın somut dava ile birleştirilmesi yönündeki taleplerinin dikkate alınmadığı, dava konusu Yönetmeliğin dayanağını teşkil eden 6475 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ilga edildiği, bu nedenle Yönetmeliğin dayanağının tamamen ortadan kalktığı, dava konusu Yönetmeliğin 28. maddesinde ilgili personelin 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayıldığı, yine aynı Yönetmeliğin 27, 28, 29 ve 30. maddelerinde yer alan düzenlemelerden hareket edildiğinde Yönetmelik kapsamında bulunan personelin 4857 sayılı İş Kanunu anlamında işçi olarak kabul edilmesi gerektiği, buna rağmen ilgili personelin kamu görevlileri sendikalarına üye olabileceğini öngören dava konusu düzenlemede hukuka uyarlılık bulunmadığı belirtilerek, Daire kararının esas yönünden bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
Davalı idare tarafından, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin yollamada bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 331. maddesi uyarınca konusu kalmayan davalarda davanın açıldığı tarihteki haklılık durumuna göre yargılama giderlerine hükmedilmesi ve hukuka uygunluk karinesinden istifade eden dava konusu işleme karşı açılan davada esas hakkında değerlendirme yapılmadığından davanın açıldığı tarih itibarıyla hukuka uygun kabul edilmesi gerektiği, bu çerçevede somut uyuşmazlıkta yargılama giderleri ve vekalet ücretinin kendilerine yükletilmesinin hukuka uygun olmadığı belirtilerek, Daire kararının yargılama giderleri ve vekalet ücreti yönünden bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMALARI :
Davacı tarafından, kendi temyiz dilekçelerinde de ifade ettikleri üzere davanın esası hakkında karar verilmemesinin hukuka uygun olmadığı, bu çerçevede davalı idare tarafından temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı belirtilerek, davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Davalı idare tarafından, davacının iddia ettiğinin aksine Yönetmelik kapsamındaki personelin 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Ek 27. maddesi uyarınca istihdam edildiği, bu çerçevede anılan personelin 4857 sayılı Kanun kapsamında bulunduğu yönündeki davacı iddiasının itibara şayan olmadığı belirtilerek, davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’NIN DÜŞÜNCESİ: Temyiz istemlerinin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden davacının yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin, gereği görüşüldü:

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Danıştay dava dairelerinin nihai kararlarının temyizen incelenerek bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan;
“a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
c)Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması” sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Uyuşmazlıkta, Danıştay Savcısının düşüncesi alınmadan temyize konu Daire kararı tesis edilmiştir. 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “Savcıların Görevleri” başlığını taşıyan 61. maddesinde; “Savcılar ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına incelerler ve esas hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı olarak verirler…” hükmü yer almaktadır.
Temyizen bakılan davada, Daire tarafından esasa yönelik “iptal” veya “ret” hükmü kurulmadığı gözetildiğinde, Anayasa’nın 141. maddesinin 4. fıkrasında yer alan “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” yönündeki hükme dayanan usul ekonomisi ilkesi gereğince, usul kararı niteliğinde bulunan “karar verilmesine yer olmadığı” yönündeki karardan önce Danıştay Savcısının düşüncesinin alınmaması bozma nedeni olarak görülmemiştir.
Diğer taraftan, temyiz dilekçelerinde ileri sürülen iddiaların temyiz incelemesine konu kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşılmış olup, Daire kararının esas ve yargılama giderleri ile vekalet ücreti yönünden onanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Tarafların temyiz istemlerinin reddine,
2. Danıştay Onuncu Dairesinin temyize konu 12/02/2020 tarih ve E:2018/3427, K:2020/464 sayılı kararının esas ve yargılama giderleri ile vekalet ücretine ilişkin kısımlarının ONANMASINA,
3. Kullanılmayan … TL yürütmenin durdurulması harcının istemi halinde davacıya iadesine, kesin olarak 11/11/2020 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

X- Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinde, herkesin medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir.
Anılan hükümlerde ifadesini bulan adil yargılanma hakkı, yargılamanın sıhhatli ve hakkaniyete uygun bir biçimde tecelli etmesi için bünyesinde pek çok hakkı ve ilkeyi barındırmaktadır. Bu ilkelerden birini de çelişmeli yargılama ilkesi teşkil etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin muhtelif kararlarında da belirtildiği üzere, çelişmeli yargılama hakkı, taraflara dava esansında mahkemenin kararını etkileme maksadıyla sunulan delil, mütalaa ve görüşlerin tamamı hakkında bilgi sahibi olma ve bunlar hakkında yorumda bulunma imkanı vermektedir. Kuşkusuz, tarafların ileri sürdükleri iddiaların aydınlatılması adına, usul kanunlarında öngörülen usuli süreçlerin işletilmemesi başlı başına çelişmeli yargılama hakkının ihlali anlamını taşımaktadır.
Bu belirlemeler ışığında, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava dosyalarında Danıştay savcılarının esas hakkındaki düşüncelerinin alınmasını zorunlu kılan 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 61. maddesi hükmü göz ardı edilerek, somut uyuşmazlıkta savcısı düşüncesinin alınmaması çelişmeli yargılama hakkının ihlaline sebebiyet verecek nitelikte önemli bir eksikliktir.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 33446/02 başvuru numaralı Meral/Türkiye Davası kapsamında verdiği 27/11/2007 tarihli kararda, “Savcının görevlerini tarafsız bir biçimde yerine getirdiği hususunda kuşku yoktur. Bununla beraber savcının tarafların itirazına tabi olmayan mütalaası temyiz davasının tarafları açısından nötr olarak değerlendirilemez. Temyiz talebinin kabul ya da reddedilmesi yönünde görüş bildirmesi nedeniyle yazılı görüşlerini sunduktan sonra savcı, mahkeme heyetinin kararı üzerinde etki yapmasına imkan sağlayan bir konuma geçer. Adil yargılanma kavramı prensipte, bilhassa, davanın taraflarının, mahkemenin kararını etkilemek amacıyla bağımsız bir yargı görevlisi tarafından bile olsa sunulan her türlü delil ve mütalaa hakkında bilgi sahibi olmasını ve bunlarla ilgili görüş bildirmesi hakkını da içinde barındırır.” belirlemelerine yer verilmiş ve böylece savcı düşüncesinin yargılama sürecindeki önemine vurgu yapılmıştır. Esasında, 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 61. maddesinin 2. fıkrasında yer alan, “Savcılar, ilgili yerlerden Danıştay Başkanlığı aracılığı ile her türlü bilgileri isteyebilecekleri gibi işlem dosyalarını da getirtebilirler.” yönündeki düzenleme de savcı düşüncesinin yargılamadaki rolünü ve etkisini göstermektedir.
Diğer taraftan, Daire kararında esas yönünden “iptal” veya “ret” hükmü kurulmadığı gerekçesiyle Savcı düşüncesinin alınmasına gerek görülmediği kararlaştırılmış ise de, 2575 sayılı Kanun’un 61. maddesinin 1. fıkrasında yer alan savcıların esas hakkında görüşlerini sunacaklarına yönelik düzenlemenin Daire tarafından tesis edilen nihai kararları kast ettiği, bu haliyle karar verilmesine yer olmadığı yönündeki karardan önce de savcı düşüncesinin alınması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu itibarla, Danıştay savcısı düşüncesi alınmaksızın tesis edilen temyiz incelemesine konu Daire kararının esas yönünden bozulması gerektiği oyuyla, karara katılmıyorum.

KARŞI OY

XX- 12/04/2018 tarihli “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in Sendikal Faaliyette Bulunma Hakkı başlığını taşıyan 39. maddesinin iptali istenmiş, anılan Yönetmelik, PTT A.Ş. Yönetim Kurulunun … tarih ve … karar sayılı kararı ile, 19/12/2019 tarih ve 30953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in yürürlüğe girmesi sebebiyle, yürürlükten kaldırılmıştır.
Düzenleyici işlem niteliğindeki Yönetmelik kuralları davacı tarafça menfaatleri ihlal edildiği ön iddiasıyla dava konusu yapılmış ve hukuka aykırı olduğu da belirtilerek iptali istenilmiş olup, Danıştay Dairesinde bu Yönetmelik yargılamaya tabi tutulup incelenmekte iken, davalı idarece “Yeni Yönetmelik / Yönetmelik Değişikliği” çıkarılmak suretiyle mevcut dava konusu Yönetmelik kuralları yürürlükten kaldırılmıştır.
Eski yönetmelik yargısal incelenme aşamasında iken davalı idarenin yeni yönetmelik çıkarma konusunda yetkisi bulunduğu tartışmasız olmakla birlikte, bu durum, idari yargı yerinin yargısal incelemesinde bulunan yönetmelik kuralları hakkında, hukuka uygun olup olmadıkları yönünden bir değerlendirme yapılıp sonuca varılmasına hukuken engel teşkil etmemektedir.
Zira, davacı taraf, hukuka aykırılığı iddiası ile dava konusu Yönetmelik kuralları hakkında yargısal inceleme yapılmasını idari yargı yerinden talep etmektedir.
Kaldı ki, yeni yapılan düzenlemelerde de, davacının hukuka aykırı olduğunu iddia ettiği hususlar varlığını sürdürmektedir.
Hukuka uygunluk denetimi yapılmadan verilecek karar, idarenin bu şekilde yeni yönetmelik kuralları oluşturarak yargı denetimine tabi tutulmasından muaf kılınması sonucunu doğuracaktır.
Ayrıca ilgililer, içeriği aynı olmakla birlikte şeklen değiştirilmiş olan yeni kuralların iptali istemiyle menfaatlerinin ihlali iddialarının devam ettiği göz önünde bulundurulduğunda yeniden dava açmak durumunda kalacak ve mahkemeye erişim haklarını da gereği gibi kullanamamış olacaklardır.
Bu nedenle, idari yargı yerinin yargısal incelemeyi tamamlayıp dava konusu Yönetmelik kurallarının hukuka uygunluğunu veya hukuka aykırılığını tespit edip görüş ve gerekçesini açıklaması gerekmektedir.
Aksi takdirde, idari yargı yerinin etkililiği ve işlevselliği ortadan kalkmış olacak, yargısal denetime tabi tutulmayan Yönetmelik kuralları hukuk aleminde sonuç doğurmaya ve üretmeye devam edecektir.
Bu durumda; idari yargılama usulü gereklerinden olan, idarece iptal edilen veya yürürlükten kaldırılan işlem hakkında idari yargı yerince iptal kararı verilemeyeceği öngörüsü dikkate alınarak iptal kararı verilemez ise de, yönetmelik kurallarının hukuka uygun olup olmadıklarının tespit edilmesine bir engel bulunmadığından, idari yargı yerinin işlevselliği ve aynı zamanda davacı tarafın hukuka aykırılık iddiasının karşılanması bakımından hukukilik denetimi yapılması bir zorunluluk olarak değerlendirilmektedir.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin yargılama giderleri konusunda yollamada bulunduğu 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu yerine yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda vekâlet ücretine, yargılama giderleri arasında yer verilmiş ve yargılama giderlerinin davada haksız bulunan tarafa yükletileceği belirtilmiş olup, 6100 sayılı Kanun’un 331. maddesinde ayrıca, “Esastan sonuçlanmayan davalarda yargılama gideri” başlığı altında, davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hallerde; hâkimin, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmedeceği kurala bağlanmıştır.
Bu yasal düzenleme karşısında; dava devam etmekte iken feragat ve kabul dışındaki sebeplerle davanın konusuz kalması nedeniyle, yargı mercilerince “konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı” kararı verilmesi durumunda, davanın açıldığı tarihte hangi tarafın haksız olduğu saptanarak, o taraf aleyhine yargılama giderleri ve avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.
Bütün bunlar dikkate alınarak, dava konusu 12/04/2018 tarihli “Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinde Çalıştırılacak İdari Hizmet Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik”in 39. maddesinin hukuka aykırılığı veya uygunluğu konusunda tespit yapılıp bu konuda gerekçe yazıldıktan sonra, yeni Yönetmelik düzenlemeleri ile dava konusu Yönetmelik kuralları yürürlükten kaldırıldığı için karar verilmesine yer olmadığına dair kararın yerinde olduğunun açıklanması ve yargılama giderlerinin dağılımının, yapılan tespite göre değerlendirilerek temyiz taleplerinin karara bağlanması gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.

KARŞI OY

XXX- 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/a. fıkrasında; iptal davaları, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.
İptal davasının gerek anılan maddede, gerekse içtihat ve doktrinde belirlenen hukuki nitelikleri göz önüne alındığında; idare hukuku alanında tek taraflı irade açıklamasıyla kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte tesis edilen idari işlemlerin, ancak bu idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisi kurabilenler tarafından iptal davasına konu edileceğinin kabulü zorunlu bulunmaktadır.
İptal davasının amacı, hukuka aykırı idari işlemin uygulamadan kaldırılması, geçersiz kılınması ve işlemin hukuksal gerçerliliğine son verilmesidir. Burada sağlanmak istenen, hukuk düzeninde hukuka aykırı işlemlerin bulunmamasını sağlayarak, hukuk devletinin korunmasıdır. İdare Hukuku ilkelerine göre, iptal kararları, iptali istenilen işlemi, tesis edildiği tarih itibarıyla ortadan kaldırarak, işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri gelmesini sağlar.
Bir idari işlemin hukuki irdelemesi yapıldığında, tespit edilen duruma göre dava konusu işlemin iptali ya da davanın reddi yolunda hüküm kurulması gerekmektedir. Hukuka uygunluk denetimi yapılan işlem yönünden “karar verilmesine yer olmadığına” hükmedilmesi, usulde yeri olmayan bir uygulama olup, işin esasının incelenmesinin sonucu olarak esas hakkında bir hüküm kurulması zorunlu bulunmaktadır.
Bir Yönetmelik kuralına dava açıldıktan sonra, idarenin yeni Yönetmelik çıkarma konusunda yetkisi bulunduğu açık olmakla birlikte, bu durum, idari yargı yerinin yargısal incelemesinde bulunan Yönetmelik kuralı hakkında, hukuka uygun olup olmadığı yönünden bir değerlendirme yapılıp sonuca varılmasına hukuken engel değildir. Aksi halde, idare bu şekilde yeni Yönetmelik yürürlüğe koyarak, mevcut Yönetmeliğin yargı denetimine tabi tutulmasından muaf kılınmasına neden olacaktır. Ayrıca, davacılar şeklen değiştirilen her düzenlemeye karşı dava açmak zorunda bırakılarak, hak arama özgürlüğünün kullanılması da zorlaştırılacaktır.
Bu durumda, dava açıldıktan sonra yürürlüğe konulan yeni Yönetmelikte de aynı düzenleme yer aldığı için varlığını sürdürerek, sonuç doğurmaya devam eden ve davacı tarafından hukuka aykırı olduğu ileri sürülen düzenlemelerin hukuki irdelemesi yapılarak Dairece işin esası hakkında, “ret” ya da “iptal” hükmü kurulması gerekirken, karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmesinde hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabul edilerek, Daire kararının karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kısmının bozulması gerektiği oyuyla, karara katılmıyorum.