Danıştay Kararı İdari Dava Daireleri Kurulu 2019/1677 E. 2020/1954 K. 22.10.2020 T.

DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU         2019/1677 E.  ,  2020/1954 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2019/1677
Karar No : 2020/1954

TEMYİZ EDENLER :1-(DAVACI): … Derneği
VEKİLİ : Av. …
2-(DAVALI): … Bakanlığı
VEKİLİ : Hukuk Müşaviri Av. …

İSTEMİN KONUSU : Danıştay Sekizinci Dairesinin 26/12/2018 tarih ve E:2013/4066, K:2018/9049 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: 07/03/2013 tarih ve 28580 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yönetmelik ile değiştirilen, Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinin ilk fıkrasının (c) bendinde düzenlenen “Bu toplam koloni sayısı EK-1’de 1.3.3’te belirtilen koşullar altında belirlenir ve bu değer imlahanede ambalajlandıktan sonra alınan numune için belirlenen değerin on katından fazla olamaz.”, 38. maddesinin 3. fıkrasındaki, “İzni iptal edilen suyun ismi bir daha kullanılamaz.”, 39. maddesinin ilk fıkrasında yer verilen, ” …ve bu sular, tesise ait laboratuvardaki analizleri sonuçlanmadan tüketicilere satılamaz.” ve 40. maddesinin 1. fıkrasında yer verilen; “Bu süre içerisinde tesiste doğal mineralli su dolumu yapılamaz ve piyasaya arz edilemez. ” ile 2. fıkrasındaki “Mikrobiyolojik parametrelerin analizlerinde analiz sonuçlarına itiraz edilemez.” cümlelerinin iptali istenilmiştir.
Daire kararının özeti: Danıştay Sekizinci Dairesinin 26/12/2018 tarih ve E:2013/4066, K:2018/9049 sayılı kararıyla;
Dava konusu Yönetmeliğin dayanağı olan 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 200, 201, 202 ve 206. maddeleri ile 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun 27. maddesinden bahsedilerek, doğal mineralli suların üretiminden, satışına kadar olan aşamada teknik ve hijyen şartları ile kalite standartlarına ilişkin usul ve esasların kapsamını belirleme yetkisinin davalı idareye ait olup, idarenin geniş takdir yetkisinin bulunduğu; buna karşın idarenin bu yetkisini kamu yararı, halk sağlığı ve hizmetin gereklerini gözeterek kullanması esas olup; davaya konu edilen düzenlemelerin bu ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği;
Yönetmeliğin 7. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinin son cümlesi yönünden;
Davaya konu düzenlemenin yer aldığı (c) bendinin son cümlesinin, 20/10/2016 tarih ve 29863 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik ile değiştirildiği, davanın bu kısmının konusuz kalması nedeniyle esasının incelenme olanağının kalmadığı;
Yönetmeliğin “Denetim ve izleme” başlıklı 38. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “izni iptal edilen suyun ismi bir daha kullanılmaz” cümlesi yönünden;
Dava konusu Yönetmeliğin 38. maddesinin 3. fıkrasında; her ne suretle olursa olsun, belirli bir isim altında izin almış bir doğal mineralli suya başka bir doğal mineralli su veya niteliği dışındaki suların katılamayacağı; bunu yaptıkları tespit edilenler ile aynı kaynaktan farklı bir isimle kendisi veya başka gerçek veya tüzel kişi adına su dolumu yapıldığı, ruhsat verildiği sıradaki şartları kaybettiği tespit edilen işletmelerin izinlerinin geri alınacağı; izni iptal edilen suyun ismi bir daha kullanılamayacağı düzenlemelerine yer verildiği;
Marka hakkının, mutlak bir hak olup, hak sahibine, markasının başkası tarafından kullanılmasını yasaklama, inhisari (tekel) haklar ve yetkiler sağlama, marka tescilinden doğan haklarını herkese karşı ileri sürebilme haklarını verdiği;
Diğer yandan marka hakkı devredilebilen, teminat olarak gösterilebilen ve haczedilebilen değerler olup tüm bu hakların da açık bir şekilde Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ilgili maddeleri uyarınca koruma altına alındığı;
İdarenin kanuniliği ilkesi ile “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesinin gereği olarak, idari yaptırımların esasları ve çerçevesinin kanunla düzenlenmesi, yaptırım uygulanacak ihlalin açıkca belirlenerek hiç bir tereddüte yer bırakmayacak şekilde tanımlanmasının zorunlu olduğu;
Dava konusu düzenlemede yer alan ‘isim’ ifadesinden kastedilenin marka hakkı olduğunun görüldüğü;
Marka hakkının hangi hallerde iptal edilebileceği 556 sayılı KHK’da düzenlenmiş olup, sonuçları itibarıyla ağır cezai bir yaptırım içerdiği görülen söz konusu hükmün idari bir tasarrufla yani yönetmelikle düzenlenmesine olanak bulunmadığı;
Davalı idarece; dayanağı Yasa kuralları göz önüne alınarak hukuki ve cezai sorumluluklar arasında temel ilkesel farklılıklar gözetilerek, cezai sorumluluk gerektiren eylemlerin yeterince açık bir biçimde düzenlemesi, ayrıca suç ile yaptırım arasında ölçülü bir denge kurulması gerekmekte olup; dava konusu Yönetmelikle, izinleri iptal edilen sektör şirketlerinin geçmişten bugüne taşıdıkları ve ticari bir değer taşıyan, haczedilebilen, devredilebilen ve teminat gösterilebilen bir kıymet olan markalarını bir daha kullanamamaları gibi ağır bir yaptırıma gidilmekle takdir yetkisinin ve cezada ölçülülük ilkesinin sınırlarının da aşıldığı anlaşıldığından, Yönetmeliğin dava konusu bu kısmında hukuka uyarlık görülmediği;
Yönetmeliğin “Laboratuvar” başlıklı 39. maddesinin 1. fıkrasının son cümlesi yönünden;
Dava konusu düzenlemede; doğal mineralli su tesislerinde dolumu yapılan doğal mineralli suyun günlük analizini yapmak amacıyla laboratuvar teknisyeni veya laboratuvar konusunda eğitim almış ön lisans veya lisans düzeyinde bir personelin sorumluluğunda belirtilen parametreler yönünden analizleri yapılacak bir laboratuvar bulunacağı; işletmecilerin doğal mineralli suya ait analiz raporlarını her parti için dosyalarda saklamakla mükellef olduğu, üretilen parti miktarının işletmeciler tarafından kayıt altına alınacağı ve bu suların, tesise ait laboratuvardaki analizleri sonuçlanmadan tüketicilere satılamayacağı kuralının yer aldığı;
Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmeliğin 39. maddesi uyarınca, mineralli su tesisinde laboratuvar bulunmasının zorunlu tutulduğu; 8. ve 10. maddelerinde ise; ilk izin ve üretim aşamasında alınan numunelerin kurumca, tercihen akredite olmuş laboratuvarlardan yeterli ve uygun görülerek yetki verilenlerinde analiz yaptırılacağı kuralının getirilerek, suyun üretimden, piyasaya arzına ve hatta piyasa analizi sırasında numune almak suretiyle laboratuvarda analizinin öngörüldüğünün anlaşıldığı;
Davacı tarafından, bu kuralın muğlak olduğu, yaptırımın ne olacağının belirlenmediği, ek depolama külfetine yol açacağı belirtilerek iptali istenilmekte ise de; üretim aşamasındaki analizlerin Bakanlıkça dışarıdan laboratuvarlara yaptırılması sebebiyle laboratuvar bulundurma zorunluluğu olan işletmecilerin, bu laboratuvarları daha işler hale getirmesinin sağlanacağı, piyasaya arz edildikten sonraki denetimlerin, ülkenin genelinde gerçekleşmesine karşın, piyasaya arzdan önceki denetimin tesiste gerçekleşmesi sebebiyle daha kolay yapılmasının sağlanacağı gibi halk sağlığı bakımından da daha yararlı olacağı gözetildiğinde, düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığı;
Diğer taraftan; doğal mineralli su tesislerinin kapasitelerine göre depo bulundurmalarının zorunlu olması nedeniyle, bu düzenleme ile depolamanın külfet getireceği iddiasına itibar edilmediği;
Yönetmeliğin “uygun çıkmayan suların takibi” başlıklı 40. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “…bu süre içinde tesiste doğal mineralli su dolumu yapılamaz ve piyasaya arz edilemez.” cümlesi yönünden;
Düzenlemenin değişiklikten önceki halinde; yapılan analizlerde Yönetmelik’teki parametrelerin dışına çıkıldığının görülmesi halinde işletmenin uyarılıp, bir hafta sonra yeniden numune alınacağı, bu numune analizinin de uygun olmaması halinde uygun çıkıncaya kadar faaliyetin geçici durdurulup, tedbirlerin aldırılacağı; tedbirler sonrası tekrar alınan numunenin uygun olması halinde üretime izin verilip 1 ay süre ile 1’er haftalık izlemeye alınacağı, sonuç 4 kere iyi çıkarsa normal izleme periyoduna dönüleceği düzenlemesi yer almakta iken; dava konusu değişiklik ile numunenin analizinin uygun olmaması üzerine yedi günden fazla olmamak üzere düzeltici önlem almak için süre verileceği, bu süre içinde tesiste üretim yapılıp, piyasaya arz edilemeyeceği, sadece test seviyesinde üretim yapılıp, analiz yapılacağı kuralı getirilip; önceki düzenlemeden farklı olarak tedbir aldırılan süre içinde üretime izin vermeme kuralının getirildiği;
Davacı tarafından, üretim aşamasında durdurmanın ağır bir yaptırım olduğu, tek seferde alınan numunenin gerçeğe uygun olmayacağı, yedi günlük sürenin ilk günlerinde sorunun giderilmesine rağmen, yaptırımın devam edeceği, tesisde yer alan bir hatta sorun olsa bile birden çok hattın da yer alabileceği işletmenin tamamının kapatılmasının hukuka aykırı olduğu belirtilerek, iptali istenmekte ise de; düzenlemenin iptali istenen cümlesinin devamında işletmenin faaliyetinin tamamının durdurulmadığı, tedbir süresi içinde alınan numunenin uygun çıkması halinde normal üretime izin verildiğinin anlaşılması karşısında, üst hukuk normlarında doğal mineralli suyun üretimi ile piyasadaki şartlarına kadar olan süreçte sıkı denetim ve halk sağlığını koruma görevi yüklenen idarece; başlangıçta önlem alınarak, halk sağlığının korunması amacıyla işlemin tesis edildiği sonucuna ulaşıldığından düzenlemede hukuka aykırılık görülmediği;
Öte yandan; tesiste birden fazla üretim hattı olması halinde; hangi üretim hattının kaynağından alınan numunenin analiz sonuçları Yönetmeliğe uygun değilse o hatta ilişkin tedbirler alınıp, su dolumunun yaptırılmayacağı; dolayısıyla düzenlemenin tüm işletme için değil, işletmedeki uygun olmayan hattan dolum yapılmamasına ilişkin olduğu anlaşıldığından, düzenlemenin tüm işletmenin kapatılacağı sonucunu doğuracağı iddiasına itibar edilmediği;
Yönetmeliğin 40. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “mikrobiyolojik parametrelerin analizinde analiz sonuçlarına itiraz edilmesi” cümlesi yönünden:
Dava konusu cümlenin yer aldığı 40. maddenin 2. fıkrasında; piyasa denetimlerinde alınan numunelerin sonuçlarında herhangi bir uygunsuzluk tespit edilmesi halinde, tesis sahiplerinin aynı parti veya seri nolu suları toplatıp Müdürlüğün denetiminde imha etmekle yükümlü oldukları, uygunsuz ürün, denetimi yapan Müdürlüğün görev ve sorumluluk alanında üretilmiş ise tesiste gerekli incelemenin yapılacağı, başka ilde üretilmiş ise durumun derhal o ilin Müdürlüğüne ve üretici firmaya bildirileceği ve mikrobiyolojik parametrelerin analizlerinde analiz sonuçlarına itiraz edilemeyeceği düzenlemesi yer almakta olup, davacı tarafından, itirazı engelleyen bu kuralın hak arama hürriyetinin ihlali sonucunu doğurduğunun öne sürüldüğü;
5996 sayılı Kanun’un “Resmi kayıtlar, itiraz hakkı ve resmi sertifikalar” başlıklı 31. maddesinin 4. fıkrasında; ilgililerin, resmi kontrol ve denetim sonuçları hakkında, tebligat yapıldığı tarihten itibaren yedi gün içinde Bakanlığa itiraz hakkına sahip olduğu; kalan raf ömrü yedi günden az olan gıdalar, mikrobiyolojik incelemeler ve ürün miktarının şahit numunenin analizinin yapılması için yetersiz olduğu durumlarda analiz sonucuna itiraz edilemeyeceğinin hükme bağlandığı;
Öte yandan Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinde; doğal mineralli sularda bulunması gereken mikrobiyolojik özelliklerin sayma suretiyle belirtildiği, genel olarak Yönetmelikte; üretim ve tesis izni de dahil piyasa şartlarında satışta iken de bu yönden analiz yapılacağının belirtildiği, 39. maddesinde de, özellikle mikrobiyolojik bazı özellikler yönünden analiz yapılmak üzere her tesis bünyesinde labaratuvar ve yeterli teknik eleman bulundurulmasının zorunlu tutulduğu;
Mikrobiyolojik incelemenin, gıda güvenliği ve insan sağlığı açısından önemi ve bu analizin hassas takibi gerektirmesi; öte yandan düzenlemenin, üretim aşamasıyla ilgili olmayıp, denetimi daha da zor olan piyasa denetimine ilişkin olması karşısında; analize ilişkin sürecin çabuklaştırılmasında kamu yararı olduğu; kaldı ki; tesislerde bulunması zorunlu olan labaratuvarlarda da mikrobiyolojik incelemenin yapılmasının gerekmesi nedeniyle, düzenleme ile bu labaratuvarların daha işler hale geldiği;
Diğer taraftan; dava konusu düzenlemenin dayanaklarından biri olan 5996 sayılı Kanun’un 31. maddesinin 4. fıkrasında da; mikrobiyolojik analizin önemine binaen sonucuna itiraz edilemeyeceği belirtildiğinden, üst hukuk normunun tekrarı niteliğinde olan düzenlemede hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle,
Dava konusu Yönetmeliğin 38. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “izni iptal edilen suyun ismi bir daha kullanılamaz” cümlesinin iptaline, 7. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinin son cümlesi hakkında karar verilmesine yer olmadığına, diğer maddeler yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENLERİN İDDİALARI :
Davacı tarafından, her aşaması izne, kontrol ve denetime tabi bir sürecin tamamlanmasının ardından tekrar analiz yapılarak, suların satımı için analiz sonuçlarının beklenmesi gerekliliğinin yasal dayanağı bulunmadığından Yönetmeliğin 39. maddesinin ilk fıkrasında yer verilen kuralın hukuka aykırı olduğu; parametrelere aykırılık tespit edildiğinde, aykırılığın saptandığı partinin satışının durdurulabilme, bu malların toplatılabilme imkanı varken üretim tesisinin faaliyetinin durdurulmasının hakkaniyete aykırı olduğu, numunenin alınışında yapılacak hata, analiz işleminin yapılmasında hata gibi nedenlerle de sonucun yanlış olabileceği, analiz sonuçlarına itiraz edilememesinin ise hak arama hürriyetinin sınırlandırılmasına neden olması nedeniyle Yönetmeliğin 40. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında iptali istenen kısımlarının hukuka aykırı olduğu belirtilerek, Daire kararının davanın reddine ilişkin kısmının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin 38. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “izni iptal edilen suyun ismi bir daha kullanılmaz” hükmünün özellikle ruhsat verildiği sıradaki şartları taşımadığı tespit edilen sular ile niteliği belirsiz ve izinsiz kaynak ilavesinin yapılması durumunda işletildiği, bu türdeki suların tüketiciye sunulmasının halk sağlığını olumsuz etkileyecek ve tüketicinin yanıltılmasına sebebiyet verecek olması nedeniyle, düzenlemenin tüketicinin yanıltılmasının önlenmesi ve halk sağlığının korunması amacıyla getirildiği belirtilerek, Daire kararının iptale ilişkin kısmının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMALARI :
Taraflarca, karşılıklı olarak temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’UN DÜŞÜNCESİ : Temyiz istemlerinin reddi ile Daire kararının temyizen incelenen kısmının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Danıştay dava dairelerinin nihai kararlarının temyizen incelenerek bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan;
“a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
c)Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması” sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen kararın, dava konusu düzenlemenin iptal ile davanın reddine ilişkin kısımları usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçelerinde ileri sürülen iddialar kararın bu kısımlarının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1.Tarafların temyiz istemlerinin reddine,
2.Danıştay Sekizinci Dairesinin 26/12/2018 tarih ve E:2013/4066, K:2018/9049 sayılı kararının, dava konusu düzenlemenin iptali ile davanın reddine yönelik kısımlarının ONANMASINA,
3.Kesin olarak, 22/10/2020 tarihinde, Yönetmeliğin 38. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “izni iptal edilen suyun ismi bir daha kullanılmaz” cümlesi yönünden gerekçede oyçokluğu, kalan kısımlar yönünden oybirliği ile karar verildi.

KARŞI OY

X- Temyize konu Daire kararının iptale ilişkin kısmının gerekçesinde yer alan, 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de yer alan markaların hangi hallerde iptal edileceğine ilişkin düzenlemelerin, markaların üçüncü kişiler nezdinde korunmasına yönelik düzenlemeler olduğu gözetildiğinde, uyuşmazlıkta dikkate alınamayacağı, ancak davaya konu düzenlemede izni iptal edilen ismin bir daha kullanılamayacağı belirtilmişken, hangi sebeple izni iptal edilen işletmeciler için bu yaptırımın uygulanacağının açıkça düzenlenmemiş olduğu görüldüğünden, yaptırım niteliğindeki bu düzenlemenin muğlak olduğu ve idari yaptırıma esas fiil belirlenmeden doğrudan yaptırımın düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenle, dava konusu Yönetmeliğin iptali istenilen 38. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “izni iptal edilen suyun ismi bir daha kullanılamaz” ibaresinde, bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmamakta olup; Daire kararının iptale ilişkin kısmının bu gerekçe ile onanması gerektiği oyuyla, kararın bu kısmına gerekçe yönünden katılmıyoruz.