Danıştay Kararı 8. Daire 2016/14724 E. 2020/4116 K. 07.10.2020 T.

Danıştay 8. Daire Başkanlığı         2016/14724 E.  ,  2020/4116 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
SEKİZİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/14724
Karar No : 2020/4116

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) : …
Vekili : Av. …
Karşı Taraf (Davalı) : … Müdürlüğü – …
Vekili : …
İstemin Özeti : … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:… , K:… sayılı kararının hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : …
Düşüncesi : İstemin kabulü ile Mahkeme kararının kısmen bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dava, Kırıkkale Polis Meslek Yüksekokulu’na geçici kaydı yapılan davacının, sevk edildiği hastaneden alınan rapora istinaden Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliğinin Ek-3-III-A maddesinde yer alan sağlık şartlarını taşımadığından bahisle, Yüksekokuldan ilişiğinin kesilmesine ilişkin 20/10/2010 tarihli işlemin … . İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:… ve K:… sayılı kararıyla iptal edildiğinden bahisle işlem nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zarar nedeniyle 36.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminatın zararın doğduğu tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte güncellenmiş tutar üzerinden tarafına ödenmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince; idarenin tazminat ödemekle yükümlü tutulabilmesi için ilgililerin gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi kesin bir zararının olması gerektiği, ileriye yönelik ve varsayımlara dayalı olarak tazminata hükmedilmesine imkan bulunmadığı açık olduğundan, davacının maddi tazminat isteminin bu nedenle karşılanmasına imkan bulunmadığı, manevi tazminat istemine gelince; davacının çeşitli hastanelerden alınmış sağlık kurulu raporlarında, işitme kaybı olduğu ve Polis Meslek Yüksekokulu öğrencisi olamayacağının belirtilmesi üzerine Polis Meslek Yüksekokulundan ilişiğinin kesildiği, davacının okulla ilişiğinin kesilmesinden dolayı bir elem ve üzüntü duyduğu tartışmasız ise de; okulla ilişiğinin kesilmesine kadar olan süreçteki gelişmeler karşısında; idarenin ağır hizmet kusurundan, davacının elem ve üzüntüsünün de idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığından söz edilemeyeceği gibi yargı kararı ile her iptal edilen işlemde idarenin hizmet kusurunun varlığının ve buna bağlı olarak da tazminat ödemekle yükümlü tutulmasının kabul edilmesinin mümkün olmadığı dikkate alındığında gerekli şartlar oluşmadığından manevi tazminat isteminde de isabet bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Maddi tazminat yönünden temyize konu Mahkeme kararının incelenmesi:
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.
İdare Mahkemesince bu kısım yönünden verilen karar ve dayandığı gerekçe usul ve kanuna uygun olup bozulmasını gerektiren bir neden bulunmamaktadır.
Manevi tazminat yönünden temyize konu Mahkeme kararının incelenmesi:
Doktrinde idarenin hukuki sorumluluğu, kamu hizmetlerinden doğan zararların karşılanıp giderilmesini amaçlayan hukuki bir kurum olarak tanımlanmaktadır. İdarenin tazminat ödemekle yükümlü tutulabilmesi için ilgililerin zarara uğramasına neden olan idari işlem veya eylem ya bir hizmet kusuru oluşturmalı ya da kusursuz sorumluluk esasının uygulanmasına elverişli olmalıdır.
İdarenin kamu hizmetinin yürütülmesinden doğan zarardan sorumlu tutulmasını gerektiren kuramlardan birisi olan hizmet kusuru, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilir. Hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
Manevi tazminat, malvarlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar.
Uyuşmazlık konusu olayda; davacının Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliğinin Ek-3-III-A maddesinde yer alan sağlık şartlarını taşımadığından bahisle, 20/10/2010 tarihli işlem ile Yüksekokuldan ilişiği kesildiği ve söz konusu ilişik kesme kararına karşı açılan davada … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E: … ve K:… sayılı iptal kararı üzerine davacının Polis Meslek Yüksekokuluna tekrardan kaydı yapılarak 2012-2013 eğitim-öğretim dönemi sonunda mezun olduğu anlaşılmaktadır.
Hukuka aykırı işlemler nedeniyle manevi bir zarardan söz edilebilmesi için öncelikle ilgilinin kişisel varlık ve haklarına hukuka aykırı bir saldırıda bulunularak kişinin yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya bu tür bir işlem sonucunda ağır bir elemin duyulmuş olması ya da kişinin şeref ve haysiyetinin zedelenmiş olması gerekmekte olup, idarenin kusurundan kaynaklandığı mahkeme kararıyla da sabit olan söz konusu olay nedeniyle davacının zamanında polis olarak atanamamasının verdiği üzüntü ve elem göz önüne alındığında manevi tazminat isteminin reddedilmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Mahkeme kararının, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden davalı idare lehine nispi olarak hükmedilen vekalet ücretine ilişkin kısmı yönünden;
21/12/2015 tarih ve 29569 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Tarifelerin üçüncü kısmına göre ücret” başlıklı 13. maddesinde; “(1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin ikinci kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (7 nci maddenin ikinci fıkrası, 9 uncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile 10 uncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. (2) Ancak, hükmedilen ücret kabul veya reddedilen miktarı geçemez.” hükmüne yer verilmiştir.
Uyuşmazlıkta İdare Mahkemesince, davacının 36.000 TL maddi tazminat isteminin reddine karar verilmiş iken, bu kısım hakkında vekalet ücretinin nispi olarak hesaplandığı anlaşılmaktadır.
Vekalet ücretinin, davanın maddi tazminata ilişkin kısmı nedeniyle nispi olarak hesaplanıp hükmedilen 4.320 TL’ lik kısmının Tarife itibariyle dayanağı bulunmakta ise de, bu hususun maddi ve hukuki veriler, davanın açıldığı tarihteki hukuksal düzen, davacıların içinde bulundukları maddi koşullar ve Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasında “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.
Yine, Anayasa’nın 148. maddesinin 3. fıkrasında ise, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir.” hükmü yer almıştır.
Benzer başka bir tam yargı davası sonucunda, davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuru sonucunda verilen Anayasa Mahkemesinin 07/11/2013 tarih ve B. No:2012/791 numaralı kararında konuya ilişkin temel ilkeler ortaya konulmuştur.
Buna göre, “Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde, mahkemeye erişim hakkına açıkça yer verilmemişse de maddenin (1) numaralı fıkrasındaki “herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından davasının … görülmesini istemek hakkı…” ifadeleri çerçevesinde ve hakkın doğası gereği mahkemeye erişim hakkını da kapsadığının kabulü gerekir.
Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir. (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 – 39)
Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.
(…) Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak, yukarıda da ifade edildiği üzere, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelere göre, istenen tazminatın reddedilmesi üzerine belirli bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak nitelendirilemeyecektir. Ancak her bir uyuşmazlığın kendine özgü niteliklerinin ve uyuşmazlığa konu olayın, davacıların mahkemeye erişim hakkı üzerinde farklı sonuçlar doğurabilmesi de mümkündür.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu – Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği,
bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.
Yukarıda açıklanan şekilde davacının, kullandığı Anayasal hakları nedeniyle olağan dışı ağırlıkta bir mali yük altında kalmış olması, bu durumun Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı üzerinde olağan dışı bir kısıtlama oluşturması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36553/04 başvuru numaralı Mesutoğlu – Türkiye kararında mahkemelerin yargılama usullerini uygularken davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten kaçınmaları gereğini vurgulaması ile davacının maddi durumunun elverişsiz olması nedeniyle lehine adli yardım kararı verildiği gibi somut olayın koşulları bir arada değerlendirildiğinde, talep edilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmemesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Bu durumda, davacı aleyhine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken talep edilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi olarak hesaplanan vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; … İdare Mahkemesinin temyize konu kararının maddi tazminata ilişkin kısmının onanmasına, manevi tazminata ilişkin kısmı ile reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden davalı idare lehine nispi olarak hükmedilen vekalet ücretine ilişkin kısmının bozulmasına, dosyanın bozulan kısım yönünden yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 07/10/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.