Danıştay Kararı 8. Daire 2022/1499 E. 2022/8451 K. 29.12.2022 T.

Danıştay 8. Daire Başkanlığı         2022/1499 E.  ,  2022/8451 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
SEKİZİNCİ DAİRE
Esas No : 2022/1499
Karar No : 2022/8451

Kararın Düzeltilmesi İsteminde Bulunan(Davacılar): 1- …
2- …
Vekili : Av. …

Karşı Taraf (Davalılar) : 1- … Bakanlığı
Vekili : …
2- … Valiliği
Vekili : Av. …

İstemin Özeti : Danıştay Sekizinci Dairesinin 13/10/2021 tarih ve E:2020/5300, K:2021/4549 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesi uyarınca düzeltilmesi istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi : …
Düşüncesi : İstemin reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dava,davacıların, İzmir İli, Aliağa İlçesi, … İlköğretim Okulu’nda öğrenci olan çocukları … ile … ‘ın Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muaf sayılması talebiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, T.C. Anayasasının 24. maddesi ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 12. maddesinde hiç bir ayrım yapılmadan tüm vatandaşlar için Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi’nin zorunlu tutulması karşısında, davacıların çocuğunun bu dersten muaf tutulması isteminin reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemlerde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın;
“Yargı yetkisi” başlıklı 9. maddesinde; “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.”,
“Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinin birinci fıkrasında; “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
“Din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesinde; “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”,
“Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42. maddesinde; “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir. …”,
“Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddesinin beşinci fıkrasında “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” kuralları yer almaktadır.
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 12. maddesinde “Türk milli eğitiminde laiklik esastır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilköğretim okulları ile lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.” kuralı yer almaktadır.
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmesine (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-AİHS) ek 1 No’lu Protokolün “Eğitim Hakkı” başlıklı 2. maddesinde ise “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.” kuralına yer verilmiştir.
Davacıların, çocuklarının zorunlu din dersi eğitiminden muaf tutulması istemiyle davalı idareye başvurduğu, dolayısıyla davanın konusunun din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin müfredatına ilişkin olmayıp, zorunlu din dersinden tamamen muaf tutulma talebine ilişkin olduğu görüldüğünden, davanın durumunun öncelikle normlar hiyerarşisi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
Hukuk sistematiğinde; Anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik vb. düzenlemelerin arasında hiyerarşik bir ilişki bulunduğunu, alttaki düzenlemenin içeriğinin üst tarafta yer alan düzenlemeye uygun olması gerektiğini, altta yer alanlara nazaran üstteki düzenlemelerin daha genel, altta yer alan düzenlemelerin ise daha detaylı özellikte olduğunu gösteren sıralamaya “normlar hiyerarşisi” adı verilmektedir. Avusturyalı hukukçu Hans Kelsen (z. Wacks Raymond: Hukuk Kuramını Anlamak Astana Yayınevi, Ankara, 2016, s.163.) tarafından öne sürülen bu hiyerarşide, hukukun diğer kural koyan düzenlerden farklı olarak birbirine aynı güçte kural koyan değil, hiyerarşik düzen içinde sıraya konulmuş kurallardan oluşması gerektiği belirtilmektedir. ( Sezer, Abdullah: “Normlar Hiyerarşisi ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri”, Anayasa Yargısı Dergisi, 2019, s.355.) Başka bir anlatımla normlar hiyerarşisi, her türlü normun hiyerarşik olarak bir sıra dahilinde sıralanması ve birbirine bağlı olması anlamına gelmekte olup; bunun doğal sonucu olarak, hiyerarşik sıralamada daha altta yer alan normun, kendisinden üstte bulunan norma aykırı hükümler içeremeyeceği, bir başka deyişle alt norm niteliğindeki düzenleyici işlemlerin, bir hakkın kullanımını üst normda öngörülmeyen bir şekilde daraltamayacağı veya kısıtlayamayacağı; dolayısıyla düzenleyici bir işlemin kendinden önce gelen anayasa, kanun veya yönetmelik hükümlerine aykırı düzenlemeler getiremeyeceği kabul edilmektedir.
Anayasa’nın 90. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” cümlesi, 07/05/2004 tarih ve 5170 sayılı Kanunla yapılan Anayasa değişikliği ile madde metnine eklenmiştir.
Söz konusu Anayasa değişikliğinin madde gerekçesinde “Uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası andlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıkacak bir uyuşmazlığın hallinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90 ıncı maddenin son fıkrasına hüküm eklenmektedir.” ifadesine;
Anayasa Komisyonu raporunda ise:
“Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma başlıklı 90 ıncı maddesine; kanunlarla milletlerarası andlaşmaların çelişmesi halinde hangisine öncelik verileceğini belirleyen düzenleme getirilmekte, teklifin, çerçeve 7 nci maddesi; usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin andlaşmalar ile kanunların çatışması halinde milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınmasını öngörmektedir. Bu madde üzerindeki görüşmelerde sayısı çok fazla olan milletlerarası andlaşmaları uygulayıcıların bilmesinin zor olacağı, hangi andlaşmaların bu çerçevede değerlendirileceğinin tadad edilmesinin gerekli olduğu üyelerimizce ifade edilmiştir. Ancak bu öneri Komisyonumuzca kabul görmemiş ve çerçeve 7 nci madde teklifte yer aldığı şekliyle kabul edilmiştir.” ifadelerine yer verilmiştir.
Hukuk sistemimizde “usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde” olması, gerek 1961 Anayasası döneminde gerekse 1982 Anayasası döneminde anayasal bir kural olup, 5170 sayılı Kanun’la yapılan Anayasa değişikliği söz konusu anayasal kurala ilişkin bir değişiklik getirmemiş, bununla birlikte normlar hiyerarşimizde köklü bir değişiklik yapmıştır. Değişiklik sonrasında, “temel hak ve özgürlüklere ilişkin” bir milletlerarası andlaşma hükmü ile bir kanun arasında uyuşmazlık çıkması halinde, milletlerarası andlaşma hükmünün “esas alınması” gereği, anayasal kural haline gelmiştir.
Anayasa’nın 90/5 maddesinin son cümlesi hükmünün, madde gerekçesiyle birlikte değerlendirilmesinden, getirilen bu yeni kuralın amacının, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla, kanun hükümleri arasında çıkabilecek bir çatışmanın çözüme bağlanması ve bu tür andlaşma hükümlerinin iç hukukta doğrudan uygulanmasının sağlanması olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Buna göre, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmanın doğrudan uygulanabilir hükmüyle bir kanun hükmü arasında çatışma olduğunda, andlaşma hükmü üstün sayılacak ve kanun hükmü ihmal edilerek uygulanmayacaktır. Andlaşmaların iç hukukumuz bakımından yürürlüğe girdiği tarihten sonraki bir tarihte yürürlüğe konulsa dahi, aynı konudaki kanun hükümlerinin ihmal edilerek, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmaların doğrudan uygulanabilir nitelikteki hükümlerinin uygulanması gerektiği hususunda herhangi bir duraksama bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, Anayasanın 90/5 maddesinin son cümlesi hükmünde temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmaların, “kanunlardan üstünlüğü” kabul edilmekte olup, söz konusu andlaşmaların “Anayasadan da üstün olduğu” hususunda herhangi bir düzenleme öngörmediğinden, anılan Anayasa hükmü, milletlerarası andlaşma hükümlerine “sadece kanunlar bakımından” “hiyerarşik üstünlük” tanımaktadır. Anayasa 90/5 maddesinin son cümlesi hükmünün milletlerarası andlaşmalara “Anayasa hükümleri karşısında” hiyerarşik üstünlük tanıdığından söz edilemez.
Aynı konuda bir Anayasa hükmü bulunması hâlinde, andlaşma hükümlerinin esas alınması söz konusu olmayıp, “Anayasanın bağlayıcılığı” ve “üstünlüğü” ilkeleri gereği, Anayasa hükümleri ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin andlaşma hükümleri arasında çatışma söz konusu olduğunda Anayasa hükmünün esas alınması gerekir.
Dolayısıyla Anayasa’nın; “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” hükmü ile 90/5 maddesinde yer alan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşma hükümlerinin normlar hiyerarşimizde aynı konuyu düzenleyen kanun hükümlerinin üzerinde, ancak, Anayasa hükümlerinin altında yer alan normlar olarak işleme tabi tutulması gerekmekte olup, Anayasa hükümleri ile andlaşma hükümleri arasında çatışma olduğu takdirde, mahkemelerce andlaşma hükümlerinin ihmal edilip Anayasa hükümlerinin uygulanması Anayasal bir zorunluluktur.
Bu değerlendirmeler ışığında bakılan uyuşmazlık incelendiğinde; kanunla çatıştığı hallerde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerinin uygulanması gerekmekle birlikte, Anayasada açık hüküm bulunması halinde, mahkemelerce söz konusu Anayasa hükümlerinin esas alınması ve dava konusu uyuşmazlığın çözümünde de Anayasa’nın 24. maddesinin ölçü norm olarak uygulanması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, davacıların, 4.sınıfta öğrenim gören çocuklarının Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi eğitiminden muaf tutulması istemiyle 30/09/2014 tarihli dilekçeyle okul yönetimine başvurduğu, bu başvurunun Miili Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün … tarih ve … sayılı yazısıyla; Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu Başkanlığının …sayılı kararıyla, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu Hristiyan ve Musevi dinlerine mensup öğrencilerin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muaf tutulduğu, bu dinden birine mensup olduklarını belgelendirmeleri kaydıyla Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine girmelerinin zorunlu olmadığı belirtilerek reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacılar tarafından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 09/10/2007 tarih ve Başvuru No:1448/04 sayılı Hasan ve Eylem Zengin kararına atıf yapılmış olup; Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi müfredatının nesnellik ve çoğulculuk ölçütlerini taşımaması nedeniyle Hristiyanlık ve Musevilik dışındaki diğer dinlere mensup veya herhangi bir dine inanmayan öğrencilere de muafiyet tanınması istenilmektedir.
Yukarıda değinilen AİHM kararında yer alan, dersin içeriğinin düzeltilmesi yönündeki değerlendirmeler doğrultusunda, müfredat değişikliği yapılmış olup, bakılan uyuşmazlığın, bu müfredat değişikliği üzerine yeniden düzenlenen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi’nin içeriğinin değiştirilmesi isteminden değil, doğrudan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi’nden muaf tutulma isteminden kaynaklandığı görülmektedir. Bu nedenle, hukuki irdelemenin bu çerçevede yapılması ve uyuşmazlığın normlar hiyerarşisi ilkesine göre Anayasa’ya göre çözümlenmesi gerekmektedir.
Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24. maddesinde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi’nin zorunlu tutulması karşısında, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi’nden muaf tutulma isteminin reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.
Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulları tarafından verilen kararlar hakkında karar düzeltilmesi yoluna başvurulabilmesi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesinde yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.
İstemde bulunan tarafından öne sürülen düzeltme nedenleri sözü edilen maddede belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymadığından karar düzeltme isteminin yukarıda belirtilen gerekçe ile reddine, karar düzeltme giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına, 29/12/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.