Danıştay Kararı İdari Dava Daireleri Kurulu 2019/763 E. 2020/1861 K. 15.10.2020 T.

DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU         2019/763 E.  ,  2020/1861 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2019/763
Karar No : 2020/1861

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : …

KARŞI TARAF (DAVALI) : … Başkanlığı

VEKİLİ : Av. …

İSTEMİN KONUSU : Danıştay Onbeşinci Dairesinin 05/12/2018 tarih ve E:2015/8920, K:2018/8112 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: 24/03/2013 tarih ve 28597 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliği’nin “1.6- Kimlik Tespiti” başlıklı bölümünün 1. paragrafının 1.cümlesinde yer verilen “ve Biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulaması yapılması zorunludur” ibaresi ile “kimlik tespiti, biyometrik kayıt işlemi veya biyometrik kimlik doğrulama işlemini usülüne uygun yapmayan ve bu nedenle bir başka kişiye sağlık hizmeti sunulması nedeniyle kurumun zarara uğramasına sebebiyet veren sağlık hizmeti sunucularından ödenen tutar geri alınır.” şeklindeki ikinci cümlesinin tamamının ve “1.6.1- Biyometrik kimlik Doğrulama İşlemi” başlıklı bölümünün 1 ve 2 nolu paragraflarının tamamının iptali istenilmiştir.
Daire kararının özeti: Danıştay Onbeşinci Dairesinin 05/12/2018 tarih ve E:2015/8920, K:2018/8112 sayılı kararıyla;
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 67. maddesinin 3. fıkrasında, genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmeleri için sağlık hizmet sunucularına başvurduklarında acil haller hariç olmak üzere (acil hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra) biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya Kurum tarafından verilen resimli sağlık kartı belgelerinden birinin gösterilmesinin zorunlu olduğunun hükme bağlandığı,
Anılan Kanun hükmüne dayanılarak 24/03/2013 tarih ve 28597 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği’nin “1.6- Kimlik tespiti” başlıklı bölümünün 1. paragrafında “(1) Sağlık kurum ve kuruluşlarınca, kişilerin müracaatı aşamasında, acil hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra, nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya verilmiş ise Kurum sağlık kartı belgelerinden biri ile kimlik tespiti ve biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulaması yapılması zorunludur. Kimlik tespiti, biyometrik kayıt işlemi veya biyometrik kimlik doğrulama işlemini usulüne uygun yapmayan ve bu nedenle bir başka kişiye sağlık hizmeti sunulması nedeniyle Kurumun zarara uğramasına sebebiyet veren sağlık hizmeti sunucularından ödenen tutar geri alınır.” kuralına, “1.6.1- Biyometrik kimlik doğrulama işlemi” başlıklı bölümünde ise “(1) Kimlik doğrulmada kullanılacak olan biyometrik sistem ve uygulamaya geçilecek sağlık hizmeti sunucuları, uygulama tarihi ile uygulamaya ilişkin usul ve esaslar Kurum tarafından belirlenir. (2) Kişinin sağlık hizmeti sunucusuna müracaatı sırasında ilk biyometrik verinin Kurum veri tabanına kayıt işlemi, sağlık hizmeti sunucusu tarafından yapılacaktır.” kuralına yer verildiği,
5510 sayılı Kanun’un “Sağlık Hizmetlerinden Yararlanma Şartları” başlıklı 67. maddesine, 6283 sayılı Kanunun 1. maddesiyle “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya” ibaresinin eklendiği, anılan düzenlemeye dayalı olarak biyometrik yöntemlerle yapılacak kimlik doğrulaması sonucu elde edilecek kişisel verilen toplanması ve işlenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere dava konusu düzenlemenin yayınlandığı ve biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama sisteminin uygulamaya konulduğu,
Danıştay Onbeşinci Dairesinin 08/07/2014 tarih ve E:2014/1150 sayılı kararıyla dava konusu düzenlemenin yasal dayanağı olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 67. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğundan bahisle Anayasa Mahkemesine başvurulduğu, Anayasa Mahkemesinin 03/04/2015 tarih ve 29315 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 19/03/2015 tarih ve E:2014/180, K:2015/30 sayılı kararı ile anılan ibarenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar verildiği,
Anayasa Mahkemesi kararında; “Kişisel veri kavramı, belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade etmektedir. Bu bağlamda adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgiler, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler kişisel veri kapsamındadır. Bu bağlamda itiraz konusu kuralla öngörülen biyometrik yöntemle elde edilen verilerin kişisel veri olduğunda kuşku yoktur. Bununla birlikte söz konusu verilerin, 108 sayılı Sözleşme’nin 6. maddesinde özel olarak belirtilen politik düşünce, dini inanç, sağlık, cinsel yaşam veya ceza mahkûmiyetlerine ilişkin veriler gibi çok hassas verilerden olduğu da söylenemez.
Biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama, kişinin kendi özelliklerini esas alması nedeniyle izinsiz kullanımlara karşı güvenli, kamu kuruluşlarına yönelik yolsuzluk ve bunların neden olduğu zararlara karşı etkili ve sosyal güvenliği olan kişiler bakımından da güvenli hizmet alınmasını sağlayan bir yöntemdir. İtiraz konusu kuralla öngörülen yöntemin sağlık sektöründeki suiistimallerin engellenmesi ve bu konudaki sahteciliğin önlenmesi maksadıyla önemli bir güvenlik önlemi olduğunda şüphe yoktur. Nitekim itiraz konusu kuralın gerekçesinde sağlık hizmetlerinin elektronik ortamda güvenilir altyapılar üzerinden sağlanması ve hizmetten yararlananların kimliklerinin saptanmasında geleneksel yöntemlerin eksiklikleri nedeniyle ortaya çıkan kötüye kullanımların önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Dolayısıyla kuralla öngörülen yöntemin etkin bir şekilde kullanılmasının, Sosyal Güvenlik Kurumundan haksız menfaat temin edilmesini engellemeye yönelik olduğu ve kuralda kamu yararı bulunduğu açıktır.
Bu bağlamda itiraz konusu kuralla özel hayatın ve kişisel verilerin korunması haklarına yönelik olarak yapılan müdahalenin, öngörülen amaçla orantılı olduğu, müdahale edilen hakların özüne dokunmadığı ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırılık teşkil etmediği anlaşıldığından Anayasa’ya aykırı bir yönü yoktur.
Öte yandan itiraz konusu kuralla öngörülen yöntemin sadece sağlık sektöründe bu hizmetten yararlanma amacıyla kullanılabileceği, bu nedenle elde edilen verilerin sadece bu amaçla sınırlı olarak ve hizmetin devamı için zorunlu olduğu müddetle sınırlı olmak üzere tutulabileceği dikkate alındığında, bu verilerin neden ve hangi gerekçeyle temin edileceğine ilişkin olarak konu, amaç ve kapsamı ile ne şekilde ve hangi süreyle kullanılacaklarına dair bir belirsizlik olduğu söylenemez.
Ayrıca itiraz konusu kuralda öngörülen yöntemle elde edilen verilerin amaç ve kapsam dışında depolanması ve kullanılması hâlinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki kişisel verilerin korunmasına ilişkin ceza hükümlerinin uygulanacak olması nedeniyle bu konuda kanuni güvence de bulunmaktadır.” gerekçesine yer verildiği,
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunun vurgulandığı, 153. maddesinin son fıkrasında da, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” şeklinde açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verildiği,
Yukarıda yer verilen Anayasal düzenlemelerden, Anayasa Mahkemesi kararlarının mutlak surette uyulması gereken bir nitelik taşıdığı, hiçbir organ ve makamın bu kararları değiştiremeyeceği, yasama, yürütme ve idare organlarının bu kararların icaplarını yerine getirmeleri gerektiği sonucuna ulaşıldığı,
Bu durumda, davaya konu olan Tebliğ hükümlerinin yasal dayanağı olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 67. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya” ibaresi hakkındaki Anayasa’ya aykırılık itirazı Anayasa Mahkemesince reddedildiğinden, anılan Kanun maddesinin uygulanmasına yönelik düzenlemeler içeren ve kamu yararı ve hizmetin gereklerine uygun olduğu anlaşılan iptali istenilen düzenlemelerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, parmak izi tanıma yöntemi kullanılarak kimlik tespiti yapılmasına ilişkin dava konusu düzenlemelerin, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği hükmüne, 20/3. maddesinde de yer alan kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceğinin belirtildiği hükmüne, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması” başlıklı 8. maddesine ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin “Mahremiyet” başlıklı 17. maddesine aykırı olduğu, kişilerin özel hayatı ve kişisel verilerinin gizliliğine müdahale anlamını taşıyacak düzenlemelerin milli güvenlik, kamu düzeni gibi zorunluluk arz eden durumlara münhasır olarak ve yalnızca kanunla öngörülmek şartıyla mümkün olduğu, resmi kimlik belgelerinin kabul edilmeyerek kişisel veri niteliği taşıyan parmak izi alınmak suretiyle kimlik doğrulaması yapılmasının insanlık onuruna aykırı ve keyfi bir uygulama olduğu, davanın reddi yolunda verilen Daire kararının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, Danıştay Onbeşinci Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’NİN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Danıştay dava dairelerinin nihai kararlarının temyizen incelenerek bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan;
“a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
c)Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması” sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin reddine,
2.Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin Danıştay Onbeşinci Dairesinin temyize konu 05/12/2018 tarih ve E:2015/8920, K:2018/8112 sayılı kararının ONANMASINA,
3. Kesin olarak, 15/10/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.