Danıştay Kararı İdari Dava Daireleri Kurulu 2019/3362 E. 2020/1985 K. 26.10.2020 T.

DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU         2019/3362 E.  ,  2020/1985 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2019/3362
Karar No : 2020/1985

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : …
VEKİLLERİ : Av. …

KARŞI TARAF (DAVALI) : … Bakanlığı
VEKİLİ : Av. …

İSTEMİN KONUSU : … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı ısrar kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Şiddetli böbrek ağrısı şikayetiyle Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesine yapılan başvuru üzerine enjekte edilen iğne sonucunda davacının, sol bacağında sakatlık oluştuğundan bahisle 30.000,00-TL maddi, 50.000,00-TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla;
Mahkemelerinin … tarih ve E:…, K:… sayılı davacının maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminat isteminin ise 30.000,00-TL’lik kısmının kabulü ile fazlaya ilişkin kısmının reddine ilişkin kararının, davalı idarenin temyiz istemi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 04/02/2016 tarih ve E:2015/5835, K:2016/586 sayılı kararı ile manevi tazminatın kabulüne ilişkin kısmının bozulması ve davacının karar düzeltme isteminin reddedilmesi üzerine bozma kararına uyularak ve bozulan kısım üzerinden işin esası yeniden incelenerek;
Davacının 01/10/2012 tarihinde akşam saatlerinde şiddetli böbrek ağrılarının giderilmesi amacı ile Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil servisine gittiği, acil servis doktoru tarafından yapılan muayene neticesinde kendisine ağrı kesici olarak Deksamet 8 mg ve Ranitab 50 mg’ın birer ampul intramusküler şekilde uygulandığı, bu uygulama sonucunda davacının sol bacağında şiddetli bir ağrı ve uyuşma meydana geldiği, devam eden süreçte 05/10/2012 tarihinde sol ayakta uyuşma nedeniyle Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Polikliniğine başvurduğu, solda hipoestezi, ayak bileği fleksiyon ve ayak parmak fleksiyonunda güç kaybı olduğunun tespit edildiği;
Mahkemelerinin 16/05/2014 tarihli ara kararı ile, davalı idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının ve varsa bu kusurun oranı ile ağırlığının dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi suretiyle saptanmasının istenilmesi için dosya kendisine gönderilen Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun … tarih ve … sayılı raporu ile dosya bir bütün olarak değerlendirildiğinde, kişide meydana gelen sol bacaktaki güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına dair tıbbi bir belge mevcut olmadığı, enjeksiyonun doğru yere yapıldığı durumlarda da sinire hasar verebileceği, mevcut tablonun komplikasyon olduğu, bu nedenle davalı idarenin hizmet kusurundan söz edilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Daire kararının özeti: Danıştay Onbeşinci Dairesinin karar düzeltme aşamasında verilen 27/11/2018 tarih ve E:2018/3006, K:2018/7901 sayılı kararıyla; davanın reddine ilişkin Mahkeme kararının onanmasına dair Dairelerinin 08/03/2018 tarih ve E:2017/2081, K:2018/2346 sayılı kararı kaldırılarak;
Davacıya enjeksiyon uygulamasında tıbbi açıdan ilgili hekim ve diğer sağlık personeline yöneltilebilecek bir hizmet kusuru bulunmamakla birlikte, zamanında ve yeterli bilgilendirme ile tedavi alma hakkı olan hasta davacının, sol kalçasından kas içine Dikloron ve Buscopan iğnesi yapıldıktan sonra siyatik sinir hasarı geliştiği, davacının anılan iğnelerin komplikasyonları hakkında bilgilendirilmediği, bilgilendirildiğine dair davalı idare tarafından belge sunulamadığı, öte yandan enjeksiyonun ehil biri tarafından doğru bölgeye yapıldığına dair belge de sunulamadığı, enjeksiyon yapılmasından sonraki fizik tedavi için iki buçuk ay sonraya gün verildiği dolayısıyla sağlık hizmetinin bu yönleriyle gereği gibi işlemediği, belirtilen hususlar nedeniyle davacının acı ve elem duyacağının kabulü gerektiği;
Bu durumda, davacının 26/11/2013 tarihli Kocaeli Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinden alınan Sağlık Kurulu Raporunda enjeksiyona bağlı sinir lezyonunda harabiyetin %9 olarak belirlendiği göz önüne alınarak, alınan sağlık hizmetinin gereği gibi işlememesi sonucu duyduğu acı ve üzüntü sebebiyle ve olayın sonucu ile orantılı bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılarak … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…., K:… sayılı kararının bozulmasına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi ısrar kararının özeti: … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; davanın reddi yolundaki ilk kararda ısrar edilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, acil serviste uygulanan enjeksiyon sonucunda sol bacağında oluşan uyuşma nedeniyle kendisine siyatik sinir lezyonu teşhisi konulduğu ve yanlış enjeksiyondan dolayı böyle bir hasar meydana gelebileceği bilgisi verilerek ilaç tedavisi ve fizik tedavinin önerildiği ancak randevu almak istediğinde yaklaşık üç ay sonraya gün verildiği, acil tedavi olması gereken bir hastaya bu kadar geç bir zaman randevu verilmesinin dahi davalı idarenin kusurlu olduğunu ve hizmetin geç işlediğini gösterdiği, kendi imkanlarıyla tedavi olmaya çalıştığı ve olayın üzerinden geçen zamana rağmen tedavisinin devam ettiği, sol bacağını kullanamadığı ve çalıştığı iş yerinden ayrılmak zorunda kaldığı, halen psikolojik destek aldığı, aile yaşantısının da olumsuz etkilendiği, uğradığı zararın enjeksiyonun hatalı yapıldığını gösterdiği, kendisine enjeksiyon hakkında herhangi bir bilgilendirme yapılmadığı, ayrıca idarece enjeksiyonu uygulayan personelin de bildirilmediği, yetkisi olmayan kişilerce de işlemin uygulanmış olabileceği, bu durumun da hizmetin kötü işlediğini gösterdiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, İdare Mahkemesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’UN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü ile … İdare Mahkemesi ısrar kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY :
Davacı, 30/09/2012 tarihinde böbrek ağrısı şikayetiyle Kocaeli ilinde bulunan Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesinin acil servisine başvurmuş ve burada davacıya acil serviste görevli hemşire tarafından enjeksiyon uygulanmıştır.
Acil serviste davacıya uygulanan tedavi “Hemşire tedavi uygulama ve gözlem notları” isimli belgeye not edilmiştir.
Uygulanan enjeksiyon sonrasında sol bacağında uyuşma hisseden davacı bu kez yeniden anılan hastaneye başvurmuş ve 05/10/2012 tarihinde davacıya, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı tabip tarafından “siyatik sinir lezyonu” tanısı konmuş ve ilaç tedavisi önerisinde bulunulmuştur.
Davacıya 01/02/2013 tarihinde anılan hastanede nörolojik rehabilitasyon uygulanmakla birlikte davacı, özel fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezlerinde de fizik tedavi hizmeti almıştır.
Ancak sol bacağındaki uyuşma ve ağrıların devam etmesi üzerine tekrar aynı hastaneye başvurmuş ve davacıya yine ilaç tedavisi önerilmiştir.
Devam eden süreçte davacı, 04/03/2013 tarihinde Sağlık Bakanlığına başvurmuş, 30/09/2012 tarihinde kendisine uygulanan enjeksiyon nedeniyle uyuşma ve ağrı yaşadığı, bu durumu hemşireye ve doktora bildirmesine rağmen acil serviste bir süre dinlendirildikten sonra evine gönderildiği, ancak ağrıların devamı üzerine tekrar hastaneye başvurmak zorunda kaldığı ve yanlış enjeksiyon nedeniyle böyle bir hasar doğabileceğinin kendisine bildirildiği, kendisine ilaç ve fizik tedavi önerildiği ve aradan geçen zamana rağmen ağrısında herhangi bir azalma olmadığı, aksayarak yürüdüğü, hem sosyal hem özel hayatının olumsuz etkilendiği ileri sürülerek 30.000,00-TL maddi, 50.000,00-TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Sağlık Bakanlığının … tarih ve … sayılı yazısıyla davacının vefat ettiği belirtilerek uzlaşma müessesesine ilişkin bilgilere yer verilmiş ancak davacı vekili tarafından 22/03/2013 tarihinde tekrar idareye başvurularak müvekkilinin vefat etmediği, bu bilginin düzeltilerek uzlaşma talebinin akıbetinin kendilerine bildirilmesi talep edilmiştir.
Davalı Bakanlık tarafından davacının talebine cevap verilmemiştir.
Bunun üzerine 07/06/2013 tarihinde temyizen incelenen dava açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT :
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmiş; “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrasında, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu; son fıkrasında ise, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Anılan Kanun’un 13. maddesinin 1. fıkrasında ise; idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabileceği kurala bağlanmıştır.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
İdarenin hukuki sorumluluğu, kişilere lütuf ve atıfet duygularıyla belli miktarda para ödenmesini öngören bir prensip olmayıp; demokratik toplum düzeninde biçimlenen idare-birey ilişkisinin doğurduğu hukuki bir sonuçtur. İdari yargı da, bu anlayış doğrultusunda, idare hukukunun ilke ve kurallarını uygulamak suretiyle, idarenin hukuki sorumluluk alanını ve sebeplerini içtihadıyla saptamak zorundadır.

Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, yani zararı doğuran işlem veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karekteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Öte yandan, idarenin hukuki sorumluluğu; kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile yönetilenler arasında yönetilenler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı zararın idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle yönetilenlerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından yoksunluğun giderilebilmesi, karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır.
Bu itibarla, tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi zorunlu olduğundan, mahkemece olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
Manevi zarar, kişinin fiziki yapısını zedeleyen, yaşama gücünü azaltan olaylar nedeniyle duyulan acıyı, ıstırabı veya kişilik haklarının zedelenmesi nedeniyle şeref ve haysiyetin rencide edilmesini ifade ettiği gibi; günlük yaşamı zorlaştıran belli ağırlıktaki her türlü üzüntü ve sıkıntıyı da kapsamaktadır.

Manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere ya da kişilerin vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlık haline veya ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları manevi zararın varlığı ve manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden;
-Davacının enjeksiyon nedeniyle uğradığı zararın tazmini talebiyle Sağlık Bakanlığına başvurması üzerine davalı Bakanlık tarafından, davacıya tıbbi uygulamayı yapan Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görevli birim sorumlu hemşiresi incelemeci olarak atanarak konu hakkında araştırma ve inceleme raporu düzenlenmesinin istendiği,
-30/04/2013 tarihli raporda, özetle, davacının acil servise başvurduğu 30/09/2012 tarihinde nöbet görevli bulunan personelin alınan ifadelerinde, davacı hastayı hatırlamadıklarını, enjeksiyon sonrasında bacakta uyuşma gibi bir şikayet olsa idi bu durumun gözlem formuna not edileceği ve tabip bilgilendirilerek gerekli önlemlerin alınacağını belirttikleri, netice ve kanaat kısmında ise, davacının şikayeti nedeniyle fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniğinde muayenesinin yapıldığı ve tedavisinin devam ettiği, hastanın acil servise başvurduğu tarihten inceleme yapılan tarihe kadar uzun bir zaman geçtiği ve acil servisin hasta yoğunluğu nedeniyle ilgili personelin hastayı hatırlayamadıkları, bu nedenle de enjeksiyon uygulamasını yapan personelin tespit edilemediğinin rapor edildiği,
-07/06/2013 tarih ve 641 sayılı, davacıya hitaplı Bakanlık yazısı ile de zarar verdiği iddia olunan sağlık çalışanı tespit edilemediğinden uzlaşma teklifi yapılamadığının belirtildiği,
-Ayrıca yine davalı Bakanlığın talebi üzerine bir nöroloji uzmanı ve bir fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı tabip tarafından hazırlanan 10/07/2013 tarihli tıbbi mütalaa raporunda, bacağında uyuşma şikayetiyle gelen hastaneye başvuran davacının gerekli muayenelerinin yapıldığı ve 30/10/2012 tarihli EMG(sinir ve çizgili kasların elektrik potansiyelinin incelenmesine dayanan bir nörolojik tetkik yöntemi)’de siyatik sinirin, enjeksiyon nöropatisi yönünden değerlendirilmesinin uygun görüldüğü, davacının özel merkezlerde yaklaşık otuz seans fizik tedavi hizmeti aldığı, uygulanan tedavi sonrasında kas gücü zaafında düzelme olduğu ancak ağrılarının devam ettiği, hastada ortaya çıkan durumun enjeksiyon doğru yapılsa dahi enjekte edilen ilacın dokulara dağılması veya siyatik sinirin varyasyonu nedeniyle ortaya çıkmış olabileceğinin mütalaa edildiği,
-Kocaeli Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi tarafından verilen 26/11/2013 tarihli “Engelli Sağlık Kurulu Raporunda”, siyatik sinir hasarı tanısı ile davacının engel durumuna göre vücut fonksiyon kaybı oranı %9 olmakla birlikte bu engelin, sürekli olduğunun tespit edildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda aktarılan hususlar ve dosya içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde; davacının böbrek ağrısı şikayetiyle başvurduğu acil serviste görevli personel tarafından uygulanan enjeksiyon sonrasında sol bacağında ağrı ve uyuşma hissettiği, davacının bu uygulama öncesinde enjeksiyon ve riskleri konusunda bilgilendirilmediği gibi davacıya uygulanan tedavileri gösteren “Hemşire tedavi uygulama ve gözlem notları” isimli belgede de bu konuda herhangi bir bilgiye yer verilmediği ve uygulamayı yapan personelin de isminin yazılmadığı, nitekim davalı Bakanlıkça yapılan araştırma ve inceleme sonucunda da enjeksiyonu uygulayan sağlık personelinin tespit edilemediği, dolayısıyla tıbbi uygulamanın yetkili bir personel tarafından yapılıp yapılmadığının anlaşılamadığı, davalı idare tarafından da uygulamanın yetkili personel tarafından yapıldığının ortaya konulamadığı, bu haliyle hasta dosyasının özenle tutulmadığı ve davalı idare tarafından yürütülen sağlık hizmetinin kötü işlediği görülmektedir.
Nitekim Anayasa Mahkemesinin 04/04/2019 tarih ve 2015/6926 başvuru numaralı kararında da, hasta kayıt dosyasında yer alması gereken bir bilgi veya belgenin hasta dosyasının tutulması veya saklanması hususunda sağlık kuruluşunca gereken özenin gösterilmemesi sonucu yargı mercilerine ibraz edilmediği ve bu sebeple sağlık kuruluşunun tıbbi sorumluluklarına uygun davranıp davranmadığının değerlendirilemediği hâllerde bu durumun, somut olayın özel koşulları haklı kılmadıkça başvurucu aleyhine yorumlanmaması gerektiği, zira bu konuda başvurucuların sağlık kuruluşuna nazaran oldukça zayıf konumda yer aldığı ve başvurucuların açacağı bir davadaki başarı şansının çoğunlukla davalı taraf olan sağlık kuruluşunun bu konudaki yükümlülüğünü yerine getirmesine bağlı olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesince başvurucuya uygulanan enjeksiyonun yapılış tekniği bakımından hatalı olup olmadığı konusunda somut bulgulara dayalı yeterli bir gerekçe ortaya konulamadığı, başvurucunun iddialarının yeterli bir şekilde tartışılıp karşılanmadığı, dolayısıyla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin gereklerinin yerine getirilmediği kanaatine varılarak başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Diğer yandan, yine yukarıda özetine yer verilen tıbbi mütalaa raporunda, ilgili uzman tabiplerce davacının aldığı fizik tedavi sonrasında düzelme gösterdiği tespitine yer verildiği, ancak dosya kapsamında, davacıya 05/10/2012 tarihinde “siyatik sinir lezyonu” tanısı konulmasına rağmen anılan hastanede ilk fizik tedavinin 01/02/2013 tarihinde uygulandığı, muayeneden uzun bir süre geçtikten sonra fizik tedavi uygulanması yönüyle de hizmetin geç işlediği sonucuna varıldığından, Mahkemece olayın oluş şekli idarenin kusuru ve zararın niteliği dikkate alınarak duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa giderme amacıyla davacı lehine manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken davacının manevi tazminat talebinin reddi yolundaki İdare Mahkemesi ısrar kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne;
2. Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin … İdare Mahkemesinin temyize konu … tarih ve E:…, K:… sayılı ısrar kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın … İdare Mahkemesine gönderilmesine,
4. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26/10/2020 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY
X- Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; … İdare Mahkemesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, temyiz isteminin reddi ve temyize konu kararın onanması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.