Danıştay Kararı İdari Dava Daireleri Kurulu 2019/2097 E. 2019/5945 K. 27.11.2019 T.

DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU         2019/2097 E.  ,  2019/5945 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2019/2097
Karar No : 2019/5945

TEMYİZ EDENLER: 1- (DAVACI) : …

2- (DAVALI) : …
VEKİLİ: ..

İSTEMİN KONUSU : Danıştay Beşinci Dairesinin 04/10/2018 tarih ve E:2018/2858, K:2018/16174 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacı tarafından, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/1. maddesi uyarınca meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin Genel Kurulunun 15/11/2016 tarih ve … sayılı kararı ile aynı Kurulun 29/12/2016 tarih ve … sayılı yeniden inceleme talebinin reddine ilişkin kararının iptali ile bu kararlar nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istenilmiştir.

Daire kararının özeti: Danıştay Beşinci Dairesinin 04/10/2018 tarih ve E:2018/2858, K:2018/16174 sayılı kararıyla;
İdari yargı merciilerinde idari davaların açılması yönteminin belirlendiği, usulüne uygun hazırlanan imzalı dava dilekçelerinin bizzat davacı veya usulüne uygun olarak düzenlenen bir vekaletname ile tayin edilmiş vekil (avukat) tarafından, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilen yerlere verilerek aynı Kanun’un 6. maddesinde belirtilen şekle göre açılmış sayılan davalarda, evrak bürosunca dilekçenin kayıt ve tarih sayısının gösterildiği imzalı ve mühürlü, pulsuz bir alındı kağıdının düzenlenip davacının kendisine veya vekaletname ile, tayin edilmiş avukata teslim edilmesiyle dilekçe üzerindeki işlemlerin tamamlanacağının anlaşıldığı,
Dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesi ve eklerinin davacı tarafından, PTT aracılığıyla … barkod numaralı zarfa konulmak suretiyle doğrudan Danıştay Başkanlığına gönderildiği ve 23/03/2017 tarihinde Danıştay Başkanlığı kayıtlarına girdiğinin görüldüğü, dolayısıyla, söz konusu dilekçenin, 2577 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtilen yerlere bizzat davacı tarafından veya usulüne uygun düzenlenmiş bir vekaletnameye dayanarak tayin edeceği vekili (avukat) tarafından verilmesi gerekirken, PTT aracılığıyla gönderildiğinin anlaşıldığı ve bu haliyle dava dilekçesinin kabulüne imkan bulunmadığı gerekçesiyle ve yeniden verilecek dilekçede aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde anılan 2577 sayılı Kanun’un 15. maddesinin 5. fıkrası gereğince davanın reddedileceği ihtarına da yer verilmek suretiyle Dairelerinin 20/03/2018 tarih ve E:2017/4068, K:2018/12276 sayılı kararıyla dilekçenin reddine karar verildiği,
Anılan dilekçe ret kararı üzerine 29/06/2018 tarihinde Danıştay Genel Yazı İşleri Müdürlüğü kayıtlarına giren dava dilekçesi ve eklerinin, yine PTT aracılığıyla Danıştay Başkanlığına gönderildiği, dolayısıyla, yukarıda aktarılan 2577 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtilen yerlere bizzat davacı tarafından veya usulüne uygun düzenlenmiş bir vekaletnameye dayanarak tayin edeceği vekili (avukat) tarafından verilmesi gerekirken, PTT aracılığıyla gönderildiği anlaşıldığından, yeniden verilen dilekçede de aynı yanlışlığın yapılmış olması nedeniyle ;
2577 sayılı Kanun’un 15. maddesinin beşinci fıkrası gereğince, davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENLERİN İDDİALARI : Davacı tarafından, kişilerin, adil yargılanma ilkesi gereğince çıkarlarını etkileyen idari işlemlere karşı mahkemeler ve resmi makamlar önünde etkili başvuru hakkına sahip olduğu; Devletin; vatandaşlarına, mahkemelere ve resmi makamlara başvuru imkanı tanıma, başvuru önündeki engelleri kaldırma ve buna dair prosedürü kolaylaştırma yükümlülüğü olduğu, aksi takdirde hak arama hürriyetinin ihlal edileceği; 2577 sayılı Kanun’da, dava dilekçesinin bizzat davacı tarafından ilgili yere teslim edileceğine dair bir hükmün yer almadığı; hangi dilekçelerin kabul edilemeyeceğinin anılan Kanun’un 14 ve 15. maddelerinde düzenlendiği ve posta yoluyla gönderilen dilekçelerin reddedileceği yolunda bir hüküm bulunmadığı; Mahkemelerin tebligatları iadeli taahhütlü posta yoluyla yaptığı; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de posta yoluyla yapılan başvuruları kabul ettiği ileri sürülmektedir.
Davalı idare tarafından, davanın vekil aracılığıyla takip edildiği; süresinde, usulüne uygun savunma verildiği; dosyaya hukuki katkı sunulması nedeniyle idareleri lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği, aksi yöndeki temyize konu kararda usul ve hukuka uyarlık bulunmadığı ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFLARIN SAVUNMALARI :Davacı tarafından, savunma verilmemiştir.
Davalı idare tarafından, Danıştay Beşinci Dairesince usul yönünden verilen davanın reddi yolundaki kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve davacının temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’IN DÜŞÜNCESİ : Davacının temyiz isteminin “mahkemeye erişim hakkı” çerçevesinde kabulü ile Daire kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY : Yargıtay tetkik hakimi olarak görev yapan davacı tarafından, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/1. maddesi uyarınca meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin Genel Kurulunun 15/11/2016 tarih ve … sayılı kararı ile aynı Kurulun 29/12/2016 tarih ve … sayılı yeniden inceleme talebinin reddine ilişkin kararının iptali ve bu kararlar nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle dava açıldığı,
Dava dilekçesi ve eklerinin, PTT aracılığıyla … barkod numaralı zarfa konulmak suretiyle doğrudan Danıştay Başkanlığına gönderildiği; bunun üzerine, Danıştay Beşinci Dairesi tarafından 2577 sayılı Kanun’un 4. maddesi uyarınca PTT aracılığıyla gönderilen dava dilekçesi ve eklerinin kabulüne imkan bulunmadığı gerekçesiyle 20/03/2018 tarih ve E:2017/4068, K:2018/12276 sayılı kararıyla “dilekçenin reddine” karar verildiği,
Anılan dilekçe ret kararı üzerine, davacı tarafından düzenlenen yenileme dilekçesinin yine aynı şekilde PTT aracılığıyla Danıştay Başkanlığına gönderildiği, yeniden verilen dilekçede de aynı yanlışlığın yapılmış olması nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun’un 15. maddesinin 5.fıkrası gereğince davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Bunun üzerine, anılan Daire kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
İLGİLİ MEVZUAT :
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesinde, “İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır. ” ;
“Dilekçelerin Verileceği Yerler” başlıklı 4. maddesinde, “Dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin her türlü evrak, Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlıklarına veya bunlara gönderilmek üzere idare veya vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi mahkemesi bulunmayan yerlerde büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde kalıp kalmadığına bakılmaksızın asliye hukuk hakimliklerine veya yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir.”;
“Dilekçe Üzerine Uygulanacak İşlem” başlıklı 6 maddesinde, “1. Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına veya 4 ncü maddede yazılı yerlere verilen dilekçelerin harç ve posta ücretleri alındıktan sonra deftere derhal kayıtları yapılarak kayıt tarih ve sayısı dilekçenin üzerine yazılır. Dava bu kaydın yapıldığı tarihte açılmış sayılır.
2. Davacılara, kayıt tarih ve sayısını gösteren imzalı ve mühürlü, pulsuz bir alındı kağıdı verilir.
3. 4 ncü maddede yazılı diğer yerlere verilen dilekçeler, en geç üç gün içinde Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlığına taahhütlü olarak gönderilir. Bu yerlerde harç pulları bulunmadığı takdirde bunlara karşılık alınan paraların miktarı ve alındı kağıdının tarih ve sayısı dilekçelere yazılır.” ;
“Dilekçeler Üzerine İlk İnceleme” başlıklı 14. maddesinde, “Dilekçeler Danıştayda Evrak Müdürlüğünce kaydedilir ve Genel Sekreterlikçe görevli dairelere havale olunur.
2. Bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dilekçeler, evrak bürosunca kaydedilerek ilgili mahkemelere havale olunur. Dilekçe sahibine evrakın tarih ve sayısını gösterir ücretsiz bir alındı kâğıdı verilir.
3. Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:
a) Görev ve yetki,
b) İdari merci tecavüzü,
c) Ehliyet,
d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,
e) Süre aşımı,
f) Husumet,
g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
4. (Değişik: 5/4/1990-3622/5 md.) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.
5. İlk incelemeyi yapanlar, bu noktalardan kanuna aykırılık görmezler veya daire veya mahkeme tarafından ilk inceleme raporu yerinde görülmezse, tebligat işlemi yapılır.
6. Yukarıdaki hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15 nci madde hükmü uygulanır.” ;
“İlk İnceleme Üzerine Verilecek Karar” başlıklı 15. maddesinde ise, “1. Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;
a) 3/a bendine göre adli (…)(1) yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine; idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine,(1)
b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,
c) 3/f bendine göre, davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine,
d) 3/g bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine,
e) 3/b bendinde yazılı halde dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine,
Karar verilir.
2. Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştaya veya ilgili mahkemeye başvurma tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir.
3. Dilekçelerin 3 ncü maddeye uygun olmamaları dolayısıyla reddi halinde yeni dilekçeler için ayrıca harç alınmaz.
4. İlk inceleme üzerine Danıştay veya mahkemelerce verilen; bu maddenin 1/a bendinde belirtilen idari yargının görevli olduğu konularda davanın görev ve yetki yönünden reddine ilişkin kararlarla, 1/c bendinde yazılı gerçek hasma tebliğ ve 1/d bendindeki dilekçe red kararları dışında, ilgisine göre istinaf ya da temyiz yoluna başvurulabilir.(2)
5. 1 inci fıkranın (d) bendine göre dilekçenin reddedilmesi üzerine, yeniden verilen dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde dava reddedilir. ” hükümleri yer almaktadır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Davacının temyiz istemi bakımından;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 4. maddesinde, dava dilekçelerinin verilebileceği yerler tahididi olarak sayılmış olup, bunların arasında PTT bulunmamaktadır. Kanun koyucunun aktarılan düzenlemede PTT’ye özellikle yer vermediği ve maddenin sonunda da “verilebilir” ifadesinin yer aldığı dikkate alındığında, dava dilekçesinin, davacı tarafından bizzat veya usulüne uygun düzenlenmiş bir vekaletnameye dayanarak tayin edeceği vekili (avukat) tarafından Kanun’da tahdidi olarak sayılan yerlere verilmesi gerektiği açıktır.
Anılan maddede dilekçenin verilebileceği yerler olarak belirtilen yargı yerleri ve makamların kişinin dava açma hakkını engellemeyecek şekilde geniş tutulduğu görülmekle birlikte, bu düzenlemedeki asıl amacın, kişilerin gıyabında haberleri olmadan açılacak davaların ya da olumsuz sonuçlara yol açılabilecek ihtilafların önlenmesi, bu konuda güvenliklerinin sağlanması olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca, anılan Kanun’un 6. maddesinde de, dava açılması için ödenmesi gerekli masraflar ödendikten sonra kaydın yapılacağı ve davacılara, kayıt tarih ve sayısını gösteren imzalı ve mühürlü, pulsuz bir “alındı kağıdı” verileceği belirtilmiştir.
Bu durumda; davacıların kendilerinin ya da tayin ettikleri vekillerinin dava dilekçesi ve eklerini, 2577 sayılı Kanun’un 4. maddesindeki yerlere vermesi gerektiği ve davaya ilişkin harç ve posta giderleri ödendikten sonra davanın açıldığına dair alındı kağıdının kendilerine verileceği açıkça belirtildiğinden, dava dilekçesi ve eklerinin posta aracılığıyla gönderilerek dava açılabileceğini kabul etmek mümkün değildir.
Öte yandan , davacının ikametgah adresi olarak belirttiği Niğde ili Bor ilçesinde dava dilekçesi ve eklerinin sunulabileceği ve anılan Kanun’un 4. maddesinde belirtilen yerler mevcut olduğundan; davacı tarafından, dilekçe ret kararı üzerine yeniden verilen dilekçede de aynı yanlışlığın yapılmış olması nedeniyle, anılan 2577 sayılı Kanun’un 15. maddesinin 5.fıkrası gereğince davanın reddine karar verilmesinde hukuka aykırılık görülmemiştir.
Davalı idarenin temyiz istemi bakımından;
Davalı idare tarafafından, davacının PTT aracılığıyla gönderdiği ilk dava dilekçesi ve eklerinin kendisine tebliğinden itibaren süresi içinde savunma verilmiş ise de; henüz ilk inceleme süreci tamamlanmadan dava dilekçesi (ilk dilekçe) ve eklerinin davalı idareye tebliğe çıkarıldığı ve bu suretle Dairece, davalı idarenin savunmasının sehven alındığı görüldüğünden, temyize konu kararda davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmemesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının ve davalı idarenin temyiz istemlerinin reddine,
2. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca davanın reddine ilişkin Danıştay Beşinci Dairesinin temyize konu 04/10/2018 tarih ve E:2018/2858, K:2018/16174 sayılı kararının, yukarıda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA,
3. Kesin olarak, 27/11/2019 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

X- Uyuşmazlık, posta yoluyla dava açılıp açılamayacağı hususu ile ilgili olup bu sebeple, hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında konunun irdelenmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında: “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” kuralına yer verilmiştir.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasında: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilmekte ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme, AİHS) 6/1. maddesinde: “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” kuralı yer almaktadır. Her ne kadar anılan Sözleşme’nin 6. maddesinde mahkemeye başvurma hakkı açıkça düzenlenmemiş ise de, bunun temel prensiplerden birisi olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.
İlgili kişinin, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilme ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını talep edebilme hakkı mevcut olup; bu durumun, yukarıda aktardığımız Anayasa hükmünden anlaşılacağı üzere aynı zamanda “hak arama hürriyeti çerçevesinde de irdelenmesi gerekmektedir.
Konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Golder/Birleşik Krallık, (B. No. 4451/70, 21/02/1975) kararında da; Sözleşme’nin 6. maddesinde mahkemeye başvurma hakkı açıkça düzenlenmemekle beraber, “mahkemeye başvurma hakkının” hukukun temel prensibi olduğu, mahkemeye başvurma hakkı olmaksızın hakkaniyete uygun, aleni bir yargılamadan söz edilemeyeceği ve adil yargılanma hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmanın olanaksız hale geleceğinin kabulü gerektiği vurgulanmıştır.
Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilme ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilme anlamına gelmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 14/10/2008 tarih ve 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında da özetle; “mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşme’nin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği,
Bu ilkelerden, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınmaları gerektiği,
Davanın idare mahkemesi tarafından görülmesine karar verenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu, esasa ilişkin olarak ihtilaflı yargılamanın sonucunun ne olacağı konusunda yorumda bulunmaksızın, davanın istisnai koşullarına bakıldığında, başvuranların dava dosyasının görevsizlik kararı veren Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından İdare Mahkemesine gönderilmesi ile İdari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesi ile öngörülen ayrıntı ve usullere sıkı sıkıya bağlı kalarak başvuranların İdare Mahkemesine başvurması arasında alınacak sonuç açısından hiçbir fark bulunmadığı, hangi yöntem aracılığı ile olursa olsun, mevcut davada ulaşılmak istenen amacın, davanın yetkili bir mahkemede görülmesi olduğu, davada 9. maddenin kati surette uygulanması gerektiği farz edilse dahi ihtilaflı yargılamanın hemen başında ve İdare Mahkemesinin ara kararının hemen ardından başvuranların, tam anlamıyla İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun hükümlerine uygun olarak yeni bir başvuruda bulunduğu,
İdari Yargılama Usulü Kanununun 4. maddesi ile birlikte 9. maddesinin konuluş nedeninin idare mahkemelerine erişimi kolaylaştırmak olduğu, oysa mevcut davada, başvuranları, esas bakımından dilekçelerinin incelenmesinden yoksun bırakan usuli muameleye ilişkin bir gerekliliğin yorumunun söz konusu olduğu, bu durumun mahkemeler ve yüksek yargı organları tarafından sağlanan etkin koruma hakkına yönelik bir ihlal oluşturacak nitelikte olduğu, söylenenler ışığında, İdari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesini çok katı bir şekilde uygulayan Türk idare mahkemelerinin aşırı şekilci davrandığı ve başvuranları mahkemeye erişim haklarından ve AİHS’nin 6/1. maddesi uyarınca adil yargılanma haklarından yoksun bıraktığı kanaatine varıldığı,” belirtilerek Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

Yine, AİHM’nin, 21/07/2015 tarih ve 46815/09 başvuru numaralı Reisner/Türkiye ile 17/09/2013 tarih ve 59601/09 başvuru numaralı Eşim/Türkiye kararlarında da benzer hususlara vurgu yapılarak ihlal kararları verilmiştir.
Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olarak görülemeyeceğini de belirterek, bu hakka yönelik sınırlamaların meşru bir amaç gütmesi, hakkın özünü zedeleyecek şekilde olmaması ve güdülen amaçla orantılı olması gerektiğini de belirtmektedir. (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No. 8225/78, 28/5/1985, § 57).
Bu durumda, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen sınırlamaların yani dava açma ve hak arama hürriyetine getirilecek kısıtlamaların hakkın özüne dokunması durumunda ulusal ve uluslararası hukukun ihlal edildiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu kararlar ile geliştirilen ilkeler ışığında davanın konusu incelendiğinde; Yargıtay tetkik hakimi olarak görev yapan davacı tarafından, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/1. maddesi uyarınca meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin Genel Kurulunun 15/11/2016 tarih ve … sayılı kararı ile aynı Kurulun 29/12/2016 tarih ve … sayılı yeniden inceleme talebinin reddine ilişkin kararının iptali ve bu kararlar nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte tazminine istemiyle açılan davada; dava dilekçesi ve eklerinin PTT aracılığıyla doğrudan Danıştay Başkanlığına gönderilmesi üzerine “dilekçenin reddi” ve aynı yanlışlığın davacı tarafından yenileme dilekçesinde de yapılması üzerine “davanın reddi” yönünde verilen kararların, 2577 sayılı Kanun’un 4. maddesinin oldukça katı bir şekilde, hak arama ve mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak, hakkın özüne dokunacak şekilde yorumlanması neticesinde ortaya çıktığı görülmektedir.
Burada önemli olan husus, dava dilekçesinin görevli yargı merciine dava açma süresi içerisinde ulaşıp ulaşmadığı ile ilgili olup; uyuşmazlık konusu olayda da dava dilekçesinin, Devletin resmi kurumlarına ilişkin yazışmalarının tebliği ve yargı yerlerince verilen karar ve dilekçelerin tebliğ edilmesi hususunda görevli olan PTT aracılığıyla gönderildiği ve dava açma süresi içerisinde Danıştay kayıtlarına girdiği göz önüne alındığında, hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkını ihlal eder nitelikte katı bir yorumla verilen davanın reddi yolundaki kararda usul ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Kaldı ki, dava dilekçesi ve ekleri önce Daire tarafından kabul edilmiş ve davacının adli yardım talebi incelenerek ve kabul yönünde karar verilip; dava dilekçesi ve ekleri davalı idareye tebliğ edilmiş, yani davanın usulüne uygun açıldığı kabul edilerek yargılamayla ilgili safhalara geçilmiştir. Fakat daha sonra, dava dilekçesi ve eklerinin PTT aracılığıyla gönderilmiş olması sebebine dayanılarak önce dava dilekçesinin reddine, sonra da aynı yanlışlığın tekrarlandığından bahisle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesinin 5. fıkrası gereğince davanın reddine karar verilmiştir. Oysa ki ilk incelemenin hangi noktalardan yapılacağı hususu 2577 sayılı Kanun’da açıkça belirtilmiş olup, Dairenin dayandığı gerekçe bu sebepler arasında yer almamaktadır. Dolayısıyla, davanın reddine ilişkin dayanak Kanun maddesi ile kararın içeriği arasında da çelişki oluşmuştur.
Açıklanan nedenlerle; Danıştay Beşinci Dairesinin, ilk inceleme hususlarına dayanarak verdiği 04/10/2018 tarih ve E:2018/2858, K:2018/16174 sayılı davanın reddi yolundaki kararının bozulması gerektiği oyuyla aksi yönde oluşan karara katılmıyoruz .