Danıştay Kararı 7. Daire 2016/5368 E. 2020/3424 K. 29.09.2020 T.

Danıştay 7. Daire Başkanlığı         2016/5368 E.  ,  2020/3424 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
YEDİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/5368
Karar No : 2020/3424

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : … Görüntüleme Sistemleri Bakım ve Onarım Sanayi Ticaret Limited Şirketi
KARŞI TARAF (DAVALI) : … Bakanlığı adına … Müdürlüğü
VEKİLİ : Av. …

İSTEMİN KONUSU : … Vergi Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava Konusu İstem: Davacı adına 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 235. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi uyarınca alınan para cezası kararına yapılan itirazın reddi ile aynı Kanunun 235. maddesi 4. fıkrası uyarınca tesis edilen mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.
İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti: Olayda, davaya konu para cezası kararına yapılan itirazın reddine ilişkin Bölge Müdürlüğü kararı ile mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin işlemin davacıya 09/07/2015 tarihinde tebliğ edildiği, … İdare Mahkemesine sunulmak üzere … İdare Mahkemesinde 08/09/2015 tarihinde davanın açıldığı, davacının ifade ettiği gibi işlemlerin 09/07/2015 tarihinde tebliğ edildiği düşünülse dahi, bu tarihi izleyen günden itibaren 30 gün içinde, bu sürenin son gününün adli tatile rastlaması nedeniyle 1 Eylülden itibaren 7 gün uzayan dava açma süresinin denk geldiği ilk çalışma günü olan 07/09/2015 dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra 08/09/2015 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmadığından, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesinin 1 fıkrasının (b) bendi hükmü uyarınca davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI: İthalata konu serbest dolaşıma giriş beyannamesi eşyaların beyannamede “kullanılmış” olarak beyan edildiği ayrıca Dış Ticaret Müsteşarlığı iznine tabi olduğunun bildirildiği, bu sebeple karara bağlanan para cezasında ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararında hukuka uyarlık bulunmadığı, dava konusu para cezası kararı ile mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin kararın tebligatının usulsüz olduğu, geçmişe dönük işlem tesis edilemeyeceği, resmi belgede sahtecilik ve kaçakçılık konulu ceza davalarının Yargıtay’da temyiz aşamasında olduğu ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’IN DÜŞÜNCESİ : Davacı tarafından serbest dolaşıma giriş beyannamesi ile ithal edilen eşya sebebiyle karara bağlanan para cezası ile mülkiyetin kamuya geçirilmesine dair işlemin iptali istemiyle açılan dava süre aşımı nedeniyle reddedilmiş ise de; İdarece tesis edilen davaya konu işlemde, itirazlar süresi dışında yapıldığından bahisle incelenmeksizin usul yönünden reddedilmiştir. Bölge Müdürlüğü tarafından verilen dava konusu bu red kararında, karara karşı başvurulacak yargı yolu ile başvuru süreleri gösterilmemiştir. Bu durum, Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen zorunluluğa aykırı ve dolayısıyla, Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen hak arama hürriyetini sınırlayıcı sonuç doğurduğundan, Mahkemece davanın süresinde açıldığının kabul edilmesi ve işin esasının incelenmesi suretiyle karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinde isabet bulunmadığı, bu nedenle, mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Yedinci Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY :
Davacı adına tescilli serbest dolaşıma giriş beyannamesi ile ithal edilen eşyanın, ithalinin Dış Ticaret Müsteşarlığı iznine tabi olduğu, izin alınmadığından bahisle karara bağlanan para cezasına yapılan itirazın reddi ile mülkiyetin kamuya geçirilmesine dair işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinde de; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu; idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen 2. fıkrada ise, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğu; Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda bulunduğu hüküm altına alınmıştır. Bu ek fıkranın gerekçesinde de anılan değişikliğin; bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama; hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmesi nedeniyle yapıldığı belirtilmiştir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Anayasa’nın yukarıda değinilen hükümleri karşısında; idari davaya konu edilebilecek işlemlerin mutlaka ilgilisine yazılı olarak bildirilmesinin gerektiği; bu bildirimin içeriğinde de, mutlaka, hangi kanun yollarına ve mercilere, hangi süreler içerisinde başvurulacağı bilgisine yer verilmesinin zorunlu olduğu söylenebilir. Başka deyişle, Anayasa’nın 40. maddesinde, yine Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca yazılı olması gereken idari işlemin “zorunlu içeriği” belirlenmiş; bu içeriğe aykırı işlemlerin kişilerin hak arama özgürlüğünü kısıtlayıcı sonuçlar doğurabileceği kabul edilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis ettiği her türlü işlemde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin anayasal zorunluluk haline getirildiği; Anayasanın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Anayasa Mahkemesinin 18/10/2003 tarih ve E:2003/67, K:2003/88 sayılı kararında; hukukun üstünlüğünün egemen olduğu ve bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanmasının, hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesi zorunlu koşullarından olduğu ve hukuki güvenliğin, statü hukukuna ilişkin düzenlemelerde istikrar, belirlilik ve öngörülebilirlik göz önünde bulundurularak, açık ve belirgin hukuk kuralları yürürlüğe koyup, uygulayarak sağlanacağı şeklinde ifade edilmiştir.
Uygulama kanunlarında bu zorunluluğu öngören bir düzenleme bulunmayan durumlarda, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının, doğrudan uygulanabilirliği yönünden de değerlendirilme yapılması gereklidir. Bilindiği gibi Anayasa kuralları, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler; ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel kanun ya da yürürlükteki kanunlarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08/12/2004 tarihinde verdiği E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanunda, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her kanunda özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Olayda, idarece verilen dava konusu kararlarda bu işleme karşı başvurulacak yargı mercii veya idari makam ile başvuru süresinin gösterilmediği açık olduğundan, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasına ilişkin gerekçede belirtildiği gibi son derece karışık olan mevzuat karşısında bireylerin yargı yeri ve idari makamlar önünde haklarını sonuna kadar arayabilmelerini olanaklı kılmak amacıyla öngörülen zorunluluğa aykırı ve dolayısıyla, Anayasa’nın 36. maddesinde öngörülen hak arama hürriyetini sınırlayıcı sonuç doğuran işleme karşı açılan davanın süresinde olmadığından söz edilemez.
Bu durumda, davaya konu işlemlerin hukuka uygunluğunun incelenmesi suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere temyize konu kararın bozulması gerekmiştir.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Temyiz isteminin kabulüne,
2. … Vergi Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
4. Yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine,
5. 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29/09/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.