Danıştay Kararı 7. Daire 2000/2724 E. 2000/3446 K. 23.11.2000 T.

7. Daire         2000/2724 E.  ,  2000/3446 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
YEDİNCİ DAİRE
Esas No: 2000/2724
Karar No: 2000/3446

Temyiz İsteminde Bulunan : … Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf : …
Vekili : Av. …
İstemin Özeti : Yönetim kurulu üyeliğinde bulunduğu anonim şirketin 1997 ve 1998 yıllarına ait kurumlar vergisine bağlı olarak hesaplanan gecikme zammı ve gecikme faizinin tahsili amacıyla 213 sayılı Kanunun 10’uncu maddesi uyarınca davacı adına düzenlenen ödeme emrini; olayda, borçlu şirket ile ilgili olarak yapılan takip sonucunda hacizli malların satışından davalı idareye para kalmamış ise de, şirketin aciz halinde olduğunu gösteren ve 6183 sayılı Kanunun 75’inci maddesinde bahsedilen bir aciz fişinin düzenlenmediği, bu durumda, yasal prosedür ve borçlu şirket hakkında yapılan takip sonuçlanmadan kanuni temsilci olması nedeniyle davacı adına ödeme emri düzenlenmesinde isabet bulunmadığı gerekçesiyle iptal eden, … Vergi Mahkemesinin … gün ve E:…; K:… sayılı kararının; 1998 yılında satışa çıkarılan şirket mal varlığı üzerinde kendilerinin dışında da haciz bulunması nedeniyle, satış sonucunda dairelerine olan borçlar için para kalmadığı, bu durumda, şirketin mal varlığının borcunu karşılayamayacağı anlaşıldığından, 213 sayılı Kanunun 10’uncu maddesi uyarınca davacı adına ödeme emri düzenlendiği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Tetkik Hakimi …’ın Düşüncesi: Temyiz başvurusu, yönetim kurulu üyeliğinde bulunduğu anonim şirketin muhtelif dönemlere ilişkin vergi borçlarının tahsili amacıyla 213 sayılı Kanunun 10’uncu maddesi uyarınca davacı adına düzenlenen ödeme emrini iptal eden mahkeme kararının bozulması istemine ilişkindir.
Türk Ticaret Kanununun 317’nci maddesinde, anonim şirketlerin yönetim kurulu tarafından idare ve temsil olunacağı hükmüne yer verilmiş; Vergi Usul Kanununun 10’uncu maddesinde de, tüzel kişilerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde, bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri tarafından yerine getirileceği, bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun cebren tahsil ve takip esaslarına ilişkin 74’üncü maddesinin 1’inci ve 2’nci fıkralarında da, haczedilen her türlü malların satılarak paraya çevrileceği, satıştan elde edilen bedelden, takip masrafları ve takip edilen amme alacağı düşüldükten sonra geriye kalan kısmının borçlunun ödeme zamanı gelmiş veya muacceliyet kesbetmiş borçlarına mahsup edileceği ve artanının hacze iştirak etmiş başka daire yoksa borçluya verileceği, hacze iştirak etmiş başka daire varsa, artan kısımdan evvela bu dairelerin alacakları ayrıldıktan sonra, bakiyesinin borçluya verileceği, 84 ve müteakip maddelerde menkul ve gayrimenkullerin satış usulleri belirtilmiştir.
Olayda, asıl borçlu şirketin haciz konulan mallarının satışı sonucunda mal varlığının borçlarını karşılayamayacağı anlaşıldığından, şirketin aciz halinin tespit edilmesine gerek bulunmayıp, 213 sayılı Kanunun 10’uncu maddesi uyarınca şirket borçlarının kanuni temsilciden tahsili yoluna gidilmesi yerindedir.
Ancak, yönetim kurulu üyeliğinden 16.10.1997 tarihinde istifa ile ayrılan davacının, şirketin bu tarihten sonraki vergilendirme dönemi ile ilgili vergi ödevlerini yerine getirmesi söz konusu olamayacağından, şirketten tahsil imkanı kalmayan söz konusu dönemlere ait vergi ve buna bağlı alacaklardan Vergi Usul Kanununun 10’uncu maddesi uyarınca sorumlu tutulması mümkün değildir. Bu itibarla, sözü edilen husus dikkate alınmak suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı …’ın Düşüncesi: Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49’uncu maddesinin 1’inci fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp, vergi mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında, anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin reddi ile vergi mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Türk Ticaret Kanununun 317’nci maddesinde, anonim şirketlerin yönetim kurulu tarafından idare ve temsil olacağı hükmüne yer verilmiş, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 10’uncu maddesinde de, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde, bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi alacaklarının kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı, temsilciler veya teşekkülü idare edenlerin bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilecekleri hükme bağlanmıştır.
Olayda, davacının yönetim kurulu üyesi bulunduğu şirkete ait hacizli malların satışı sonucunda elde edilen meblağın diğer hacizli borçlara pay edilmesi nedeniyle, vergi dairesine olan borçlarının bu satışlardan ödenmesi olanağının kalmadığı anlaşıldığından, şirketin aciz halinde olduğuna dair belge düzenlenmesine gerek bulunmamaktadır.
Ancak, yönetim kurulu üyeliğinden 16.10.1997 tarihinde istifa ile ayrıldığı anlaşılan davacının, şirketin bu tarihten sonraki vergilendirme ile ilgili ödevlerini yerine getirmediğinden söz edilemeyeceğinden; istifa tarihi dikkate alınıp, buna göre bir karar verilmesi gerekirken, aciz halinin tespit edilmediği gerekçesiyle verilen temyize konu kararda isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının bozulmasına, bozma kararı üzerine mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, 23.11.2000 gününde oybirliği ile karar verildi.