Danıştay Kararı 6. Daire 2020/1238 E. 2020/10914 K. 16.11.2020 T.

Danıştay 6. Daire Başkanlığı         2020/1238 E.  ,  2020/10914 K.
T.C.

D A N I Ş T A Y

ALTINCI DAİRE

Esas No : 2020/1238

Karar No : 2020/10914

DAVACILAR : 1- … Odası

2- … Odası

VEKİLLERİ : Av. …

3- … Odası

VEKİLİ : Av. …

DAVALI : … Bakanlığı – …

VEKİLİ : …, Hukuk Müşaviri V.

DAVANIN KONUSU : 04/04/2014 günlü, 28962 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 4. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendinde yer alan “kendi kendine onarım potansiyeli olan” ibaresinin, (k) bendinde yer alan “Kontrollü Kullanım Bölgesi” tanımının, (o) bendindeki “Mahalli Öneme Haiz Sulak Alanlar” tanımının, (r) bendindeki mutlak koruma bölgesi tanımının, (v) bendindeki “Sulak Alan Sınırı” tanımının, (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının, 5. maddesinin 3. fıkrasının, 6. maddesinin, 8. maddesinin 1. fıkrasındaki “izinsiz” ibaresi ile “ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün uygun görüşü alınır” ibaresinin, 9. maddesinin, 11. maddesinin 2. fıkrasındaki ” sazlık alanlarda ekonomik ve ticari önemi olan bitki türlerinin kesimi yapılabilir” ibaresinin, 12. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yerli ve” ibaresinin, 13. maddesinin 1. fıkrasındaki “ulusal öneme haiz” ibaresinin, 14. maddesindeki “ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün iznine tabidir” ibaresinin, 18. maddesinin, 19. maddesinin 3. fıkrasının, 20. maddesinin 1. fıkrasındaki “zorunlu olmadıkça” ibaresinin, 2. fıkrasının (a) bendinin tamamının, (b) bendindeki “su” ibaresinin, 21. maddesinin 1. fıkrasındaki “zorunlu olmadıkça” ibaresinin, 22. maddesinin 1. fıkrasının (a), (b) ve (ğ) bentlerinin tamamının, (ç) bendindeki “Bu madde kapsamında planlanan projelere, alanların ekolojik yapılarına göre ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlük, Mahalli öneme haiz sulak alanlarda Bölge Müdürlüğünce izin verilir” cümlesinin, (d) bendindeki “malzeme çıkarımı”, “kültür balıkçılığı” ve “ulusal öneme haiz” ibarelerinin, 23. maddesinin, 24. maddesinin, 26. maddesinin 1. fıkrasındaki “Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmez” cümlesinin, 28. maddesinin 1. fıkrasındaki “mahalli komisyonda değerlendirme yapılır ve karar verilmek üzere dosya Bakanlığa gönderilir” cümlesinin, 31. maddesinin 1. fıkrasının, 2. fıkrasındaki “yükseköğretim kurum ve sivil toplum kuruluş üyeleri Bakanlıkça belirlenir” ibaresinin, 32. maddesinde yer alan “ulusal” ve “ulusal öneme haiz” ibarelerinin, 36. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin, Geçici 1. maddesinin, Ek-1 ve Ek-2 listelerinde yer alan “Sulak Alan Koruma Bölgelerinde” ibaresinin iptali istenilmektedir.

DAVACILARIN İDDİALARI: Uyuşmazlığa konu Yönetmelikteki iptali istenilen düzenlemelerin, İdari Dava Daireler Kurulunun bozma kararı üzerine yeniden incelenen maddelerinde ayrıntısına yer verilen nedenlerle, dayanağı üst hukuk normları ve Ramsar Sözleşmesi ile belirlenen koruma ilke ve esaslarına, kamu yararı ve hizmet gereklerine, Anayasa ile koruma altına alınan bilim ve araştırma özgürlüğüne aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

DAVALININ SAVUNMASI: Sulak alanların korunmasına ilişkin olarak ilk Yönetmeliğin 30/01/2002 tarih ve 24656 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, bu Yönetmeliğin 17/05/2005 tarih ve 25818 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yönetmelik ile yürürlükten kaldırıldığı, uyuşmazlığa konu 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin ise bu alanda yapılan üçüncü düzenleme olduğu, sulak alanların korunması ve yönetimi hususunda uygulamada yaşanan sorunların giderilmesi ve mevzuatı geliştirmek amacıyla, başta İngiltere ve Almanya olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki uygulamaların incelendiği, Yönetmeliğin akılcı yönetim, koruma-kullanma dengesi, katılımcılık gibi ilkeler dikkate alınarak hazırlandığı, dava konusu düzenlemelerde, aşağıda ayrıntısı yazılan nedenlerle T.C Anayasasına, dayanağı kanunlar ile Ramsar Sözleşmesine ve kamu yararına aykırılık bulunmadığından davanın reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ …’NUN DÜŞÜNCESİ: Dava konusu Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (r) bendinde yer alan “Mutlak Koruma Bölgesi” tanımı ile (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının ve Geçici 1. maddesinin iptali, iptali istenilen diğer maddeler yönünden ise davanın reddi yolunda verilen Danıştay Ondördüncü ve Onuncu Daireleri Müşterek Kurulunun 23/11/2016 tarih ve E:2014/5377, K:2016/6681 sayılı kararının Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 04/04/2019 tarih ve E:2017/481, K:2019/1546 sayılı kararıyla, Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (r) bendinde yer alan “Mutlak Koruma Bölgesi” tanımının ve Geçici 1. maddesinin iptaline ilişkin kısmının onandığı; 4. maddesinin 1. fıkrasının (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının iptaline ilişkin kısmı ile iptali istenilen diğer maddeler yönünden davanın reddine ilişkin kısmının ise bozulduğu görüldüğünden, bozma kararına uyularak, bozulan kısım yönünden Dairemiz kararında yer verilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

DANIŞTAY SAVCISI …’İN DÜŞÜNCESİ : Dava; 04 Nisan 2014 günlü, 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin 4. maddesinin (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının, 4. maddesinin (ı) bendinde yer alan “kendi kendine onarım potansiyeli olan” ibaresinin, 4. maddesinin (k) bendinde yer alan “Kontrollü Kullanım Bölgesi” tanımının, 4. maddesinin (o) bendindeki “Mahalli Öneme Haiz Sulak Alanlar” tanımının, 4. maddesinin (r) bendindeki “uluslararası ölçütlere göre tehlike sınırı en az hassas düzeyde olan türlerin bağımlı oldukları habitatlar” ve “insan faaliyetlerinin mevcut olmadığı bölgeler” ifadelerinin, 4. maddesinin (v) bendindeki “Sulak Alan Sınırı” tanımının, 5. maddesinin 3. fıkrasının, 6. maddesinin, 8. maddesinin 1. fıkrasındaki “izinsiz” ibaresinin, 8. maddesinin son cümlesindeki “ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün uygun görüşü alınır” ibaresinin, 9. maddesinin, 11. maddesinin 2. fıkrasındaki “sazlık alanlarda ekonomik ve ticari önemi olan bitki türlerinin kesimi yapılabilir” ibaresinin, 12. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yerli ve” ibaresinin, 13. maddesinin 1. fıkrasındaki “ulusal öneme haiz” ibaresinin, 14. maddesindeki “ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün iznine tabidir” cümlesinin, 18. maddesinin, 19. maddesinin 3. fıkrasının, 20. maddesinin 1. fıkrasındaki “zorunlu olmadıkça” ibaresinin, 2. fıkrasının (a) bendinin tamamının, (b) bendindeki “su” ibaresinin, 21. maddesinin 1. fıkrasındaki “zorunlu olmadıkça” ibaresinin, 22. maddesinin 1. fıkrasının (a), (b) ve (ğ) bentlerinin tamamının, (ç) bendindeki “Bu madde kapsamında planlanan projelere, alanların ekolojik yapılarına göre ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlük, Mahalli öneme haiz sulak alanlarda Bölge Müdürlüğünce izin verilir” cümlesinin, (d) bendindeki “malzeme çıkarımı”, “kültür balıkçılığı” ve “ulusal öneme haiz” ibarelerinin, 23. maddesinin, 24. maddesinin, 26. maddesinin 1. fıkrasındaki “Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmez” cümlesinin, 28. maddesinin 1. fıkrasındaki “mahalli komisyonda değerlendirme yapılır ve karar verilmek üzere dosya Bakanlığa gönderilir” cümlesinin, 31. maddesinin 1. fıkrasının, 2. fıkrasındaki “yükseköğretim kurum ve sivil toplum kuruluş üyeleri Bakanlıkça belirlenir” ibaresinin, 32. maddesinde yer alan “ulusal” ve “ulusal öneme haiz” ibarelerinin, 36. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin, Geçici 1. maddesinin, Ek.1 ve Ek.2 listelerinde yer alan “Sulak Alan Koruma Bölgelerinde” ibaresinin iptali, bu maddelerin iptali halinde geriye kalan maddeleri ile Yönetmeliğin uygulanabilir hali kalmayacağından bahisle Yönetmeliğin tümünün iptali istemiyle açılmıştır.

04.04.2014 tarihli, 28962 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin 3. maddesinde, anılan Yönetmeliğin 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi, 29/6/2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci, 8 inci ve 26 ncı maddeleri ve 1/7/2003 tarihli ve 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunun 4 üncü maddesi ile 3958 sayılı Kanunla uygun bulunan 17/5/1994 tarihli ve 21937 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme hükümlerine dayanılarak hazırlandığı belirtilmiştir. Ramsar Sözleşmesi’nin uygulanmasına yönelik, uluslararası öneme sahip olsun veya olmasın tüm sulak alanların korunması, geliştirilmesi ve bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemek üzere dava konusu Yönetmelik çıkarılmıştır.

Dava konusu, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin 1. maddesinde, “Bu Yönetmeliğin maksadı, Türkiye’nin karasal sınırları ve kıta sahanlığı dâhilinde yer alan sulak alanların korunması, yönetimi ve geliştirilmesi ile bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemektir.”, hükmüne yer verilmiş olup Tanımlar başlıklı 4. maddesinde, Sulak Alan, Tabii veya suni, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gelgit hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, başta su kuşları olmak üzere canlıların yaşama ortamı olarak önem taşıyan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbiyeler ile bu alanların kıyı kenar çizgisinden itibaren kara tarafına doğru ekolojik açıdan sulak alan kalan yerleri, (çç) bendinde, Tampon bölge: Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topoğrafik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile tanımlanan ve sulak alanın su toplama sınırını geçmeyen veya topoğrafik, coğrafik olarak bir sınır değeri bulunmayan düz alanlarda ise varsa sürdürülebilir kullanım bölgesi, yoksa hassas koruma bölgesi sınırından itibaren bilimsel esaslara dayanarak alanın ekosistem özellikleri dikkate alınarak komisyon tarafından belirlenen bölgeyi, (r) bendinde, Mutlak koruma bölgesi: Koruma bölgeleri içerisinde yer alan, su kuşlarının yoğun ve toplu olarak kuluçka yaptığı, konakladığı veya kışladığı alanlar; nadir ve nesli tehlikedeki kuş türlerinin önemli üreme bölgeleri, uluslararası ölçütlere göre tehlike sınırı en az hassas düzeyinde olan türlerin bağımlı oldukları habitatlar ile nesli tehlikede ve dar yayılışlı olup, korunması gerekli doğal bitki türlerinin bulunduğu, insan faaliyetlerinin mevcut olmadığı bölgeleri ifade edeceği hükme bağlanmıştır.

Koruma bölgelerinin tespiti başlıklı 19. maddesinde, Ulusal öneme haiz sulak alanlardan, korunan alan statüsüne sahip olmayanlar için koruma bölgelerinin Bakanlığın koordinasyonunda belirlenecek uzmanlarca arazide yapılan inceleme ve değerlendirmelerle belirleneceği ve uygun ölçekte haritaya işleneceği, koruma bölgeleri ve uyulacak koruma ve kullanım kurallarına göre ulusal komisyonun uygun görüşü ve Bakan oluru ile bölgeleme yapılacağı, koruma bölgelerinde verilecek izinler ve diğer iş ve işlemlerin yönetmelikteki bölgeleme esaslarına göre yürütüleceği, koruma bölgeleri belirlenmemiş sulak alanlarda verilecek izinlerin, 4 üncü maddede yer alan koruma bölgeleri tanımları dikkate alınarak alanın özelliklerini bozmayacak şekilde, ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlükçe, Mahalli Öneme Haiz Sulak Alanlarda ise ilgili Bölge Müdürlüğünce sonuçlandırılacağı hüküm altına alınmıştır.

“Mevsimsel ve daimi akarsular ile deniz kıyılarına ilişkin uygulama esasları” başlıklı 26. maddesinin 1. fıkrasında, “Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmez. Bu alanlarda koruma ve kullanım esasları mahalli sulak alan komisyonlarınca belirlenir.” denilmiş, “Diğer izin uygulamaları” başlıklı geçici 1. Maddesinde de “Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce faaliyete geçmiş olan ve bu Yönetmelik kapsamında izin almamış işletmeler, bu Yönetmeliğin yayımından itibaren iki yıl içerisinde Bakanlıktan izin almaları şartı ile faaliyetlerine devam ederler.” hükümlerine yer verilmiştir.

Uyuşmazlık, 04/04/2014 günlü, 28962 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının dava konusu edilen “çç” bendinde yer alan “Tampon bölge” tanımı yönünden incelendiğinde;

Anılan düzenlemede tampon bölge, “Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topoğrafik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile tanımlanan ve sulak alanın su toplama sınırını geçmeyen veya topoğrafik, coğrafik olarak bir sınır değeri bulunmayan düz alanlarda ise varsa sürdürülebilir kullanım bölgesi, yoksa hassas koruma bölgesi sınırından itibaren bilimsel esaslara dayanarak alanın ekosistem özellikleri dikkate alınarak komisyon tarafından belirlenen bölge,” şeklinde tanımlanmıştır.

17/05/2005 günlü, 25818 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nde Tampon bölge; “Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topografik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile ayrılan ve su toplama havza sınırını geçmemek ve sınırları varsa ekolojik etkilenme bölgesinden yoksa sulak alan bölgesinden itibaren 2500 metreden az olmamak üzere ayrılan bölge” şeklinde tanımlanmış, daha sonra 26/08/2010 günlü, 27684 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan değişiklik ile “Tampon bölge” tanımı “Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topoğrafik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile ayrılan ve sulak alanın su toplama sınırını geçmemek veya topoğrafik, coğrafik olarak bir sınır değeri bulunmayan düz alanlarda varsa ekolojik etkilenme bölgesinden yoksa sulak alan bölgesinden itibaren azami 2500 metreyi geçmemek üzere ayrılan bölge” şeklinde değiştirilmiştir.

Belirtilen 2010 tarihli düzenlemenin iptali istemiyle Danıştay Ondördüncü Dairesi’nin E:2011/13299 esasına kayden açılan davada, Danıştay Onuncu ve Ondördüncü Daireleri Müşterek Kurulu’nca verilen yürütmenin durdurulması isteminin reddine ilişkin 09/07/2013 günlü karara yapılan itiraz üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 27/11/2013 günlü, Yd İtiraz No:2013/669 sayılı kararıyla, “…Görüldüğü üzere, yapılan değişiklikle “Tampon Bölge”nin kapsamı daraltılmıştır.

Tampon bölgeler, biyoçeşitlilik odakları olan su alan ekosistemlerinin özellikle arazi kullanımı kaynaklı dış etkilere karşı korunması için gerekli bölgelerdir. Nitekim anılan bölgede yapılacak faaliyetler Yönetmelik ile sınırlandırılmış, Yönetmeğin Eki Ek-1’de yer alan faaliyetlerin tampon bölgede yapılması tamamen yasaklanırken, EK-2’de yer alan faaliyetlerin tampon bölgede yapılması ise Bakanlık iznine tabi tutulmuştur.

İlk Yönetmelikle 5000 metre olarak belirlenen tampon bölgenin önceki Yönetmelikle 2500 metreye indirildiği dikkate alındığında, yapılan dava konusu değişiklikle “en az 2500 metre” olan koruma bandının bu kez “en çok 2500 metre” haline getirilmiş olması, koruma bandının 2500 metrenin altında da belirlenmesine yol açması nedeniyle, sulak alanları sürdürülebilir olmayan insan faaliyetlerine açık hale getireceğinden, düzenlemede sulak alanların korunması amacına uyarlık görülmemiştir.” gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne karar verilmiş; daha sonra Danıştay 14. Dairesi’nin 04/06/2014 günlü, E:2011/13299, K:2014/6465 sayılı kararıyla da aynı gerekçelerle söz konusu düzenleme iptal edilmiştir.

Ancak, belirtilen bu yargı kararlarına rağmen, yeni yapılan düzenlemenin davaya konu “Tampon bölge” tanımında, hiçbir asgari sınır olmaksızın tampon bölge sınırının bilimsel esaslara dayanarak komisyon tarafından belirleneceği ifade edilmiştir.

İlk Yönetmelikle 5000 metre olarak belirlenen tampon bölgenin sonradan 2500 metreye indirildiği, ardından “en az 2500 metre” olan koruma bandının bu kez “en çok 2500 metre” haline getirilmiş olduğu, davaya konu düzenleme ile ise asgari bir sınırlama bile getirilmediği ve bu düzenlemenin bilimsel gerekçelerinin davalı idarece ortaya konulamadığı hususları dikkate alındığında, soyut ve belirsiz nitelikteki bu düzenlemenin, sulak alanların korunması amacına aykırı görüldüğünden, “Tampon bölge” tanımında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık, Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının dava konusu edilen “r” bendinde yer alan “Mutlak koruma bölgesi” tanımı yönünden incelendiğinde;

Anılan düzenlemede mutlak koruma bölgesi, “Koruma bölgeleri içerisinde yer alan, su kuşlarının yoğun ve toplu olarak kuluçka yaptığı, konakladığı veya kışladığı alanlar; nadir ve nesli tehlikedeki kuş türlerinin önemli üreme bölgeleri, uluslararası ölçütlere göre tehlike sınırı en az hassas düzeyinde olan türlerin bağımlı oldukları habitatlar ile nesli tehlikede ve dar yayılışlı olup, korunması gerekli doğal bitki türlerinin bulunduğu, insan faaliyetlerinin mevcut olmadığı bölgeler,” şeklinde tanımlanmıştır.

Dava konusu Yönetmeliğin dayanağı olarak gösterilen 09/08/1983 günlü, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi, 29/06/2011 günlü, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci, 8 inci ve 26 ncı maddeleri; 01/07/2003 günlü, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 4 üncü maddesi ile 3958 sayılı Kanunla uygun bulunan 17/05/1994 günlü, 21937 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme hükümleri birlikte irdelendiğinde; sulak alanların korunması, geliştirilmesi ve bu konuda gerekli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonun sağlanmasının esas olması yanında; sulak alanların korunması açısından en önemli bölgeyi ifade eden mutlak koruma bölgesinin sınırlarının tartışmadan uzak ve net bir şekilde hangi esaslara göre belirleneceğinin konuya ilişkin düzenleyici işlemlerde belirlenmesinin bir zorunluluk olarak ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu Yönetmelikte yer alan mutlak koruma bölgelerine ilişkin tanımlamada ise, “insan faaliyetlerinin mevcut olmadığı” ifadesine yer verilmekle yetinilmiştir.

Sulak alanların korunması yönünden oluşturulan mutlak koruma bölgeleri,sadece kuşlara yönelik bir koruma amaç ve esasını değil, aynı zamanda, orada bulunan bitki türlerinin ve suyun da korunmasını sağlamaya yönelik olduğundan, öncelikle sadece kuşların korunması esasına dayalı olan söz konusu kriterin, bu alanı korumaktan uzak olduğu açıktır.

Diğer taraftan, davalı Bakanlığın mutlak koruma bölgesinin belirlenmesi açısından insan faaliyetleri yanında daha somut başka bir kriterinin de bulunmadığı görülmektedir.

Dolayısıyla, anılan bu düzenleme belirsizlik içerdiği gibi, mutlak koruma bölgelerinin belirlenmesi açısından idarenin keyfiliğine de yol açabilecek niteliktedir.

Belirtilen ifadede yer alan muğlaklık, bir sulak alanın, “ziyaret” gibi en küçük bir insan faaliyetinde bile bu alanda insan faaliyetinin mevcut olduğundan hareketle mutlak koruma bölgesi oluşturulmamasına neden olur ki, bu yaklaşım sulak alanların korunması amacına ve hukuka aykırı sonuçlar doğurur.

Belirtilen nedenlerle, anılan düzenlemede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık, Yönetmeliğin “26. maddesinin 1. fıkrasında, “Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmez.” tanımı yönünden incelendiğinde;

Yönetmelik ile göndermede bulunulan ve bu alanı düzenleyen temel uluslararası metin niteliğindeki “Ramsar Sözleşmesi”nin 1. maddesinde, Sözleşmenin amacı akımından, doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, bütün sular, bataklık, sazlık ve türbiyerler sulak alanlar şeklinde tanımlanmıştır.

Görüldüğü üzere, Ramsar Sözleşmesinin “sulak alan” tanımında durgun ve akıntılı sular yönünden bir ayrım söz konusu değildir.

Yönetmeliğin 4. maddesinde de Ramsar Sözleşmesinde yer alan tanım çerçevesinde yapılan sulak alan tanımında, durgun ve akıntılı sular yönünden bir ayrım yapılmamaktadır. Ancak, dava konusu düzenlemeyle, mahalli önemi haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmeyeceği öngörülmek suretiyle, bu alanlar Yönetmelikte öngörülen sulak alanların sürdürülebilir şekilde korunmasının sağlanması amacıyla oluşturulan koruma kapsamından çıkartılmış olmaktadır.

Ramsar Sözleşmesi çerçevesinde uluslararası öneme sahip olsun veya olmasın, ayrım yapılmaksızın tüm sulak alanlar ile bu alanlara ilişkin habitatların korunması, geliştirilmesi ve akılcı kullanımının sağlanmasına yönelik olarak yürürlüğe konulmuş olan Sulak Alanlar Yönetmeliğinin ilk halinde, bu konuda bir istisna öngörülmemiş iken, 2010 tarihinde yapılan değişiklikle önce “mevsimsel ve daimi akarsular”, 2014 tarihinde yeni yürürlüğe konulan düzenlemede de “mahalli öneme haiz sulak alanlar” koruma bölgeleri yönünden Yönetmelik kapsamından çıkarılmış olup, davalı idarece bu düzenlemenin somut ve nesnel bir gerekçesi ortaya konulamamıştır.

Yukarıda belirtilen gerekçelerle,sürekli ve geçici bütün suların sulak alan koruma bölgeleri kapsamında olması gerektiği açık olduğundan, dava konusu Yönetmelik maddeleri, Ramsar Sözleşmesine aykırı bulunmuştur.

Bu itibarla; “mahalli öneme haiz sulak alanlar” ile “mevsimsel ve daimi akarsu”larda sulak olan koruma bölgeleri belirlenmeyeceği şeklindeki Yönetmeliğin 26/1. maddesindeki düzenlemede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık, Yönetmeliğin Geçici 1. maddesi yönünden incelendiğinde;

Sözü edilen maddede, “Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce faaliyete geçmiş olan ve bu Yönetmelik kapsamında izin almamış işletmeler, bu Yönetmeliğin yayımından itibaren iki yıl içerisinde Bakanlıktan izin almaları şartı ile faaliyetlerine devam ederler.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Bazı maddeleri bakılan davaya konu edilen Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 43. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 17/05/2005 günlü, 25818 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin Geçici maddesinde “Bu yönetmeliğinin yayımı tarihinden önce faaliyete geçmiş olan işletmeler, 31/12/2006 tarihine kadar Bakanlıkça istenen şartları yerine getirmeleri kaydıyla faaliyetlerine devam ederler.” ibaresine yer verilmiştir.

Ayrıca, 26/08/2010 günlü, 27684 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 16. maddesiyle, yine geçici bir madde getirilerek, “Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce faaliyete geçmiş olan işletmeler, 31/12/2012 tarihine kadar Bakanlıkça istenen şartları yerine getirilmeleri kaydıyla faaliyetlerine devam ederler.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere, hem 2005 tarihli Yönetmelikte hem de 2010 tarihinde Yönetmelikte yapılan değişiklikte geçici maddeye yer verilerek, sulak alanların korunması açısından istisnai bir durum öngörülmüş iken, bu kez dava konusu edilen 2014 tarihli Yönetmeliğin Geçici 1. maddesinde de “Bu yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren faaliyete geçmiş olan ve bu yönetmelik kapsamında izin almamış işletmeler bu yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren iki yıl içerisinde bakanlıktan izin almaları şartıyla faaliyetlerine devam ederler.” şeklinde bir düzenleme yapılarak, istisnai nitelikte olan geçiş dönemine ilişkin geçici maddelerle 2005 yılından 2016 yılına kadar sulak alanların korunması açısından sakınca doğurabilecek nitelikte bir geçiş dönemi öngörülmüş olup, Yönetmeliğin asıl amacından uzak ve Yönetmeliğin tam olarak uygulanmaması sonucunu doğuracak şekilde, süreklilik arz eden bir yöntem belirlenmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

Yönetmeliğin iptali istenilen diğer maddelerinde ise üst normlara ve hukuka aykırılık bulunmadığından, anılan maddelere yönelik olarak davanın reddi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (r), (çç) bentlerinin, 26/1 maddesinin ve Geçici 1. maddesinin iptaline, diğer maddeleri yönünden ise, davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren ve 2575 sayılı Danıştay Kanununun Ek-1. maddesi uyarınca oluşturulan Danıştay Altıncı ve Onuncu Daireleri Müşterek Kurulunca; dava konusu Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (r) bendinde yer alan “Mutlak Koruma Bölgesi” tanımı ile (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının ve Geçici 1. maddesinin iptali, iptali istenilen diğer maddeler yönünden davanın reddi yolunda verilen Danıştay Ondördüncü ve Onuncu Daireleri Müşterek Kurulunun 23/11/2016 tarih ve E:2014/5377, K:2016/6681 sayılı kararının Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 04/04/2019 tarih ve E:2017/481, K:2019/1546 sayılı kararıyla, Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (r) bendinde yer alan “Mutlak Koruma Bölgesi” tanımının ve Geçici 1. maddesinin iptaline ilişkin kısmının onandığı; 4. maddesinin 1. fıkrasının (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının iptaline ilişkin kısmı ile iptali istenilen diğer maddeler yönünden davanın reddine ilişkin kısmının ise bozulduğu görüldüğünden, bozma kararına uyularak, bozulan kısım yönünden Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:

MADDİ OLAY:

2872 sayılı Çevre Kanununun 9. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendi, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2., 8. ve 26. maddeleri, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 4. maddesi ve 3958 sayılı Kanunla uygun bulunan 17/05/1994 tarih ve 21937 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar Sözleşmesi) hükümlerine dayanılarak, Türkiye’nin karasal sınırları ve kıta sahanlığı dâhilinde yer alan sulak alanların korunması, yönetimi ve geliştirilmesi ile bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemek amacıyla çıkarılan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve anılan Yönetmelik ile 17/05/2005 tarih ve 25818 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.

Bunun üzerine, bakılan dava açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT:

2872 sayılı Çevre Kanununun 9.maddesinin (e) fıkrasında; sulak alanların doğal yapılarının ve ekolojik dengelerinin korunmasının esas olduğu, sulak alanların doldurulması ve kurutulması yolu ile arazi kazanılamayacağı, bu hükme aykırı olarak arazi kazanılması halinde söz konusu alanın faaliyet sahibince eski haline getirileceği, sulak alanların korunması ve yönetimine ilişkin usul ve esasların ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirleneceği, düzenlemesine yer verilmiştir.

4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 4. maddesinin 4. fıkrasında; sulak alanların kirletilemeyeceği, kurutulamayacağı ve bunların doğal yapılarının değiştirilemeyeceği, kurala bağlanmıştır.

Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinin (b) bendinde; sulak alanların korunması, geliştirilmesi ile ilgili işlemleri yapmak, 8. maddesinin (e) bendinde; uluslararası koruma sözleşmeleri ile belirlenen yörelerdeki korunma ve kullanma esaslarını çevre mevzuatı dikkate alınarak tespit etmek ve yeni düzenlemeler yapmak Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.

28/12/1993 tarih ve 3958 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ve 15/03/1994 tarih ve 94/5434 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla onaylanarak 17/05/1994 tarih ve 21937 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkındaki Sözleşmenin (Ramsar Sözleşmesi) 1. maddesinde; bu sözleşmenin amacı bakımından, doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, bütün suların, bataklık, sazlık ve türbiyerlerin sulak alanlar olduğu, bu Sözleşmenin amacı bakımından, ekolojik olarak sulak alanlara bağımlı olan kuşların, su kuşları olduğu, 2. maddesinde; her akit tarafın, ülkesi toprakları içindeki elverişli sulak alanları, bundan böyle “Liste” adıyla tanımlanacak ve 8. madde uyarınca kurulacak Büro tarafından tutulacak olan “Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Listesi”ne dahil edilmek üzere tayin edeceği, sulak alan hudutlarının kesinlikle belirtileceği ve aynı zamanda haritaya çizileceği, özellikle su kuşları yaşama ortamı olarak önem taşıyan yerlerde, sulak alanlara mücavir olan akarsu ve deniz kıyı alanlarıyla, ada veya gel-git hareketinin çekilme devresinde derinliği altı metreyi geçen ve sulak alanlar dahilinde yer alan deniz sularıyla birleştirilebileceği, liste için sulak alanların seçiminin, bu sulak alanların ekoloji, botanik, zooloji, limnoloji ve hidroloji yönlerinden uluslararası önemlerine göre yapılacağı, hangi mevsimde olursa olsun, su kuşları için uluslararası öneme sahip sulak alanların öncelikle dahil edileceği, 3. maddesinde; akit tarafların, listeye dahil ettirdikleri sulak alanların korumasını geliştireceği ve ülkelerindeki diğer sulak alanları mümkün olduğu kadar akıllıca kullanılmasını sağlayacak şekilde formüle edeceği ve uygulayacakları, 4. maddesinde; her akit tarafın, listeye dahil olsun veya olmasın, sulak alanlarında tabiatı koruma alanları ayırarak sulak alanlarının ve su kuşlarının korunmasını geliştireceği ve yeterli inzibati tedbirleri alacağı, sulak alanlar ve bu sulak alanların bitki ve hayvan toplulukları hakkında araştırma yapılmasını, bilgi ve yayınların değişimini teşvik edeceği, uygun sulak alanların yönetimi yoluyla su kuşları populasyonlarının artırılması için çaba gösterecekleri, sulak alanların araştırma, yönetim ve muhafazasında yetenekli personelin eğitimini geliştirecekleri, öngörülmüştür.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:

Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendinde yer alan “kendi kendine onarım potansiyeli olan” ibaresinin iptali isteminin incelenmesinden;

Yönetmeliğin 4. maddesinde; söz konusu Yönetmelikte geçen “Hassas koruma bölgesi”nin, varsa mutlak koruma bölgesini korumak maksadı ile yoksa sulak alan ekosisteminin mevcut karakterini korumak maksadı ile belirlenen kendi kendine onarım potansiyeli olan, açık su yüzeyleri, lagünler, nehir ağızları, tuzlalar, geçici ve sürekli tatlı ve tuzlu su bataklıkları, sulak çayırlar, sazlıklar ve turbalıklar ile bu ekosistemleri ekolojik olarak destekleyen kumul, kumsal, çalılık, ağaçlık, subasar orman gibi habitatların bozulmadan korunması gereken bölgeleri ifade ettiği, belirtilmiştir.

Davacılar tarafından; tanımda geçen “kendi kendine onarım potansiyeli olan” ibaresinin hiçbir bilimsel kriter içermediği, belirsizlik yarattığı, idarenin bu potansiyelin olmadığına karar vermesi durumunda, bölgenin hassas koruma bölgesi olarak belirlenemeyeceği ve sulak alanların korunması işlevinin yerine getirilemeyeceği ileri sürülerek iptali istenilmiştir.

Davalı savunmasında; söz konusu ibarenin, sulak alanların dinamik yapısının belirtilerek, yıl içerisinde yağış ve buharlaşma oranına göre sulak alanların su seviyesinin değişkenliğinin anlatılması amacıyla tanıma eklendiği belirtilmiştir.

Türkiye’nin karasal sınırları ve kıta sahanlığı dâhilinde yer alan sulak alanların korunması, yönetimi ve geliştirilmesi ile bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemek amacıyla yürürlüğe konulan uyuşmazlığa konu Yönetmelikte; sulak alan, sulak alan, tabii veya suni, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gelgit hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, başta su kuşları olmak üzere canlıların yaşama ortamı olarak önem taşıyan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbiyeler ile bu alanların kıyı kenar çizgisinden itibaren kara tarafına doğru ekolojik açıdan sulak alan kalan yerler olarak tanımlanmış ve sulak alanların koruma bölgeleri olarak, mutlak koruma bölgesi, hassas koruma bölgesi, kontrollü kullanım bölgesi, sürdürülebilir kullanım bölgesi ve tampon bölge olarak beş bölgeye ayrılmıştır.

Hassas koruma bölgesi tanımının değerlendirilmesinden; kendi kendine onarım potansiyeli olan ibaresi dışında, bu bölgelerin, açık su yüzeyleri, lagünler, nehir ağızları, tuzlalar, geçici ve sürekli tatlı ve tuzlu su bataklıkları, sulak çayırlar, sazlıklar ve turbalıklar ile bu ekosistemleri ekolojik olarak destekleyen kumul, kumsal, çalılık, ağaçlık, subasar orman gibi habitatların bozulmadan korunması gereken bölgeler olarak da tanımlandığı, dolayısıyla iptali istenilen ibarenin hassas koruma bölgelerinin belirlenmesinde kısıtlayıcı etkisinin olmayacağı ve sulak alanların korunmasında uygulamayı olumsuzluk etkileyecek bir niteliği bulunmadığı kanaatine varıldığından, ifadede herhangi bir hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (k) bendinde yer alan “Kontrollü Kullanım Bölgesi” tanımının incelenmesinden;

Yönetmeliğin 4. maddesinin (k) bendinde; “Kontrollü kullanım bölgesi”nin, koruma bölgeleri belirlenmeden önce kurulmuş veya sulak alanın bölgelemesi sırasında belirlenmiş, yerleşim ve kentsel gelişim için zorunlu olan, insan faaliyetlerinin yoğun olduğu ve bu faaliyetlerin sulak alan ekosistemine olumsuz etkilerinin asgariye indirilmesi için gerekli tedbirlerin alındığı bölgeleri ifade ettiği belirtilmiştir.

Davacılar tarafından; Yönetmelikte getirilen bu tanımın kentsel gelişim için zorunlu olan gibi muğlak ifadelerle, sulak alanlarda istisnai kullanımlar oluşturularak, her türlü yatırımın ve faaliyetin mümkün kılındığı ve bu durumun sulak alanların korunması esaslarına aykırılık taşıdığı iddia edilmiştir.

Davalı tarafından; söz konusu düzenlemenin koruma bölgeleri belirlenmeden önce kurulmuş ve onaylanmış planlarda yer alan yerleşim alanları için getirilmiş bir koruma bölgesi olduğu, Burdur Gölü’nün kenarında kurulan Burdur şehir merkezi gibi fiziki planlarda halihazırda yer alan ve insan faaliyetlerinin yoğun olduğu alanlarda, bu faaliyetlerin sulak alan ekosistemine etkilerinin en aza indirilebilmesi için koruma esaslarının belirlenmesi amacıya getirildiği savunulmuştur.

Dava konusu tanım, Yönetmeliğin 23. maddesinde düzenlenen “kontrollü kullanım bölgesi uygulama esasları” ile birlikte değerlendirildiğinde; söz konusu bölgenin, koruma bölgeleri belirlenmeden önce kurulmuş veya ilgili idarelerce onaylanmış çevre düzeni planı, nazım imar planı ve uygulama imar planlarında yer alan yerleşim yerleri ile kentsel gelişim bölgelerinde kalan sulak alanların, ekolojik açıdan tekrar değerlendirilmesi suretiyle tespit edileceği, bu nedenle, kentsel gelişim için zorunlu olan ifadesinde muğlaklık bulunmadığı, öte yandan; bu alanlarda Yönetmeliğin Ek-1’inde yer alan faaliyetlerin yapılabilmesi için ekosistem değerlendirme raporu hazırlanarak, faaliyetin sulak alana muhtemel etkilerini önleyici ve telafi edici tedbirlerlerin belirlenmesi, ilgili idare tarafından bu tedbirlerin ne şekilde alınacağının, nasıl izleneceğinin, risk ve tehlike göstergelerinin neler olduğunun ekosistem raporu ekinde taahhüt edilmesi ve Bakanlıkça alınması istenen ilave tedbirlere uyulması gerektiği, sonuç olarak, bu alanlarda sulak alan ekosistemine zarar verecek faaliyetlere izin verilmeyeceğinin açık olduğu anlaşılmış olup, anılan düzenlemede koruma ilke ve esaslarına aykırılık bulunmamıştır.

Yönetmeliğin 4. maddesinin (o) bendindeki “Mahalli Öneme Haiz Sulak Alanlar”, 4. maddesinin (v) bendindeki “Sulak Alan Sınırı” tanımının, 5. maddesinin 3. fıkrasının, 8. maddesinin 1. fıkrasındaki “ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün uygun görüşü alınır” ibaresinin, 9. maddesinin, 14. maddesindeki “ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün iznine tabidir” ibaresinin, 19. maddesinin 3. fıkrasının, 22. maddesinin (ç) bendindeki “Bu madde kapsamında planlanan projelere, alanların ekolojik yapılarına göre ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlük, Mahalli öneme haiz sulak alanlarda Bölge Müdürlüğünce izin verilir” cümlesinin, aynı maddenin (d) bendinde yer alan “ulusal öneme haiz” ibarelerinin ve 26. maddesinin 1. fıkrasındaki “Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmez” ifadeleri ile 32. maddesinde yer alan “ulusal” ve “ulusal öneme haiz” ibarelerinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (o) bendinde; “Mahalli öneme haiz sulak alanın; ulusal öneme haiz sulak alan ve Ramsar Alanı listesinde bulunmayan sulak alanları, v) bendinde; sulak alan sınırının, Ulusal öneme haiz sulak alanlarda tampon bölge sınırından geçen hattı, mahalli öneme haiz veya suni sulak alanlar için ise mevsimsel değişiklikler dikkate alınarak su yüzeyinin maksimum noktasından geçen hattı, ifade ettiği belirtilmiş, “Sulak alan vasıfları” başlıklı 5. maddesinde; “(1) Herhangi bir korunan alan içinde bulunan sulak alanlar ile içme suyu havzası niteliğindeki sulak alanlar bu Yönetmelik hükümlerine uygun olarak sulak alanın ekolojik karakterini koruyacak şekilde ilgili mevzuata uygun olarak yönetilir. (2) Sulak alanlar içinde bulunan korunan alanların yönetimi ise bu Yönetmelik ile belirlenen ilke ve esaslara uygun olarak ilgili idaresince gerçekleştirilir. (3) Diğer Sulak Alanlar ise, Ramsar Alanı, Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan ve Mahalli Öneme Haiz Sulak Alan olarak tanımlanır ve bu alanlarda bu Yönetmelik hükümleri uygulanır.”, “Su alımı” başlıklı 8. maddesinde; “(1) Koruma bölgeleri içerisinden tabii sulak alanların ekolojik karakterini ve fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyecek ölçüde yerüstü ve yeraltı suyu alınamaz, sistemi besleyen akarsular ile diğer yüzey suların yönleri izinsiz değiştirilemez veya sistemde su depolanamaz. Sulak alanlardaki su rejimini etkileyebilecek her türlü faaliyet için planlama aşamasında ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün uygun görüşü alınır.” düzenlemelerine yer verilmiştir.

Yönetmeliğin “Kum alımı” başlıklı 9. maddesinde; “(1) Ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün uygun görüşü alınmadan kum ve çakıl alınamaz. Kumulların doğal yapıları bozulamaz.”, “Ağaçlandırma” başlıklı 14. maddesinde; “(1) Bu Yönetmelik kapsamına giren alanlarda, kuşların barınması ve üremesi için yeni habitatlar oluşturmak ve erozyonu önlemek gibi maksatlarla yapılabilecek ağaçlandırmalar ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz Sulak Alanlarda Bölge Müdürlüğünün iznine tabidir.”, “Koruma bölgelerinin tespiti” başlıklı 19. maddesinin 3. fıkrasında “Koruma bölgeleri belirlenmemiş sulak alanlarda verilecek izinler, 4 üncü maddede yer alan koruma bölgeleri tanımları dikkate alınarak alanın özelliklerini bozmayacak şekilde, ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlükçe, Mahalli Öneme Haiz Sulak Alanlarda ise ilgili Bölge Müdürlüğünce sonuçlandırılır.” “Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları” başlıklı 22. maddesinin (ç) bendinde; ” Kuş gözlem yapıları, gözlemevleri, seyir maksatlı yaya yolları, ziyaretçilerin ihtiyacını karşılamak amacıyla imar planı gerektirmeyen uygulamalar yapılabilir. Bu madde kapsamında planlanan projelere, alanların ekolojik yapılarına göre ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlük, Mahalli öneme haiz sulak alanlarda Bölge Müdürlüğünce izin verilir.”, aynı maddenin (d) bendinde; “İçme, kullanma ve sulama suyu projelerine ait baraj, gölet, kanal, kanalet, pompa istasyonu gibi zorunlu altyapı projeleri, ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır. Madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesisler izin belgesi almak kaydıyla ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır.”, “Mevsimsel ve daimi akarsular ile deniz kıyılarına ilişkin uygulama esasları” başlıklı 26. maddesinde ise “(1) Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmez. Bu alanlarda koruma ve kullanım esasları mahalli sulak alan komisyonlarınca belirlenir.” hükümleri yer almıştır.

Yönetmeliğin “Ulusal Komisyonun görevleri” başlıklı 32. maddesinde;”(1) Komisyonun görevleri şunlardır:

a) Ulusal sulak alan politika ve stratejilerini belirlemek, b)Sözleşmenin taraflar konferansında alınan kararların ve önerilerin uygulanmasını sağlamak,c) Ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanları ile ilgili ortaya çıkan meselelerin çözümüne yönelik kararlar almak ve uygulanmasını takip etmek, ç) Ramsar Sözleşmesi kriterleri çerçevesinde ülkemizin ulusal öneme haiz sulak alanları belirlemek ve güncellemek, d) Ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında uzmanlarca tespit edilen sulak alan koruma bölgeleri ve Ramsar alanları hakkında Bakanlığa görüş vermek, e) Sulak alan yönetim planlarının uygulanmasından doğan sorunların çözümü için kararlar almak, f) Ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında yaşayan nadir ve nesli tehlikede olan türlerin korunması ve geliştirilmesi için hazırlanan eylem planlarının uygulanmasından doğan sorunların çözümü için karar almak, g) Ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarının yurt içinde ve yurt dışında tanıtılmasına yönelik faaliyetleri desteklemek, ğ) Bu Yönetmelikle verilen diğer görevleri yapmak.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacılar tarafından; dava konusu Yönetmelikle sulak alanların Ramsar alanı, ulusal öneme haiz sulak alan ve mahalli öneme haiz sulak alan olarak sınıflandırılmasının, Ramsar Sözleşmesine aykırılık taşıdığı ve buna ek olarak da mahalli öneme haiz sulak alanlarda koruma bölgelerinin belirlenmeyeceği düzenlemesi getirilerek, bu alanların koruma mevzuatından yararlanma ihtimalinin ortadan kaldırıldığı ve mahalli öneme haiz sulak alanlara zarar verecek her türlü faaliyetin yapılmasına olanak sağlandığı, ayrıca, ulusal sulak alan komisyonlarına, sadece ulusal sulak alanlar ile Ramsar alanları için görev ve yetkiler verildiği belirtilerek, Yönetmeliğin yukarıda yer verilen maddelerin bir kısmının tamamının, bir kısmında ise ibarelerin ve cümlelerin bu sınıflandırma nedeniyle hukuka aykırı olduğu belirtilerek iptali gerektiği ileri sürülmüştür.

Davalı tarafından; ülkemizde yapılan çalışmalarda tespit edilen sulak alan sayısının 1500’ü aştığı, ancak sulak alanların korunmasına ilişkin 30/01/2002 tarih ve 24656 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ilk Yönetmelikten bu yana sadece 41 adet sulak alanın koruma bölgeleri tespit edilerek tescil edilebildiği, tüm sulak alanların aynı yöntemle ve tek merkezden yönetilmesinin başarılı sonuçlar vermediği, sınıflandırmanın sulak alanların daha etkin korunması ve hızlı karar alınmasını sağlamak amacıyla yapıldığı, mahalli öneme haiz sulak alanların yönetiminin mahalli sulak alan komisyonlarına ve izin verme yetkisinin Bölge Müdürlüklerine bırakılarak yerinden yönetim ilkesinin benimsendiği, biyoçeşitlilik açısından zengin olan ve uluslararası öneme sahip olan sulak alanlarında ise ulusal sulak alan komisyonlarının görevlendirildiği belirtilerek iptali istenilen düzenlemelerde Ramsar Sözleşmesine ve dayanağı kanunlara aykırılık bulunmadığı savunulmuştur.

Uyuşmazlığa konu Yönetmelikte; sulak alanların Ramsar alanı, ulusal öneme haiz sulak alan ve mahalli öneme haiz sulak alan olmak üzere üç sınıfa ayrıldığı, ulusal öneme haiz sulak alanlar ile Ramsar alanları arasında nitelik bakımından bir fark bulunmadığı, bir alanın ulusal öneme haiz sulak alan olarak belirlenmesi için de Ramsar alanlarında olduğu gibi Ramsar Sözleşmesi taraflar toplantısında kabul edilen kriterlerin en az birine sahip olması gerektiği, mahalli öneme haiz sulak alanların ise bu kriterlere sahip olmayan sulak alanlara ilişkin olarak bakanlık taşra teşkilatı tarafından hazırlanan raporun, mahalli sulak alan komisyonunca görüşülüp değerlendirilmesi sonucunda Genel Müdürlüğün onayıyla belirlendiği, Ramsar alanları ile ulusal öneme haiz sulak alanların yönetim ve denetiminin ulusal sulak alan komisyonlarına ve Genel müdürlüğe, mahalli öneme haiz sulak alanların yönetim ve denetiminin ise il bazında oluşturulan mahalli sulak alan komisyonu ile Bölge müdürlüklerine bırakıldığı anlaşılmaktadır.

Ramsar Sözleşmesinin ilgili maddeleri değerlendirildiğinde; Sözleşmede Ramsar Listesine tescil edilecek sulak alanların seçiminin, ekoloji, botanik, zooloji, limnoloji ve hidroloji yönlerinden uluslararası önemlerine göre yapılacağının, su kuşları için uluslararası öneme sahip sulak alanların öncelikle dahil edileceğinin öngörüldüğü ve daha sonra Taraflar Komitesince listeye dahil edilecek sulak alanlar kriterlerinin belirlendiği hususları göz önüne alındığında, önem ve öncelikleri bakımından sulak alanların sınıflandırılmasında Sözleşmeye aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Kaldı ki; Ramsar Sözleşmesi, taraf Devletlere, ülkelerindeki sulak alanların akıllıca kullanımı ve ileri görüşlü ulusal politikalarla korunması yolunda yükümlülük getirmiş ise de bu koruma yöntem ve esaslarının belirlenmesi konusunda Devletlerin takdir yetkisi olduğu tartışmasızdır.

Bu kapsamda; mahalli öneme haiz sulak alanların yönetimi, koruma-kullanma esaslarının uygulanması, denetimi ve izlenmesi yetki ve görevinin, yerinden yönetim ilkesi benimsenerek ve daha katılımcı bir yaklaşımla, il bazında oluşturulan mahalli sulak alan komisyonu ile Bölge Müdürlüklerine, uluslararası öneme sahip olan sulak alanlarında ise bu görev ve yetkilerin ulusal sulak alan komisyonları ile Genel Müdürlüğüne verilmesinde hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Öte yandan; davacılar tarafından, mahalli öneme haiz sulak alanlarda, koruma bölgeleri belirlenmemesi nedeniyle, bu alanların Yönetmelik kapsamındaki korumadan yoksun bırakıldığı ileri sürülmüş ise de, bir alanın mahalli öneme haiz sulak alan olarak tespit edilmesi durumunda, alana ilişkin koruma ve kullanım esaslarının mahalli sulak alan komisyonunca belirleneceği ve Yönetmeliğin dayanağı üst hukuk normları ile uyuşmalığa konu Yönetmelikte yer alan, koruma ve kullanmaya ilişkin genel ilkeler ile yasakların tüm sulak alanlar için geçerli olduğu değerlendirildiğinde, mahalli öneme haiz sulak alanlar için koruma bölgeleri belirlenmemesinin bu alanların korumadan yoksun kalmasına yol açmayacağı anlaşıldığından, davacıların bu iddiası yerinde görülmemiştir.

Yönetmeliğinin 4. maddesinin 1. fıkrasının (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımının incelenmesinden;

Dava konusu yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (çç) bendinde, tampon bölge; “Sulak alan havzasının coğrafi durumu, topoğrafik özellikleri ve arazinin mevcut kullanım durumuna göre; sulak alan ekosistemini korumak maksadı ile tanımlanan ve sulak alanın su toplama sınırını geçmeyen veya topoğrafik, coğrafik olarak bir sınır değeri bulunmayan düz alanlarda ise varsa sürdürülebilir kullanım bölgesi, yoksa hassas koruma bölgesi sınırından itibaren bilimsel esaslara dayanarak alanın ekosistem özellikleri dikkate alınarak komisyon tarafından belirlenen bölge” şeklinde tanımlanmıştır.

Davacılar tarafından; dava konusu düzenlemeyle, tampon bölge belirlenmesin ilişkin olarak önceki Yönetmelikte mevcut olan mesafe şartının hiçbir kıstas öngörülmeden kaldırıldığı, soyut ve belirsiz ifadelere yer verilerek bu alanların belirlenmesinin tamamen idarenin inisiyatifine bırakıldığı ve düzenlemenin koruma ilkeleriyle bağdaşmadığı ileri sürülmüştür.

Dava konusu Yönetmelik değişikliğinden önceki düzenlemelerde, tampon bölgenin belirlenmesi açısından 5000 ve 2500 metrelik nicel sınırlar esas alınmış ise de; davalı idarenin savunmasında, bu alanların belirlenmesi konusunda bilimsel verilerin dikkate alınmasına yönelik bir düzenleyici norm bulunmadığı; dolayısıyla, coğrafi yapısı ve niteliği farklı olan bütün sulak alanlarda bu kıstasların esas almasının bilimsellikten ve sulak alanların korunması ilkelerinden uzak olduğu belirtilmiştir.

Dava konusu düzenlemede ise; “bilimsel esaslara dayanarak ve alanın ekosistem özellikleri dikkate alınarak” tampon bölge belirleneceği ifade edilmek suretiyle, önceki düzenlemelerde var olan sakıncaların giderilmesi amaçlanmış olup; tampon bölge, uyuşmazlığa konu Yönetmelik ile öngörülen yeni koruma bölgelerine göre yeniden tanımlanmıştır.

Bu itibarla; dava konusu “Tampon bölge” tanımında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Yönetmeliğin 6. maddesinin incelenmesinden,

Yönetmeliğin “Koruma ilkeleri” başlıklı 6. maddesinde, “(1) Sulak alanların korunmasında aşağıdaki ilkelere uyulması zorunludur.

a) Sulak alanların kirletilmemesi, doğal yapılarının ve ekolojik karakterlerinin korunması zorunludur. Her türlü arazi ve su kullanım planlamalarında, sulak alanların işlev ve değerlerinin korunması gözetilir. b) Sulak alanlarda biyolojik çeşitliliğin korunması ve geliştirilmesi için ilgili idaresince gerekli tedbirler alınır veya aldırılır. c) Sulak alanların koruma kullanma dengesine ve geliştirilmelerine katkı sağlayacak faaliyetler desteklenir ve teşvik edilir. ç) Ekolojik karakteri bozulmuş sulak alanların rehabilitasyonu sağlanır. d) Kurutulmuş sulak alanların teknik ve ekonomik olarak uygun olanlarının geri kazanımı için gerekli tedbirler alınır. e) Sulak alanlarda su kuşları popülasyonlarının korunmasına ve arttırılmasına itina gösterilir. f) Havzada yapılacak proje ve faaliyetlerin sulak alana etkisi dikkate alınır. g) Sulak alanların korunması, tescili, planlaması ve yönetiminde 21/3/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu hükümleri dikkate alınır.” düzenlemeleri getirilmiştir.

Davacılar tarafından; madde metninde yer verilen “gözetilir” ve “itina gösterilir” gibi ifadelerle koruma ilkelerinden doğan yükümlülüklerin bir zorunluluk olmaktan çıkartılıp, idarenin takdirine bırakan muğlak bir hale getirildiği, yükümlülüklerin önem ve önceliğinin azaltıldığı iddia edilmiştir.

Davalı tarafından ise; iptali istenilen madde yönünden savunma yapılmamıştır.

Yönetmeliğin iptali istenilen 6. maddesinin 1. fıkrasında; sulak alanların korunmasında maddede sayılan ilkelere uyulmasının zorunlu olduğu açıkça vurgulandıktan sonra, koruma ilkeleri sayma yoluyla ayrıca belirtilmiştir. Söz konusu maddede geçen “gözetilir” ve “itina gösterilir” gibi ifadelerin, koruma ilkelerinden doğan yükümlülüklerin önem ve önceliğini azaltmak amacını taşımadığı gibi maddenin ilk fıkrasındaki zorunluluk ifadesinin tüm bentler için geçerli olduğu anlaşılmaktadır.

Öte yandan; iptali istenilen maddedeki koruma ilkelerinin, Yönetmeliğin dayanağı olan Ramsar Sözleşmesi, Çevre Kanunu ve Karar Avcılığı Kanunundaki düzenlemelerle uyumlu olduğu, ayrıca, yukarıda metnine yer verilen Ramsar Sözleşmesinde de taraf Devletlerin yükümlülüklerinin “çaba göstereceklerdir”, “teşvik edeceklerdir” “şeklinde ifade edildiği göz önüne alındığında, dava konusu düzenlemede üst hukuk normlarıyla belirlenen koruma ilke ve esaslarına aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Yönetmeliğin 8. maddesinin 1. fıkrasındaki “izinsiz” ibaresinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Su alımı” başlıklı 8. maddesinde; “(1) Koruma bölgeleri içerisinden tabii sulak alanların ekolojik karakterini ve fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyecek ölçüde yerüstü ve yeraltı suyu alınamaz, sistemi besleyen akarsular ile diğer yüzey suların yönleri izinsiz değiştirilemez veya sistemde su depolanamaz. Sulak alanlardaki su rejimini etkileyebilecek her türlü faaliyet için planlama aşamasında ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün uygun görüşü alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacılar tarafından; önceki Yönetmelikte, sulak alan sistemini beleyen akarsuların yönlerinin değiştirilemeyeceği kurala bağlanmışken, dava konusu düzenleme ile sistemi besleyen akarsuların ve diğer yüzey sularının izin alınarak yönlerinin değiştirilmesine imkan tanındığı, bunun sulak alanların daraltılmasına yol açacağı, Yönetmeliğin amacı ile çeliştiği ve Ramsar Sözleşmesine aykırılık taşıdığı ileri sürülerek “izinsiz” ibaresinin iptali istenilmiştir.

Davalı tarafından; dava konusu düzenlemenin, kuraklık ve iklim değişikliğiyle karşı karşıya olunması ve nüfus artışı gibi nedenlerle içme ve kullanma suyuna daha fazla ihtiyaç duyulması nedeniyle yapıldığı, akarsuların ve yüzey sularının yönlerinin koruma-kullanma dengesi gözetilerek izin verilmesi durumunda değiştirilebileceği, dolayısıyla, düzenlemede koruma ilkelerine aykırılık bulunmadığı savunulmuştur.

Yapılan değerlendirmede; Yönetmeliğin dayanaklarından biri olan Ramsar Sözleşmesi ile taraf devletlere, ülkelerindeki sulak alanların korunmasının geliştirilmesi yanında, akılcı kullanımını da sağlayacak şekilde yönetilmesi yükümlülüğünün getirildiği ve Yönetmeliğin 2. maddesinde, bu alanların akılcı kullanımının da amaçlar arasında sayıldığı dikkate alındığında, akılcı kullanım kapsamında, insanlar ve diğer canlı türleri açısından içme ve kullanma suyu veya enerji gibi zorunlu ihtiyaçların karşılanması amacıyla getirildiği sonucuna varılan, sulak alan ekosistemini besleyen akarsuların ve diğer yüzey sularının yönlerinin izin alınmak suretiyle değiştirilmesine imkan tanıyan düzenlemede, üst hukuk normlarına ile koruma ve kullanma ilkelerine aykırılık bulunmamıştır.

Öte yandan; düzenleme kasamında davalı idare tarafından verilecek izinlerde, sulak alanların korunmasına ilişkin olarak Yönetmelikte getirilen, doğal yapılarının ve ekolojik karakterlerinin korunmasının zorunlu olduğu yolundaki genel ilkenin dikkate alınması gerektiği açık olduğundan, davacıların bu alanların daraltılacağına ilişkin iddiasına itibar edilmemiştir.

Yönetmeliğin 11. maddesinin 2. fıkrasındaki “sazlık alanlarda ekonomik ve ticari önemi olan bitki türlerinin kesimi yapılabilir” ibaresinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Saz kesimi” başlıklı 11. maddesinde; “(1) Mutlak, hassas ve sürdürülebilir koruma bölgelerinde saz ve diğer bitki türlerinin yakılması, sazların sökülmesi ve tahrip edilmesi yasaktır.

(2) Yönetim planlarında kesime izin verilen sazlık alanlarda, kuşların kuluçka dönemi dışında, kara tarafından su kesimine doğru, sazlık alanlarda ekonomik ve ticari önemi olan bitki türlerinin kesimi yapılabilir. Yönetim planı hazırlanmamış alanlarda canlıların üreme dönemi dikkate alınarak, varsa mutlak koruma bölgesi dışında kalan sazlık alanın %30’unu geçmeyecek şekilde, kesim tarihleri ve kesim metotları Bölge Müdürlüğü tarafından belirlenerek kesim yapılabilir.

(3) Saz kesmek isteyen gerçek ve tüzel kişiler; saz kesimi başvuru formu ile Bölge Müdürlüğüne başvurur. Bölge Müdürlüğünün uygun görmesi halinde her bir sulak alan için, saz kesilecek alanlara ve kesilecek saz miktarına, birinci ve ikinci fıkrada belirtilen esaslara uyulması kaydıyla saz kesimi izin belgesi ile izin verilir. Saz kesim talebinde bulunan gerçek ve tüzel kişilere verilecek bu izin belgeleri kişi başına bir saz kesim dönemini kapsar.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacılar tarafından; Ramsar Sözleşmesinde sadece sazlık ve turbalık alanların ticari kullanımına izin verilmesine rağmen, dava konusu ibareyle, sulak alan biyoçeşitliliği açısından hayati öneme sahip bitki türlerinin ticarete konu edildiği ve alanların korunması esasından uzaklaşıldığı ileri sürülerek, Yönetmeliğin 11. maddesinin 2. fıkrasındaki “sazlık alanlarda ekonomik ve ticari önemi olan bitki türlerinin kesimi yapılabilir” ibaresinin iptali istenilmiştir.

Davalı savunmasında; Ramsar Sözleşmesinde, sulak alanlarda ticari faaliyetin yapılmasını yasaklayan bir düzenleme olmadığı, bu alanlarda tuz çıkarılması, balıkçılık gibi birçok ticari faaliyetin yapıldığı ve ibarede hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.

Yönetmeliğin uyuşmazlığa konu maddesi incelendiğinde; mutlak, hassas ve sürdürülebilir koruma bölgelerinde saz ve diğer bitki türlerinin, yakılmasının, sökülmesinin ve tahrip edilmesinin yasaklandığı, yönetim planlarında kesime izin verilen sazlık alanlarda, kuşların kuluçka dönemi dışında, yönetim planı hazırlanmamış alanlarda ise canlıların üreme dönemi dikkate alınarak, varsa mutlak koruma bölgesi dışında kalan sazlık alanın %30’unu geçmeyecek şekilde, kesim tarihleri ve kesim metotları Bölge Müdürlüğü tarafından belirlenerek kesim yapılabileceğinin kurala bağlandığı, ayrıca, Ramsar Sözleşmesinde sulak alanlarda ticari faaliyet yapılmasını engelleyen bir düzenleme bulunmadığı ve bu alanların akıllıca kullanılmasını sağlayacak şekilde planlama yapılması gerektiğinin vurgulandığı dikkate alındığında, maddede belirtilen şartlarla ekonomik ve ticari öneme sahip bitki türlerinin kesiminin yapılmasının alana zarar vereceğinin ön kabul olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna ulaşılmış ve iptali istenilen ibarede hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Yönetmeliğin 12. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yerli ve” ibaresinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Yabani bitki ve hayvan türlerinin toplanması “başlıklı 12. maddesinin 2. fıkrasında; yerli ve yabancı araştırmacıların koruma bölgeleri içerisinde yapacağı her türlü inceleme ve araştırmaların Bakanlığın iznine tabi olduğu, kuralı yer almıştır.

Davacılar tarafından; yerli ve yabancı ayrımı yapılmaksızın sulak alanlardaki bilimsel araştırmaların idarenin iznine tabi kılındığı, daha önce yürürlükte olan Yönetmelikte yerli araştırmacılar için izin şartı bulunmadığı, sadece bilgi vermelerinin yeterli olduğu, iptali istenilen ibareyle, Anayasanın 27. maddesinde güvence altına alınan bilim ve araştırma özgürlüğünün ihlal edildiği ileri sürülmüştür.

Davalı tarafından ise; önceki düzenlemede yerli araştırmacılar için bilgi verme yükümlülüğü öngörüldüğü, ancak, düzenli bilgi akışının sağlanamadığı, çalışmaların içeriğinden haberdar olunamadığı ve bu durumun alanda mükerrer araştırmalar yapılarak kaynak ve zaman israfına neden olunduğu, ayrıca, sulak alanlarda sadece biyolojik araştırmalar dışında, hidrojeolojik ve jeolojik araştırmalar ile incelemelerin de yapıldığı, düzenleme ile izin sistemi getirilerek, sulak alanların mutlak koruma bölgesi ile hassas koruma bölgeleri gibi koruma alanlarında, üreme dönemi gibi özel dönemlerde alana zarar verilmesinin engellenmesinin amaçlandığı savunulmuştur.

Yapılan değerlendirmede; sulak alanların korunması, geliştirilmesi ile ilgili işlemleri yapmak, bu kapsamda; sulak alanların yönetimine ilişkin usul ve esasları belirlemek konusunda yetkisi bulunan Bakanlıkça, yerli araştırmacıların sulak alanların koruma bölgeleri içerisinde yapacağı her türlü inceleme ve araştırmanın izin sistemine bağlanmasının, sulak alanların önem ve özellikleri de gözetildiğinde, bu alanların korunmasına yönelik olduğu anlaşılmış, bilimsel araştırma ve incelemelerin yasaklanmadığı, Bakanlıktan izin alınması koşuluna bağlandığı da dikkate alındığında, düzenleme ile Anayasa ile güvence altına alınan bilim ve araştırma özgürlüğünün ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmış ve iptali istenilen düzenlemede kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmamıştır.

Yönetmeliğin 13. maddesinin 1. fıkrasındaki “ulusal öneme haiz” ibaresinin, incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Yabancı türler” başlıklı 13. maddesinin 1. fıkrasında; Ramsar alanları ve ulusal öneme haiz sulak alanlara, hangi maksatla olursa olsun, bilimsel araştırma yapılmadan ve Bakanlığın uygun görüşü alınmadan yabancı türlerin atılamayacağı, bırakılamayacağı ve yerleştirilemeyeceği düzenlenmiştir.

Davacılar tarafından; Yönetmeliğin 13. maddesindeki düzenleme ile mahalli öneme haiz sulak alanlar ile yapay sulak alanlara, yabancı türlerin izinsiz atılmasının yolu açılarak sucul popülasyonlara doğal olmayan yollarla ve denetimsiz olarak müdahale edilerek türlerin yok olmasına ve sadece belirli türlerin yaşayabileceği ortamların oluşturulmasına neden olunacağı ileri sürülmüştür.

Davalı tarafından; mahalli öneme haiz sulak alanlar içerisinde yer alan sulama göletleri gibi yapay alanların balık yetiştiriciliği amacıyla kullanıldığı, bu nedenle bu alanlarda yetkinin mahalli sulak alan komisyonlarına bırakıldığı ileri sürülerek iptali istenilen ibarenin hukuka aykırı bir yönünün bulunmadığı ileri sürülmüştür.

Yapılan değerlendirmede; Ramsar alanları ve ulusal öneme haiz sulak alanlara bilimsel araştırma yapılmadan ve Bakanlığı görüşü alınmadan yabancı türlerin atılamayacağı kuralı getirilmiş ve madde metninde mahalli öneme haiz sulak alanlarla ilgili bir düzenlemeye yer verilmemiş ise de, Yönetmelikte yer verilen genel koruma ilkeleri ve kullanma esaslarının tüm sulak alanlar için geçerli olduğu, bu kapsamda sulak alanların kirletilmesinin, doğal yapıları ile ekolojik karakterlerinin korunmasının zorunlu olduğu ve mahalli öneme haiz sulak alanlarda koruma esaslarının belirtilen zorunluluklar doğrultusunda mahalli sulak alanlar komisyonlarınca belirleneceği göz önüne alındığında, maddede mahalli öneme haiz sulak alanlara yer verilmemesinin yabancı türlerin izinsiz olarak bu alanlara atılabileceği anlamını taşımadığı açık olup, söz konusu maddede hukuka aykırı bir yön bulunmamıştır.

Yönetmeliğin 18. maddesinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Sulak alanların belirlenmesi” başlıklı 18. maddesinde, “(1) Ulusal ve mahalli öneme haiz sulak alanların belirlenmesinde aşağıdaki usullere uyulur:

a) Ulusal öneme haiz sulak alanların belirlenmesi ve tescili: Bir alanın ulusal sulak alan olarak belirlenmesi için alanın bulunduğu mülki sınırlar dikkate alınarak, Bakanlığın taşra teşkilatı tarafından hazırlanacak etüt ve envanter raporu mahalli komisyona sunulur. Mahalli komisyon tarafından alanın ulusal öneme haiz sulak alan vasfında olduğuna karar verilmesi halinde dosya Ulusal Sulak Alan Komisyonuna sunulmak üzere Bakanlığa gönderilir. Bakanlıkça yapılan değerlendirme neticesinde alanın ulusal öneme haiz sulak alan vasfında olduğuna karar verilmesi halinde dosya görüşülmek ve karar verilmek üzere Ulusal Komisyona gönderilir. Ulusal Komisyonun da alanın ulusal öneme haiz sulak alan olduğuna karar vermesi halinde sulak alan sınırının tescili maksadıyla orman ve orman rejimine tabi alanlar ve Bakanlığın tasarrufunda olan alanlarda Bakanlıkça, bunun dışındaki alanlarda ise, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca tescil ve ilan edilir. b) Mahalli öneme haiz sulak alanların belirlenmesi: Bir alanın mahalli öneme haiz sulak alan olarak belirlenmesi için alanın bulunduğu mülki sınırlar dikkate alınarak, Bakanlık taşra teşkilatı tarafından hazırlanan rapor, mahalli komisyonda görüşülerek Genel Müdürlüğün onayına sunulur. Alanın mahalli öneme haiz bir sulak alan olarak değerlendirilmesi halinde, alanın sınırları tespit edilerek alana ilişkin koruma ve kullanma esasları belirlenir. Alan ve çevresinde yürütülecek faaliyetler, belirlenen koruma kullanma esasları çerçevesinde Bakanlık taşra teşkilatı tarafından değerlendirilerek sonuçlandırılır. Bu alanların izlenmesi yapılarak yılda bir kez mahalli komisyona rapor verilir. Komisyon izleme raporları ile ilgili değerlendirme yapar ve değerlendirme Bakanlığa gönderilir.” düzenlemeleri getirilmiştir.

Davacılar tarafından; iptali istenilen maddedeki düzenlemelerle, mahalli ve ulusal öneme haiz sulak alanların belirlenmesi yetkisinin mahalli sulak alan komisyonlarına bırakıldığı, bu komisyonların yerel yatırımcıların etkisine açık olacağı ve yöresel menfaatleri gözeteceği, dolayısıyla sulak alanların belirlenmesi konusunda koruma ilkeleri ile bağdaşacak kararların alınamayacağı ileri sürülerek söz konusu maddenin iptali istenilmiştir.

Davalı tarafından; Bakanlıkça sulak alanların biyolojik çeşitliliğinin araştırılarak tespitlerin yapıldığı ve bu çalışmaların komisyonlara sunulduğu, dolayısıyla bilimsel temelli bir yaklaşımla, hareket edildiği, öte yandan sulak alanların belirlenmesi ve söz konusu alanların tescil edilmesinin, üniversitelerin ve sivil toplum temsilcilerinin de bulunduğu, mahalli ve ulusal sulak alan komisyonlarında daha geniş katılımlı olarak değerlendirilmesinin korunan alanların etkin yönetimini sağladığı belirtilerek düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığı savunulmuştur.

Uyuşmazlığa konu düzenleme uyarınca; bir alanın ulusal öneme haiz sulak alan olarak belirlenebilmesi için, Bakanlığın taşra teşkilatınca hazırlanan etüt ve envanter raporunun mahalli komisyona sunulacağı, bu komisyonca alanın ulusal öneme haiz sulak alan vasfında olduğuna karar verilmesi durumunda, dosyanın Bakanlığa iletileceği, Bakanlıkça alana ilişkin değerlendirme yapılarak vasfının uygun görülmesi halinde, dosyanın ulusal sulak alan komisyonuna sunulacağı ve bu komisyonca da uygun görülmesi halinde alanın ulusal öneme haiz sulak alan olarak tescil edilebileceği anlaşılmaktadır.

Yapılan değerlendirmede; tüm illerde kurulan sulak alan komisyonunun, il valisi veya valinin görevlendireceği vali yardımcısı, Bakanlık Bölge Müdürü, Şube Müdürü, DSİ Bölge Müdürü, Orman Bölge Müdürü, Çevre ve Şehircilik İl Müdürü, Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü, sulak alanın bulunduğu ilçenin kaymakamı, belediye mücavir alanı içerisinde ise ilgili belediye başkanı, il ziraat odası başkanı, varsa su ürünleri kooperatiflerinden bir, avcılık ve atıcılık derneklerinden bir, mahalli üniversitelerin ilgili bilim dallarından, aynı daldan olmamak şartıyla iki, sulak alanlar konusunda faaliyet gösteren mahalli sivil toplum kuruluşlarından bir temsilcinin katılımı ile oluştuğu ve tüm üyelerin alınacak kararlarda oy hakkı bulunduğu, ayrıca komisyona kurum, kuruluş ve kişilerin gözlemci olarak katılabileceği ve bunların da oy kullanabileceği göz önüne alındığında, sulak alanların belirlenmesi konusunda, “katılımcı çevre yönetimi” ilkesinin benimsendiği, öte yandan, ulusal öneme haiz sulak alanların belirlenmesi konusunda tek yetkinin mahalli sulak alan komisyonunda olmadığı ve bu komisyonun bakanlığın taşra teşkilatı tarafından hazırlanan bilimsel raporları, yine Ramsar Sözleşmesi Taraflar Toplantısında kabul edilen kriterlere göre değerlendireceği sonucuna varıldığından, davacıların iddiaları yerinde görülmemiş ve dava konusu düzenlemede hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Yönetmeliğin 20. maddesinin 1. fıkrasındaki ve 21. maddesinin 1. fıkrasındaki “zorunlu olmadıkça” ibaresinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin 20. maddesinin 1. fıkrasında; mutlak koruma alanlarının zorunlu olmadıkça özel mülkiyete konu olmamasının esas olduğu, 21. maddesinin 1. fıkrasında da; hassas koruma bölgelerinin zorunlu olmadıkça özel mülkiyete konu olmamasının esas olduğu, düzenlemesi yer almıştır.

Davacılar tarafından; mutlak koruma bölgesi ve hassas koruma bölgesinin nitelikleri göz önüne alındığında, bu bölgelerin insan faaliyetlerinden uzak tutulmasıyla korunabileceği, iptali istenilen ibarelerin ise bu alanların özel mülkiyete açılmasına neden olucağı ve düzenlemelerde kamu yararının bulunmadığı ileri sürülerek iptali gerektiği ileri sürülmüştür.

Davalı tarafından; bu alanlarda Yönetmelikte belirtilenler dışında hiçbir faaliyete izin verilmediğinden ve Bakanlığın kamulaştırma yetkisi bulunmadığından, düzenleme ile sulak alanların mutlak ve hassas koruma bölgeleri tespit edilirken özel mülkiyete konu olmaması esasının getirilerek şahısların mülkiyet haklarının korunmasının amaçlandığı savunulmuştur.

Yapılan değerlendirmede; mutlak koruma bölgeleri ve hassas koruma bölgelerinin, barındırdığı ekosistem ve sulak alanların korunması açısından önemi nedeniyle, bilimsel faaliyetler ile doğal yapısının devamlılığını sağlayacak faaliyetlere izin verilen, yapılaşmaya yasaklanmış alanlar olduğu göz önüne alındığında, kazanılmış hakların da korunması amacıyla, bu alanların özel mülkiyete konu olmaması esasının getirildiği, öte yandan, “zorunlu olmadıkça” ibaresi ile özel mülkiyete konu olup mutlak ve hassas koruma bölgesi vasıflarını taşıyan alanların, koruma bölgesi olarak belirlenmesine olanak sağlandığı görüldüğünden, düzenlemede koruma ilke ve esaslarına aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Yönetmeliğin 20. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendinin ve (b) bendindeki “su” ibaresinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Mutlak koruma bölgesinde uygulama esasları” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; “Mutlak koruma bölgesi uygulama esasları şunlardır;

a) Bilimsel ve koruma maksatlı faaliyetler ile kuş gözlemi ve görüntü alınması Bakanlığın iznine tabidir. b) Su kuşlarının üreme döneminde alanda su ürünleri istihsali yapılamaz, hayvan otlatılamaz. c) Bakanlıkça gerekli görüldüğünde alan çitle çevrilir. ç) (a), (b) ve (c) bentlerinde belirtilenlerin dışında hiçbir faaliyete izin verilmez.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacılar tarafından; mutlak koruma bölgelerinde bilimsel araştırmalar yapılmasının, sulak alan ekosistemine bağlı olan türlerin ve tehdit altında olup olmadıklarının tespiti ile koruma önceliklerinin belirlenmesindeki önemi dikkate alındığında, bilimsel ve koruma amaçlı faaliyetler ile kuş gözlemi ve görüntü alınmasının Bakanlığın iznine tabi tutulmasının, Anayasanın 27. maddesinde güvence altına alınan bilim ve araştırma özgürlüğünü ihlal ettiği, öte yandan; maddenin 2. fıkrasının (b) bendinde; sadece su kuşlarının üreme döneminde alanda su ürünleri istihsali yapılamayacağı ve hayvan otlatılamayacağı düzenlenerek, su kuşları dışındaki diğer kuşların koruma kapsamından çıkarıldığı, bunun kamu yararına aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Davalı tarafından ise; mutlak koruma bölgelerinin, çok hassas ve koruma açısından birinci derece önem taşıyan bölgeler olduğu, en ufak bir faaliyetin yaban hayatına olumsuz etkileri olabileceği değerlendirilerek, bilimsel ve koruma amaçlı faaliyetler ile kuş gözlemi ve görüntü alınmasında izin sistemi getirildiği, ayrıca; su kuşlarının üreme dönemi ile diğer kuşların üreme dönemlerinin aynı olduğu ve 15 Mart – 15 Haziran tarihleri arasında değiştiği, dolayısıyla uyuşmazlığa konu maddedeki “su kuşları” ibaresinin koruma açısından sakıncasının bulunmadığı savunulmuştur.

Yapılan değerlendirmede; Yönetmeliğin 12. maddesinin 2. fıkrası yönünden yukarıda yapılan incelemede belirtildiği üzere, Bakanlığın sulak alanların korunması, geliştirilmesi ile ilgili işlemleri yapmak, bu kapsamda; sulak alanların yönetimine ilişkin usul ve esasları belirlemek konusunda yetkisinin bulunduğu, mutlak koruma bölgelerinin, su kuşlarının yoğun ve toplu olarak kuluçka yaptığı, konakladığı veya kışladığı, nesli tehlikede ve dar yayılışlı olup, korunması gerekli doğal bitki türlerinin bulunduğu, koruma açısından birinci derece önem taşıyan bölgeler olduğu gözetildiğinde, bilimsel ve koruma amaçlı faaliyetler ile kuş gözlemi ve görüntü alınmasında izin sistemi getirilmesinin, bu alanların korunmasına yönelik olduğu anlaşılmış olup iptali istenilen düzenlemede kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmamıştır.

Öte yandan; Yönetmeliğin dayanağı Ramsar Sözleşmesinin 1. maddesinde, Sözleşmenin amacı bakımından, ekolojik olarak sulak alanlara bağımlı olan kuşların su kuşları olduğu belirtildiğinden, uyuşmazlığa konu maddenin 2. fıkrasının (b) bendinde yer verilen “su kuşları” ibaresinin genel ve kapsayıcı nitelikte olduğu, dolayısıyla, mutlak koruma bölgelerinde kuluçka yapan, konaklayan ve kışlayan tüm kuş türlerini ifade ettiği anlaşıldığından, iptali istenilen ibarede koruma ilke ve esaslarına aykırılık bulunmamıştır.

Yönetmeliğin 22. maddesinin 1. fıkrasının (a), (b) ve (ğ) bentlerinin ve (d) bendindeki “malzeme çıkarımı”, “kültür balıkçılığı” ibarelerinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Sürdürebilir kullanım bölgesi uygulama esasları” başlıklı 22. maddesinde; “(1) Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları şunlardır;

a) Bu alanlardaki doğal kaynak kullanımlarında mevcut geleneksel kullanıma devam edilir. b) Yeni bir faaliyet talep edilmesi durumunda sulak alan ekosistemine zarar vermemesi şartı ile kullanıma yönetim planında yer verilebilir. c) Çeltik tarımı ve su ürünleri istihsali yapılabilir. ç) Kuş gözlem yapıları, gözlemevleri, seyir maksatlı yaya yolları, ziyaretçilerin ihtiyacını karşılamak amacıyla imar planı gerektirmeyen uygulamalar yapılabilir. Bu madde kapsamında planlanan projelere, alanların ekolojik yapılarına göre ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlük, Mahalli öneme haiz sulak alanlarda Bölge Müdürlüğünce izin verilir. d) İçme, kullanma ve sulama suyu projelerine ait baraj, gölet, kanal, kanalet, pompa istasyonu gibi zorunlu altyapı projeleri, ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır. Madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesisler izin belgesi almak kaydıyla ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır. e) 10 uncu ve 11 inci maddelerde yer alan usul ve esaslar çerçevesinde ticari turba çıkarımı ve saz kesimi yapılabilir. f) Hayvan otlatılabilir. g) Bu Yönetmelikte izin verilenler dışında hiçbir faaliyete ve yapılaşmaya izin verilemez. ğ) Yapılaşmaya ilişkin uygulamalarda 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümleri geçerlidir.” düzenlemesi yer almıştır.

Davacılar tarafından; sürdürülebilir kullanım bölgelerinde yapılacak ekonomik faaliyetlerin, alanın ekolojik dengesinin bozulmaması ve mevcut geleneksel yöntemlerle sürdürülmesi esasına uygun olması gerekirken, uyuşmazlığa konu maddenin iptali istenilen (a) ve (b) bentleri ile (d) bendindeki “malzeme çıkarımı”, “kültür balıkçılığı” ibareleriyle izin verilen faaliyetlerin, geleneksel yöntemle yapılamayacağı ve bu alanlarda suni gübre, pestisist gibi zararlı maddelerin kullanımına yol açacağı, (ğ) bendi ile de bu bölgelerin yapılaşmaya açılmasına neden olunacağı, sonuç olarak, düzenlemelerin bu alanların korunması amacından uzak olduğu ileri sürülerek iptali istenilmiştir.

Davalı tarafından; dava konusu düzenlemelerin, insan faaliyetlerinin yoğun olarak devam ettiği ve belli oranda tahrip olmuş sulak alanların, kazanılmış haklar da dikkate alınarak, daha fazla tahrip edilmesini engellemek amacıyla getirildiği, bölgedeki geleneksel faaliyetlere devam edilmesinin, aynı nitelikte yeni faaliyet taleplerinin ise bilimsel çalışmalar sonucunda oluşturulan yönetim planlarında yer verilmesi şartıyla izin verilmesinin, korumayı zayıflatmayacağı, ayrıca, sadece maddede sayılan yapıların inşasına izin verileceğinden (ğ) bendindeki düzenlemenin alanın yapılaşmaya açılması sonucunu doğurmayacağı savunulmuştur.

Yapılan değerlendirmede; Yönetmeliğin 4. maddesinde yer verilen, sürdürülebilir kullanın bölgesi tanımında belirtildiği üzere, bu bölgelerin, balıkçılık, sazcılık, turba çıkarımı, ormancılık, toplayıcılık, tarım ve hayvancılık gibi ekonomik faaliyetlerin geleneksel olarak sürdürüldüğü bölgeleri ifade ettiği, bu kapsamda; Yönetmeliğin iptali istenilen 22. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, kaynak kullanımların geleneksel yöntemlerle devam edileceği kuralı getirildiği, (b) bendinde ise, belirtilen nitelikteki yeni faaliyet taleplerine ekosisteme zarar verilmemesi ve yönetim planlarında bulunması şartıyla de izin verilebileceğinin düzenlendiği, sulak alanların akılcı kullanımını sağlamak üzere koruma, kullanma, araştırma, izleme ve denetim gibi etkinliklerin ve tedbirlerin tümünü bütüncül bir yaklaşımla tanımlayan yönetim planlarının, Bakanlıkça Ramsar Sözleşmesi Sulak Alan Yönetim Planı Rehberi esas alınarak yaptırılacağı veya yapılacağı, planların hazırlanması sürecine, ilgili bakanlıkların, valiliklerin, yerel yönetimlerin, gönüllü kuruluşların ve bilim adamlarının katılımının sağlanacağı, planlar ile koruma bölgeleri için asgari kuralları değiştirmeyecek şekilde ilave düzenlemeler getirilebileceği göz önüne alındığında, iptali istenilen düzenlemelerde bu alanların korunması ve akılcı kullanımı ilkesine aykırılık bulunmadığı anlaşılmıştır.

Yönetmeliğin uyuşmazlığa konu 22. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde; bu alanlarda kültür balıkçılığı ve malzeme çıkarımı gibi faaliyetlerin ulusal öneme haiz sulak alanlar ile Ramsar alanlarında Genel Müdürlüğün izniyle yapılabileceği düzenlenmiş ise de; bu alanlarda Yönetmeliğin 29. maddesi uyarınca yönetim planları hazırlanmasının zorunlu olması ve uygulamadan sorumlu kurum ve kuruluşlar ile gerçek ve tüzel kişilerin bu plan hükümlerine uygun işlem yapmakla yükümlü olmaları karşısında, bu faaliyetlere ancak yönetim planlarında yer verilmesi halinde izin verilebileceği sonucuna varıldığından, iptali istenilen ibarelerde de hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Öte yandan; sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esaslarının düzenleyen dava konusu maddede, bu alanlarda, sadece kuş gözlem yapıları, gözlemevleri, seyir maksatlı yaya yolları, ziyaretçilerin ihtiyacını karşılamak amacıyla imar planı gerektirmeyen uygulamalar yapılabileceği kurala bağlandığından, yapılaşmaya ilişkin uygulamalarda 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümlerinin geçerli olduğu yolundaki düzenlemenin, maddede sayılan ve burada inşa edilebilecek yapılara ilişkin olduğu anlaşıldığından, davacıların alanın yapılaşmaya açıldığı yolundaki iddiası yerinde görülmemiş ve iptali istenilen (ğ) bendinde, koruma ilke ve esaslarına aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Yönetmeliğin 23. maddesinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Kontrollü Kullanım Bölgesi Uygulama Esasları” başlıklı 23. maddesinde, “(1) Sulak alan ekosistemini etkileyecek insan faaliyetlerinin yoğun olduğu, koruma bölgeleri belirlenmeden önce kurulmuş veya ilgili idarece onaylı çevre düzeni planı, nazım imar planı ve uygulama imar planlarında yer alan, kentsel gelişimi zorunlu olarak bu bölgede kalan yerleşim yerlerinin zorunlu gelişimi için onaylı mekânsal planlarla getirilen kararlarla ekolojik açıdan tekrar değerlendirilmek suretiyle koruma bölgelerinin tespiti esnasında veya yönetim planları ile kontrollü kullanım bölgesi belirlenir.

(2) Kontrollü kullanım bölgesi olarak belirlenen alanlar içinde gerçekleştirilecek Ek-1’de yer alan faaliyetler için ayrıca ekosistem değerlendirme raporu hazırlanarak, faaliyetin sulak alana muhtemel etkileri önleyici ve telafi edici tedbirler tadat edilerek, ilgili idare tarafından bu tedbirlerin ne şekilde alınacağı, nasıl izleneceği, risk ve tehlike göstergelerinin neler olduğu, ekosistem raporu ekinde taahhüt edilerek, gerektiğinde Bakanlıkça alınması istenen ilave tedbirlere de uyacağı taahhüt edilir. Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınarak bu bölgelerdeki uygulamalar, sorumlu kurum ve kuruluşlar tarafından gerçekleştirilir. İzin belgesi tanzim edilir.” düzenlemeleri getirilmiştir.

Davacılar tarafından; dava konusu düzenleme ile kontrollü kullanım bölgelerinde her türlü yatırım ve faaliyete olanak sağlandığı, her ne kadar maddede yapılacak faaliyetler için ekosistem değerlendirme raporu hazırlanması zorunluluğu getirilmiş ise de Yönetmelikte bu rapor katı, sıvı ve gaz atıklar ile sulak alanı olumsuz olarak etkilemesi muhtemel veya sulak alanın peyzaj değerine zarar verecek faaliyetler için gerekli olan rapor olarak tanımlandığından, bu kapsamda olmadığı öne sürülen faaliyetler için rapor hazırlanmayacağı, düzenlemenin taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve sulak alanların korunması esaslarıyla bağdaşmadığı ileri sürülmüştür.

Davalı savunmasında; dava konusu düzenleme ile ekosistem değerlendirme raporu uygulamasının Yönetmeliğe entegre edilerek, Yönetmeliğin Ek-1’inde yer verilen tüm proje ve tesislerin sulak alana olabilecek etkilerinin bilimsel olarak ortaya konulmasının amaçlandığı belirtilerek, korumayı artıran bir yaklaşım benimsendiğinden düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığı savunulmuştur.

Yapılan değerlendirmede; koruma bölgeleri belirlenmeden önce kurulmuş veya ilgili idarelerce onaylanmış çevre düzeni planı, nazım imar planı ve uygulama imar planlarında yer alan yerleşim yerleri ile kentsel gelişim bölgelerinde kalan kontrollü kullanım bölgelerinin insan faaliyetlerinin yoğun olduğu ve bu faaliyetlerin sulak alan ekosistemine olumsuz etkilerinin asgariye indirilmesi için gereken tedbirlerin alındığı koruma bölgesi olduğu, bu alanlarda Yönetmeliğin Ek-1’inde yer alan tüm projelerin uygulanabilmesi ve tesislerin kurulabilmesi için ayrıca ekosistem değerlendirme raporu hazırlanarak, faaliyetin sulak alana muhtemel etkilerini önleyici ve telafi edici tedbirlerin belirlenmesi, ilgili idare tarafından bu tedbirlerin ne şekilde alınacağının, nasıl izleneceğinin, risk ve tehlike göstergelerinin neler olduğunun raporun ekinde taahhüt edilmesi ve Bakanlıkça alınması istenen ilave tedbirlere uyulması gerektiği, dolayısıyla, bu alanlarda her türlü projenin uygulanması olanağının bulunmadığı, öte yandan, bu alanlar için sulak alanların akılcı kullanımını sağlamak üzere koruma, kullanma, araştırma, izleme ve denetim gibi etkinliklerin ve tedbirlerin tümünü bütüncül bir yaklaşımla tanımlayan yönetim planları hazırlanmasının da Yönetmelikle zorunlu kılındığı göz önüne alındığında, anılan düzenlemede koruma ilke ve esaslarına aykırılık bulunmamıştır.

Yönetmeliğin 24. maddesinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Tampon bölgede uygulama esasları” başlıklı 24. maddesinde, “(1) Bu bölgede;

a) Katı atık düzenli depolama alanına, katı atık bertaraf tesislerine, bu Yönetmelikte izin verilenlerin dışında maden ocaklarının açılmasına ve işletilmesine, Endüstri bölgesi ilan edilmesine, organize sanayi bölgesi ve serbest bölge sanayi alanı kurulmasına ve Ek-1’de belirtilen faaliyetlerin yapılmasına izin verilmez.

b) Ek-2’de belirtilen faaliyetlerin yapımı ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün iznine tabidir. Bu listede yer alan faaliyetler için Bakanlıkça belirlenecek başvuru formu çerçevesinde, bu Yönetmelik kapsamındaki alanlar için gerekli ekosistem değerlendirme raporu ile birlikte Bölge Müdürlüğüne müracaat edilir, müracaat başvuru tarihinden itibaren en geç bir ay içerisinde sonuçlandırılır. Ek-2 listesinde yer alan faaliyetlerin hangilerinden ekosistem değerlendirme raporu isteneceğine faaliyetin alana ve ekosisteme olan etkisi dikkate alınarak Bakanlıkça karar verilir. ÇED süreci kapsamında Ekosistem Değerlendirme Raporu hazırlanan faaliyetlerden tekrar rapor hazırlanması istenmez. Ekosistem değerlendirme raporunda telafi edici ve önleyici tedbirlerin yeterli görülmesi halinde başvuru sahibine izin belgesi verilir. Bu faaliyetler için verilecek izin belgeleri beş yıl süre ile geçerli olup, süre bitiminde Bakanlıkça belirlenen şartlara uyulduğunun tespitini müteakip, yenilenir. Gerektiğinde ilave tedbirlerin alınması sağlanır ya da faaliyete son verilir. İzin belgelerinde belirtilen şartlara uyulmaması halinde Bakanlık verilen belgeleri iptal yetkisine sahiptir. Mevcut izinli tesislere yapılacak ilave tesisler için izin belgesinin yenilenmesi gerekmektedir. Faaliyetin uzun süreli bir yatırım olması halinde, Faaliyet sahibi tarafından, Bakanlıkça belirlenecek ilave tedbirlerin alınacağı taahhüt edildikten sonra faaliyete izin verilir.

(2) Sulak alan koruma bölgelerinde yürütülecek proje ve faaliyetler için müracaatı kabul edilen kişilerin başvuruları en geç 30 gün içinde sonuçlandırılır.” hükümlerine yer verilmiştir.

Davacılar tarafından; tampon bölgelerin sulak alan ekosistemini korumak amacıyla tanımlanan, en önemli koruma bölgelerinden biri olduğu, bu nedenle Yönetmeliğin Ek-1’inde yer alan faaliyetlerin bu bölgelerde yasaklandığı, ancak, iptali istenilen maddede Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci kapsamında, ekosistem değerlendirme raporu hazırlanan faaliyetlerden tekrar rapor hazırlanması istenilmeyeceği düzenlenerek, ekosistem değerlendirme raporlarının ÇED raporu yerine geçmesine neden olunduğu, ayrıca, EK-2 listesindeki faaliyetler için izin başvurularının 30 gün içinde sonuçlandırılması zorunluluğu getirilerek, izin süreçlerinin yatırımcılar lehine en kısa sürede sonuçlandırılmasının amaçlandığı, oysa bu sürenin başvuruların sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi için yeterli olmadığı ileri sürülmüştür.

Davalı tarafından; düzenleme ile ekosistem değerlendirme raporunun, ÇED raporunun ekinde hazırlanması durumunda, mükerrer rapor hazırlanmasına neden olunmaması için ayrıca istenilmediği, ekosistem değerlendirme raporunun ÇED raporunun yerine geçmesinin söz konusu olamayacağı, izin başvurularının 30 gün içinde sonuçlandırılması yolundaki düzenlemenin ise idarenin hizmetlerinin etkin bir şekilde yürütülmesi için getirildiği savunulmuştur.

Yapılan değerlendirmede; dava konusu düzenleme ile tampon bölgelerde Yönetmeliğin Ek-1’inde yer alan faaliyetlerin sulak alan ekosistemine zarar vereceği değerlendirilerek yasaklandığı, nispeten etkilerinin alınacak önlemlerle azaltılabileceği öngörülen ve Ek-2 listesinde yer alan faaliyetlerin ise Genel Müdürlüğün izniyle yapılmasına imkan tanındığı, düzenleme uyarınca bu faaliyetlerin hangileri için ekosistem değerlendirme raporu hazırlanacağının faaliyetin alana ve ekosisteme olan etkisi dikkate alınarak Bakanlıkça belirleneceği, ÇED süreci kapsamında ekosistem değerlendirme raporu hazırlanması durumunda tekrar rapor hazırlanmasının istenilmeyeceği, Genel Müdürlükçe izin verilen faaliyetlerin beş yıl süreyle geçerli olduğu, izin belgesinde belirtilen şartlara uyulup uyulmadığının denetleneceği ve uyulmadığının tespit edilmesi halinde ise iznin iptal edileceği hususları birlikte değerlendirildiğinde, düzenlemede koruma-kullanma dengesinin gözetildiği sonucuna varılmıştır.

Öte yandan; davacılar tarafından, düzenleme ile ÇED süreci kapsamında, ekosistem değerlendirme raporu hazırlanan faaliyetlerden tekrar rapor hazırlanması istenilmeyeceği düzenlenerek, ekosistem değerlendirme raporlarının ÇED raporu yerine geçmesine neden olunduğu ileri sürülmüş ise de madde metninden bu anlamın çıkmadığı ve 2872 sayılı Çevre Kanunu hükümleri ile ÇED Yönetmeliğinde yer alan düzenlemelerin buna cevaz vermediği açıktır. Nitekim, ÇED Yönetmeliğin eki listelerde yer alan projeler için ÇED süreci işletililip, ÇED olumlu ya da ÇED gerekli değildir kararı alınmadan, bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemeyeceği, proje için yatırıma başlanamayacağı ve ihale edilemeyeceği dikkate alındığında davacıların iddiaları yerinde görülmemiştir.

İptali istenilen maddede yer verilen, izin başvurularının 30 gün içinde sonuçlandırılması yolundaki düzenlemenin ise, yapılan başvuruların sürüncemede kalmasını engellemek ve hizmetlerin etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacını taşıdığı ve idarenin iç işleyişine ilişkin olduğu anlaşıldığından, düzenlemede hukuka aykırı bulunmamıştır.

Yönetmeliğin 28. maddesinin 1. fıkrasındaki “mahalli komisyonda değerlendirme yapılır ve karar verilmek üzere dosya Bakanlığa gönderilir” cümlesinin ve Yönetmeliğin 36. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin birlikte incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Ramsar alanlarının sınırlarının tespiti ve ilanı” başlıklı 28. maddesinin 1. fıkrasında; “Ramsar Alanı (Uluslararası öneme haiz sulak alan): Bakanlık taşra teşkilatı tarafından uluslararası öneme haiz sulak alan niteliklerinden en az bir kritere sahip olduğuna karar verilen sulak alan hakkında, mahalli komisyonda değerlendirme yapılır ve karar verilmek üzere dosya Bakanlığa gönderilir. Bakanlıkça, ilgili bakanlıklar ve kuruluşların da görüşleri alındıktan sonra Ulusal Komisyona sunulur, Ulusal Komisyonun uygun görüşü alındıktan sonra Ramsar listesine dâhil edilmek üzere Resmî Gazete’de yayımlanır. “; aynı Yönetmeliğin “Mahalli komisyonun görevleri” başlıklı 36. maddesinde; “(1) Komisyon, bulunduğu il dâhilinde aşağıda belirtilen işleri yapar: a) Bakanlık taşra teşkilatı tarafından raporu hazırlanan sulak alan vasıflı bir alanın önem derecesini belirleyip Bakanlığa görüş vermek, b) Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile daimi veya mevsimsel akarsuların koruma ve kullanma esaslarını belirlemek ve yıllık izleme raporlarını değerlendirmek,” hükümleri getirilmiştir.

Davacılar tarafından; daha önce yürürlükte bulunan ve 17/5/2005 tarihli ve 25818 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde, ulusal sulak alan komisyonunun aldığı kararları uygulama görevi üstlenen mahalli komisyonların, uyuşmazlığa konu düzenlemelerle karar alıcı organ vasfını kazandığı, mahalli komisyonlara karar alma yetkisi verilmesinin, sulak alanların korunması konusunda engel oluşturacağı, nitekim, mahalli komisyonların yerel yönetimlerin çıkarları doğrultusunda karar verebileceği, yerel yatırımcıların etkisine açık olacağı ve yöresel menfaatleri gözeteceği, komisyon üyelerinin mesleki ve akademik formasyondan yoksun olduğu da gözetildiğinde, sulak alanların belirlenmesi konusunda koruma ilkeleri ile bağdaşacak kararların alınamayacağı, ileri sürülerek, söz konusu düzenlemelerin iptali istenilmiştir.

Davalı tarafından; uluslararası ve ulusal mevzuatta mahalli sulak alan komisyonlarının karar almasına engel bir düzenleme bulunmadığı, ulusal sulak alan komisyonunun, Ülkemizde tespit edilen 1500’ü aşkın sulak alan için tek elden koruma uygulamaları yürütmesinin etkin ve hızlı karar alınmasına engel oluşturacağı, kaldı ki, mahalli komisyonların Bakanlık taşra teşkilatının uzman personellerinin hazırladığı raporlar doğrultusunda çalışmalar yaptığı, ayrıca, komisyonlarda bakanlıklar ile kurum ve kuruluşların taşra teşkilatı personellerinin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin yer aldığı belirtilerek düzenlemelerde hukuka aykırılık bulunmadığı savunulmuştur.

Yönetmeliğin uyuşmazlığa konu 28. maddesi uyarınca; bir sulak alanın, Ramsar alanı olarak belirlenmesi ve tescil edilebilmesi için, öncelikle, Bakanlık taşra teşkilatı tarafından, alanın, Ramsar Sözleşmesi Taraflar Toplantısında kabul edilen; eşine az rastlanır veya sıra dışı biyo-coğrafi bölgedeki sulak alanlara dair özgül bir örnek oluşturması, kayda değer miktarda nadir, tehlikeye düşebilir veya tehlike altındaki bitki ve hayvan türlerini desteklemesi veya bu türlerin bir veya daha fazla bireylerini (kayda değer sayıda) içermesi, flora ve faunanın özellikleri ile kalitesinden dolayı bir bölgenin ekolojik ve genetik çeşitliliğini sürdürebilmek için özel bir değerinin olması, verimliliğini veya çeşitliliğini gösterecek özellikteki, önemli sayıda su kuşunu düzenli olarak desteklemesi gibi kriterlerden en az birine sahip olduğunun tespit edilmesinin gerektiği, bunun üzerine, konu hakkında mahalli komisyon tarafında değerlendirme yapılarak, dosyanın Bakanlığa gönderileceği, Bakanlıkça, ilgili bakanlıklar ve kuruluşların da görüşleri alındıktan sonra dosyanın ulusal komisyona sunulacağı, ulusal komisyonun uygun görüşü alındıktan sonra Ramsar listesine dahil edilmek üzere Resmi Gazetede yayımlanacağı anlaşılmaktadır.

Bu durumda; bir sulak alanın Ramsar alanı olarak tescil edilmesinde, karar alıcı tek organın mahalli sulak alan komisyonları olmadığı, esasen, bu konuda mahalli komisyonların sadece görüş ve değerlendirmelerinin alındığı, Bakanlığın, kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri ve ulusal sulak alan komisyonunun uygun görüşü üzerine işlemlerin tamamlanacağı, dolayısıyla, Bakanlıklar ile kurum ve kuruluşların taşra teşkilatları, oda, dernek ve kooperatiflerin, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve üniversitelerin ilgili bilim dallarından öğretim üyelerinden oluşan, mahalli sulak alan komisyonlarının Ramsar alanlarının belirlenmesi konusunda değerlendirmelerde bulunmasının, daha sağlıklı ve katılımcı kararlar alınmasında etkin rol oynayacağı değerlendirildiğinde, düzenlemede koruma ilkeleri ile üst hukuk normlarına aykırılık bulunmamıştır.

Öte yandan; Yönetmeliğin ilgili maddeleriyle ilgili yapılan değerlendirmede açıklandığı üzere, uyuşmazlığa konu Yönetmelik ile önem ve öncelikleri bakımından sulak alanların ulusal öneme haiz sulak alan, Ramsar alanı ve mahalli öneme haiz sulak alan olarak sınıflandırılmasında ve mahalli öneme haiz sulak alanların yönetimi, koruma-kullanma esaslarının uygulanması, denetimi ve izlenmesi yetki ve görevinin, yerinden yönetim ilkesi benimsenerek ve il bazında oluşturulan mahalli sulak alan komisyonlarına verilmesinde ve bu kapsamda; mahalli sulak alan komisyonların görevlerinin belirtilmesine ilişkin Yönetmeliğin dava konusu 36. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (b) bentlerindeki düzenlemelerde hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Yönetmeliğin 31. maddesinin 1. fıkrası ile 2. fıkrasındaki “yükseköğretim kurum ve sivil toplum kuruluş üyeleri Bakanlıkça belirlenir” ibaresinin incelenmesinden;

Yönetmeliğin “Ulusal Komisyonun teşekkülü” başlıklı 31. maddesinde, “(1) Ulusal Komisyon, Bakanlık Müsteşarının veya görevlendireceği Müsteşar Yardımcısının başkanlığında, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü, Su Yönetimi Genel Müdürü, Devlet Su İşleri Genel Müdürü, Orman Genel Müdürü, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürü, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekânsal Planlama Genel Müdürü, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürü, yükseköğretim kurumlarının biyoloji ve ziraat bilim dallarından, aynı daldan olmamak şartıyla iki, sulak alanlar konusunda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarından iki olmak üzere toplam 13 kişiden oluşur. Gerektiğinde alt komisyonlar kurulabilir.

(2) Komisyonda yer alacak yükseköğretim kurum ve sivil toplum kuruluş üyeleri Bakanlıkça belirlenir ve iki yılda bir yenilenir. Görev süresi dolan üyeler yeniden belirlenebilir.” hükümleri getirilmiştir.

Davacılar tarafından; ulusal sulak alan komisyonun oluşumunun antidemokratik olduğu gibi Ramsar Sözleşmesine de aykırılık taşıdığı, sivil toplum kuruluşlarından iki, yüksek öğretim kurumlarından iki olmak üzere sadece dört üyenin bürokrat kökenli olmadığı, komisyon oluşumunda sulak alanların seçiminde önem arz eden ekoloji, botanik, zooloji, limnoloji ve hidroloji gibi bilim dallarından uzmanlara yer verilmediği, yükseköğretim ve sivil toplum kuruluşlarından üye seçiminin Bakanlığa bırakılarak eleştirel bir tavır sergileyen kesimlerin komisyona dahil edilmesinin önüne geçildiği iddia edilerek anılan maddedeki ilgili ibarenin iptali istenilmiştir.

Davalı idare tarafından; Yönetmelikte getirilen düzenlemelerle komisyona sulak alanlar konusunda çalışan ve proje yapan teknik kurum ve kuruluşların, akademisyenlerin ve sivil toplum kuruluşlarının dahil edilmeye çalışıldığı, davacıların belirttiği bilim dallarının Biyoloji Anabilim Dalının alt bölümleri olduğu, dolayısıyla madde metninde bu kollara yer verilmemesi gibi bir durumun söz konusu olmadığı, akademik personele ve sivil toplum kuruluşlarının üyelerine ilişkin eski yönetmelikteki hükümlerin korunduğu, dolayısıyla yeni bir düzenleme getirilmediği, bununla birlikte, komisyon kararlarının neredeyse tamamının oybirliği ile alındığı, Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın daha önceki Yönetmeliğe karşı dava açmış olmasına rağmen 2012 yılında Komisyona davet edildiği ve katıldığı, dolayısıyla sivil toplum kuruluşlarına karşı önyargılı hareket edilmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığı ileri sürülerek düzenlemelerde hukuka aykırılık bulunmadığı savunulmuştur.

Yapılan değerlendirmede; ulusal sulak alan komisyonun, ilgili Bakanlıkların merkez teşkilatı, sulak alanlar konusunda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve üniversitenin biyoloji ve ziraat bilim dallarından üyelerden oluştuğu, ekoloji, botanik, zooloji, limnoloji ve hidroloji gibi bilim dallarının biyoloji ve ziraat bilim dallarının alt dalları olduğu, öte yandan, tüm üyelerin alınacak kararlarda oy hakkı bulunduğu, ayrıca, Yönetmeliğin 33. maddesindeki düzenleme uyarınca, Bakanlık tarafından uygun görülen, kamu kurum ve kuruluşları ile üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının yetkili temsilcilerinin, gündemle ilgili görüşlerinin alınması amacıyla gözlemci olarak komisyon toplantısına davet edilebileceği, komisyona gözlemci sıfatı ile katılan temsilcilerin kendilerini ilgilendiren konu ile ilgili oylamaya katılabileceği hususları birlikte değerlendirildiğinde, komisyonun oluşumunda, uzmanların bulunmasına önem verildiği ve sulak alanların yönetiminde ve kullanılmasında araç olarak “katılımcı çevre yönetimi” ilkesinin benimsendiği anlaşılmıştır.

Öte yandan; ulusal sulak alan komisyonunda yer alacak yükseköğretim kurum ve sivil toplum kuruluş üyelerinin Bakanlıkça belirlenmesinin, sulak alanların korunması ve yönetimine ilişkin usul ve esasların tespit edilmesi konusunda Bakanlığa tanınan yetki kapsamında olduğu ve kamu yararı ile hizmet gereklerine aykırılık taşımadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Bu itibarla; iptali istenilen düzenlemelerde hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Yönetmeliğin Ek.1 ve Ek.2 listelerinde yer alan “Sulak Alan Koruma Bölgelerinde” ibaresinin incelenmesine gelinc;

Davacılar tarafından; daha önce yürürlükte olan Yönetmelikte, Ek-1 ve Ek-2 listesinin başlıklarının “Tampon Bölgede Yapılması Yasak Olan Faaaliyetler” ve Tampon Bölgede Yapılması Bakanlık İznine Tabi Olan Faaliyetler” olarak düzenlenmişken, tampon bölge yerine, “Sulak Alan Koruma Bölgeleri” ibareleri getirilerek, sulak alanların istisnaya yer verilmeden faaliyete açıldığı ve düzenlemede koruma ilkelerine uyarlık bulunmadığı ileri sürülmüştür.

Davalı savunmasında; daha önce yürürlükte olan yönetmelikte, koruma bölgelerinin, mutlak koruma bölgesi, sulak alan bölgesi, ekolojik etkilenme bölgesi ve tampon bölge olarak düzenlendiği ve Yönetmeliğin Ek-1 listesinde yer alan faaliyetlerin tampon bölgelerde yasaklandığı, Ek-2 listesindeki faaliyetlerin ise izne bağlandığı, diğer bölgelerde yapılabilecek faaliyetlerin ise Yönetmeliğin ilgili maddelerinde belirtildiği, uyuşmazlığa konu Yönetmelikte ise koruma bölgelerinin, mutlak koruma bölgesi, hassas koruma bölgesi, tampon bölge, kontrollü kullanım bölgesi ve sürdürülebilir kullanım bölgesi olarak düzenlendiği ve tampon bölgede izne tabi tutulan faaliyetlerin kontrollü kullanım bölgesinde de izne tabi tutulduğu, “sulak alanların koruma bölgeleri” ibaresine, her iki bölgeyi de kapsaması nedeniyle yer verildiği, tüm koruma bölgelerinin faaliyete açıldığı iddiasının gerçeği yansıtmadığı savunulmuştur.

Yapılan değerlendirmede; dava konusu Yönetmelikte koruma bölgelerinin niteliklerine göre, mutlak ve hassas koruma bölgesi, tampon bölge, kontrollü kullanım bölgesi ve sürdürülebilir kullanım bölgesi olarak beşe ayrıldığı ve her bölge için uygulama esaslarının belirlendiği, bu kapsamda, ilgili maddeler uyarınca, mutlak ve hassas koruma bölgeleri ile sürdürülebilir kullanım bölgelerinde Yönetmeliğin Ek-1 ve Ek-2 listesindeki faaliyetlerin yapılmasının mümkün olmadığı, tampon bölgelerde Ek-1’de yer verilen faaliyetlerin yapılmasının yasaklandığı, Ek-2’de yer verilen faaliyetlerin ancak Bakanlık izniyle yapılabileceği, kontrollü kullanım bölgelerinde ise Ek-1 ve Ek-2 listesindeki faaliyetlerin belirli koşullarla yapılmasına olanak sağlandığı, dolayısıyla, koruma bölgelerinde yapılabilecek faaliyetler ve yasaklamaların her bölgenin uygulama esaslarının düzenlendiği maddelerde sayma yoluyla belirtildiği dikkate alındığında, Yönetmeliğin Ek-1 ve Ek-2 listesinin başlıklarında yer alan “sulak alan koruma bölgeleri” ibarelerinin, tüm koruma bölgelerinde listede belirtilen proje ve tesislerin yapılmasına olanak sağlamadığı anlaşıldığından, dava konusu ibarelerde koruma mevzuatına aykırılık bulunmamıştır.

KARAR SONUCU:

Açıklanan nedenlerle;

1. 04/04/2014 günlü, 28962 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 4. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendinde yer alan “kendi kendine onarım potansiyeli olan” ibaresi, (k) bendinde yer alan “Kontrollü Kullanım Bölgesi” tanımı, (o) bendindeki “Mahalli Öneme Haiz Sulak Alanlar” tanımı, (v) bendindeki “Sulak Alan Sınırı” tanımı, (çç) bendinde yer alan “Tampon Bölge” tanımı, 5. maddesinin 3. fıkrası, 6. maddesi, 8. maddesinin 1. fıkrasındaki “izinsiz” ibaresi ile “ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün uygun görüşü alınır” ibaresi, 9. maddesi, 11. maddesinin 2. fıkrasındaki ” sazlık alanlarda ekonomik ve ticari önemi olan bitki türlerinin kesimi yapılabilir” ibaresi, 12. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yerli ve” ibaresi, 13. maddesinin 1. fıkrasındaki “ulusal öneme haiz” ibaresi, 14. maddesindeki “ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün, mahalli öneme haiz sulak alanlarda ise Bölge Müdürlüğünün iznine tabidir” ibaresi, 18. maddesi, 19. maddesinin 3. fıkrasının, 20. maddesinin 1. fıkrasındaki “zorunlu olmadıkça” ibaresi, 2. fıkrasının (a) bendinin ile (b) bendindeki “su” ibaresi, 21. maddesinin 1. fıkrasındaki “zorunlu olmadıkça” ibaresi, 22. maddesinin 1. fıkrasının (a), (b) ve (ğ) bentleri, (ç) bendindeki “Bu madde kapsamında planlanan projelere, alanların ekolojik yapılarına göre ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlük, Mahalli öneme haiz sulak alanlarda Bölge Müdürlüğünce izin verilir” cümlesi, (d) bendindeki “malzeme çıkarımı”, “kültür balıkçılığı” ve “ulusal öneme haiz” ibareleri, 23. maddesi, 24. maddesi, 26. maddesinin 1. fıkrasındaki “Mahalli öneme haiz sulak alanlar ile mevsimsel ve daimi akarsularda sulak alan koruma bölgeleri belirlenmez” cümlesi, 28. maddesinin 1. fıkrasındaki “mahalli komisyonda değerlendirme yapılır ve karar verilmek üzere dosya Bakanlığa gönderilir” cümlesi, 31. maddesinin 1. fıkrasının, 2. fıkrasındaki “yükseköğretim kurum ve sivil toplum kuruluş üyeleri Bakanlıkça belirlenir” ibaresi, 32. maddesinde yer alan “ulusal” ve “ulusal öneme haiz” ibareleri ve 36. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (b) bentleri, ile Ek-1 ve Ek-2 listelerinde yer alan “Sulak Alan Koruma Bölgelerinde” ibaresi yönünden DAVANIN REDDİNE,

2. Davada nihai olarak kısmen ret, kısmen iptal kararı verildiğinden, haklılık oranının yeniden değerlendirilmesi suretiyle, ayrıntısı aşağıda gösterilen ve davacılar tarafından yapılan toplam …-TL yargılama giderinin …-TL’sinin üzerlerinde bırakılmasına, …-TL’sinin davalı idareden alınarak davacılara verilmesine, davalı tarafından yapılan toplam …-TL yargılama giderinin …-TL’sinin üzerinde bırakılmasına, …-TL’sinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,

3. Davacılar lehine kısmen onama kararından önce verilen ilk kararda vekâlet ücretine hükmedildiğinden, yeniden vekâlet ücretine hükmedilmemesine,

4. İlk kararın davanın reddine ilişkin kısmının bozulması üzerine, bozma kararına uyularak davanın reddine karar verildiğinden, Avukatlık Asgari Ücret tarifesi uyarınca duruşmalı işler için belirlenen …-TL vekâlet ücretinin davacılardan alınarak davalı idareye verilmesine,

5. Varsa posta gideri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra taraflara iadesine,

5. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 gün içerisinde Danıştay Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 16/11/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.