Danıştay Kararı 7. Daire 2000/1071 E. 2000/3046 K. 01.11.2000 T.

7. Daire         2000/1071 E.  ,  2000/3046 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
YEDİNCİ DAİRE
Esas No: 2000/1071
Karar No: 2000/3046

Temyiz İsteminde Bulunan: Dikimevi Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf : …
İstemin Özeti : Davacının faaliyetine devam ettiği halde ihtilaflı dönemlere ilişkin beyannamelerini vergi dairesine vermemesi nedeniyle takdir komisyonunca takdir edilen matrah üzerinden salınan vergi ve kesilen cezanın tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrini; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 19’uncu maddesinde, vergi alacağının vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğacağının hüküm altına alındığı, olayda, davacının, baharatçılık faaliyetini 14.6.1993 tarihinde terk ettiği hususunu 15.7.1993 tarihinde vergi dairesine bildirdiğinin taraflar arasında ihtilafsız olduğu, her ne kadar vergi dairesince, işin terk edilmesine rağmen kullanılmayan belgelerin iptal ettirilmediği ve … sayılı sevk irsaliyesinin 6.6.1996 tarihinde semt pazarında kullanıldığı ileri sürülmüş ise de; belge ibrazı için düzenlenen 27.5.1998 günlü yazının, davacının ikametgah adresi olan “… Mah. … Sokak, No:… …” ya gidilerek tebliğ edilmek istendiği, davacının 18.2.1992 tarihinde bildirdiği, iş yeri adresi olan “… Caddesi, … Sokak, No:… …” adresine gidilmediğinin görüldüğü, kaldı ki, vergi dairesince işi terk dilekçesi verildikten sonra faaliyetin devam ettiğine dair somut bir tespit yapılmadığı, 6.6.1996 tarihinde düzenlenen sevk irsaliyesi de tek başına ihtilaflı dönemlerde işin devam ettiğinin bir göstergesi olarak kabul edilemeyeceği, ayrıca, davacının 30.1.1996 tarihinde Ulus Vergi Dairesi mükellefi olarak faaliyete başladığı ve 20.8.1997 tarihinde de işini terk ettiğini bildirdiği, dolayısıyla sevk irsaliyesinin düzenlendiği tarihte davacının Ulus Vergi Dairesi mükellefi olduğu, bu durumun da vergi dairesinin haklı olmadığını gösterdiği, bu itibarla, şahsi faaliyetini terk ettiği sabit olan davacının, ihtilaflı yıllarda beyanname vermediğinden de bahsedilemeyeceğinden ve faaliyetin terk edilmesi, 6183 sayılı Kanunun 58’inci maddesinde belirtilen “böyle bir borcum yoktur” kapsamına girdiğinden, düzenlenen ödeme emirlerinin yasal dayanağı bulunmadığı gerekçesiyle iptal eden … Vergi Mahkemesinin … gün ve E:…; K:… sayılı kararının; vergi inceleme elemanlarınca yapılan yoğun denetim sırasında, davacının 6.6.1996 tarihli sevk irsaliyesini kullandığı tespit edildiğinden, Vergi Usul Kanununun 161’inci maddesi hükmü karşısında, davacının işi bıraktığının kabulünün mümkün olmadığı, amme alacağının tahsili amacıyla ödeme emri düzenlenmesinin yerinde olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: İstemin reddi gerektiği yolundadır.
Tetkik Hakimi …’in Düşüncesi: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49’uncu maddesinin 1’inci fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz istemi reddedilerek kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı …’in Düşüncesi: Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49’uncu maddesinin 1’inci fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp, vergi mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında, anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin reddi ile vergi mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 55’inci maddesinde, kamu alacağını vadesinde ödemeyenlere, (7) gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gereğinin bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı; 58’inci maddesinde de, kendisine ödeme emri tebliğ olunan kişinin, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zaman aşımına uğradığı iddialarıyla tebliğinden itibaren (7) gün içerisinde idari dava açabileceği açıklanmış bulunmaktadır.
Bu maddelerde sözü edilen ödeme emri; konu edindiği kamu alacağını yaratan işlemden ayrı ve bağımsız bir idari işlemdir. Kuşkusuz, ödeme emri düzenlenmesinin sebeplerinden ilki, vadesinde ödenmeyen kamu alacağını yaratan bu işlemdir. Bu işlem olmadan kamu alacağı hukuken doğamayacağından, ödeme emri düzenlenmesi de söz konusu olamayacaktır. Başka anlatımla; ilki ikincisinin maddi sebebi olan bir ayrılabilir işlemler zinciri söz konusudur. Bu işlemler zincirinin, kamu alacağının hukuken doğduğu, yani tahakkuk ettiği tarihten tahsiline kadar uzaması; örneğin, ödeme emrinin tebliğ edilerek ödeme süresi geçmesine karşın, ödenmeme eyleminin sürmesi halinde, önce haciz, daha sonra da satış işlemi yapılması olasıdır.
Bu işlemler zincirinin ayrı bir halkasını oluşturan her işlemde mevcut hukuka aykırılıklar, yalnızca o işlemi hukuka aykırı kılabilecek ve yalnızca o işlemin iptali istemiyle açılacak idari davada ileri sürülmesi halinde idari yargı tarafından dikkate alınabilecek niteliktedir. Şayet, içerdiği hukuka aykırılıklara karşın, bu işlemlerden birisi dava konusu edilmeyecek olursa, idari dava açma süresinin geçmesiyle hukuka uygunluk karinesinden yararlanmaya başlayan bu işlemin, zincirin sonraki halkasını oluşturan işleme karşı açılacak idari davada hukuka uygunluk denetimine tabi tutulması, anılan karine ile korunan kamu düzeninin ihlali sonucunu yaratır. İdari dava açma süresinin sonuncu gününü izleyen tarihten itibaren, içerdiği tüm hukuka aykırılıklara karşın, işlem hukuka uygun kabul edilip, zincirin sonraki halkasını oluşturan işleme dayanak alınabilir. Başka deyişle; işlemler zincirine dahil bir işlemdeki hukuka aykırılığın, işlemin bu nedenle idari yargı yerince iptal edilmiş olması hali dışında, bu işleme dayanılarak yapılan kendisinden ayrılabilir nitelikteki sonraki işlemi hukuka aykırı kılması söz konusu olamaz. Bu nedenle; kamu alacağının tarhına ilişkin işlemde olabilecek hukuka aykırılıkların ödeme emrine karşı açılan davada “borcum yoktur” iddiası kapsamında değerlendirilmesi olanaklı değildir.
Öte yandan; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 93’üncü maddesinde; tahakkuk fişinden gayri, vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade eden bilumum vesikalar ve yazıların adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta vasıtasıyla ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmeyenlere ilan yolu ile tebliğ edileceği belirtilmiş; 101’inci maddesinde, bilinen adresler sayılmış; 103’üncü maddesinde ise, hangi hallerde tebliğin ilan yoluyla yapılacağı açıklanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacının 14.6.1993 tarihinde “… Sokak, No:… …” adresinde sürdürmekte olduğu faaliyetini terk ettiğini vergi dairesine bildirdiği, vergi inceleme elemanınca, yaygın ve yoğun denetimde semt pazarlarında yapılan incelemede, davacıya ait … nolu sevk irsaliyesinin kullanıldığının tespit edildiği, iptal ettirilmeyen belgelerin ibrazı amacıyla davacının “… Mahallesi, … Sokak, No:… …” şeklinde olan ikametgah adresine gidildiği, davacının adreste bulunamadığı ve muhtarlık kaydının da olmadığı, davacının faaliyetine devam ettiği halde muhtelif dönemlere ilişkin beyannamelerini vergi dairesine vermemesi nedeniyle takdir komisyonunca takdir edilen matrah üzerinden salınan vergi ve kesilen cezaların bir kısmının bizzat davacıya, bir kısmının da ilanen tebliğ edildiği, davacıya tebliğine rağmen vadesinde ödenmediğinden bahisle düzenlenen ödeme emrinin mahkemece yazılı gerekçe ile iptaline karar verildiği anlaşılmıştır.
Bu durumda; mahkemece, dava konusu ödeme emrine konu vergi ve cezalara ait ihbarnamelerin ilanen tebliğinin usulüne uygun yapılıp yapılmadığının incelenmesi, usulüne uygun yapılmadığının anlaşılması halinde ödeme emrinin bu nedenle iptali; aksi halde; 6183 sayılı Kanunun 58’inci maddesi çerçevesinde yargılama yapılarak dava hakkında karar verilmesi gerekirken, verginin tarhına ve cezanın kesilmesine ilişkin işlemlerin hukuka uygunluk denetimine tabi tutulmasıyla verilen kararda isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüne; mahkeme kararının bozulmasına; bozma kararı üzerine mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, 1.11.2000 gününde oybirliği ile karar verildi.