Danıştay Kararı 9. Daire 2008/559 E. 2010/5801 K. 03.11.2010 T.

9. Daire         2008/559 E.  ,  2010/5801 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
DOKUZUNCU DAİRE
Esas No : 2008/559
Karar No: 2010/5801

Temyiz İsteminde Bulunan : Beyoğlu Belediye Başkanlığı – İSTANBUL

Vekili: : …

Karşı Taraf : …

Vekili: : …

İstemin Özeti : Davacı adına 2006 yılına ait eğlence vergisinin tahsili amacıyla düzenlenen 13.4.2007 tarihli ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davayı; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen 2. fıkrasında, Devlet’in, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve süresini belirtmek zorunda olduğunun kurala bağlandığı, bu durumda davacı adına düzenlenen dava konusu ödeme emrinde yazılı bulunması gereken esaslı şekil hatalarından nerede ve hangi sürede dava açılacağının yazılmamış olduğu anlaşıldığından ödeme emrinin şekil yönünden hükümsüz bir vesika haline geldiği gerekçesiyle kabul eden … Vergi Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının; dava açma yeri ve zamanının gösterilmemesinin ödeme emrini hükümsüz hale getirmeyeceği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Savcısı …’ın Düşüncesi : Dava konusu yapılan ödeme emrinin üzerinde nerede dava açılacağı ve dava açma süresinin yazılmamış olması şekil eksikliğini içermekte ise de davacı tarafından süresinde ve ilgili Mahkemeye dava açıldığı anlaşıldığından, uyuşmazlığın esasının incelenerek karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle verilen kararda isabet görülmemiştir.
Bu nedenle Mahkeme kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

Tetkik Hakimi …’un Düşüncesi : Davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle süresinde ve ilgili Mahkemeye dava açıldığı anlaşıldığından, uyuşmazlığın esasının incelenerek karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle ödeme emrinin iptaline karar veren vergi mahkemesi kararında isabet görülmemiştir. Bu nedenle temyize konu vergi mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği görüşüldü:
Davacı adına 2006 yılına ait eğlence vergisinin tahsili amacıyla düzenlenen 13.4.2007 tarihli ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davayı kabul eden vergi mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen 2. fıkrasında, Devlet’in, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve süresini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmış, bu ek fıkranın gerekçesinde ise,” Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmaktadır. Son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir.” açıklaması yapılmıştır.
Sözkonusu düzenleme ve anılan gerekçenin birlikte değerlendirilmesinden; bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde anayasal bir hak olan “hak arama hürriyetlerini” son derece dağınık mevzuat nedeniyle sonuna kadar kullanabilmelerini sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla, Devletin kurumları vasıtasıyla tesis edilen işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı veya idari makamların gösterilmesi, ayrıca sözkonusu başvurunun süresinin de belirtilmesi gerektiğinin bir Anayasal zorunluluk olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Kanunkoyucu tarafından getirilen bu düzenleme, salt şekle ve usule ilişkin bir düzenleme olmayıp bireylerin hak arama hürriyetlerini en iyi şekilde kullanmalarını tesis etmek amacıyla bir anlamda Devlet kurumları tarafından bireylere yol gösterilmesi konusunda getirilen bir zorunluluk olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, söz konusu düzenlemenin esas uygulama alanı, idare organları tarafından tesis edilen bir işlemin muhatabı olan bireylerin bu işleme karşı gerek başvuru yeri gerekse başvuru süresi konusunda getirilmiş olan düzenlemelere aykırı hareket ederek hak arama hürriyetini kullanmaya çalışmaları sırasında meydana gelen hak kayıplarının önüne geçmektir. Ancak, hakkında işlem tesis edilen birey tesis edilen işlemde başvuru yeri ve zamanının belirtilmemiş olmasına rağmen ilgili mevzuatta belirtilen başvuru koşullarına ve usulüne uygun olarak yasal süresinde başvurusunu yapması halinde artık söz konusu işlemin yargısal denetimi sırasında, Anayasanın 40. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağı ve süresinin belirtileceği kuralına uyulup uyulmadığı konusunda bir inceleme yapma imkanı bulunmamaktadır. Zira, yukarıda da belirtildiği üzere, söz konusu düzenlemenin uygulama alanı, dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve süreleri konusunda yanılgıya düşen bireylerin hak arama hürriyetlerini kullanabilmelerini sağlamaktır. İlgili mevzuatta belirtilen usule uygun olarak yapılan başvuru nedeniyle idari işlemin hukuka uygunluğunun denetimi sırasında, söz konusu işlemin, başvuru zamanının ve yerinin bulunmadığı gerekçesiyle şekil yönünden hükümsüz kabul edilmesi Anayasanın 40. maddesinin 2. fıkrası ile sağlanmak istenen amacı aşan bir yorum olacaktır.
Öte yandan, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulu Hakkında Kanunun 55 inci maddesinde, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir “ödeme emri” ile tebliğ olunacağı, ödeme emrinde borcun asıl ve ferilerinin mahiyet ve miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödemediği veya mal bildiriminde bulunmadığı takdirde borcun cebren tahsil ve borçlunun mal bildiriminde bulununcaya kadar üç ayı geçmemek üzere hapis ile tazyik olunacağı, gerçeğe aykırı bildirimde bulunduğu takdirde hapis ile cezalandırılacağının kayıtlı bulunacağı, ayrıca, borçlunun 114 üncü maddedeki vazifeleri ve bu vazifeleri yerine getirmediği takdirde hakkında tatbik edilecek olan cezanın bu ödeme emrinde kendisine bildirileceği kuralına yer verilmiştir. Bu maddede, bir ödeme emrinde bulunması gereken hususlar ve ibareler sayılmakla birlikte, ödeme emri tebliği üzerine hangi yargı yerine veya makama başvurulması gerektiği ve başvurunun süresinin ne olduğu yolunda bir belirlemenin bulunmadığı görülmektedir.
Yukarıda söz edilen Anayasal ve yasal kurallar karşısında, Anayasanın emredici kuralına rağmen başvuru yeri ve süresinin öngörülmemiş olmasına rağmen, adına ödeme emri düzenlenen davacı tarafından yasal süresinde ve usulüne uygun olarak açılan davanın esasının incelenmesi gerekirken dava konusu ödeme emrinin şekil yönünden iptaline karar veren vergi mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne … Vergi Mahkemesinin…tarih ve E…., K…. sayılı kararının esasta oybirliği, gerekçede oyçokluğu ile bozulmasına 3.11.2010 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY : Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40’ıncı maddesine 4709 sayılı Kanunun 16’ncı maddesiyle eklenen ikinci fıkrada, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” düzenlenmesi öngörülmüş; bu ek fıkranın gerekçesinde de “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmaktadır. Son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir” açıklaması yapılmıştır.
Bu nedenle, özel yasasında yer alan düzenleme gereği tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde dava açılması gereken ödeme emrinin içeriğinde bu bilgilere yer verilmesi gerekmektedir.
Olayda ise davacı adına düzenlenen ödeme emrinde davanın nerede açılacağının ve süresinin ne olduğunun gösterilmediği anlaşılmaktadır.
Sözü edilen Anayasa hükmü karşısında ödeme emrinde yukarıda belirtilen hususların yazılmamış olması yerinde değil ise de davacı tarafından yasal süresi içerisinde dava açıldığından ve bu durumda işin esasının incelenmesi gerektiğinden, Vergi Mahkemesince ödeme emrinin şekil yönünden usule aykırı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesinde isabet bulunmayıp, bu gerekçe ile kararın bozulması gerektiği görüşüyle karara katılmıyoruz.