Danıştay Kararı 6. Daire 2020/8416 E. 2020/10915 K. 16.11.2020 T.

Danıştay 6. Daire Başkanlığı         2020/8416 E.  ,  2020/10915 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ALTINCI DAİRE
Esas No : 2020/8416
Karar No : 2020/10915

DAVACI: …, … Vakfı
VEKİLİ: Av. …

DAVALI: … Bakanlığı – …
VEKİLİ: Av. …

DAVANIN KONUSU : 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin “Amaç” başlıklı 1. maddesinin, “Kapsam” başlıklı 2. maddesinin, 4. maddesinin 1. fıkrasının (ğ) bendinde yer alan “Ekosistem değerlendirme raporu” tanımının, o) bendinde yer alan “Mahalli öneme haiz sulak alan” tanımının, (r) bendinde yer alan “Mutlak koruma bölgesi” tanımının, (z) bendindeki “Suni sulak alan” tanımının, (çç) bendindeki “Tampon bölge” tanımının, (ee) bendindeki “Ulusal öneme haiz sulak alan” tanımının, “Su alımı” başlıklı 8. maddesinde yer alan “… izinsiz… ” ibaresi ile “Sulak alanlardaki su rejimini etkileyebilecek her türlü faaliyet için planlama aşamasında ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün uygun görüşü alınır.” cümlesinin, “Kum alımı” başlıklı 9. maddesinin, “Turba çıkarılması” başlıklı 10. maddesinin, “Saz kesimi” başlıklı 11. maddesinin, “Sulak alanların belirlenmesi” başlıklı 18. maddesinin, “Koruma bölgelerinin tespiti” başlıklı 19. maddesinin 1. fıkrasının, “Mutlak koruma bölgesinde uygulama esasları” başlıklı 20. maddesinin 1. fıkrasında ve “Hassas koruma bölgelerinde uygulama esasları” başlıklı 21. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “… zorunlu olmadıkça…” ibarelerinin, “Mevsimsel ve daimi akarsular ile deniz kıyılarına ilişkin uygulama esasları” başlıklı 26. maddesinin 1. fıkrasının, “Yönetim planlarının hazırlanması ve uygulanması” başlıklı 29. maddesinin 7. fıkrasının iptali istenilmiştir.

DAVACININ İDDİALARI: Uyuşmazlığa konu Yönetmelikten önce yürürlükte olan ve 17/05/2005 tarih ve 25818 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 1. maddesinde Yönetmeliğin amacının, Ramsar Sözleşmesinin uygulanmasına yönelik, uluslararası öneme sahip olsun veya olmasın tüm sulak alanların korunması olduğu düzenlenmişken, dava konusu Yönetmeliğin “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; bu ifadelere yer verilmeyerek, Ramsar Sözleşmesinin uygulanmasının ve tüm sulak alanların korunmasının amaç dışına çıkarıldığı ve düzenlemeyle mevcut korumanın daraltıldığı, Yönetmeliğin “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde de önceki Yönetmelikten farklı olarak Ramsar Sözleşmesine yer verilmediği, ayrıca, bir çok akarsu, göl ve barajın su toplama sistemini teşkil eden ve mevsimsel olarak faaliyete geçen kuru derelerin kapsam dışına çıkarıldığı, Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (ğ) bendinde; ekosistem değerlendirme raporunun tanımının yapıldığı, ancak, tanımın belirsizlik oluşturduğu ve bu raporun, Çevresel Etki Değerlendirmesi raporu ile bağlantısının net olarak ortaya konulmadığı, öte yandan, düzenlemeyle mahalli öneme sahip sulak alanlarda ekosistem değerlendirme raporu hazırlanmasının önüne geçildiği, (o) bendinde “mahalli öneme haiz sulak alan”, (ee) bendinde “ulusal öneme haiz sulak alan” tanımına yer verilmiş ise de; Ramsar Sözleşmesinin karar merci olan Taraflar Konferansı tarafından kabul edilen 9 adet kriterin en az birini ihtiva eden sulak alanların “uluslararası öneme haiz sulak alan” olarak belirlenmesi gerektiği, bu nedenle, sulak alanların mahalli ve ulusal öneme haiz sulak alan olarak başka ayrımlara tabi tutulamayacağı, (r) bendinde düzenlenen “mutlak koruma bölgesi” tanımına; “insan faaliyetlerinin mevcut olmadığı” ibaresi eklenerek sulak alanları korumayı azaltan bir yaklaşım benimsendiği, nitekim, bu alanlarda insan faaliyetlerine engel olunarak, sulak alan ekosisteminin korunması gerekirken, tanım nedeniyle insan faaliyetlerinin olduğu bölgelerin mutlak koruma bölgesi olarak belirlenemeyeceği, (z) bendinde; suni sulak alan tanımına, uluslararası öneme sahip sulak alan kriterlerinin en az birine sahip olma koşulu getirilerek kapsamının daraltıldığı, (çç) bendinde; tampon bölge belirlenmesin ilişkin olarak önceki Yönetmelikte mevcut olan mesafe şartının kaldırılmasının, koruma esaslarına aykırılık taşıdığı, Yönetmeliğin 8. maddesinde; sulak alan sistemini besleyen akarsular ile diğer yüzey sularının yönlerinin izinsiz değiştirilemeyeceği düzenlenerek, izin sistemi ile bu bölgelerde su alımının önünün açıldığı, maddede, su rejimi etkileyecek her türlü faaliyet için mahalli öneme haiz sulak alanlarda Bölge Müdürlüğünün uygun görüşünün alınacağı belirtilmiş ise de, bu alanlarda koruma bölgeleri belirlenmeyeceğinden ve yönetim planı hazırlanmayacağından, görüşlerin hangi esaslara dayanılarak verileceğinin açık olmadığı, öte yandan, Yönetmeliğin 9. maddesinde; mahalli öneme haiz sulak alanlarda kum alımının olanaklı hale getirilerek, bu alanlarda koruma yaklaşımınından daha da uzaklaşıldığı, Yönetmeliğin 10. maddesi ile; önceki Yönetmelikte Bakanlıktan izin alma şartına bağlanan, sulak alanların koruma bölgelerinden turba çıkarılması faaliyetinin, Bölge Müdürlerinin iznine bırakıldığı, bunun ise tahribatı artıracağı, Yönetmeliğin 11. maddesindeki düzenleme ile; kontrollü kullanım bölgeleri ile tampon bölgelerde saz kesiminin tamamen serbest bırakıldığı, Yönetmeliğin 18. maddesinin; sulak alanların mahalli ve ulusal öneme haiz sulak alanlar olarak ayrıma tabi tutulması nedeniyle iptalinin gerektiği, 19. maddesinin 1. fıkrasında; ulusal öneme haiz sulak alanlarda, koruma bölgelerinin Bakanlığın koordinasyonunda belirlenecek uzmanlarca tespit edileceği düzenlemesi getirilerek katılımcığının engellendiği, oysa, önceki Yönetmelikte koruma bölgelerinin ulusal sulak alan komisyonunca belirlenen uzmanlarca tespit edildiği, koruma statüsüne sahip sulak alanların ise düzenleme ile Yönetmelik kapsamı dışına çıkarıldığı, Yönetmeliğin 20. maddesinin 1. fıkrası ile 21. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “zorunlu olmadıkça” ibarelerinin; devletin hüküm ve tasarrufu altında olması gereken, tabii servet ve kaynak niteliğindeki sulak alanların özel mülkiyete konu olması sonucunu doğuracağı, Yönetmeliğin 26. maddesinin 1. fıkrasında; mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda koruma bölgeleri belirlenmeyeceği düzenlenerek, bu alanların Yönetmelikte öngörülen korumadan yoksun bırakıldığı, Yönetmeliğin 29. maddesinin 7. fıkrasındaki düzenlemede; Milli Park, Tabiatı Koruma Alanı, Tabiat Parkı, Tabiat Anıtı, Yaban Hayatı Koruma Sahası, Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Tabiat Varlığı, Doğal Sit veya Özel Çevre Koruma Alanı statüsü bulunan sulak alanlarda, statüyle ilgili mevzuat kapsamında yönetim planı/uzun devreli gelişim planı hazırlanacağının belirtildiği, ancak, bu planların hangi kurum tarafından yapılacağının açıklanmadığı, ayrıca, hangi statüde olursa olsun yönetim planlarının hazırlanmasında Ramsar Sulak Alan Yönetim Planı Rehberinin esas alınması gerektiği, sonuç olarak, dava konusu düzenlemelerin, T.C. Anayasasının 56., 63. ve 168. maddelerine, dayanağı olan 2872 sayılı Çevre Kanunu ve Ramsar Sözleşmesine ve diğer üst hukuk normları ile belirlenen koruma ilke ve esaslarına aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

DAVALININ SAVUNMASI: Sulak alanların korunmasına ilişkin olarak ilk Yönetmeliğin 30/01/2002 tarih ve 24656 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, bu Yönetmeliğin 17/05/2005 tarih ve 25818 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yönetmelik ile yürürlükten kaldırıldığı, uyuşmazlığa konu 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin ise bu alanda yapılan üçüncü düzenleme olduğu, sulak alanların korunması ve yönetimi hususunda uygulamada yaşanan sorunların giderilmesi ve mevzuatı geliştirmek amacıyla, başta İngiltere ve Almanya olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki uygulamaların incelendiği, Yönetmeliğin akılcı yönetim, koruma-kullanma dengesi, katılımcılık gibi ilkeler dikkate alınarak hazırlandığı, Yönetmeliğinin “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; önceki Yönetmelikte yer alan “Ramsar Sözleşmesinin uygulanmasına yönelik” ibaresi ile “uluslararası öneme sahip olsun veya olmasın” ibaresinin çıkarılarak, davacının iddiasının aksine, daha kapsayıcı olan “Türkiye’nin karasal sınırları ve kıta sahanlığı dâhilinde yer alan” sulak alanların korunması şeklinde değiştirildiği, anılan maddeden ve Yönetmeliğin “Kapsam” başlıklı 2. maddesinden “Ramsar Sözleşmesi” ibaresinin çıkarılmasının, bu sözleşmenin uygulanmayacağı anlamını taşımadığı, nitekim, Yönetmeliğin 3. maddesinde, dayanağının bu sözleşme olduğunun belirtildiği, öte yandan Yönetmeliğin 2. maddesinde; herhangi bir doğal yaşam ortamı olmayan kuru derelerin, sulak alan olarak değerlendirilmesi mümkün olmadığından, bu alanlarda Yönetmelik hükümlerinin uygulanmayacağının belirtildiği ve düzenlemede koruma ilkelerine aykırılık bulunmadığı, Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (ğ) bendi ile; ekosistem değerlendirme raporu uygulamasının Yönetmeliğe entegre edilerek, yapılması muhtemel faaliyetlerin sulak alana olabilecek etkilerinin bilimsel olarak ortaya konulmasının amaçlandığı, (o) bendinde “mahalli öneme haiz sulak alan”, (ee) bendinde “ulusal öneme haiz sulak alan” tanımları yönünden; Ramsar Sözleşmesinde sulak alanların sınıflandırılamayacağına ilişkin bir düzenleme bulunmadığı, sınıflandırmanın sulak alanların daha etkin korunması ve hızlı karar alınmasını sağlamak amacıyla yapıldığı, nitekim, yıllarca tek tip koruma yöntemi benimsenmesi nedeniyle, tespit edilen sulak alan sayısı 1500’ü aşmasına rağmen, sadece 41 tanesinin koruma bölgelerinin belirlenebildiği, mahalli öneme haiz sulak alanların yönetiminin, mahalli sulak alan komisyonlarına ve izin verme yetkisinin Bölge Müdürlüklerine bırakılarak yerinden yönetim ilkesinin benimsendiği, ayrıca, ulusal öneme haiz sulak alanlar ile Ramsar alanları arasında nitelik bakımından bir fark bulunmadığı, bir alanın ulusal öneme haiz sulak alan olarak belirlenmesi için de Ramsar alanlarında olduğu gibi Taraflar Konferansı tarafından kabul edilen 9 adet kriterin en az birine sahip olması gerektiği, düzenlemedeki amacın ise uluslararası kriterleri sağlayan ancak henüz Ramsar alanı olarak ilan edilmeyen sulak alanların, ulusal öneme haiz sulak alan olarak tescil edilmesi ve daha etkin korunmasını sağlamak olduğu, (r) bendindeki “mutlak koruma bölgesi” tanımı ile; mutlak koruma bölgesi sınırının genişletildiği, insan faaliyetlerinin bulunduğu alanlar canlı türlerince üreme, kuluçka ve konaklama alanı olarak tercih edilmediğinden, bilimsel açıdan bu alanların mutlak koruma bölgesi kapsamına alınmasının yerinde olmadığı, (z) bendinde; suni sulak alan tanımına, uluslararası öneme sahip sulak alan kriterlerinin en az birine sahip olma koşulu getirilerek, ekolojik olarak bir işlevi bulunmayan suni sulak alanlar yerine, biyolojik çeşitliliği barındıran suni sulak alanlara yoğunlaşılması ve kaynakların bu alanların korunması için kullanılmasının amaçlandığı, (çç) bendinde; tampon bölge belirlenmesin ilişkin olarak önceki Yönetmelikte mevcut olan mesafe şartının, her sulak alanın coğrafi yapısının farklılık arz etmesi ve bu mesafelerin her sulak alan için uygulanma imkanının bulunmaması nedeniyle kaldırıldığı, bunun yerine, bilimsel esaslara dayanılarak, arazi çalışmaları sonucunda komisyon tarafından belirlenmesi esasının getirildiği, Yönetmeliğin 8. maddesindeki; sulak alan sistemini besleyen akarsular ile diğer yüzey sularının yönlerinin izinsiz değiştirilemeyeceği yolundaki düzenlemenin, kuraklık ve iklim değişikliği nedeniyle içme ve kullanma suyuna duyulan ihtiyacın arttığı göz önünde bulundurularak getirildiği, bu çerçevede, zorunluluk bulunması halinde izin alınmak suretiyle bu faaliyetlerin yapılabileceği, izin aşamasında faaliyetin sulak alana etkisinin Bakanlıkça değerlendirileceği, Yönetmeliğin 9. maddesinde; kum ve çakıl alımının ulusal öneme haiz sulak alanlar ile Ramsar alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda Bölge Müdürlüğünün iznine bırakıldığı, mahalli öneme haiz sulak alanlarda yetkinin Bakanlığın taşra teşkilatına verilmesinin, başvurular değerlendirilirken korumaya yönelik ilke ve esaslar dikkate alınacağından sakınca oluşturmayacağı, aynı gerekçeyle Yönetmeliğin 10. maddesindeki, turba çıkarılması faaliyetinin, Bölge Müdürlüğünün iznine bırakılmasına ilişkin düzenlemenin korumayı azaltan bir yaklaşım içermediği, Yönetmeliğin 11. maddesindeki düzenleme ile; kontrollü kullanım bölgeleri ile tampon bölgelerde saz kesiminin tamamen serbest bırakıldığı ileri sürülmekte ise de; Yönetmeliğin 4. maddesinde yer verilen koruma bölgeleri tanımları uyarınca, tampon bölge ve kontrollü kullanım bölgelerinde sazlık alan bulunmadığından, bu alanlarda saz kesiminin söz konusu olmayacağı, Yönetmeliğin 18. maddesinde; ulusal ve mahalli öneme haiz sulak alanların belirlenmesine ve tesciline ilişkin düzenlemelere yer verildiği, söz konusu düzenlemeler ile üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de yer aldığı mahalli sulak alan komisyonu ile ulusal sulak alan komisyonunda daha geniş katılımlı değerlendirmeler yapılarak, korunan alanların hızlı ve etkin yönetiminin sağlanmaya çalışıldığı, 19. maddesinin 1. fıkrasında; ulusal öneme haiz sulak alanlarda koruma bölgelerinin, Bakanlığın koordinasyonunda belirlenecek uzmanlarca tespit edileceği düzenlemesi getirilerek katılımcığının engellendiği ileri sürülmüş ise de; düzenleme ile koruma bölgelerinin, yalnızca ulusal sulak alan komisyonu üyelerince değil, Bakanlığın koordinasyonunda ilgili diğer kurumlardan uzmanların katılımıyla, arazide yapılacak inceleme ve değerlendirmeler sonucunda belirleneceği, dolayısıyla katılımcılığın artacağı, ayrıca, koruma statüsüne sahip sulak alanlarda koruma bölgesi belirlenmeyerek, bu alanların ilgili mevzuat çerçevesinde yönetilmesinin ve kurumlar arası yetki çatışmasına son verilmesinin amaçlandığı, Yönetmeliğin 20. maddesinin 1. fıkrası ile 21. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “zorunlu olmadıkça” ibarelerinin iptali talep edilmiş ise de; bu ibarelerin iptal edilmesi halinde, özel mülkiyete konu alanların, mutlak koruma ve hassas koruma bölgesi olarak tescil edilmesinin ve bu alanların koruma kapsamına alınmasının mümkün olmayacağı, Yönetmeliğin 26. maddesinin 1. fıkrasındaki; mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda koruma bölgeleri belirlenmeyeceği yolundaki düzenlemenin, bu alanların koruma kapsamdan çıkarılması anlamına gelmediği, bu alanlarda, koruma kullanma esaslarının mahalli sulak alan komisyonu tarafından, Ramsar sözleşmesi, Çevre Kanunu ve Yönetmeliğin ilgili maddelerinde yer verilen koruma ve kullanma ilkeleri ile yasaklarına uygun olarak belirleneceği, Yönetmeliğin 29. maddesinin 7. fıkrasındaki düzenlemenin; doğal sit gibi korunan alan niteliğinde olan ve bağlı olduğu mevzuat çerçevesinde yönetim planı hazırlanması, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği kapsamında tekrar koruma bölgesi belirlenerek, kaynak ve zaman kaybına yol açılmaması ve yönetim konusunda karmaşaya neden olunmaması amacıyla getirildiği belirtilerek, dava konusu düzenlemelerde, T.C Anayasasına, dayanağı kanunlar ile Ramsar Sözleşmesine ve kamu yararına aykırılık bulunmadığından davanın reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ … DÜŞÜNCESİ : 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin, dava konusu 4. maddesinin 1. fıkrasının (r) bendinde yer alan “Mutlak Koruma Bölgesi” tanımı ile çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının iptaline, iptali istenilen diğer maddeler yönünden ise davanın reddine ilişkin Danıştay Ondördüncü ve Onuncu Daireleri Müşterek Kurulunun 23/11/2016 tarih ve E:2014/5458, K:2016/6683 sayılı kararının, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 04/04/2019 tarih ve E:2017/521, K:2019/1547 sayılı kararıyla, Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (r) bendinde yer alan “Mutlak Koruma Bölgesi” tanımının iptaline ilişkin kısmının onandığı, 4. maddesinin 1. fıkrasını (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının iptaline ilişkin kısmının ise bozulduğu görüldüğünden, bozma kararına uyularak, “Tampon Bölge” tanımı yönünden davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

DANIŞTAY SAVCISI … DÜŞÜNCESİ: Dava; 04/04/2014 günlü, 28962 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Aanların Korunması Yönetmeliği’nin 1., 2. maddeleri ile 4. maddesinin (ğ), (o), (r), (z), (çç), ve (ee) bentlerinin, 8. maddesinde yer alan “… izinsiz… ” ibaresinin, 9., 10., 11., 18., 19/1. maddelerinin, 20/1. ve 21/1. maddelerinde yer alan “… zorunlu olmadıkça…” ibarelerinin, 26/1. ve 29/7. maddesinin iptali istemiyle açılmıştır.

04.04.2014 tarihli, 28962 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin 3. maddesinde, anılan Yönetmeliğin 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi, 29/6/2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci, 8 inci ve 26 ncı maddeleri ve 1/7/2003 tarihli ve 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunun 4 üncü maddesi ile 3958 sayılı Kanunla uygun bulunan 17/5/1994 tarihli ve 21937 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme hükümlerine dayanılarak hazırlandığı belirtilmiştir. Ramsar Sözleşmesi’nin uygulanmasına yönelik, uluslararası öneme sahip olsun veya olmasın tüm sulak alanların korunması, geliştirilmesi ve bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemek üzere dava konusu Yönetmelik çıkarılmıştır.
Dava konusu, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin 1. maddesinde, “Bu Yönetmeliğin maksadı, Türkiye’nin karasal sınırları ve kıta sahanlığı dâhilinde yer alan sulak alanların korunması, yönetimi ve geliştirilmesi ile bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemektir.”, hükmüne yer verilmiş olup Tanımlar başlıklı 4. maddesinde, Sulak Alan, Tabii veya suni, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gelgit hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, başta su kuşları olmak üzere canlıların yaşama ortamı olarak önem taşıyan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbiyeler ile bu alanların kıyı kenar çizgisinden itibaren kara tarafına doğru ekolojik açıdan sulak alan kalan yerleri, (çç) bendinde, Tampon bölge: Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topoğrafik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile tanımlanan ve sulak alanın su toplama sınırını geçmeyen veya topoğrafik, coğrafik olarak bir sınır değeri bulunmayan düz alanlarda ise varsa sürdürülebilir kullanım bölgesi, yoksa hassas koruma bölgesi sınırından itibaren bilimsel esaslara dayanarak alanın ekosistem özellikleri dikkate alınarak komisyon tarafından belirlenen bölgeyi, (r) bendinde, Mutlak koruma bölgesi: Koruma bölgeleri içerisinde yer alan, su kuşlarının yoğun ve toplu olarak kuluçka yaptığı, konakladığı veya kışladığı alanlar; nadir ve nesli tehlikedeki kuş türlerinin önemli üreme bölgeleri, uluslararası ölçütlere göre tehlike sınırı en az hassas düzeyinde olan türlerin bağımlı oldukları habitatlar ile nesli tehlikede ve dar yayılışlı olup, korunması gerekli doğal bitki türlerinin bulunduğu, insan faaliyetlerinin mevcut olmadığı bölgeleri ifade edeceği hükme bağlanmıştır.
Koruma bölgelerinin tespiti başlıklı 19. maddesinde, Ulusal öneme haiz sulak alanlardan, korunan alan statüsüne sahip olmayanlar için koruma bölgelerinin Bakanlığın koordinasyonunda belirlenecek uzmanlarca arazide yapılan inceleme ve değerlendirmelerle belirleneceği ve uygun ölçekte haritaya işleneceği, koruma bölgeleri ve uyulacak koruma ve kullanım kurallarına göre ulusal komisyonun uygun görüşü ve Bakan oluru ile bölgeleme yapılacağı, koruma bölgelerinde verilecek izinler ve diğer iş ve işlemlerin yönetmelikteki bölgeleme esaslarına göre yürütüleceği, koruma bölgeleri belirlenmemiş sulak alanlarda verilecek izinlerin, 4 üncü maddede yer alan koruma bölgeleri tanımları dikkate alınarak alanın özelliklerini bozmayacak şekilde, ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlükçe, Mahalli Öneme Haiz Sulak Alanlarda ise ilgili Bölge Müdürlüğünce sonuçlandırılacağı hüküm altına alınmıştır.
“Mevsimsel ve daimi akarsular ile deniz kıyılarına ilişkin uygulama esasları” başlıklı 26. maddesinin 1. fıkrasında, “Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmez. Bu alanlarda koruma ve kullanım esasları mahalli sulak alan komisyonlarınca belirlenir.” denilmiş, “Diğer izin uygulamaları” başlıklı geçici 1. Maddesinde de “Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce faaliyete geçmiş olan ve bu Yönetmelik kapsamında izin almamış işletmeler, bu Yönetmeliğin yayımından itibaren iki yıl içerisinde Bakanlıktan izin almaları şartı ile faaliyetlerine devam ederler.” hükümlerine yer verilmiştir.
Uyuşmazlık, 04/04/2014 günlü, 28962 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının dava konusu edilen “çç” bendinde yer alan “Tampon bölge” tanımı yönünden incelendiğinde;
Anılan düzenlemede tampon bölge, “Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topoğrafik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile tanımlanan ve sulak alanın su toplama sınırını geçmeyen veya topoğrafik, coğrafik olarak bir sınır değeri bulunmayan düz alanlarda ise varsa sürdürülebilir kullanım bölgesi, yoksa hassas koruma bölgesi sınırından itibaren bilimsel esaslara dayanarak alanın ekosistem özellikleri dikkate alınarak komisyon tarafından belirlenen bölge,” şeklinde tanımlanmıştır.
17/05/2005 günlü, 25818 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nde Tampon bölge; “Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topografik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile ayrılan ve su toplama havza sınırını geçmemek ve sınırları varsa ekolojik etkilenme bölgesinden yoksa sulak alan bölgesinden itibaren 2500 metreden az olmamak üzere ayrılan bölge” şeklinde tanımlanmış, daha sonra 26/08/2010 günlü, 27684 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan değişiklik ile “Tampon bölge” tanımı “Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topoğrafik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile ayrılan ve sulak alanın su toplama sınırını geçmemek veya topoğrafik, coğrafik olarak bir sınır değeri bulunmayan düz alanlarda varsa ekolojik etkilenme bölgesinden yoksa sulak alan bölgesinden itibaren azami 2500 metreyi geçmemek üzere ayrılan bölge” şeklinde değiştirilmiştir.
Belirtilen 2010 tarihli düzenlemenin iptali istemiyle Danıştay Ondördüncü Dairesi’nin E:2011/13299 esasına kayden açılan davada, Danıştay Onuncu ve Ondördüncü Daireleri Müşterek Kurulu’nca verilen yürütmenin durdurulması isteminin reddine ilişkin 09/07/2013 günlü karara yapılan itiraz üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 27/11/2013 günlü, Yd İtiraz No:2013/669 sayılı kararıyla, “…Görüldüğü üzere, yapılan değişiklikle “Tampon Bölge”nin kapsamı daraltılmıştır.
Tampon bölgeler, biyoçeşitlilik odakları olan su alan ekosistemlerinin özellikle arazi kullanımı kaynaklı dış etkilere karşı korunması için gerekli bölgelerdir. Nitekim anılan bölgede yapılacak faaliyetler Yönetmelik ile sınırlandırılmış, Yönetmeğin Eki Ek-1’de yer alan faaliyetlerin tampon bölgede yapılması tamamen yasaklanırken, EK-2’de yer alan faaliyetlerin tampon bölgede yapılması ise Bakanlık iznine tabi tutulmuştur.
İlk Yönetmelikle 5000 metre olarak belirlenen tampon bölgenin önceki Yönetmelikle 2500 metreye indirildiği dikkate alındığında, yapılan dava konusu değişiklikle “en az 2500 metre” olan koruma bandının bu kez “en çok 2500 metre” haline getirilmiş olması, koruma bandının 2500 metrenin altında da belirlenmesine yol açması nedeniyle, sulak alanları sürdürülebilir olmayan insan faaliyetlerine açık hale getireceğinden, düzenlemede sulak alanların korunması amacına uyarlık görülmemiştir.” gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne karar verilmiş; daha sonra Danıştay 14. Dairesi’nin 04/06/2014 günlü, E:2011/13299, K:2014/6465 sayılı kararıyla da aynı gerekçelerle söz konusu düzenleme iptal edilmiştir.
Ancak, belirtilen bu yargı kararlarına rağmen, yeni yapılan düzenlemenin davaya konu “Tampon bölge” tanımında, hiçbir asgari sınır olmaksızın tampon bölge sınırının bilimsel esaslara dayanarak komisyon tarafından belirleneceği ifade edilmiştir.
İlk Yönetmelikle 5000 metre olarak belirlenen tampon bölgenin sonradan 2500 metreye indirildiği, ardından “en az 2500 metre” olan koruma bandının bu kez “en çok 2500 metre” haline getirilmiş olduğu, davaya konu düzenleme ile ise asgari bir sınırlama bile getirilmediği ve bu düzenlemenin bilimsel gerekçelerinin davalı idarece ortaya konulamadığı hususları dikkate alındığında, soyut ve belirsiz nitelikteki bu düzenlemenin, sulak alanların korunması amacına aykırı görüldüğünden, “Tampon bölge” tanımında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık, Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının dava konusu edilen “r” bendinde yer alan “Mutlak koruma bölgesi” tanımı yönünden incelendiğinde;
Anılan düzenlemede mutlak koruma bölgesi, “Koruma bölgeleri içerisinde yer alan, su kuşlarının yoğun ve toplu olarak kuluçka yaptığı, konakladığı veya kışladığı alanlar; nadir ve nesli tehlikedeki kuş türlerinin önemli üreme bölgeleri, uluslararası ölçütlere göre tehlike sınırı en az hassas düzeyinde olan türlerin bağımlı oldukları habitatlar ile nesli tehlikede ve dar yayılışlı olup, korunması gerekli doğal bitki türlerinin bulunduğu, insan faaliyetlerinin mevcut olmadığı bölgeler,” şeklinde tanımlanmıştır.
Dava konusu Yönetmeliğin dayanağı olarak gösterilen 09/08/1983 günlü, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi, 29/06/2011 günlü, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci, 8 inci ve 26 ncı maddeleri; 01/07/2003 günlü, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 4 üncü maddesi ile 3958 sayılı Kanunla uygun bulunan 17/05/1994 günlü, 21937 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme hükümleri birlikte irdelendiğinde; sulak alanların korunması, geliştirilmesi ve bu konuda gerekli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonun sağlanmasının esas olması yanında; sulak alanların korunması açısından en önemli bölgeyi ifade eden mutlak koruma bölgesinin sınırlarının tartışmadan uzak ve net bir şekilde hangi esaslara göre belirleneceğinin konuya ilişkin düzenleyici işlemlerde belirlenmesinin bir zorunluluk olarak ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu Yönetmelikte yer alan mutlak koruma bölgelerine ilişkin tanımlamada ise, “insan faaliyetlerinin mevcut olmadığı” ifadesine yer verilmekle yetinilmiştir.
Sulak alanların korunması yönünden oluşturulan mutlak koruma bölgeleri,sadece kuşlara yönelik bir koruma amaç ve esasını değil, aynı zamanda, orada bulunan bitki türlerinin ve suyun da korunmasını sağlamaya yönelik olduğundan, öncelikle sadece kuşların korunması esasına dayalı olan söz konusu kriterin, bu alanı korumaktan uzak olduğu açıktır.
Diğer taraftan, davalı Bakanlığın mutlak koruma bölgesinin belirlenmesi açısından insan faaliyetleri yanında daha somut başka bir kriterinin de bulunmadığı görülmektedir.
Dolayısıyla, anılan bu düzenleme belirsizlik içerdiği gibi, mutlak koruma bölgelerinin belirlenmesi açısından idarenin keyfiliğine de yol açabilecek niteliktedir.
Belirtilen ifadede yer alan muğlaklık, bir sulak alanın, “ziyaret” gibi en küçük bir insan faaliyetinde bile bu alanda insan faaliyetinin mevcut olduğundan hareketle mutlak koruma bölgesi oluşturulmamasına neden olur ki, bu yaklaşım sulak alanların korunması amacına ve hukuka aykırı sonuçlar doğurur.
Belirtilen nedenlerle, anılan düzenlemede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık, Yönetmeliğin “26. maddesinin 1. fıkrasında, “Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmez.” tanımı yönünden incelendiğinde;
Yönetmelik ile göndermede bulunulan ve bu alanı düzenleyen temel uluslararası metin niteliğindeki “Ramsar Sözleşmesi”nin 1. maddesinde, Sözleşmenin amacı bakımından, doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, bütün sular, bataklık, sazlık ve türbiyerler sulak alanlar şeklinde tanımlanmıştır.
Görüldüğü üzere, Ramsar Sözleşmesinin “sulak alan” tanımında durgun ve akıntılı sular yönünden bir ayrım söz konusu değildir.
Yönetmeliğin 4. maddesinde de Ramsar Sözleşmesinde yer alan tanım çerçevesinde yapılan sulak alan tanımında, durgun ve akıntılı sular yönünden bir ayrım yapılmamaktadır. Ancak, dava konusu düzenlemeyle, mahalli önemi haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmeyeceği öngörülmek suretiyle, bu alanlar Yönetmelikte öngörülen sulak alanların sürdürülebilir şekilde korunmasının sağlanması amacıyla oluşturulan koruma kapsamından çıkartılmış olmaktadır.
Ramsar Sözleşmesi çerçevesinde uluslararası öneme sahip olsun veya olmasın, ayrım yapılmaksızın tüm sulak alanlar ile bu alanlara ilişkin habitatların korunması, geliştirilmesi ve akılcı kullanımının sağlanmasına yönelik olarak yürürlüğe konulmuş olan Sulak Alanlar Yönetmeliğinin ilk halinde, bu konuda bir istisna öngörülmemiş iken, 2010 tarihinde yapılan değişiklikle önce “mevsimsel ve daimi akarsular”, 2014 tarihinde yeni yürürlüğe konulan düzenlemede de “mahalli öneme haiz sulak alanlar” koruma bölgeleri yönünden Yönetmelik kapsamından çıkarılmış olup, davalı idarece bu düzenlemenin somut ve nesnel bir gerekçesi ortaya konulamamıştır.
Yukarıda belirtilen gerekçelerle, sürekli ve geçici bütün suların sulak alan koruma bölgeleri kapsamında olması gerektiği açık olduğundan, dava konusu Yönetmelik maddeleri, Ramsar Sözleşmesine aykırı bulunmuştur.
Bu itibarla; “mahalli öneme haiz sulak alanlar” ile “mevsimsel ve daimi akarsu”larda sulak olan koruma bölgeleri belirlenmeyeceği şeklindeki Yönetmeliğin 26/1. maddesindeki düzenlemede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Yönetmeliğin iptali istenilen diğer maddelerinde ise üst normlara ve hukuka aykırılık bulunmadığından, anılan maddelere yönelik olarak davanın reddi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (r), (çç) bentlerinin ve 26/1 maddesinin iptaline, diğer maddeleri yönünden ise, davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren ve 2575 sayılı Danıştay Kanununun Ek-1. maddesi uyarınca oluşturulan Danıştay Altıncı ve Onuncu Daireleri Müşterek Kurulunca; dava konusu Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (r) bendinde yer alan “Mutlak Koruma Bölgesi” tanımı ile (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının iptali, diğer maddeler yönünden ise davanın reddi yolundaki Danıştay Ondördüncü ve Onuncu Daireleri Müşterek Kurulunun 23/11/2016 tarih ve E:2014/5458, K:2016/6683 sayılı kararının, davalı idare tarafından temyiz edilmesi üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 04/04/2019 tarih ve E:2017/521, K:2019/1547 sayılı kararıyla, Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (r) bendinde yer alan “Mutlak Koruma Bölgesi” tanımının iptaline ilişkin kısmının onandığı, 4. maddesinin 1. fıkrasının (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının iptaline ilişkin kısmının ise bozulduğu görüldüğünden, bozma kararına uyularak, bozulan kısım yönünden Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY:
2872 sayılı Çevre Kanununun 9. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendi, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2., 8. ve 26. maddeleri, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 4. maddesi ve 3958 sayılı Kanunla uygun bulunan 17/05/1994 tarih ve 21937 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar Sözleşmesi) hükümlerine dayanılarak, Türkiye’nin karasal sınırları ve kıta sahanlığı dâhilinde yer alan sulak alanların korunması, yönetimi ve geliştirilmesi ile bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemek amacıyla çıkarılan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve anılan Yönetmelik ile 17/05/2005 tarih ve 25818 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.
Bunun üzerine, bakılan dava açılmıştır

İLGİLİ MEVZUAT:
2872 sayılı Çevre Kanununun 9.maddesinin (e) fıkrasında; sulak alanların doğal yapılarının ve ekolojik dengelerinin korunmasının esas olduğu, sulak alanların doldurulması ve kurutulması yolu ile arazi kazanılamayacağı, bu hükme aykırı olarak arazi kazanılması halinde söz konusu alanın faaliyet sahibince eski haline getirileceği, sulak alanların korunması ve yönetimine ilişkin usul ve esasların ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirleneceği, düzenlemesine yer verilmiştir.
4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 4. maddesinin 4. fıkrasında; sulak alanların kirletilemeyeceği, kurutulamayacağı ve bunların doğal yapılarının değiştirilemeyeceği, kurala bağlanmıştır.
Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinin (b) bendinde; sulak alanların korunması, geliştirilmesi ile ilgili işlemleri yapmak, 8. maddesinin (e) bendinde; uluslararası koruma sözleşmeleri ile belirlenen yörelerdeki korunma ve kullanma esaslarını çevre mevzuatı dikkate alınarak tespit etmek ve yeni düzenlemeler yapmak Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.
28/12/1993 tarih ve 3958 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ve 15/03/1994 tarih ve 94/5434 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla onaylanarak 17/05/1994 tarih ve 21937 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkındaki Sözleşmenin (Ramsar Sözleşmesi) 1. maddesinde; bu sözleşmenin amacı bakımından, doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, bütün suların, bataklık, sazlık ve türbiyerlerin sulak alanlar olduğu, bu Sözleşmenin amacı bakımından, ekolojik olarak sulak alanlara bağımlı olan kuşların, su kuşları olduğu, 2. maddesinde; her akit tarafın, ülkesi toprakları içindeki elverişli sulak alanları, bundan böyle “Liste” adıyla tanımlanacak ve 8. madde uyarınca kurulacak Büro tarafından tutulacak olan “Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Listesi”ne dahil edilmek üzere tayin edeceği, sulak alan hudutlarının kesinlikle belirtileceği ve aynı zamanda haritaya çizileceği, özellikle su kuşları yaşama ortamı olarak önem taşıyan yerlerde, sulak alanlara mücavir olan akarsu ve deniz kıyı alanlarıyla, ada veya gel-git hareketinin çekilme devresinde derinliği altı metreyi geçen ve sulak alanlar dahilinde yer alan deniz sularıyla birleştirilebileceği, liste için sulak alanların seçiminin, bu sulak alanların ekoloji, botanik, zooloji, limnoloji ve hidroloji yönlerinden uluslararası önemlerine göre yapılacağı, hangi mevsimde olursa olsun, su kuşları için uluslararası öneme sahip sulak alanların öncelikle dahil edileceği, 3. maddesinde; akit tarafların, listeye dahil ettirdikleri sulak alanların korumasını geliştireceği ve ülkelerindeki diğer sulak alanları mümkün olduğu kadar akıllıca kullanılmasını sağlayacak şekilde formüle edeceği ve uygulayacakları, 4. maddesinde; her akit tarafın, listeye dahil olsun veya olmasın, sulak alanlarında tabiatı koruma alanları ayırarak sulak alanlarının ve su kuşlarının korunmasını geliştireceği ve yeterli inzibati tedbirleri alacağı, sulak alanlar ve bu sulak alanların bitki ve hayvan toplulukları hakkında araştırma yapılmasını, bilgi ve yayınların değişimini teşvik edeceği, uygun sulak alanların yönetimi yoluyla su kuşları populasyonlarının artırılması için çaba gösterecekleri, sulak alanların araştırma, yönetim ve muhafazasında yetenekli personelin eğitimini geliştirecekleri, öngörülmüştür.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 4. maddesinin 1. fıkrasının (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının incelenmesinden;
Dava konusu yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (çç) bendinde, tampon bölge; “Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topoğrafik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile tanımlanan ve sulak alanın su toplama sınırını geçmeyen veya topoğrafik, coğrafik olarak bir sınır değeri bulunmayan düz alanlarda ise varsa sürdürülebilir kullanım bölgesi, yoksa hassas koruma bölgesi sınırından itibaren bilimsel esaslara dayanarak alanın ekosistem özellikleri dikkate alınarak komisyon tarafından belirlenen bölge,” şeklinde tanımlanmıştır.
Dava konusu Yönetmelik değişikliğinden önceki düzenlemelerde, tampon bölgenin belirlenmesi açısından 5000 ve 2500 metrelik nicel sınırlar esas alınmış ise de; davalı idarenin savunmasında, bu alanların belirlenmesi konusunda bilimsel verilerin dikkate alınmasına yönelik bir düzenleyici norm bulunmadığı; dolayısıyla, coğrafi yapısı ve niteliği farklı olan bütün sulak alanlarda bu kıstasların esas almasının bilimsellikten ve sulak alanların korunması ilkelerinden uzak olduğu belirtilmiştir.
Dava konusu düzenlemede ise; “bilimsel esaslara dayanarak ve alanın ekosistem özellikleri dikkate alınarak” tampon bölge belirleneceği ifade edilmek suretiyle, önceki düzenlemelerde var olan sakıncaların giderilmesi amaçlanmış olup; tampon bölge, uyuşmazlığa konu Yönetmelik ile öngörülen yeni koruma bölgelerine göre yeniden tanımlanmıştır.
Bu itibarla; dava konusu “Tampon bölge” tanımında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin, 4. maddesinin 1. fıkrasının (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımı yönünden DAVANIN REDDİNE,
2. Davada nihai olarak kısmen ret, kısmen iptal kararı verildiğinden, haklılık oranının yeniden değerlendirilmesi suretiyle, ayrıntısı aşağıda gösterilen ve davacı tarafından yapılan toplam …-TL yargılama giderinin …-TL’sinin üzerinde bırakılmasına,… -TL’sinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, davalı tarafından yapılan toplam …-TL yargılama giderinin …-TL’sinin üzerinde bırakılmasına, … -TL’sinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
3. Davalı ve davacı lehine kısmen onama, kısmen bozma kararından önce verilen ilk kararda vekâlet ücretine hükmedildiğinden, yeniden vekâlet ücretine hükmedilmemesine,
4. Varsa posta gideri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra taraflara iadesine,
5. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 gün içerisinde Danıştay Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 16/11/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.