Danıştay Kararı 7. Daire 2017/354 E. 2020/4455 K. 05.11.2020 T.

Danıştay 7. Daire Başkanlığı         2017/354 E.  ,  2020/4455 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
YEDİNCİ DAİRE
Esas No : 2017/354
Karar No : 2020/4455

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : …
VEKİLİ : Av. …
KARŞI TARAF (DAVALI) : … Bakanlığı adına … Gümrük Müdürlüğü
VEKİLİ : Av. …
İSTEMİN KONUSU : … Bölge İdare Mahkemesi … Vergi Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava Konusu İstem: … tarihli … numaralı TIR karnesi muhteviyatı eşyayı taşıyan … plakalı araçta yapılan inceleme sonucunda yurt dışı edilmesi gereken eşyanın yurt içinde bırakıldığından bahisle gümrük müşaviri sıfatıyla davacı adına 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 37. maddesine göre eşyalara ait gümrük, katma değer ve özel tüketim vergilerinin ödenmesine yönelik olarak tesis edilen işleme vaki itirazın zımnen reddine dair işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … Vergi Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; gümrük vergilerinin tahsiline ilişkin olarak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun gereğince yapılan ve ödeme emriyle başlanacak olan takibatın öncesinde anılan Kanun’un 37. maddesine göre düzenlenen yazının Gümrük Kanunu’nda düzenlenen idari itiraz yoluna tabi olmadığı, bu nedenle söz konusu yazıyla yapılan bildirime karşı doğrudan dava açılması ya da 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 11. maddesi uyarınca üst makama başvuruda bulunulması, bu başvuru yapılırken de işleyen dava açması süresinin nazara alınması gerektiği, davacı tarafından dava açma süresi içerisinde 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında … Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğüne başvurulduğu belirtilmekte ise de, bu başvurunun 10. madde kapsamında değil, 11. madde kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, dava konusu yazıya konu vergiler için 14/04/2016 tarihinde yapılan başvuru üzerine karar alma süresinin 14/08/2016 tarihine kadar uzatıldığı, bu durumda işlemin tebliğ edildiği 08/04/2016 tarihinden üst makama 14/04/2016 tarihinde yapılan başvuruya kadar 6 günlük süre geçtiğinden, zımni ret işleminin oluştuğu 14/08/2016 tarihinden itibaren dava açma süresi yeniden işlemeye başladığından 26/09/2016 tarihinde açıldığı anlaşılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: İstinaf başvurusuna konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu ve davacı tarafından ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 45. maddesinin 3. fıkrası uyarınca istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Dava konusu edilen işlemin, idarenin karar alma süresinin uzatılmasına ilişkin yazısı olmadığı, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinin 2. fıkrası gereğince idarenin kesin cevabının beklendiği ancak Kanun’un öngördüğü 6 aylık bekleme süresi içerisinde cevap verilmediğinden bekleme süresinin sona ermesinden önce dava açıldığı, hak arama özgürlüğü ve dava haklarının engellendiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’İN DÜŞÜNCESİ : Davaya konu işlemde, işleme karşı izlenilecek başvuru yolu, mercii ve süresine ilişkin açıklamalara yer verilmediğinden Anayasanın 40. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen zorunluluğa aykırı ve dolayısıyla, Anayasanın 36. maddesinin 1. fıkrasında öngörülen hak arama hürriyetini sınırlayıcı sonuç doğurduğundan, davanın süre aşımından reddi yolunda verilen mahkeme kararına yönelik istinaf başvurusunu reddeden Daire kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Yedinci Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY : … tarihli … numaralı TIR karnesi muhteviyatı eşyayı taşıyan … plakalı araçta yapılan inceleme sonucunda yurt dışı edilmesi gereken eşyanın yurt içinde bırakıldığından bahisle gümrük müşaviri sıfatıyla davacı adına 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 37. maddesine göre eşyalara ait gümrük, katma değer ve özel tüketim vergilerinin ödenmesine yönelik olarak tesis edilen işleme vaki itirazın zımnen reddine dair işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.
İLGİLİ MEVZUAT:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen 2. fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” düzenlemesi yapılmıştır. Bu ek fıkranın gerekçesinde değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama; hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk haline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasanın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Anayasa Mahkemesinin 18/10/2003 tarih ve E:2003/67, K:2003/88 sayılı kararında; hukukun üstünlüğünün egemen olduğu ve bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanmasının, hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesinin zorunlu koşullarından olduğu ve hukuki güvenliğin, statü hukukuna ilişkin düzenlemelerde istikrar, belirlilik ve öngörülebilirlik göz önünde bulundurularak, açık ve belirgin hukuk kuralları yürürlüğe koyup, uygulayarak sağlanacağı şeklinde ifade edilmiştir.
Bu bakımdan; Devletin bir kurumu olan gümrük idaresinin de tesis ettiği idari işlemlerde; işleme karşı başvurulacak kanun yolunu, idari mercii ve başvuru süresini göstermesi ilgili makamların takdirinde olmayıp, en üst hukuki norm olan Anayasanın bağlayıcılığının zorunlu bir sonucudur. Diğer yönden, uygulama yasalarında bu zorunluluğu öngören bir düzenleme bulunmayan durumlarda, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanabilirliği sorunu yönünden de değerlendirilme yapıldığında, Anayasa normları, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 5225 sayılı Yasada, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsediği 08/12/2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Bu durumda; Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasanın 40. maddesinin 2. fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari veya yargı mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesi zorunludur.
Dosyanın incelenmesinden dava konusu işlemde, başvuru merciinin tereddüte mahal bırakmayacak şekilde gösterilmediği ve sürenin de belirtilmediği anlaşılmaktadır. Bu durum, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasına ilişkin gerekçede belirtildiği gibi son derece karışık olan mevzuat karşısında bireylerin yargı yeri ve idari makamlar önünde haklarını sonuna kadar arayabilmelerini olanaklı kılmak amacıyla öngörülen zorunluluğa aykırı ve dolayısıyla, Anayasa’nın 36. maddesinde öngörülen hak arama hürriyetini sınırlayıcı bir sonuç doğurmuş ve Anayasa’nın temel hak ve hürriyetlerin korunmasını düzenleyen 40. maddesine açıkça aykırılık oluşturmuştur.
Bu itibarla; Anayasa’nın 40. maddesindeki düzenlemeye aykırı olarak, başvurulacak mercii ve başvuru süresi gösterilmeyen işlemin iptali istemiyle açılan davada Anayasa’nın 40. maddesi dikkate alınmaksızın davanın süre aşımından reddi yolunda verilen mahkeme kararına yönelik istinaf başvurusunu reddeden Daire kararında hukuki isabet görülmemiştir.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Temyiz isteminin kabulüne,
2. … Bölge İdare Mahkemesi … Vergi Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
4. Yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, 05/11/2020 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.