Danıştay Kararı 5. Daire 2016/44638 E. 2020/4050 K. 01.10.2020 T.

Danıştay 5. Daire Başkanlığı         2016/44638 E.  ,  2020/4050 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/44638
Karar No : 2020/4050

DAVACI : …
VEKİLİ : Av. …

DAVALI : … Kurulu / …
VEKİLİ : Av. …

DAVANIN KONUSU : Davacının, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/1. maddesi uyarınca FETÖ ile iltisak ve irtibatının olduğu gerekçesiyle meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunun … tarih ve … sayılı kararının iptaline karar verilmesi istenilmektedir.

DAVACININ İDDİALARI : Davacı tarafından; dava konusu kararın dayanağı olan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi’nin Resmi Gazete’de yayımlandığı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulmasına rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından otuz günlük süre içinde onaylanmaması nedeniyle 22/08/2016 tarihinde yürürlükten kalktığı, yürürlükten kalkan Kanun Hükmünde Kararnameye dayanılarak meslekten çıkarılmasına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen düzenlemelerin; olağanüstü halin gereklerini aşar nitelikte olduğu, süre yönünden herhangi bir belirleme içermediği, etkileri olağanüstü hal sona erdikten sonra da devam edecek şekilde geçici olmayan tasarruflar içerdiği ve ölçülülük ilkesine aykırı olduğu, meslekten çıkarılmasına ilişkin kararın idari işlem (disiplin cezası) niteliğinde olduğu, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamede Hakimler ve Savcılar Kurulunun hakim ve savcılar hakkında yapacağı soruşturma usulüne ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığı, sadece hakim ve savcılar hakkında meslekten çıkarma kararı verme yetkisinin Genel Kurula verildiği, buna karşılık davalı idare tarafından, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda belirlenen inceleme ve soruşturma usulüne ilişkin hükümlere riayet edilmediği, hakkında herhangi bir müfettiş incelemesi ve disiplin soruşturması yaptırılmadan, suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile masumiyet karinesi ihlal edilerek ve savunması alınmadan meslekten çıkarılmasına karar verildiği, dava konusu kararda kişiselleştirme yapılmadığı, dava konusu karar ile Anayasanın 2., 5., 6., 8., 10., 11., 12., 13., 15., 36., 38., 49., 70., 90/5., 121., 122., 125., 128., 129. ve 139. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2., 3., 4., 6., 7. ve 15. maddelerinin ihlal edildiği ileri sürülerek dava konusu kararın hukuka aykırı olduğu iddia edilmiştir.

DAVALININ SAVUNMASI : Davalı idare tarafından; dava dilekçesinin usule aykırılıklar yönünden incelenerek tespit edilmesi halinde davanın öncelikle usul yönünden reddi gerektiği, öte yandan dava konusu kararların amacının Türk yargı sistemini tamamen ele geçirmeyi hedefleyen ve bu amaç doğrultusunda hareket eden illegal bir yapının bu amaca ulaşmasının önlenmesi ile Türk yargısının bağımsızlığının ve tarafsızlığının korunması olduğu ve yargı mensuplarına olağan dönemde uygulanan 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun ilgili hükümlerine değil Anayasa’nın 120. ve 121. maddeleri ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu çerçevesinde yürürlüğe konulan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesine dayanılarak tesis edildiği, disiplin cezası niteliğinde olmayıp “göreve son” müessesesinin bir örneği olduğu, bu şekilde göreve son verme halinde zorunlu olmamasına rağmen ilgililere savunma haklarını kullanabilmeleri için 6087 sayılı Yasa’nın 33.maddesi uyarınca yeniden inceleme başvurusunda bulunma imkanı tanındığı, davacı hakkında tesis edilen karar ile ilgili olarak kişiselleştirmenin yapıldığı, dava konusu kararın hukuka ve mevzuata uygun olduğu ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’İN DÜŞÜNCESİ: Davanın reddi gerektiği düşünülmektedir.

DANIŞTAY SAVCISI …’İN DÜŞÜNCESİ : Dava, yargı mensubu olan davacının 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (6749 sayılı Kanun ile kanunlaşmıştır) 3. maddesinin birinci fıkrası uyarınca meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin olarak Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulu’nca verilen … tarih ve … sayılı kararın iptali istemiyle açılmıştır.
Davalı idarenin usule ilişkin iddiaları yerinde görülmemiştir.
Üstün bir kamu gücü yetkisi niteliğindeki yargı yetkisini kullanan hâkim ve savcıların, tarafsız ve bağımsız olarak görev yapmaları, T.C. Anayasası’na, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vermeleri ve anayasal düzene sadakat göstermeleri, hukuk devletinde demokratik toplum düzeninin korunması açısından büyük önem arz etmektedir.
Nitekim, T.C. Anayasası’nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılacağı; 36.maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; 138.maddesinde, hâkimlerin görevlerinde bağımsız oldukları ve Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri kurala bağlanmış, Anayasa’nın ”Hakimlik ve savcılık teminatı” başlıklı 139. maddesinde ise ”Hakimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.
Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.” hükmüne yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 23 Nisan 2003 tarihli oturumunda kabul edilen ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun 27/06/2006 tarih ve 315 sayılı kararı ile benimsenmiş bulunan Bangalor Yargı Etiği İlkelerinde de, bağımsızlık, tarafsızlık, doğruluk, dürüstlük, eşitlik, ehliyet ve liyakat korunan değerler olarak sayılmış olup, hâkimlerin herhangi bir yerden herhangi bir sebeple doğrudan ya da dolaylı olarak gelebilecek her türlü dış etki, rüşvet, baskı, tehdit ve müdahaleden uzak şekilde, olaylara ilişkin kendi değerlendirmelerine dayanarak ve hukuka dair kendi vicdani anlayışları ile uygun biçimde yargı işlevini bağımsız olarak yerine getirmeleri gerektiği; yargı görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine getirmek zorunda oldukları; mahkeme içerisinde ve dışında, halkın, hukukçuların ve dava taraflarının yargı ve hâkim tarafsızlığına duyduğu güveni koruyacak ve artıracak davranışlar içerisinde olmaları gerektiği; davranışlarının makul bir kişinin gözünde tasvip edilir nitelikte olmasını sağlamaları ve hâl ve davranış tarzlarının, insanların yargının doğruluğuna ilişkin inancını kuvvetlendirici nitelikte olması gerektiği; yalnızca adaleti sağlamakla kalmamaları, bu görüntüyü yansıtmak zorunda da oldukları; sıradan bir vatandaşın ağır olarak nitelendirebileceği kişisel sınırlamaları kabul etmek durumunda oldukları ve bunu özgürce ve kendi iradeleriyle yapmaları gerektiği; ailelerinin, sosyal ilişkilerinin veya diğer ilişkilerinin, hâkim olarak meslekî davranışlarını veya kararlarını uygunsuz bir şekilde etkilemesine izin vermemeleri gerektiği; yargı görevinin yerine getirilmesinde herhangi bir kimsenin kendilerini uygunsuz bir şekilde etkileyebileceği izlenimine yol açmamaları ve başkalarının böyle bir izlenime yol açmasına müsaade etmemeleri gerektiği; özetle, hâkimlerin yargı vazifesinin onuruyla uyumlu bir tarzda davranmak zorunda oldukları belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen meslek ve davranış kurallarının benimsenmesi ve sürdürülebilmesi bakımından hâkim ve savcıların denetimi ve gerektiğinde bu konuda meşru tedbir ve yaptırımların uygulanması zorunlu olup, bu amaçla T.C. Anayasası’nın 159. maddesi ile kurulan Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na, hâkim ve savcılardan meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme ve görevden uzaklaştırma işlemlerini yapma yetkisi tanınmıştır.
22/07/2016 tarih ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin değiştirilerek kabul edilmesine dair 6749 sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasında ise, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verileceği belirtilmiş olup; 02/01/2017 tarih ve 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin değiştirilerek kabul edilmesine dair 7075 sayılı Kanun’un 11. maddesinin ikinci fıkrasında da, bu kapsamda verilmiş meslekten çıkartma kararlarına karşı, kesinleşmesinden itibaren altmış gün içinde ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’a dava açılabileceği kuralına yer verilmiştir.
Başta FETÖ/PDY olmak üzere terör örgütleriyle veya milli güvenliğe karşı faaliyette bulunan yapı, oluşum ya da gruplarla herhangi bir bağı olduğu değerlendirilen yargı mensuplarının meslekten çıkarılması, demokratik toplumun temel değerlerinden biri olan yargının güvenilirliği ve saygınlığının sağlanması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 3. maddesinin gerekçesinde; 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve kalkışmanın sorumlusu olan FETÖ/PDY ile bağlantılı yargı mensuplarının görevde tutulmalarının en başta yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleriyle bağdaşmadığı; Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verme ödevi altındaki yargı mensuplarının bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesiyle hiçbir biçimde bağdaşmayacak yapılanmaların içine girmesi, örgüt hiyerarşisi içinde ve ideolojik bağlılık duygularıyla hareket etmesinin en başta yargının saygınlığı ve güvenilirliğine zarar vermekte olduğu; Devlet organizasyonu dışındaki başka bir hiyerarşik yapının talimatlarına boyun eğen yargı mensuplarının varlığının, vatandaşların yine Anayasa’nın teminatı altındaki adil yargılanma hakkı önünde büyük bir engel teşkil ettiği; bu nedenlerle, belirtilen türde irtibatları değerlendirilen yargı mensuplarının meslekte kalmalarının doğuracağı sakıncaları gidermek amacıyla, Anayasa’nın 139 uncu maddesinin ikinci fıkrasında tanınan takdir hakkı da gözetilerek bu düzenlemenin yapıldığı ifade edilmiştir.
667 sayılı KHK’nın yukarıda anılan 3. maddesinde genel olarak terör örgütlerine veya MGK’ca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplardan söz edilmiş ise de madde gerekçesi dikkate alındığında FETÖ/PDY’nin bunların başında geldiği anlaşılmaktadır. Tedbirin uygulanması için mutlaka terör örgütüyle, terör faaliyetleriyle ve bu arada darbe teşebbüsüyle yargı mensupları arasında bağ kurulması aranmamış; MGK’ca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen “yapı”, “oluşum” veya “gruplar” ile bağ kurulması yeterli görülmüştür. Anılan maddeye göre meslekten çıkarma tedbirinin uygulanabilmesi için söz konusu bağın yapıya, oluşuma veya gruba “üyelik” veya “mensubiyet” şeklinde olması zorunlu olmayıp “iltisak” ya da “irtibat” şeklinde olması da yeterlidir. Öte yandan, terör örgütleri veya MGK’ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplar ile üyeler arasındaki bağın “sübut” derecesinde ortaya konulması aranmamıştır. Böyle bir bağın Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunca “değerlendirilmesi” yeterli görülmüştür. Buradaki değerlendirme Genel Kurulun salt çoğunluğunda oluşacak bir “kanaati” ifade etmektedir. Kuşkusuz bu kanaat cezai sorumluluğun bulunup bulunmadığından bağımsız olarak sadece meslekte kalmanın uygun olup olmadığı yönünde bir değerlendirmeden ibarettir ve bu değerlendirme yapılırken, yetkili kurulları belli bir kanaate ulaştıracak nedenler her somut olayın özelliğine göre değişebilecektir.
Nitekim, bazı Anayasa Mahkemesi üyelerinin 667 sayılı KHK uyarınca meslekten çıkartılmasına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nca verilen 04/08/2016 gün ve E:2016/6; K:2016/12 sayılı kararda da yukarıda belirtilen uygulama koşulları aynen benimsenmiş bulunmaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden, Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulu’nun … tarih ve … sayılı kararıyla; ilgililerin mesleğe kabulleri ile başlayan, eğitim merkezi ve Türkiye Adalet Akademisi’ndeki faaliyetleri, hizmet içi eğitim ve yabancı dil eğitimlerine katılımlarına, yurtdışına gönderilmelerine, özel yetkili savcılıklara veya mahkemelere yahut idari görevlere atanmalarına ilişkin bilgiler ile bu görevlendirmelerde ve yine bir silah olarak kullanılan özel yetkili mahkemelere hâkim veya unvanlı olarak, Teftiş Kurulu Başkanlığına, başkan, başkan yardımcısı veya müfettiş sıfatıyla, idari kurumlara tetkik hâkimi, daire başkanı veya yardımcısı, genel müdür veya yardımcısı sıfatıyla v.s. şeklinde yapılan atamalarda dikkate alınan kriterler, özlük dosyalarındaki bilgi ve belgeler, sosyal medya hesaplarındaki paylaşımları, ilgililer hakkında Hâkimler ve Savcılar Kuruluna intikal eden şikâyet, ihbar, inceleme ve soruşturma dosyaları ile bu dosyalar hakkında verilen kararlar, mahallinde yapılan araştırmalar, FETÖ/PDY ile ilintili dosyalarda görev alan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının bu dosyalarda yapmış oldukları işlemler ve verdikleri kararlar, örgüt mensuplarının haberleşme için kullandıkları şifreli programlarda yer alan kayıtlar, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun FETÖ/PDY mensubu oldukları Emniyet Genel Müdürlüğü terörle mücadele birimlerince düzenlenen raporlarla sabit olan örgüt üyeleri hakkında tayin ettiği disiplin cezaları ve muhalefet şerhleri, sosyal çevre bilgileri ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen bilgi ile belgeler, ilgililer hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmanın niteliği ve isnat edilen suçlamalar ile gözaltı ve tutuklama kararları, soruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının ifade ve sorgu tutanakları, itirafçıların beyanları birlikte dikkate alınarak, ekli listede yer alan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının 667 sayılı KHK’nın 3. maddesinin birinci fıkrası kapsamında FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatlarının olduğu sabit görüldüğünden, adı geçenlerin anılan Kanun Hükmünde Kararname hükmü uyarınca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve ayrı ayrı olmak üzere meslekten çıkarılmalarına karar verildiği anlaşılmıştır.
Davacı tarafından, dava konusu işlemin savunması alınmadan tesis edildiği ileri sürülmekte ise de, bu eksikliğin yargılama süreci içinde giderilmesinin mümkün olması, 667 sayılı KHK’de öngörülen meslekten veya kamu görevinden çıkarmanın, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak “olağanüstü tedbir” niteliğini taşıması ve davaya konu Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulu kararının, disiplin hukukuna ilişkin hükümlerin uygulanmasını gerektiren meslekten çıkarma cezası niteliğinde bulunmaması karşısında bu iddiaya itibar edilmemiştir.
Taraflarca dosyaya sunulan bilgi ve belgeler yukarıda belirtilen mevzuat ve mesleki ilkeler ile birlikte değerlendirildiğinde, davacının silahlı terör örgütü olduğu yargı kararıyla sabit görülen (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı) FETÖ/PDY’nin amaç ve eylemleri doğrultusunda faaliyet yürüttüğü hususunda Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulu’nda oluşan kanaatin hukuken haklı ve geçerli nedenlere dayalı olduğu sonucuna varıldığından, bu husus gözetilerek ve davacının meslekte kalmasının doğuracağı sakıncaları gidermek amacıyla, T.C. Anayasası’nın 139. maddesi ile verilen takdir hakkı çerçevesinde meslekten çıkartılmasında hukuka aykırılık bulunmamıştır.
Nitekim, davacının … Bölge Adliye Mahkemesi … Ceza Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle mahkumiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedildiği de tespit edilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Beşinci Dairesince Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, davalı idarenin usule ilişkin iddiaları yerinde görülmediğinden işin esasına geçildi, gereği görüşüldü:

A) MADDİ OLAY VE HUKUKİ SÜREÇ
1) Genel Olarak
Türkiye’de 15 Temmuz 2016 gecesi, kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” olarak isimlendiren bir grup Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensubu tarafından, demokratik biçimde halk tarafından göreve getirilen Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM), Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ve Cumhurbaşkanı’nı devirmek ve anayasal düzeni ortadan kaldırmak amacıyla darbe teşebbüsünde bulunulmuş, bu teşebbüs Türk Milleti tarafından akamete uğratılmıştır.
Anayasa’nın olay tarihinde yürürlükte bulunan 118. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından 20/07/2016 tarihli toplantıda yapılan değerlendirmede, darbe teşebbüsünün TSK içindeki Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensupları tarafından başlatıldığı, bu örgütün kuruluş aşamasından itibaren etkisi altına aldığı eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, medya kuruluşları, ticari kuruluşlar ve kamu görevlileri aracılığıyla Milleti ve Devleti kontrol altında tutmayı amaçladığı belirtilmiştir.
MGK’nın anılan toplantısında “demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla” Hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunulması hususu kararlaştırılmıştır. Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20/07/2016 tarihinde, ülke genelinde 21/07/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren geçerli olmak üzere doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21/07/2016 tarih ve 29777 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve aynı gün TBMM tarafından onaylanmıştır. Olağanüstü hâl, daha sonrasında üçer aylık dönemler hâlinde Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından uzatılmış ve 18/07/2018 tarihinde kaldırılmıştır.
23/07/2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti tarafından Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine, Türkiye’de 21/07/2016 tarihinde olağanüstü hâlin yürürlüğe girmesiyle birlikte başlayan süreçte, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 15. maddesinde görüldüğü şekliyle Sözleşme’den doğan yükümlülükler bağlamında daha az güvence sağlanabileceği belirtilerek derogasyon bildiriminde bulunulmuştur.
23/07/2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (667 sayılı KHK) 3/1. maddesi ile yargı mensupları ve bu meslekten sayılanlardan terör örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK tarafından karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten veya kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir. Anılan KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun’la değiştirilerek kabul edilmiş, bu Kanun ise 29/10/2016 tarih ve 29872 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
23/01/2017 tarih ve 29957 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (685 sayılı KHK) ile 667 sayılı KHK’nın ilgili maddesi uyarınca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilen hâkim ve savcıların, kararın kesinleşmesinden itibaren altmış gün içinde ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda dava açabilecekleri düzenlenmiştir. 685 sayılı KHK, 01/02/2018 tarihli ve 7075 sayılı Kanun’la değiştirilerek kabul edilmiş, anılan Kanun 08/03/2018 tarih ve 30354 sayılı (mükerrer) Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kadriye Çatal/Türkiye (B. No: 2873/17, 07/03/2017) kararında, haklarında meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilen yargı mensupları için doğrudan Danıştayda iptal davası açma imkânının tanındığını belirterek Kadriye Çatal tarafından yapılan başvuruyu iç hukuk yollarının tüketilmemiş olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur.

2) Davacıya İlişkin Süreç
… tarih ve … sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulu kararıyla, yargı mensubu olarak görev yapmakta olan davacının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Bu karara karşı yapılan yeniden inceleme talebi anılan Kurul tarafından … tarih ve … sayılı kararla reddedilmiştir.
Davacı tarafından meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararın iptali talebiyle bakılmakta olan dava açılmıştır.
Öte yandan, davacının, ceza yargılaması sonucunda … Ağır Ceza Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; silahlı terör örgütüne üyelik suçundan 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve söz konusu hapis cezasının ertelenmesine karar verilmiş, anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine … Bölge Adliye Mahkemesi … Ceza Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla ise; … Ağır Ceza Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının kaldırılmasına, davacının silahlı terör örgütüne üyelik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231/5. ve 6. maddeleri uyarınca davacı hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Dairemizin karar verdiği tarih itibarıyla UYAP ortamında yapılan inceleme sonucu anılan kararın itiraz edilmeden 11/07/2019 tarihinde kesinleştiği görülmüştür.

B) İLGİLİ MEVZUAT
1) Anayasa
Anayasa’nın Başlangıç kısmında, Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu Millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasa’da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı belirtilmiş ve 176. maddesinde de Anayasa’nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmının, Anayasa metnine dâhil olduğu kuralı getirilmiştir.
Anayasa’nın 5. maddesi: “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
Anayasa’nın 6. maddesi: “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
Anayasa’nın 9. maddesi: “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.”
Anayasa’nın 13. maddesi: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
Anayasa’nın 14. maddesi: “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz…”
Anayasa’nın dava konusu kararların tesis edildiği tarihte yürürlükte olan hâliyle 15. maddesi: “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”
Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrası: “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.”
Anayasa’nın 36. maddesi: “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”
Anayasa’nın 138. maddesinin birinci fıkrası: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.”
Anayasa’nın 139. maddesi: “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.
Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.”
Anayasa’nın 140. maddesinin ikinci fıkrası: “Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler.”
Anayasa’nın 159. maddesinin birinci fıkrası: “Hâkimler ve Savcılar Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.”
Aynı maddenin sekizinci fıkrası: “Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar…”

2) AİHS
AİHS’in 6. maddesinin birinci fıkrası: “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.”
AİHS’in 8. maddesi: “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
AİHS’in 15. maddesi: “Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu Sözleşme’de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.
Yukarıdaki hüküm, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında 2. maddeye, 3. ve 4. maddeler (fıkra 1) ile 7. maddeye aykırı tedbirlere cevaz vermez.
Aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı ve Sözleşme hükümlerinin tekrar tamamen geçerli olduğu tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne bildirir.”

3) Kanun
667 sayılı KHK’nın değiştirilerek kabul edilmesine dair 6749 sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrası: “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen …hâkim ve savcılar hakkında hâkimler ve savcılar yüksek kurulu genel kurulunca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Bu kararlar, Resmî Gazete’de yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Meslekten çıkarma kararlarına karşı ilgili kanunlarda yer alan hükümler uyarınca itiraz edilmesi veya yeniden inceleme talebinde bulunulması üzerine verilen kararlar da Resmî Gazete’de yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Görevden uzaklaştırılanlar veya görevlerine son verilenlerin silah ruhsatları ve pasaportları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından on beş gün içinde tahliye edilir.”
Üçüncü fıkrası: “Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler hakkında da 4 üncü maddenin ikinci fıkrası hükümleri uygulanır.”
Aynı Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrası: “Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır…”

4) Etik İlkeler
Hâkimler ve savcılar Anayasa ve kanunlarla kendilerine verilen görev ve yetkileri, yazılı olsun ya da olmasın evrensel anlamda hâkim ve savcıları bağladığı hususunda kuşku bulunmayan etik kurallara tabi olarak yerine getirmelidirler.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 27/06/2006 tarih ve 315 sayılı kararı ile benimsenmesine karar verilmiş ve Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünce tüm hâkim ve savcılara genelge olarak duyurulmuş olan “Bangalor Yargı Etiği İlkeleri”nde bağımsızlık, tarafsızlık, doğruluk, dürüstlük, eşitlik, ehliyet ve liyakat korunan değerler olarak sayılmıştır. Yine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 10/10/2006 tarih ve 424 sayılı kararı ile benimsenmesine karar verilerek Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü tarafından tüm hâkim ve savcılara duyurulan Savcılar İçin Etik ve Davranış Biçimlerine İlişkin Avrupa Esasları “Budapeşte İlkeleri” de Bangalor İlkeleri ile benzer ilkeleri içermektedir.
Bangalor Yargı Etiği İlkelerinde hâkimin; herhangi bir yerden herhangi bir sebeple doğrudan ya da dolaylı olarak gelebilecek her türlü dış etki, rüşvet, baskı, tehdit ve müdahaleden uzak şekilde, olaylara ilişkin kendi değerlendirmesine dayanarak ve hukuka dair kendi vicdani anlayışı ile uygun biçimde yargı işlevini bağımsız olarak yerine getirmesi; mahkeme içerisinde ve dışında, halkın, hukukçuların ve dava taraflarının yargı ve hâkim tarafsızlığına duyduğu güveni koruyacak ve artıracak davranışlar içerisinde olması; sürekli kamu gözetiminin öznesi durumunda olan hâkimin, sıradan bir vatandaşın ağır olarak nitelendirebileceği kişisel sınırlamaları kabul etmek durumunda olduğu ve bunu özgürce ve kendi iradesiyle yapması, özellikle yargı vazifesinin onuruyla uyumlu bir tarzda davranması; diğer vatandaşlar gibi ifade, inanç, dernek kurma ve toplanma özgürlüğüne sahip olduğu ancak bu hakların kullanılmasında, yargı mesleğinin onurunu, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyacak şekilde davranması gerektiği hususları belirtilmiştir.

C) İNCELEME VE GEREKÇE
1) Yargılamada İzlenen Usul ve Süreç
AİHS’in 15. maddesinde; savaş veya ulusun varlığını tehdit eden bir genel tehlike hâlinde devletlerin, durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla AİHS’te öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabileceği belirtilmiştir.
Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulu tarafından yargı mensuplarının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararlar tesis edilirken ilgililere haklarındaki tespitler bildirilmek suretiyle karşı beyanda bulunma imkânı tanınmamış ise de AİHS’in 15. maddesi hükmü uyarınca ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlikeye karşı ivedi şekilde tedbir almak zorunluluğu çerçevesinde durumun gerektirdiği ölçüde kabul edilebilecek nitelikte olan bu hususun, yargılama aşamasında, hakkındaki tespitler bildirilerek ilgililerin bu tespitlere karşı beyanlarının alınması suretiyle giderilmesinin mümkün olduğu değerlendirilmiştir.
Nitekim AİHM’e göre karar alma veya yargılama sürecinde daha alt aşamalarda yaşanan bazı usule ilişkin eksikliklerin sonraki aşamalarda telafi edilebilmesi mümkündür (Helle/Finlandiya, B. No: 20772/92, 19/12/1997, § 45; Monnell ve Morris/Birleşik Krallık, B. No: 9562/81, 9818/82, 2/3/1987, §§ 55-70).
Bu kapsamda, davalı idare tarafından dava konusu kararların gerekçesi olarak yargılama safahatında dava dosyasına sunulan tüm bilgi ve belgeler davacıya tebliğ edilmiş ve bu bilgi ve belgelere karşı etkin bir şekilde beyanda bulunma imkânı tanınmıştır.
Öte yandan hakkaniyete uygun yargılama hakkına ilişkin güvencelerin (silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin) sağlanması amacıyla Dairemizce görülmekte olan bu davalarda usul kuralları oldukça geniş yorumlanmıştır.
Dava konusu kararlara karşı dava açma süresi, yargı yolunun açıldığı 23/01/2017 tarih ve 29957 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 685 sayılı KHK’nın yayımı tarihinden itibaren değil anılan KHK’nın TBMM tarafından değiştirilerek kabul edilmesine dair 7075 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 08/03/2018 tarihinden itibaren başlatılmıştır.
Davacıların adli yardım talepleri, “yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimselerin taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması” şartının herhangi bir bilgi veya belgeyle (örneğin fakirlik ilmuhaberi) desteklenmesi beklenmeksizin kabul edilmiştir.
Duruşmalı dosyalarda, tedavi kurumlarında veya ceza infaz kurumlarında bulunan ve mazeretleri nedeniyle duruşmalara katılamayacak olan davacıların duruşmalara kolaylıkla katılabilmeleri, yargılamanın en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması için Ses ve Görüntü Bilişim Sisteminden (SEGBİS) yararlanma imkânı sağlanmıştır.
06/01/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Tebligat ve cevap verme” kenar başlıklı 16. maddesinde; dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunmanın davacıya, davacının ikinci dilekçesinin davalıya, davalının vereceği ikinci savunmanın da davacıya tebliğ edileceği düzenlenmiştir. Davalının ikinci savunmasında davacının cevaplandırmasını gerektiren hususların bulunması hâli dışında, davalının ikinci savunmasına karşı davacının cevap veremeyeceği, tarafların otuz günlük cevap verme süresinin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemeyecekleri kurala bağlanmıştır. Bununla birlikte davalı idarenin ek beyan dilekçelerinde veyahut Danıştay savcı düşüncesine cevap dilekçelerinde dosyaya sunulan bilgi ve belgeler, davacıya tebliğ edilmiş ve dava dosyasına sunulan yeni bilgi ve belgelere karşı beyanlarını sunma imkânı sağlanmıştır.
Bu kapsamda, davalı idare tarafından dava dosyasına sunulmuş olan ve davacı hakkında yeni bilgi ve belgeleri içeren 26/06/2019 tarihli ek beyan dilekçesi ve ekleri, 23/10/2019 tarihli ara kararımızla davacıya tebliğ edilmiş ve bunlara ilişkin beyanlarını sunabilmesi için davacıya on gün süre verilmiştir.
Aynı maddede, haklı sebeplerin bulunması hâlinde, taraflardan birinin isteği üzerine otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere otuz günlük cevap verme süresinin uzatılabileceği belirtilmiştir. Dairemizce talep edilmesi hâlinde taraflara otuz günü geçmemek üzere ek süre verilmiştir.
Bununla birlikte, AİHS’in ‘’Adil Yargılanma Hakkı’’ başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasında herkesin medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili davasını makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahip olduğu düzenlemesi yer almıştır. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi de makul sürede yargılanma hakkını Anayasanın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının bir parçası olarak görmüştür (Gülseren Gürdal ve Diğerleri, B. No: 2013/1115, 05/12/2013, § 43). Anayasanın 141. maddesinin son fıkrasında da davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevleri arasında sayılmıştır.
AİHM kararları incelendiğinde; mahkemenin bir yargılamanın süresinin makul olup olmadığını incelerken her davanın kendi somut durumunu gözettiği ve davanın karmaşıklığı, başvuranların ve yetkili makamların yargılama sürecindeki davranışları ile ilgililer için davanın konusunun arz ettiği önem gibi kriterleri dikkate aldığı görülmüştür (Frydlender / Fransa, B. No: 30979/96, 27/6/2000, § 43, Yılmaz / Türkiye, B. No: 36607/06, 04/06/2019, §§ 32). Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi de makul süre yönünden yaptığı incelemelerde, davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususları, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterler olarak belirlemiştir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 02/07/2013, § 41-45, Gülseren Gürdal ve Diğerleri, B. No: 2013/1115, 05/12/2013, § 46).
Bu kapsamda; yargı mensuplarının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılması kararlarına karşı ilgililer tarafından genellikle işlem tesisinden sonra bu işlemlere karşı yargı yolu açık olmadığı halde altmış günlük dava açma süresi içinde Ankara İdare Mahkemelerinde ya da doğrudan Danıştay’da davalar açılmış ise de anılan işlemlere karşı ancak 23/01/2017 tarih ve 29957 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 685 sayılı KHK’nın yayımı tarihinden itibaren Danıştay’da yargı yolunun açılmış olduğu anılan KHK ile kabul edildiğinden, bu davaların esastan incelenmesine Dairemiz tarafından bu tarihten itibaren başlanmıştır.
Bununla birlikte yukarıda aktarıldığı üzere gerek ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlikeye karşı ivedi şekilde tedbir almak zorunluluğu çerçevesinde olağanüstü şartlar altında tesis olunan işlemler nedeniyle açılan bu davaların karmaşık yapısına, gerekse hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin güvencelerin (silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin) sağlanması amacıyla davalı idare tarafından dava konusu kararın gerekçesi olarak yargılamanın her safahatında dava dosyasına sunulan tüm bilgi ve belgelerin davacıya tebliğ edilmesi ya da davalı idarenin ikinci cevap dilekçesine karşı davacı tarafa ek süre verilerek cevap hakkı tanınması gibi geniş usuli uygulamalara rağmen bakılmakta olan bu dava mümkün olan en kısa süre içinde Dairemiz tarafından sonuçlandırılmıştır.

2) FETÖ’ye İlişkin Tespit ve Değerlendirmeler
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/09/2017 tarih ve E:2017/16.MD-956, K:2017/370 sayılı kararında; FETÖ’nün, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; “Altın Nesil” adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle Devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla Devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütü olduğu belirtilmiştir.
1970’li yıllardan itibaren özellikle, mülkiye, adliye, emniyet, millî eğitim ve TSK içerisinde kadrolaşmaya giden FETÖ liderinin vaaz, röportaj ve kitaplarında bulunan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun anılan kararında da yer alan “Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!”, “Bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!”, “Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. …bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. …sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.”, “Bir gün bana Ankara’da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak” şeklindeki sözleri bu suigeneris örgütün, Devleti ele geçirme gayretlerinin somut talimatları olarak ortaya çıkmıştır.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 08/06/2018 tarih ve E:2016/238, K:2018/128 sayılı kararında ise FETÖ’nün yargı yapılanmasına ilişkin şu tespitlere yer verilmiştir:
“Örgütün hakim, savcı yapılanması bölgelere ayrılmış olup …bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi veya bölge ablası denilmektedir. Her bölgenin 8-10 evi kapsadığı, örgüt mensupları arasında farklı sohbet grupları ve bu gruplardan sorumlu örgüt imamı bulunmaktadır. …Örgüt üyesi hakim, savcıların sicil numaralarına veya mesleğe başlama aşamasında, adalet akademisindeki dönemlerine göre ayrı ayrı devre ve sicil numarası içerisinde gruplandırmaların yapıldığı, T1, T2, T3, T4, T5 şeklinde belirli sicil aralıklarını kapsayan hakim, savcıların gruplandırılarak taşra ve devre yapılanması oluşturulmuştur. Her grupta kendi içerisinde hakim, savcı sayılarına göre 3-5 kişilik sohbet gruplarına ayrılmıştır. …Örgüt tarafından örgüt üyesi ile yapılan görüşme sonrasında hakim, savcı olması kararlaştırılan örgüt üyeleri sınavlara hazırlanmak üzere örgüte ait Ankara’daki örgüt evlerinde sınava çalıştırılır. Bu örgüt evinin masraflarının örgüt tarafından karşılandığı ve sınava çalıştırılacak kişiler dışında başka kimsenin bu evlere giremediği anlaşılmıştır. Bu örgüt evlerinde hakimlik, savcılık sınavına girecek örgüt üyeleri sınavlara hazırlanmakta olup deneme sınavlarının yapıldığı ayrıca sınav sorularının örgüt tarafından yasal olmayan yollardan ele geçirilip bu evlerde sınavdan bir kaç gün önce örgüt mensubu abi veya ablalar tarafından örgüt üyelerine verilmiştir. Örgüt üyelerine cevapları işaretlenmiş soru kitapçıkları verilerek bunları ezberlemelerinin sağlandığı, bu şekilde örgüt üyelerinin sınavları kazanmalarının sağlandığı anlaşılmıştır. Yazılı sınavı kazanan örgüt üyeleri murakıplarca tekrar eve çağrılarak mülakat için hazırlanmakta mülakatta nasıl davranacaklarının öğretilmektedir. Ayrıca örgüt tarafından kendilerine referans bulunacağı veya kendilerinin referans bulmaları söylenmektedir. Mülakat sınavını kazanan ve hakim, savcı adayı olan örgüt üyeleri mülakattan sonra tekrar murakıplar tarafından örgüt evlerine çağrılarak staj aşamasında hangi evde kalacakları, ev sorumlularının kim olacağı anlatılarak, bu şekilde staja başlayan örgüt üyesinin staj döneminde de örgüt tarafından takibi yapılmaktadır. Staj aşamasında örgüt üyelerinin deşifre olmamaları için beşer kişilik gruplar halinde, masrafı örgüt tarafından karşılanan ev tutmaları sağlanmaktadır. Her ev için bir sorumlu tayin edilmektedir. Adaylık sürecini tamamlayıp ataması yapılan örgüt üyesi hakim, savcıların örgüt tarafından takibine devam edildiği, sürekli irtibat kurularak bunların örgüte bağlılıkları sağlanmaktadır. Ataması yapılan örgüt mensubu hakim, savcının ilk maaşlarının tamamı örgüt tarafından alınmaktadır. Daha sonraki aylarda ise bekarlardan %15, evlilerden %10, en az 3 çocuğu olanlardan ise %5 oranında himmet toplanmaktadır. Bekar olan örgüt mensubu hakim, savcıların örgüt için önemli stratejik kurumlarda görevli örgüt üyeleri ile veya aynı meslekteki örgüt üyeleri ile evlenmelerinin teşvik edildiği ve katalog evlilikler yaptırıldığı anlaşılmıştır…
Örgüt tarafından hakim, savcılara yönelik adaylık dahil tüm süreçlerde yabancı dil, yüksek lisans, doktora eğitimi, yurt dışı gezileri, mesleki ve kişisel programlar düzenlenmek suretiyle örgüt üyesi hakim, savcılar emsallerine göre daha donanımlı hale getirilmektedir. Örgüt mensupları hak etmedikleri halde yurt içi ve yurt dışı yüksek lisans ve doktora programlarına yerleştirilmişlerdir…
HSYK ve Ad[a]let Bakanlığı Teftiş Kurulunda görev yapan örgüt mensubu müfettişlerce yapılan teftişlerde örgüt üyesi olan hakim, savcılarla örgüt üyesi olmayan hakim, savcılar farklı muameleye tabi tutulmakta, örgüt üyesi hakim, savcılara hak etmedikleri halde yüksek notlar ve olumlu siciller verilmekte, örgüt üyesi olmayan hakim, savcılara ise vasat veya düşük notlar verilmekte, sicilleri bozulmaktadır.
Örgüt üyesi hakim ve savcılar görev yaptıkları yerlerde görevleri nedeniyle öğrendikleri önemli bilgiler ile soruşturma ve dava dosyalarında gördükleri örgüt için önem taşayabilecek konuları gerek adliye gerekse il veya ilçede önemli görevlerde bulunan kişiler ile ilgili topladıkları bilgileri toplantılarda örgüt sorumlusu abiye iletmektedirler. Menfi takip heyeti denilen bir grup tarafından örgüt üyelerinden toplanan bu bilgiler değerlendirilmekte, neticesine göre yapılacak işlemler kararlaştırılmaktadır…
Örgüt mensubu hakim, savcıların deşifre olmasının önüne geçmek amacıyla örgüt üyesi hakim, savcıların çocuklarını örgüte ait olan okullara göndermemelerine karar verilmesi halinde örgüt üyesi hakim, savcı çocuklarının eğitimleri ile ilgilenilmesi, ayrıca ideolojik eğitim verilmesi için eğitim birim adıyla ayrıca bir birim kurulmuştur. Bu birim sorumlusu Yargıtay Üyesi olarak görev yapan örgüt üyelerinden seçilmektedir…
Örgüt faaliyetlerinin bir çoğunda gizlilik esas alınmasına karşın örgüt tarafından HSYK seçimlerine verilen önemden dolayı bu dönemde örgüt mensuplarının deşifre olmayı göze alarak seçimlerde tüm il ve ilçeleri kapsayan adliye ziyaretleri, ev ziyaretleri ve yemek organizasyonları düzenlemişlerdir. Sözde bağımsız örgüt üyesi adaylarının seçim gezilerine birlikte katılmışlardır. Örgütün 2014 yılı HSYK üye seçimlerinde gerek YARSAV listesi, gerekse bağımsız aday adı altında aday göstererek yargı içerisinde alternatif bir yargı gücü kuracak şekilde örgütlü olduğu anlaşılmıştır…”
Öte yandan Dairemizde derdest olan dava dosyalarında yukarıda belirtilen tespitleri destekler mahiyette, FETÖ’nün niteliğine ilişkin aşağıdaki beyanların yer aldığı görülmüştür:

Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan M.Ü.ye ait Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 21/10/2016 tarihli ek sorgulama tutanağı: “…Şunu söylemem gerekiyor ki cemaat farklı sınav evlerinde kalan şahısları birbiriyle tanıştırmaz. …Bu yapı sizi asla boşta bırakmaz, yani üniversiteden mezun olduğunuzda sınav çalışma eviniz hazırdır, sınavı kazanınca mülakat referans listeniz hazırdır, bunların her aşamasından sorumlu olan kişiler vardır. …Kural olarak bu yapı gizlilik üzerine kurulu olduğundan bir evde kalan diğer evde kalan kişileri tanımazdı. Ama biz bazen tanıştığımızda kimin bizden olduğunu hissediyor ve anlıyorduk. Biz staja başladıktan sonra bize yavaş yavaş tedbire riayet etmemiz hususu anlatılmaya başlandı. …bu yapıda ciddi bir hiyerarşi söz konusuydu. Ben maaşımın bekarken %15’ini, evlendikten sonra ise %10’unu cemaate himmet olarak verdim. …Evde kalan kişi sadece ev abisini tanır. Kıdemsiz birinin üst abileri tanıma şansı yoktur. Staj esnasında bize namazınızı gizli kılın gerekirse zorunlu hallerde namazlarınızı cem edin diyorlardı. Ramazan orucunuzu tutun ancak gerekirse oruç tutmuyormuş gibi davranın diyorlardı. Bunun haricinde önemli bir husus da bize evliliğin faziletleri anlatılıyordu. …Evlilikten sorumlu abi, evlendirmeyi düşündüğü erkeğe gelerek erkekten bir vesikalık fotoğraf ve bir CV ister, devamında bu CV’yi ve fotoğrafı bir havuza atardı. Aynı işlemi bayanlar için de yapıyorlardı. Devamında evlilikten sorumlu abi kendince uygun gördüğü eş adaylarını birbirleriyle tanıştırıyordu.”
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan A.A.ya ait Kilis Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce düzenlenen 23/06/2017 tarihli şüpheli ifade tutanağı: “17-25 Aralık süreci sonrası örgütün sivil imamı …kod adlı şahsın katıldığı …bir toplantıda sivil imam adlicilere hitaben ‘elinizde …siyasal iktidara ilişkin yolsuzluk ihale usulsüzlüğü vs. gibi ses getirecek dosya varsa, bu tarz ses getirecek dosyaları bekletmeyin, hemen davasını açın.’ dedi. …Örgüt mensuplarının deşifre olmasını önlemek için tedbir ya da ruhsat diye tabir edilen yöntemler uygulanmaktaydı. Bu kapsamda örneğin; cuma namazına gitmememiz, adliyede namazları ima ile (göz ile) kılmamız, eğer mümkünse namaz vakti yetişiyorsa namazları cem ederek (birleştirerek) evde kılmamız, ramazan ayında eğer belli olacaksa oruç tutmamamız ve gerektiğinde alkol almamız talimatlandırılmıştı. …Bizim mezuniyet balomuzda, o dönemki yargı bürokrasisinin hassasiyeti de gözetilerek protokol masalarından görülecek açıdaki ön sıra masalara hep örgüt üyeleri oturtulmuş ve bunlara alkol almaları talimatlandırılmıştı diye biliyorum. …Seçim [2014 HSYK seçimi] süreciyle ilgili son olarak belirtmek istediğim, örgütün ByLock üzerinden birbirleriyle haberleşerek Facebook’taki hâkim-savcı gruplarında ya da adalet.org’da organize bir şekilde hareket ederek bağımsız aday tanıtımlarının altına adayı övücü, parlatıcı, adayı ön plana çıkartıcı yorumlar yapılmasının sağlanmasıydı. Buna örnek olarak bir olay anlatayım; R.Ş. mahkemede yanıma gelip bana tefonundaki ByLock mesajını okuttu. Yazının içeriğinde; –Tüm arkadaşların dikkatine, şu gün şu saatte Facebook’taki hâkim savcı gruplarında ve adalet.org’da ‘[İ.Ç.] Gerçeği’ isimli bir paylaşım yapılacaktır. Paylaşımın altına bağımsız aday [İ.Ç.]yi övücü yorumlar yapıp destekleyelim.– …Görüldüğü üzere örgüt sosyal medyada organize bir şekilde hareket ederek seçimde başarılı olmayı amaçlamıştır. …FETÖ yargı mensuplarını T1, T2, T3, T4, T5 üst başlığı/ tasnifi adı altında grup grup, hücre tipi yapılandırılmıştır. T3’teki bir kişinin ekstra bir tanışıklık yoksa diğerlerini bilmesi mümkün olmadığı gibi, yine T3 altında yer alan grupların da birbirini tanımaması genel kuraldır. Tedbir denilen gizlilik kurallarına riayet edilerek bu gizliliğin sağlanması amaçlanmıştır. Ama özellikle Ankara’da staj döneminde bu gizliliği sağlayamadılar. Bir çok farklı gruba mensup kişi birbirlerini bir şekilde tanıdı veya başkasından duymak suretiyle öğrendi. Ancak tedbire son derece riayet edenler kendilerini gizleyebilmiştir.”
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan M.Ö.ye ait Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 18/10/2016 tarihli sorgulama tutanağı: “Taşra yapılanmasında o dönemki adı ile cemaatin bu yapılanması profesyonel olarak yürütülüyordu. 2002 yılından itibaren taşra yapılanması kendi içerisinde T1, T2, T3, T4, T5 şeklinde bölümlere ayrılmıştı. (“T” taşra anlamına gelen yapılanmayı simgelerdi). T1 grubu 39 bin sicilden daha önce gelenlerdi. T2 grubu 39 bin, 42 bin sicillileri, T3 grubu 92 bin 109 bin arası sicillileri, T4 grubu daha sonraki sicillileri,T5 grubu 125 bin ve sonraki sicillileri ifade ederdi.”
Sonuç olarak FETÖ’nün, yıllar itibarıyla takiye (olduğundan farklı görünme) esasına dayanan uzun vadeli bir projenin aşamalarını izleyerek kurduğu strateji doğrultusunda, kamu kurumlarında ve yargı organlarında demokratik devlet düzeninden ayrıksı ve ona paralel şekilde teşkilatlanmak suretiyle ülkenin bağımsızlığını, bütünlüğünü ve demokratik hukuk devletini tehdit edici, anayasal düzene sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışlar gösteren bir yapılanma hâline geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu yapılanma tarafından 15 Temmuz 2016 gecesi anayasal düzene, demokratik kurumlara ve bizatihi Türk Milletine karşı darbe teşebbüsünde bulunulmuştur.
Darbe teşebbüsünün bertaraf edilmesini takip eden günlerde, söz konusu kalkışmaya dâhil olan kişilerin telefon konuşmaları ve mesajları ortaya çıkmıştır. Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (B. No: 2016/22169, 20/06/2017) kararında da yer alan, darbe teşebbüsünün şüphelilerinden olan Komiser Yardımcısı E.G.nin telefonunda bulunan mesajlar bunlara örnek teşkil etmektedir. E.G.nin telefonunda, “önemli, durum kötü, çok acil duyuru. tüm il ve ilçe imamlarını, abilere, ablalara, kurum imamlarına iletin, tüm hizmet mensupları darbeyi şiddetle kınayan açıklama yapsın, meydanlara inip kendisini kamufle etsin, resim çekilip sosyal medyada yayınlasın, demokrasi, seçilmiş irade falan desinler, ama fazla da asla muhterem hoca efendinin adı geçmesin açıklamalarda, hepimizi alabilirler, herkes -darbeden haberim yok TV’de gördüm ilk kez- desin, asla hükümete ve Tayyibe karşı olumsuz bir paylaşım yapmayın, bu gurubu kapatıyorum şimdi” şeklinde mesajların bulunduğu tespit edilmiştir.

3) Demokratik Anayasal Düzene Sadakat Yükümlülüğü
AİHM “demokratik bir devletin, memurlarından anayasal prensiplere sadakat göstermesini isteme hakkı bulunduğunu” belirtmektedir (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00 ve 59330/00, 27/07/2004, § 52; Volkmer/Almanya (k.k.), B. No: 39799/98, 22/11/2001; Petersen/Almanya, B. No: 39793/98, 22/11/2001). AİHM’e göre “kamu çalışanlarının devlete sadık kalmaları genel yararı korumakla ve güvence altına almakla yükümlü devlet otoriteleri ile çalışmalarının doğasında bulunan bir şarttır.” (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00 ve 59330/00, 27/07/2004, § 57; Žičkus/Litvanya, B. No: 26652/02, 07/04/2009, § 28).
AİHM kararlarında yer alan sadakat yükümlülüğüne ilişkin yukarıda belirtilen ilkelerin hâkimlik ve savcılık mesleği açısından yorumlanması gerekmektedir.
Anayasa’nın “Hâkimlik ve savcılık mesleği” kenar başlıklı 140. maddesine Danışma Meclisi tarafından yazılan gerekçede “… Adalet tevzii herşeyden önce güvenilir nitelikte olmalıdır. Bu hizmeti görenlerin tarafsızlıklarından şüphe edilmesi, hizmetin tam olarak yerine getirilmiş olduğunun kabulüne engeldir. Bu itibarla görevlerinde özel hayatlarında tarafsızlıklarına dair bir davranışta bulundukları sanısını verecek hareketlerden sakınmak zorundadırlar.” denilmektedir.
Bu bağlamda, yargı mensuplarının sadakat yükümlülüğü memurlardan farklı olarak “bağımsızlık” ve “tarafsızlık” ilkeleri çerçevesinde hukuk devletine ve demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüğü olarak ortaya çıkar.
Üstün bir kamu gücü yetkisi niteliğindeki yargı yetkisini kullanan hâkim ve savcıların, Anayasa gereği tarafsız ve bağımsız olarak görev yapmaları, Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vermeleri ve anayasal düzene sadakat göstermeleri, hukuk devletinde demokratik toplum düzeninin korunması açısından büyük önem arz etmektedir.

4) Dava Konusu Edilen Kararların Hukuki Niteliği
Anayasa’nın 139. maddesinde hâkim ve savcıların görevlerinin sona ermesi sonucunu doğuran işlemler, disiplin cezaları ve meslekte kalmalarının uygun olmadığı yönünde verilen kararlar olarak ikiye ayrılmıştır. 24/02/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun “Hâkimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesi” kenar başlıklı 53. maddesinde de disiplin cezası niteliğindeki meslekten çıkarma işlemi ile hâkimlik ve savcılık görevinin sona ermesi sonucunu doğuran diğer işlemler ayrı ayrı belirtilmiştir.
Dolayısıyla 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi uyarınca hâkim ve savcıların meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararların, bu kişilere disiplin cezası verilmesine ilişkin kararlardan ayrı nitelikte olduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Dairemizin, Danıştay Başkanlığının internet sitesinde güncel kararlar başlığı altında yayımlanmış olan, 04/10/2016 tarih ve E:2016/8196, K:2016/4066 sayılı kararında da belirtilmiş olduğu üzere 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi uyarınca terör örgütlerine veya MGK’ca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen yargı mensuplarının, “meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına” ilişkin kararlar, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan “olağanüstü tedbir” niteliğindedir.
Bu kapsamda, ülkenin içinde bulunduğu tehdidin ortadan kaldırılması ve bozulan kamu düzeninin ivedi şekilde yeniden tesis edilmesi amacıyla 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi ile “terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapılara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen” üstün kamu gücü yetkisi kullanma ayrıcalığına sahip bu kişiler hakkında uygulanmak üzere olağan dönemdeki yaptırımlardan farklı olarak olağanüstü nitelikte yeni bir tedbir getirilmiştir.
Terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapılara üyelik, mensubiyet, iltisak veya bunlarla irtibat, anayasal düzene sadakat yükümlülüğünün yitirildiğini ortaya koyan ve hâkim ve savcılar hakkında bahse konu olağanüstü tedbirin uygulanmasını gerektiren hâllerdir. Yukarıda yer verilen yapılara üyelik ve mensubiyet olmasa da bu yapılara iltisaklı veya bunlarla irtibatlı bulunulması hâli de anılan tedbirin uygulanabilmesi için yeterlidir. Nitekim davalı idare, yargı mensupları hakkında aldığı meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararları, anılan yargı mensuplarının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisaklarının sabit olduğu gerekçesiyle tesis etmiştir.
Anayasa Mahkemesi 14/11/2019 tarih ve E:2018/89, K:2019/84 sayılı kararında iltisaklı kavramını ”kavuşan, bitişen, birleşen”, irtibatlı kavramını ise ”bağlantılı” olarak tanımlamıştır. Bu kavramlar ile kişilerin cezai sorumluluğunu gerektiren örgüte üyelik ve mensubiyet kavramlarına nazaran terör örgütleri ile daha az yoğun ve atipik bir bağlantının vurgulandığı açıktır. Bu kapsamda kişilerin terör örgütleri ile irtibat ve iltisaklarının ortaya konulabilmesi için, örgütün amaçlarının gerçekleştirilmesi ya da örgütten yarar sağlamak maksadıyla gerek örgütten gelen talimatlar doğrultusunda gerekse inisiyatif alarak bulundukları hal ve hareketler neticesinde örgüte veya kendilerine yarar sağladıkları ya da örgüt ile amaç birliği veya sosyal birliktelik görünümü içinde oldukları yönünde kanaat oluşması yeterli olacaktır.
Bu bağlamda, üstün bir kamu gücü yetkisi niteliğindeki yargı yetkisini kullanan yargı mensupları yönünden örgüt ile irtibat ve iltisak hususu değerlendirildiğinde, yetki ve nüfuzlarını kullanarak örgütün amaçlarını gerçekleştirmesi için ya da örgütün talimatları doğrultusunda kendilerine veya başkalarına yarar sağlamak için bir takım hal ve hareketlerde bulunmak suretiyle demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüklerini ihlal ettikleri yönünde bir kanaat oluşması halinde örgüt ile irtibat ve iltisaklarının bulunduğunu söylemek mümkün olacaktır.

5) Kişiselleştirme ve Delillerin Değerlendirilmesi
Yargı mensubu olarak görev yapanlar hakkında meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin bahse konu olağanüstü tedbirin uygulanması için ilgililerin terör örgütleri ve millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapılara üyelik, mensubiyet veya iltisakını ya da bunlarla irtibatını ortaya koyan delil, bulgu ve bu yönde değerlendirme yapılmasına neden olan hususların idare tarafından ortaya konulması gerekmektedir.
Dava konusu kararların dayanağı olan delillerin, davalı idare tarafından dava konusu işlemin tesisinden sonra tespit edilerek dosyaya sunulduğu anlaşılmakta ise de bu delillerin terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapılara üyelik, mensubiyet, iltisak veya bunlarla irtibatı ve anayasal düzene sadakat yükümlülüğünün yitirildiğini ortaya koyan geçmişe ilişkin olay ve olgular olduğu görüldüğünden dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun değerlendirilmesinde dikkate alınabileceği tabiidir.

a) ByLock Delili
i. ByLock Uygulamasına İlişkin Genel Değerlendirme
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/09/2017 tarih ve E:2017/16.MD-956, K:2017/370 sayılı kararında belirtildiği üzere ByLock uygulaması, kullanılması için indirilmesi yeterli olmayan ve özel kurulum gerektiren, kullanıcıların haberleşebilmesi için her iki tarafın önceden temin ettikleri kullanıcı adlarını ve kodlarını eklemeden taraflar arasında mesajlaşmanın başlayamadığı, bu bakımından sadece oluşturulan hücre tipine uygun şekilde bir haberleşme gerçekleştirilmesine imkân veren, kriptolu anlık mesajlaşma, e-posta gönderimi, ekleme yoluyla kişi listesi oluşturma, grup içi mesajlaşma, kriptolu sesli görüşme, görüntü veya belge gönderebilme özellikleri bulunan, böylece kullanıcılarının, örgütsel mahiyetteki haberleşmelerini başka herhangi bir haberleşme aracına ihtiyaç duymadan gerçekleştirmesine olanak sağlayan bir iletişim sistemidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun anılan kararında; ByLock uygulamasının 2014 yılı başlarında uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olduğu, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve bluetooth yoluyla yüklenildiği hususunun yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesaj ve e-postalardan anlaşıldığı, ByLock üzerinden yapılan iletişimin çözümlenen içeriğinin tamamına yakınının FETÖ mensuplarına ait örgütsel temasa ve faaliyetlere ilişkin olduğu; kullanıcılar tarafından buluşma adreslerinin değiştirilmesi, yapılacak operasyonların önceden bildirilmesi, örgüt mensuplarının yurt içinde saklanması için yer temini, yurt dışına kaçış için yapılan organizasyonlar, himmet toplantıları, açığa alınan veya meslekten çıkarılan örgüt mensuplarına para temini, örgüt liderinin talimat ve görüşlerinin paylaşılması, Türkiye’yi terörü destekleyen ülke gibi göstermek amacına yönelik faaliyette bulunan birtakım internet adreslerinin paylaşılması ve bu sitelerdeki anketlerin desteklenmesi, FETÖ’ye yönelik yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların hâkim ve Cumhuriyet savcılarınca serbest bırakılmasının sağlanması, örgüt mensuplarına müdafi temin edilmesi, örgüt üyelerinden kimlere operasyon yapıldığına ve kimlerin deşifre olduğuna ilişkin bilgilerin paylaşılması, operasyon yapılması ihtimali olan yerlerde bulunulmaması ve bu yerlerdeki örgüt için önemli dijital verilerin arama-tarama mesulü olarak adlandırılan kişilerce önceden temizlenmesi, kamu kurumlarında FETÖ aleyhine görüş bildiren veya yapılanmayla mücadele edenlerin fişlenmesi, sistemin deşifre olduğunun düşünülmesi halinde ByLock iletişim sisteminin kullanımına son verilerek Eagle, Dingdong ve Tango gibi alternatif programlara geçiş yapılacağının haber verilmesi, yapılanmaya mensup kişilerin savunmalarında kullanabilmeleri amacıyla hukuki metinler hazırlanması gibi örgütsel nitelikte ve amaçta mesajlar gönderildiği ifade edilmiştir.
Bylock delilinin hukuki niteliği ile ilgili olarak ise Yargıtay Ceza Genel Kurulunun yukarıda anılan kararında; Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesinin 32. maddesi ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 4.maddesinin 1.fıkrasının (i) bendi ile 6.maddesinin 1.fıkrasının (d) ve (g) bentlerine uygun şekilde Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından elde edilen Bylock’a ilişkin dijital materyaller hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Ceza Muhakemesi Kanununun 134.maddesi gereğince Ankara Sulh Ceza Hakimliğince verilen ”inceleme, kopyalama ve çözümleme” kararına istinaden bilgisayar ve bilgisayar kütüklerindeki iletilerin tespiti işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varıldığı görülmüştür.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de Bylock verilerinin kanuni bir temele dayanmadan ve hukuka aykırı şekilde elde edildiğine yönelik iddialar yönünden yapılan başvuruda; 4/6/2020 tarih ve Başvuru No: 2018/15231 sayılı kararı ile Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi aynı kararında, yapısı, kullanım şekli ve teknik özellikleri itibarıyla sadece FETÖ/PDY mensuplarınca -örgütsel iletişimde gizliliği sağlama amacıyla- kullanılan kriptolu iletişim ağının başvurucu tarafından kullanılmasının terör örgütüne üye olma suçu açısından mahkumiyete dayanak olarak alınmasının, adil yargılanma hakkı kapsamındaki usul güvencelerini etkisiz hale getiren keyfi bir uygulama olarak değerlendirilemeyeceği tespitinde de bulunmuştur.
Öte yandan Dairemizde derdest olan dava dosyalarında, yargı mensubu olarak görev yapmakta iken haklarında meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilmiş olan bazı kişilerin ByLock uygulamasına ilişkin birtakım ifadelerde bulunduğu görülmüştür:
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan Y.G. isimli şahıs tarafından İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesine sunulmuş beyan: “Bana ByLock adlı programı indirmemi 2014 Temmuz’da … adlı kişi söyledi. Önce VPN programını daha sonra da ByLock’u kurmamı, VPN’yi açmadan ByLock’u kullanmamam gerektiğini açıkladı. Daha sonra beni kendisi ekledi ve onaylamamı söyledi. Böylece buradan daha güvenli mesajlaşabilecektik onlara göre. Çünkü 2014 HSYK seçimleri yaklaşmaktaydı ve hızlı bir haberleşme ağı lazımdı.”
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan M.Ö. isimli şahsa ait Malatya Cumhuriyet Başsavcılığında düzenlenen 16/10/2016 tarihli sorgulama tutanağı: “2014 HSYK seçimlerinden yaklaşık 3-4 ay önce E.E.’nin evinde toplanmıştık. … abi denilen kişi bir programdan bahsetti. Bu program üzerinden haberleşeceğimizi söyleyerek telefonlarımızı istedi. Kendisi telefonlarımıza ByLock denilen programı söz konusu sohbet sırasında yükledi. …ByLock programını kullanan cemaatteki herkesin paylaşımlarını görmek mümkün değildi. Sadece arkadaş listesi (grup) şeklinde oluşturulan arkadaşlarla konuşabilmekte ve yazılar paylaşabilmekteydik. …HSYK seçimlerinin sonuna kadar ByLock programı üzerinden haberleşme sağlanıyordu. Cemaat mensuplarının istemleri doğrultusunda seçimlerden sonra ByLock programını sildim.”

Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan A.B. isimli şahsa ait Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığında düzenlenen 22/03/2017 tarihli sorgulama tutanağı: “… isimli şahıs telefonuma ByLock yüklemek istedi. Ancak akıllı telefonum olmadığı için yükleyemedi. Ben de eşimin telefonunu kendisinden habersiz aldım. Bir şeyler yaptı. Bundan sonra buradan haberleşeceğiz dedi. …Burak, hâkim ve savcıların kişisel bilgilerini (dünya görüşü, siyasi görüş vs.) özellikle ByLock’tan ona atmamı istiyordu. … bana tablet almamı, başka bir akrabamın adına hat almamı söyledi. Ancak ben bunu da yapmadım. Daha sonra .. bana içinde hat olan bir tablet getirdi. Tablette ByLock programı yüklüydü. Gelen yazıları okuyordum. Ayrıca bana tablette silme programını gösterdi. Herhangi bir durumda onu kullanmamı söyledi.”
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan S.Ö. isimli şahsa ait Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığında düzenlenen 02/03/2017 tarihli şüpheli ifade tutanağı: “2014 yılının Ağustos ayında E.Ö. çalıştığı yer olan Silivri’ye gelmemi söyledi. Silivri’ye gittikten sonra beni oradan alıp Silivri İlçesinde oturan D.S.’nin evine götürdü. Burada … kod adlı şahıs da vardı. Kendisi telefonumu istedi. Kendisi bana ByLock isimli programı yükledi. Artık buradan haberleşeceğimizi bana söyledi. Çünkü benim tek kaldığımı, bir şekilde haberleşmemiz gerektiğini söyledi. 2015’in Şubat ayına kadar bu program üzerinden haberleştik.”
Bu durumda, FETÖ tarafından gizliliği sağlamak için örgütsel haberleşme amacıyla oluşturulduğu ve münhasıran FETÖ tarafından kullanıldığı anlaşılan ByLock uygulamasının yüklendiğinin, bu ağa dâhil olunduğunun tespit edilmesi hâlinde, bu kişilerin örgüte üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut örgütle irtibatı ortaya konulmuş olabilecektir.

ii. ByLock Delilinin Davacı Yönünden Değerlendirilmesi
Dava dosyasında, Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı tarafından davacı hakkında düzenlenmiş “ByLock Tespit Tutanağı” yer almaktadır. Anılan tutanakta, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/12/2016 tarih ve 2016/180056 sayılı soruşturma kapsamında gönderilen ByLock abone listeleri üzerinde yapılan çalışmalarda davacının 129.862 satırlık ByLock abone listesinin 86329. satırında kaydının olduğu, tespit edilen GSM aboneliğinin 0553…..18, tespit edilen cihaza ait IMEI numarasının … olduğu belirtilmiştir.
Bununla birlikte, davacının yargılandığı … Ağır Ceza Mahkemesinin E:… sayılı dosyasında; davacının 0553…..18 nolu GSM hattı ile 27/08/2014 – 12/02/2015 tarihleri arasında ByLock uygulaması için kiralanan IP’lerden … IP adresine bağlandığının tespit edildiği görülmüştür.
Davacı tarafından, bu delile karşı herhangi bir beyanda bulunulmamıştır.
Netice itibarıyla davacı hakkında düzenlenen “ByLock Tespit Tutanağı”nın incelenmesinden; davacı tarafından 0553…..18 GSM numarasından, … IMEI numaralı cihazla ByLock uygulamasının yüklendiği anlaşılmaktadır.

a) Davacı Hakkındaki Tanık Beyanları
Davacı hakkındaki tanık beyanları şu şekildedir:
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan (davacının eşi) Z.Ö. isimli şahsın Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/211 numaralı soruşturma kapsamında düzenlenen 13/03/2017 tarihli şüpheli sorgulama tutanağı:
“…Ben Uşak ilinde yatılı olarak Eşme Ahmet Avcı Anadolu Öğretmen Lisesinde eğitimime devam ettiğim sırada üniversiteye hazırlık için lise ikinci sınıfta gittiğim ve Uşak’ta faaliyet gösteren FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait UZEM Dersanesinin sınavına girerek derece yaptım ve maddi durumumuz iyi olmadığı için ve Eşme’de faaliyet gösteren tek dersane olduğu için bu dersaneye 2005 yılında gitmemle yapı ile tanıştım. İki yıl lise ikinci ve üçüncü sınıfta bu dersaneye devam ettim. 2006 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. İstanbul’da kalacak yer bulamadığım için ve devlet yurdu da çıkmadığı için o dönemde dersaneden tanıdığım matematik öğretmeni olan ve soy ismini hatırlamadığım Ö. isimli öğretmenimin yönlendirmesiyle İstanbul Fatih ilçesinde ismini hatırlamadığım FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait bir yurda gittim ve bu yurtta mülakata tabi tutuldum. Bu mülakatta bana sigara içip içmediğimi, erkek arkadaşım olup olmadığını vs.sorular sorarak evin kurallarına uyup uyamayacağımı söylediler… Dört yıl boyunca FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait Davutpaşa’da ve Fatih’te bir evde kaldım… Ben İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi okuduğum sırada yarım dönem ev ablalığı görevini yaptım… Üniversite son sınıfta bir bayan şahıs beni ankesörlü telefondan arayarak hakim savcılık sınavına hazırlanmam için bir eve yerleştirilebileceğimi ve bu nedenle görüşmek istediğini söyledi. Ben de İstanbul Çapa’da bir eve gittim ve burada bir bayan şahıs tarafından mülakata tabi tutuldum. Bu mülakatta da bana risale-i nur’u kaç defa bitirdiğimi, Fethullah Gülen’in kaç kitabını okuduğumu, Kur’an-ı Kerim bilip bilmediğimi, namaz kılıp kılmadığımı sordu. Mülakattan sonra bana kendilerinin arayacağını söyledi ve ben de oradan ayrıldım. 2010 yılının yaz ayında kullanmış olduğum telefonumu tanımadığım ve FETÖ/PDY Terör Örgütü yapılanması içerisinde faaliyet gösteren bir bayan şahıs arayarak hakim savcılık sınavına hazırlık için bir evde kalabileceğimi ve sınava burada hazırlanabileceğimi söyledi. Ben de bu teklifi kabul ettim ve Ankara Keçiören’de bulunan bu yapılanmaya ait bir evde hakimlik savcılık sınavına hazırlanmaya başladım… Sınavda sadece ben başarılı oldum… Mülakat sürecinde de bu yapılanmaya ait mülakat evlerinde kaldım. Bu ev Ankara ili Keçiören’deydi. …Mülakatta da başarılı olarak, FETÖ/PDY Terör Örgütü yapılanmasının telkini ile, Ankara ilinde staja başladım. Staj döneminde Ankara Tandoğan’da yine FETÖ/PDY Terör Örgütü yapılanmasına ait bir evde E.Y., K.Ç. ve C.K. ile birlikte kaldım… Bayan stajyerlerden sorumlu abla ise E.Ö. idi. E.Ö. ise diğer tüm konularda (Evlenme, himmet vs) B. isimli kıdemli hakim ile istişare ediyordu ve ona rapor veriyordu. E.Ö. bana 2012 yılında eşimin fotoğrafını gösterdi. Ben de görüşmek istediğimi söyledim ve Elvankent’te bulunan hakim savcı lojmanlarında eşim ile görüşerek tanıştık. Mesleğe ilk başladığımda bir aylık maaşımın hepsini E.Ö.’ye verdim. Daha sonrasında ise maaşımın %15’ini himmet olarak yine E.Ö.’ye verdim… Ben eşim ile staj devam ederken evlendim ve stajımı eşimin görev yaptığı Yahyalı ilçesinin bağlı olduğu Kayseri Adliyesine aldırdım. Bu süreçten sonra benim bu yapılanma ile görüşmem daha seyrekleşti. Çünkü eşim görüşüyordu ve görüşmedeki bilgileri bana aktarıyordu… Eşim ile birlikte 2013 yılında Çorlu’ya atandım. Çorlu’da FETÖ/PDY Terör Örgütü yapılanması içerisinde yer alan hakimler S.Y. ve G.K. ile bir grup oluşturuldu. Bir araya gelerek Kuran-ı Kerim okuduğumuz zamanlar oldu. Daha sonra ben yapılanmanın düzenlediği herhangi bir toplantıya katılmadım. Bu süreçte E. isimli kişinin eşim ve diğer kişilerle görüştüğünü biliyorum. E.’yi bir defa kapıdan içeri girerken gördüm ancak bize toplantı düzenlememiz yönünde bir talimat vermedi. HSYK seçim döneminde eşim eğer YBP adayları kazanırsa bizlerin meslekten atılacağını söyledi. Bu yüzden ben de on bir oyun hepsini de o dönemde sözde bağımsız adaylara verdim. Ben seçim döneminde kimseyi yönlendirmedim. Eşim haricinde kimse de beni yönlendirmedi. Kimseye oy toplamadım. Ben Çorlu Adliyesinde iş mahkemesine bakıyordum ve ek binada olduğumuz için hiç bir aday da odama gelmedi. Ben kimseyi gezdirmedim… Ben ByLock veya benzeri bir program yüklemedim. Böyle bir programın varlığından da darbe teşebbüsü sonrasında haberim oldu. Eşimin de bu programı yüklediğini bilmiyordum. Sonradan öğrendim… Akademi eğitimi sırasında tedbir yapmamız isteniyordu. Akademi mescidinde namaz kılmamız yasaktı. Namazları cem etmemiz söyleniyordu. Ya da akademi yurdunda kalan bu yapılanmaya ait arkadaşların odasında kılıyorlardı…”
Bununla birlikte dava dosyasında yer alan 17/03/2016 tarihli teşhis tutanağında, ifade sahibi tarafından …’in net ve kesin bir şekilde teşhis edilmiş olduğu görülmektedir.
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan K.K. isimli şahsın Tokat Cumhuriyet Başsavcılığınca 2016/5846 numaralı soruşturma kapsamında düzenlenen 12/04/2018 tarihli şüpheli ifade tutanağı:
“… Şüpheliye kendi döneminden yapı evliliği yaptığını bildiği şahıslar olup olmadığı hususu sorulduğunda; bildiğim bir takım kişiler vardır, bildiğim ve hatırladığım kadarıyla anlatmak isterim, dedi. DEVAMLA: … Z.Ö.’nün yapı aracılığı ile tanıştığı … isimli savcı ile evlendiğini biliyorum. Bu şahıs staj arkadaşım olması nedeniyle biliyorum. Yapı aracılığı ile evlendiğini bu şahıstan duydum. Ancak kim aracılık etti, ne şekilde gerçekleşti, bunu bilmiyorum…”
Bununla birlikte dava dosyasında yer alan 18/04/2018 tarihli teşhis tutanağında, ifade sahibi tarafından …’in net ve kesin bir şekilde teşhis edilmiş olduğu görülmektedir.
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan M.T. isimli şahsın Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/19385 numaralı soruşturma kapsamında düzenlenen 23/03/2017 tarihli şüpheli sorgulama tutanağı:
“…2013 mayıs ayında çektiğim kura ili Çorlu ilçesine hakim olarak atandım. Atandığım yerde benimle herhangi bir paralel yapı mensubu benimle irtibata geçmedi bana yardım teklif etmedi seçim dönemine kadar bana sonradan paralel yapıyla irtibatı olduğu anlaşılan bağımsız adıyla bilinen kişilere oy vermem yönünde bir telkinde bulunulmadı. Zaman zaman adliyemizde seçim mevzu açıldığında meslektaşlar arasında konuşmalar oluyordu. O dönem birlikte görev yaptığımız Çorlu Savcısı … genel konuşmalarında Bağımsızlara yakın olduğunu hissettiyordu. Nitekim 2014 HSYK seçimlerinde de sandık başında Bağımsızlar lehine sandık müşahitliği yapıyordu. Ancak ben bunun haricinde paralel yapı kapsamında bir faaliyetine şahit olmadım. FETÖ/PDY terör örgütüne ilişkin bir davranışını görmedim…”
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan B.S. isimli şahsın Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2019/1919 numaralı soruşturma kapsamında Adana 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına yazdığı dilekçe doğrultusunda Adana 4. Sulh Ceza Hakimliğinin 09/04/2019 tarih ve 2019/1847 Değişik İş sayılı kararı uyarınca Kahramanmaraş KOM Şube Müdürlüğünde düzenlenen 16/04/2019 tarihli şüpheli ifade tutanağı:
“… 12.02.2019 tarihli Adana 12 Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına kendi el yazımla yazmış olduğum 11 sayfalık dilekçemi avukatım huzurunda aynen tekrar ederim. Dilekçemde geçen olaylar ve kişilerle ilgili beyanım doğrudur ve bana aittir. Buna ek olarak isimlerini sonradan hatırladığım kişileri belirtmek istiyorum… …: Dilekçemde belirttiğim kişilerden biridir. Staj döneminde kendisiyle tanıştım. Staj dönemi boyunca cemaat evinde kaldı. Yanlış hatırlamıyorsam … ile aynı evde kalıyorlardı. 2012 yılında atandıktan sonra kendisiyle hiç görüşmedim…”
Bununla birlikte dava dosyasında yer alan 16/04/2019 tarihli teşhis tutanağında, ifade sahibi tarafından …’in net ve kesin bir şekilde teşhis edilmiş olduğu görülmektedir.
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan E.Y. isimli şahsın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/68572 numaralı soruşturma kapsamında düzenlenen 07/05/2017 tarihli şüpheli ifade tutanağı:
“…2005 yılında Marmara Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Hukuk Fakültesinin 1. Yılında yine o dönemde cemaat olarak adlandırılan örgütün Maltepe’deki evlerinde kaldım… 2009 yılında mezun oldum. Ben Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra kendi evimde kendi imkanlarımla Hakim-savcılık sınavlarına hazırlandım. 2009 veya 2010 yılı içerisinde sınavı kazandım… Sınavı kazandıktan sonra 2010 yılı Mayıs ayında Ankara’da staja başladım…Ben Ankara’da hakim adayı olarak staj yaparken cemaatçi olduğunu düşündüğüm kimselerden zaman zaman yeni taşımış olmam sebebi ile evlerine davet edildim… E.Ö. bizim akademiden aday arkadaşlarımızdandır. İ.H. de benimle aynı dönemde adaydı. Bemim adayken katıldığım sohbetlerde E.Ö.’yü görmüştüm. Ancak İ.H.’yi pek gördüğümü hatırlamıyorum. …n’i de bu sohbetlerde görmüş olabilirim…”
Davacı tarafından bu ifadelere karşı herhangi bir beyanda bulunulmamıştır.
Öte yandan, davacının, Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığında 2017/186 numaralı soruşturma kapsamında müdafi huzurunda etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanma amacıyla verdiği ifadesine ilişkin 02/03/2017 tarihli şüpheli ifade tutanağı:
“…5237 sayılı TCK’nin 221.maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istiyorum. Bu nedenle de bu ifademde bildiğim her şeyi anlatacağım. Ben ilköğretim ve lise eğitimimi Çankırı İlinde devlet okullarında tamamladım. 2005 yılında FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait olan Çankırı Maltepe Dersanesine gittim. Bu yapılanma ile de ilk tanışmam dersane aracılığı ile 2005 yılında gerçekleşti. Bir yıllık dersanedeki eğitim hayatım boyunca FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait evlere kesinlikle gitmedim. Hatta bu dönemde Çankırı’da faaliyet gösteren sadece Maltepe Dersanesi olduğu için bu dersaneye gitmem nedeniyle bu yapılanmadan bazı kişilerle tanışmış oldum. Ancak asıl olarak 2005 yılında İstanbul Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmam nedeniyle FETÖ/PDY Terör Örgütü yapılanması içerisinde yer alan ancak ismini unuttuğum Coğrafya öğretmenimin yönlendirmesi ile İstanbul İlinde 2005 yılı Eylül ayında FETÖ/PDY Terör Örgütü yapılanması içerisinde yer alan ve Ümraniye Çakmak semt sorumlusu ve Çankırılı olan, o tarihte Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi okuyan İ.D. beni karşılayarak beni Ümraniye Çakmak semtinde FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait bir eve yerleştirdi. Bu eve yerleştirilmemden sonra ertesi gün FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait Ümraniye’de bulunan ismini hatırlayamadığım bir yurtta beni ve diğer yeni gelen herkesi mülakata tabi tuttular. Mülakatta ‘Niçin evde kalmak istiyorsunuz? Evde kalsanız öğrenci bakar mısınız? Sorumluluk alır mısınız?’ şeklinde sorular yöneltildi. Ben bu sorulara olumlu yanıt verdiğim için FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait evlerde kalmaya başladım. Mülakat sonrası evde kalması uygun görülmeyenleri yine FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait olan anadolu yakasındaki Atıfbey Yurdu’na yerleştirdiler. Özellikle semt ve bölge anlamında bu yapılanmanın farklı uygulamaları vardı. Bu uygulamalardan bahsetmek istiyorum. Benim o dönemde ikamet ettiğim Çakmak semti, özellikle Çankırı İlinden üniversiteyi kazanan ve bu yapılanma içerisinde yer alan kişilerin kalmalarının sağlandığı bölgeydi. Her bölgenin farklı illerden gelen kişileri ağırlama kuralı vardı. Ben Çankırı İlinden üniversiteyi kazandığım için benim ikamet etmem gerekli yer Çakmak semtindeydi kendi kafama göre başka herhangi bir semtte kalma imkanım yoktu. Aksi halde beni evden atabilirlerdi. Çünkü bölgeler arası mali dengeyi korumak için her bölgenin yeterli miktarda öğrenciye sahip olması gerekiyordu. Bu hususta da sorumlular arasında kavgaların olduğunu hatırlıyorum. Özellikle İ.D. Çankırı İline gelerek kendi bölgesinde bir üniversiteyi kazanan kişilerin listesini Çankırı Maltepe Dershanesinden alıyordu. Zaten bu kazanan kişilerin isimlerini FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait dershaneler ilgili sorumlularına servis ediyordu. Ben dört yıllık üniversite hayatım boyunca Ümraniye İlçesi Çakmak, Dudullu, Modoko ve Türkiş semtlerinde yer alan FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait evlerde kaldım. Bu evlerde şu an halen meslekte olanların da yer aldığı arkadaşlarımın isimlerini söylemek istiyorum. Bu kişiler Cumhuriyet Savcıları K.G., Y.D., Hakim A.B., …kod adlı ve daha sonradan askeri hakim olduğunu öğrendiğim A.R.B., İdari Hakimler A.A., N.T., semt abisi olan ve askeri hakim olduğunu bildiğim Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2004 girişli olup birinci öğretimde eğitim gören … adlı A. isimli kişiydi. … kod isimli A.R.B. ve A.B. isimli kişilerin özel öğrenci grupları vardı. Bu kişiler yönlendirme ve eğitimle askeri liselere ve polis kolejlerine yerleştiriliyordu. Bu kişiler ortaokul öğrencileriydi. Bize de lise ikinci ve lise üçüncü sınıfta eğitim gören ara sınıfta okuyan öğrenciler gelerek bizden eğitim almaktaydı. Özel öğrenci eğitim grupları haftanın beş günü gelmekteydi. Ancak biz bunları görmemekteydik. Bu özel öğrenci grubundaki öğrenciler genel olarak daha sıkı kamufle olacak şekilde yapıya ait olmayan dershanelere gitmektelerdi. Ben 2005 yılında birinci sınıfı okuduktan sonra bu evlerde kalmak istemediğimi aileme söyleyerek eşyalarımı aldım ve bu evden ayrıldım. Ancak Marmara Üniversitesi Matematik Öğretmenliği üçüncü sınıfta okuyan A. isimli kişi Çankırı İline kadar gelerek ailemi ikna etti. O dönemde benimle de bir görüşmesi oldu ve ben de ikna oldum. Tekrar FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait evlerde kalmaya devam ettim. Ayrıca benim bu yapılanma içerisinde yer almayan arkadaşlarımla birlikte tuttuğum bir evim de vardı. Ara sıra orada da kalıyordum. Ben FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait evlerde kaldığım süre boyunca ara sınıflara eğitim vererek öğrenci gruplarından sorumlu kişiydim. Bunlar lise öğrencileriydi ve eğitim almak için geldikleri sırada ben kendilerine Fethullah Gülen’e ait kitapları okutuyordum. Ayrıca Risale-i Nur kitabını da okutuyordum. Fethullah Gülen’e ait videoların bulunduğu CD’leri de izletiyordum. Namaz kılıp kılmadıklarını, kız arkadaşları olup olmadıklarını, sigara içip içmediklerini de ayrıca takip ediyordum. Yukarıda ismini verdiğim hakim ve Cumhuriyet savcılarının da kendilerine ait öğrenci grupları vardı. Benim yaptığım gibi onlar da eğitim veriyorlardı. Bu dönemde L1, L2, L3 sorumluları olarak adlandırılan ve abi olarak nitelendirdiğimiz kişilere bu eğitimlerimiz ile ilgili bilgileri aktarıyorduk. Onların bize verdiği talimat doğrultusunda da eğitimlerimize devam ediyorduk. Yukarıda belirttiğim “L” açılımı Lisedir. Bu kişilerin kod isimleri olduğu için gerçek isimlerini hatırlamıyorum. Ancak bu kişiler hakim veya Cumhuriyet savcısı değildir. Bu dönemde kaldığım evlerde Sızıntı Dergisi ve Zaman Gazetesi abonesi olmak zorunluydu. Özellikle de nicelik anlamında belirli bir sayıya ulaşmamız gerekiyordu. Bu sayıya ulaşamadığımız zamanlarda evin bursundan kesinti yapılıyordu. Bu nedenle evde kalan herkes en az beşer adet abonelik gerçekleştirmek zorundaydı. Hatırladığım kadarıyla kendi ismime abonelik yaptırmadım. Özellikle hukuk fakültesi okuduğum için kamufle olma adına abone yapılmamış olabilirim. Üniversite iki ve üçüncü sınıfta yukarıda isimlerini verdiğim hakim ve savcılar ile birlikte ev abiliği görevini üstlendik. Türkiş Bloklarında kaldığım evin ev abisi bendim. Ev abisi olarak o evin tüm sorumluluğu bana aitti. Her hafta semt abisi ile birlikte toplantılar düzenliyorduk. Bu toplantılarda yine talimatları alıyorduk. Biz de ev ile ilgili olarak raporları veriyorduk. Genelde bu raporlar kimin kaç sayfa kitap okuduğu, CD’lerin izletilip izletilmediğini içeriyordu. Benim ev abiliği yaptığım dönemde yukarıda belirttiğim şekilde … kod isimli A. semt abisiydi. 2009 yılında Göztepe semtinde bulunan Hasan Basri Yurdu’na gitmem talimatı verildi. Burada “Mezun Sorumlusu” adı verilen, ismini, soyismini ve kod ismini bilmediğim bir kişi ile görüştüm. Bu kişiye ben iletişim bilgilerimi verdim. Bu kişi bu bilgilerimi bilgisayara kaydediyordu. Yine bu kişiye ben bu mülakatımda Fethullah Gülen’e ait kaç kitap okuduğumun, Risale-i Nur’u kaç defa okuduğumun, sigara alışkanlığımın olup olmadığının, kız arkadaşımın olup olmadığının bilgilerini de verdim. Bu bilgileri almasındaki temel amaç ise belirli bir sıralama yapmaktı. İçlerinde benim de bulunduğum Hakim İ.Z., Cumhuriyet Savcıları K.G., Y.D. askeri hakim olduğunu sonradan öğrendiğim Marmara Hukuk 2005 giriş ikinci öğretim gören Bursalı O. isimli kişi ile birlikte grup oluşturuldu. Bu gruptakiler ve mezun sorumlusu olan kişi ile birlikte Üsküdar’daki FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait evde iki üç kez toplantı yaptık. Bu toplantılarda bize hakim veya Cumhuriyet savcısı olma talimatı verildi. Bu talimatı bize mezun sorumlusu kişi verdi ve bize ‘Ankara’da mı sınava çalışmak istiyorsunuz? Yoksa İstanbul’da mı çalışmak istiyorsunuz?’ diye sordu. Biz de Ankara’da çalışmak istediğimizi söyledik. Yine bu mezun sorumlusu bize İstanbul İlinde yapı içerisindeki tüm görevlerimizi devretmemizi söyledi. Mezun sorumlusu yine bize mezun olduktan sonra bir kişinin bizimle irtibata geçeceğini, bu kişinin talimatı doğrultusunda hareket etmemizi söyledi. Üniversite hayatım boyunca fakülte ile ilgili ders geçme noktasında kimsenin yardımı olmadı. Çalışarak kendi çabalarımla okulu bitirdim. Mezun olduktan sonra 2009 yılında Haziran ayında Çankırı’ya geldim. Ankesörlü telefondan … kod adlı adli yargı hakimi adayı M.S.G. beni aradı. Bana hangi tarihte Ankara İline gelebileceğimi sordu. Ben de kendisine uygun olduğu bir tarihte gelebileceğimi söyledim. 2009 yılı Temmuz ayında bu kişinin yönlendirmesi ile Ankara’ya gittim ve … kod adlı hakim adayı beni Ankara AŞTİ’de karşıladı ve Ankara Balgat Cevizlidere’de bulunan ve FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait çalışma evi olarak adlandırılan eve yerleştirdi. Bu evde benimle birlikte, hakim İ.Z. (şu an halen görevdedir), Cumhuriyet savcısı K.G. (şu an halen görevdedir), Cumhuriyet Savcısı Y.D. (ihraç edildiğini biliyorum), Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi araştırma görevlisi S.İ., 2008 yılı İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu İ. isimli kişi vardı. Bu kişiler ile birlikte 2009 yılı aralık ayına kadar sınava hazırlandık. Çalışma evinden sorumlu kişiye “Murakıb” adı verilmektedir. Dört-beş Murakıb’tan sorumlu kişiye de “Sermurakıb” adı veriliyordu. Bizim evin sorumlu Murakıbı o tarihte idari yargı hakim adayı M.Y. idi, Sermurakıb ise adli yargı hakimi M.S.G.idi. M.Y. her hafta kaldığımız eve gelerek bizden “Çetele” diye adlandırılan ve kaç saat çalıştığımızı, hangi kitapları okuduğumuzu içeren raporu alıyordu. Çalıştığımız evlerde internet ve telefon kullanılması kesinlikle yasaktı. Ankesörlü telefonlarla ailemizi arayabiliyorduk. Çalıştığımız evin tüm masraflarını FETÖ/PDY Terör Örgütü yapılanması karşılıyordu. Bizim herhangi bir şekilde masrafımız yoktu. Ayrıca yine bu yapılanma tarafından 150-200 TL harçlık şeklinde burs veriliyordu. Bu bursu da yine murakıb zarf içerisinde bize veriyordu. Bu evde kaldığım dönem içerisinde bize bir yemin yaptırıldı. Bu yemin Kur’an-ı Kerim’e el basmak suretiyle bu evde olup biteni kimseye söylemeyeceğimiz şeklindeydi. Herhangi bir metin okutulmadı. Yukarıda belirttiğim gibi Kur’an-ı Kerim’e el bastık ve olup biteni kimseye anlatmayacağımız şeklinde yemin ettik. Evde kaldığımız süre boyunca bize kesinlikle hakim savcılık sınav soruları getirilmedi ve gösterilmedi. Anladığım kadarıyla bu yapılanma içerisinde yer alan kişileri birden beşe kadar derecelendirme yapılıyordu. Bu derece beşinci sırada olanlara soruların getirildiğini düşünmekteyim. Çünkü bu sırada olanlar tam anlamıyla güvenilen kişilerdi. Biz bu evde toplam altı kişiydik. Dördümüz kazandık. S.İ. ve soyismini bilmediğim İ. sınavı kazanamadı. Bu da bize soruların getirilmediğinin kanıtıdır. Ben bu dönemde dördüncü derecedeydim. Daha sonradan beşinci dereceye çıkartıldım. Bunu da ifademin devam eden kısmında ayrıntılı bir şekilde anlatacağım. Biz bu evde herkesin hazırlandığı gibi piyasada bulunan hakim savcılığa hazırlık kitaplarından çalıştık. 2009 yılı Ağustos ya da Eylül ayında M.Y. bize İzmir’de gerçekleşecek olan askeri hakimlik sınavına katılmamız gerektiğini söyledi. Ben kendisine askeri hakim olmak istemediğimi belirttim. Ancak kendisi bana ‘Bizim sınav yerinde fazla görünmemiz gerekiyor, bu nedenle girmen gerekiyor’ dedi. Yani bunu demesindeki amacın, sınava girecek olan ve yapıya ait olmayan kişileri sayısal üstünlüğü kurarak saf dışı bırakmaktı. Askeri hakimlik sınavını sadece K.G. ve İ.Z. kazandı. Ancak murakıbın talimatı ile askeri hakimlik mülakatına bu kişiler gönderilmedi. Muhtemelen bu sınavda yapıya ait yeterli sayıya ulaşıldığı için sözlü sınavına bu arkadaşlarım gönderilmedi. 2009 yılı Aralık ayında gerçekleşen hakim-savcılık sınavını 175. sırada kazandım. Kazandıktan sonra yine çalışma evinde beraber kaldığımız ve sınavı kazanan K.G., İ.Z., Y.D. ve hakim F.Ö. ile birlikte Ankara ili Keklikpınarı’nda bulunan ve FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait “Mülakat evi” adı verilen yere M.Y. bizi yerleştirdi. Kendisi bize hemşehri olduğumuz bürokratlardan, siyasilerden ve hakim savcılardan referans bulmamızı istedi. O dönemde ben de araştırmalarım sonucu hemşehrim olan yapılanmaya ait olup olmadığını bilmediğim milletvekillerine, yargıtay ve danıştay üyeleri, Ankara’da görevli birinci sınıf hakim ve savcılara gittim. Bu gittiğim kişilerin isim listesini murakıb M.Y.’ye verdim. Mülakata hazırlık döneminde de piyasada bulunan mülakata hazırlık kitabından çalıştım. Mülakata yakın bir zamanda Semih kod adlı Danıştay Tetkik Hakimi M.F.I. ve yanında tanımadığım iki kişi mülakat evine geldiler. Bize sanal mülakat yaptılar. Mülakatta nasıl davranmamız gerektiğini söyleyerek hukuk ve genel kültür alanında bazı sorular sordular. Mülakatta kendilerinin bir katkısının olup olmadığını bilmiyorum. Ancak beşimiz de mülakatı geçerek staja başladık. Mülakatı geçtikten sonra onikinci dönem adli yargı hakim adayı olarak sermurakıb M.S.G.’nin talimatı ve yapının planı doğrultusunda Ankara ilinde staja başladım. Benim dönemimde bu yapılanmaya ait hakim ve Cumhuriyet savcılarını stajı özel bir durumu olmadığı takdirde ya Ankara ilinde ya da İstanbul ilinde tamamlamaları zorunluydu. Stajın ilk yılında Ankara Bahçelievler’de Tusso Sitesinde FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait evde Hakimler İ.Z., C.K., O.P. ile birlikte kaldık. Stajımıza Ankara Adliyesinde devam ettik. Stajın ikinci yılında Tusso Bloklarının hemen karşısındaki bir evde Cumhuriyet savcısı O.U., hakim E.K. (halen görevdedir), soy ismini hatırlamadığım ve Durağan Hakimi olarak görev yaptığını bildiğim ve hatta daha öncesinde Tunceli merkezde görev yapan hakim A.H. ile bir yıl kaldım. Eşi de hakim N.Ç.H.’dir. Ben adaylık dönemimde ilk yılımda bu yapılanma içerisindeki derecem dörttü. Ben ve Cumhuriyet savcısı O.U.’nun 2012 yılının başında derecemizin beşe çıktığını C.K. bize söyledi. C.K. benimle aynı dönemde olan ve on ikinci dönemin devre abiliğini yapan kişidir. Bu nedenle ben de bizim dönemin tüm FETÖ/PDY Terör Örgütü mensubu hakim ve savcılarının kim olduklarını, hem C.K. ile aynı evde kalmam ve hem de grup sorumluluğu görevi verilmesi nedeniyle bilmekteyim. İsimlerini tek tek vereceğim… Bu yapılanmanın staj dönemindeki yapılanmaya ait hakim ve cumhuriyet savcılarından sorumlu dönem abisi mevcuttur. Biz bu kişilere devre abisi demekteyiz. Yapılanmada bu şekilde adlandırılır. Onikinci dönem adli yargı hakim savcı döneminin devre abisi Hakim C.K.’dir. Bir de devre abisinin üzerinde yine meslekte olan ”muvazzaf abi” olarak adlandırılan bir kişi mevcuttur. Bizim dönemin muvazzaf abisi ise M.F.I.’dır.. Kendisi idari yargı hakimidir. O tarihte Danıştay tetkik hakimiydi. Halen görevde olup olmadığını bilmiyorum. Stajyerlerden sorumlu muvazzaf abinin de üzerinde Türkiye’deki tüm stajyer hakim savcılardan sorumlu kişi ise eski Yargıtay Cumhuriyet savcısı R.A.’dır. Staj döneminde devre abisi olan kişi yani C.K. her hafta muvazzaf sorumlu abi adı verilen M.F.I. ile görüşme yaparak almış olduğu talimatları grup sorumlularına aktarırdı. Grup sorumluları da evde kalan diğer stajyerlere bu talimatları aktarmaktaydı.C.K. tüm stajyerlerle görüşemediği için grup sorumluları aracılığıyla diğer tüm stajyerlere talimatları aktarmaktaydı. Grup sorumlularına kesinlikle abi adı verilmiyordu. Ben ve O.U. 2012 yılı Mart ayından itibaren 2014 yılı Ocak ayına kadar grup sorumlusu olarak görev yaptık. Bu görevlendirmeyi bize C.K. tevdi etti. Benim grup sorumlusu olduğum grupta E.Z., B.C., S.B., İ.T., M.A.İ. vardı. Bu kişilerle atandıktan sonra irtibatı kesinlikle koparmadık ve üç kez bir araya geldik. Bunlardan bir tanesi İ.T.’nin kayınvalidesinin evinde Ankara’da idi. Bir keresinde de S.B.’nin Bandırma’daki evinde bir araya geldik. Son olarak da 2014 yılında S.B.’nin annesinin İstanbul’daki evinde bir araya geldik ve ben grup sorumluluğunu E.Z.’ye devrettim. E.Z.’nin derecesi de beşe yükseldi. Bizim dönemin murakıplarının isimleri ise E.Ö., O.U. idi. Sermurakıplar ise S.D., E.G., H.A.’dı. H.A. da A.A.’nın akrabasıdır. Ayrıca yine bu yapılanma içerisinde ”misafir evi” diye adlandırılan evler vardı. Ankara ilinde bulunan yapıya mensup hakim savcılar ile taşra teşkilatından gelen hakim savcılar toplantılarını bu evde yapıyorlardı. Bu evlerde en fazla iki yada üç hakim savcı adayları kalabiliyordu. Ankara ilinde görev yapan hakim savcılarla taşradan gelen hakim savcılar burada görüşmekteydi. İstişare etmektelerdi. Bu evlerde üst düzey bürokratlar, hakim savcılar toplantı yapmaktalardı. Bu nedenle biz kafamıza göre bu evlere gidemiyorduk, hatta gitmemiz yasaktı ancak bu evlere kimin geldiğini, ziyaret ettiğini bilmiyorum, çünkü gizli tutulmaktaydı ancak misafir olarak bu evin Ankara ili Bahçelievler Emek semtinde bir evdi. Yer gösterimi yapıldığı takdirde daha net gösterebilirim. Evde kalanlar C.Ö. ile E.G.’dir. Bu kişilerin derecesi beş olduğu için kalıyorlardı, bu evlerde daha alt derecedekiler kalamazdı. Ayrıca yine tahmin ettiğim kadarıyla Çukurambar’da iki katlı lüks bir evde yine misafir evi olarak tahsis edilen bir yerin olduğunu da biliyorum. Bu evin temizliğini ben yaptım. Yine yer gösterme şeklinde burayı net olarak tarif edebilirim. Bu evde devamlı kalanlar İ.Ç. ve O.O. isimli kişilerdi. Ankara’da ilinde yapıya mensup hakim ve savcıların çocuklarından oluşan öğrenci grupları vardı. Bu öğrenci gruplarının sorumluları ise C.Ö. ve M.U.Ö. idi. Bu kişilere ve ismini bilmediğim diğer sorumlulara da yapıya mensup hakim savcıların çocukları gelerek eğitim alıyorlardı. 2014 yılı ve sonrası 12. dönem hakim savcılarının grup sorumluları ise O.P., M.K., S.D., E.Z., U.G., İ.Ç., A.K., M.A. ve M.G.’dir. Muvazzaf abi konumunda olan M.F.I. 2012 yılında muvazzaf sorumlu abiliğini V.T.’ye devretti. O dönemde bu kişi yargıtay tetkik hakimiydi fakat benim …’yla herhangi bir görüşmem olmadı. E.Ö. ve B.S. 2010-2011 yılları arasında devre grup sorumluluğu görevini yaptılar. Bende 2011 yılında E.Ö.’nün grubundaydım. Mezun sorumlusu olarak bildiğim kişi de duyumumla birlikte V.Ö.’dür. Bu hakimin Çukurova Üniversitesinden sorumlu mezun sorumlusu olduğunu duymuştum… 2011 veya 2012 yılı içerisinde Ankara ilinde bulunan tüm hakim savcı stajyerleri arasında Fethullah Gülen’e ait sonsuz nur isimli kitaptan sınav yapıldı. Sınavda başarılı olan C.K. M.U.Ö. birlikte Bosna gezisine katıldılar. Tüm masrafları yapı tarafından karşılandı. Ayrıca örgütün talimatlarıyla bu yapıya mensup tüm stajyer hakim savcıların genel olarak Ankara ilinde stajlarını tamamlamaları gerçekleştirildi, daha sonra bu durumun deşifre olma ihtimali ortaya çıkınca İzmir, İstanbul, Gaziantep vs illerde de staj yaptırıldığını biliyorum, duydum. 2010 Mayıs ayında hakim adayı olarak başladık. Bir iki ay sonra Ankara 5. İdare Mahkemesi tarafından sınavına girdiğim mülakatın yürütmesi kamera sistemi kurulmadığı için durduruldu. Bu yapının talimatıyla 12. Dönem hakim savcı adayları olarak on beş günde bir müdahil olarak davaya katılarak dava sürecini 2012 yılının sonuna kadar uzattık. Bu talimatı bana C.K. verdi ancak bu FETÖ/PDY yapılanması içerisinde yer almayan kişilerde müdahil olarak davaya katıldı. 2011 yılında 12. Dönem hakim adayları olarak akademi eğitimine başladık. Beş ayrı sınıfımız vardı. Her sınıfın başkanları bu yapıya ait kişilerdi ve seçilirlerdi… Bu sayede ilk akademi dönemimdeki tüm sosyal etkinlikler bu yapı tarafından organize ediliyordu. 2012 yılında ikinci akademi eğitimine başladık. Bu eğitim sırasında C.K. bana sınıf başkan adayı olmamı söyledi. Bu sırada yapıya mensup olmayan Y.Ç. bende aday olmak istiyorum deyince bende Y.’yi sevdiğim için çekildim ve başkan Y.Ç. oldu. Bunun üzerine bende Y.Ç.’nin teklifiyle yıllık kurulu adayı olmamı söyledi. Bende bu durumu C.K.’ye anlattım. C.K. de sıkıntı olmadığını, aday olabileceğimi söyleyince bende yıllık kurulu adayı oldum. Tek aday olarak girdim ve elli kişinin kırkyedisinin oyunu aldım ve yıllık kuruluna girdim. Yine C.K.’nin talimatıyla O.U. ve A.S.Y. kendi sınıflarından yıllık kurulu üyesi seçilmişlerdir… Onikinci dönem adli yargı hakim ve savcılık stajının akademi döneminde sınıf başkanları ve kurul üyeleri tamamiyle FETÖ/PDY yapılanmasına mensup kişilerden oluşmamaktaydı çünkü bir dönem önce onbirinci dönem adli yargı hakim ve savcı adaylarının akademi döneminde yaşanan tartışmalardan dolayı tüm sınıf başkanlarının ve yıllık kurulunun bu yapıya mensup kişilerden olmasından vazgeçildi. Akademi eğitimi sırasında tedbir yapmamız isteniyordu. Akademi mescidinde namaz kılmamız, cuma namazına gitmemiz yasaktı. Ruhsatı olanlar imayla namaz kılıyordu. Ruhsatı olanlar beşinci kademede olanlardı, ruhsatı da C.K. veriyordu. C.K.’ye de muhtemelen daha üst düzeydekiler vermiştir. Ruhsatı olmayanlar namazlarını cem ediyordu yada akademi yurdunda kalan bu yapılanmaya ait arkadaşların odasında kılıyorlardı. Şöyle bir olay olmuştu: 2012 yılında avukatlık mesleğinden hakim savcı mesleğine çok sayıda geçiş olacağı söylendi. Bu kapsamda eski bakanımız … akademiye ziyarete geldiği sırada yapı Ankara’da bulunan tüm hakim savcı stajyerlerini akademiye çağırdı ve tüm stajyer hakim savcılar akademide kahvaltı yaptılar. Bahçelerinde gezdiler, oturacak yer bırakmaksızın kalabalık oluşturdular. Amaçta şuydu; akademide yer yok imajı yaratarak avukatlıktan mesleğe geçişi engellemekti çünkü avukatlıktan mesleğe geçiş olması durumunda yapıya ait hakim savcı aday adaylarının girmesi engellenecekti. Bu talimatı da bana C.K. verdi. Her dönemin devre abisi de yapıya bu talimatı iletti… Mesleğe girmemle birlikte kesinlikle hiçbir sohbete katılmadım çünkü sohbet gruplarında bulunmamız gizlilik gereği kesinlikle yasaktı ancak yukarıda anlattığım gibi ikamet ettiğimiz evlerde sadece bu yapılanmaya ait hakim savcılar geliyordu ancak bu evlere de gelmemesi gerekmekteydi… Ben yapılanma içerisinde yer aldığım süre boyunca büyük bir kısmında yani 2012’ye kadar dördüncü derecedeydim. 2012 yılında grup sorumluluğu ile birlikte beşinci dereceye yükseldim ancak bana kod ismi verilmedi çünkü uzun bir süre dördüncü derecedeydim ve beşinci derece olmayanlara kod ismi verilmiyordu. Ayrıca ben grup sorumlusu olduğum ve aynı dönemde kişilerde grup sorumlusu olduğu için biliniyorduk ve kod ismine gerek yoktu. 2012 yılı Haziran ayı içerisinde Kayseri ili Yahyalı ilçesine kura kararnamesi ile cumhuriyet savcısı olarak atandım. Bu yapı ile taşra yapılanması adı altında görüşmelere katıldım… Burada yine fethullah gülene ait CD’ler izliyorduk. Herhangi bir sıkıntımız olup olmadığını söylüyorduk. Yaptığımız tedbirlere devam etmemiz gerektiği telkin ediliyordu. 2013 yılı Haziran ayında da Tekirdağ ili Çorlu ilçesine eş kurası ile birlikte atandım. Eşim Z.Ö. ile bu yapılanma içerisinde gerçekleştirilen evlenme ile evlendim. Bu durumu ayrıntılı olarak anlatacağım. 2013 yılı Ağustos – 2014 Haziran ayı içerisinde taşra yapılanmasındaki grupta ben, cumhuriyet savcıları S.K., M.Y. ile grup sorumlusu hakim E.Ö. vardı. Bu dönemde ilk defa hakim savcı olmayan sivil bir imam bize sohbetler gerçekleştirdi. …kod isminde ismin ve soyismini hatırlamadığım, Samsun doğumlu, Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretmenlik mezunu olup İstanbul’da avrupa yakasında yapıya ait eğitim kurumlarında çalışmaktaydı… Bu yapılanma içerisinde yer aldığım sürede bize telkinlerle 17-25 Aralık sürecine kadar Ak Parti’ye oy vermemiz söylendi ancak ben siyasi görüşüm nedeniyle başka bir partiye oy verdim. 17-25 Aralık sürecinden önce de bu şekilde bir ayrılmanın olduğu kesinlikle bize hissettirilmedi. Ben 17-25 sürecini televizyondan öğrendim. 17-25 aralık sürecinden sonra da 2015’in Mayıs ayına kadar grup toplantılarına katıldım. Bu süreçte yine tavsiye ve telkinlerle çalıştığımız yerlerde hangi parti güçlüyse Ak parti haricinde o partiye oy vermemiz söylendi. 2014 yılının Ağustos ayında E.Ö. çalıştığı yer olan Silivri’ye gelmemi söyledi. Silivri’ye gittikten sonra beni oradan alıp Silivri ilçesinde oturan Marmara Ereğlisi savcısı D.S.’nin evine götürdü. Burada Ekrem kod adlı şahıs da vardı. Kendisi telefonumu istedi. Kendisi bana bylock isimli programı yükledi. Artık buradan haberleşeceğimizi bana söyledi… 2015’in Şubat ayına kadar bu program üzerinden haberleştik. Kendisi bana bylock üzerinden yapıya mensup hakim savcıların HSYK seçimleri ile alakalı gördükleri rüyaları paylaşıyordu. Bu yapıya mensup HSYK adaylarının listesini gönderdi. Yine HSYK adayı N.Ö.’nün Çorlu ilçesinde yapacağı kahvaltı toplantısına katılmamı söyledi. Bende kendisine katılmak istemediğimi belirttim. Yine yapıya mensup HSYK adaylarının Çorlu Adliyesine yapacağı ziyaretlerle ilgilenmemi söyledi. Bende kendisine çekindiğim için ve ayrıca 2014 yılında yine FETÖ/PDY yapılanması içerisinde deşifre olmamak için ülkücülük adı altında bir grup oluşturuldu. Bu grup 2014 HSYK seçimlerinden sonra oluşturulan bir gruptu ve bu grubun sanki FETÖ yapılanması içerisinde yer almayan ülkücülerden oluşan bir grupmuş gibi lanse edilerek deşifre olmama adına yine yapılanma adına hareket edecekti. Bu grup içerisinde ben, Kars Selim hakimi T.K., Cumhuriyet savcısı E.Y. ve grup sorumlusu Uyuşmazlık Mahkemesi hakimi olan ismini ve soyismini hatırlamadığım ancak Sivas’lı olduğunu bildiğim ve önceden de Polatlı savcısı olarak görev yaptığını bildiğim ve Eskişehir yolunda bulunan hakim savcı lojmanlarına oturduğunu bildiğim bir kişi vardı. Bizim haricimizde yine yukarıda anlattığım şekilde ülkücü grupları vardı ancak ben bu grupların kimlerden teşekkül ettiğini bilmiyordum. Benim bu gruba dahil olduğumu C.K. Bursa iline çağırmasıyla birlikte gitmem üzerine söyledi. Seni arayacaklar yeni bir gruba dahil olacaksın dedi. Sonrasında Uyuşmazlık Mahkemesi hakimi olan yukarıda belirttiğim hakim beni bu gruba dahil etti. Benim ByLock listemde C.K., …kod adlı şahıs ve Uyuşmazlık hakimi vardı. 2014 yılında gerçekleşen HSYK seçimlerinde yapıya mensup adaylar lehine herhangi bir aktif görevde bulunmadım ancak eski Çorlu Başsavcısı E.K. beni aradı ve N.Ö.’nün kahvaltı toplantısına katılmamı söyledi. Bende Başsavcımı sevdiğim için ve onu kıramadığım için toplantıya katıldım. N.Ö. Çorlu ilçesine geldiğinde kahvaltı yapılacak bir yer bulamadığını Başsavcım E.K. söyledi ve bana birlikte N.Ö.’yü almamızı söyledi. Bende şahsi aracımla E.K. ile birlikte N.Ö.’yü hakim savcı lojmanlarının önünden alarak kahvaltı salonuna götürdüm… Bylock programı yapılanma içerisinde yer aldığım dönemde edindiğim tecrübeye göre sadece beşinci derecede olan örgüt mensuplarına yüklenilen bir programdı… Öğrendiğim kadarıyla 1700 kişi de bylock çıkması bu 1700 kişinin beşinci derece de olduğunu göstermektedir… Beşinci derecede olup da yine yüklenmeyen kişilerinde grup sorumluları ile irtibata geçerek talimatlar aldığını ve haberleştiğini düşünüyorum… 2014 yılı HSYK seçimlerinde yargıda birliğin Tekirdağ Ramada otelde yapılan toplantısına katıldım. Bu toplantıda yediğimiz yemeklerin parasını vermedik. Daha sonra Çorlu’ya gelen YAR-SAV adayı M.B. bize cemaatin ve YBP’nin yemeklerinin yenmesinin haram olduğunu, bu nedenle herhangi bir ikramda bulunmamızı istediğini söyleyince daha sonraki yargıda birliğin toplantısında ben yemek yemedim… Çorlu 2. ACM başkanı … seçimlerden bir hafta önce adliyedeki odama gelerek seçim sonuçlarında sıkıntı olabileceğini söyledi ve bana orada seçim sonuçlarını takip edeceğini ve benimde gelmemi rica etti. Bende kendisine bu yapıya ait olduğunu tahmin ettiğim Çorlu 1. ACM başkanı M.Ö. ile gitmesi gerektiğini söyledim. O da bana kendisi çekiniyor dedi. Bende o çekiniyorsa bende çekiniyorum dedim. Daha sonra bylock üzerinden başkan beyin bu şekilde söylediğini uyuşmazlık mahkemesi hakimi olan şahısa sordum. O da bana cevap yazmadı. S.A. tekrar bana telefonla aynı teklifi yineledi. Ben de kabul ettim. Kabul etmemdeki sebep ise; tarafıma korktu çekindi demelerini engellemekti. Bu durum yapının bana yönelik herhangi bir talimatı değildi. Bende bu durumu R.D.’ye anlattım ve kendisine benimle birlikte gelmesini söyledim. Seçim günü seçim sonuçlarını birlikte takip ettik. S.A. sandığın başında bekliyordu. Bende kimlerin kaç oy aldığını not eden seçim görevlisinin başında durdum… Ben HSYK seçimlerinde bylock ile gelen FETÖ/PDY yapılanmasına mensup sözde bağımsız adaylara kül halinde 11 de 11 oy verdim… HS(Y)K seçimlerinden önce E.Ö. beni telefonla arayarak Silivri ilçesine gelmemi söyledi ve ben yine Silivri ilçesine 2014 yılının Ağustos yada Eylül ayında gittim. E.Ö.’nün aracıyla Ekrem kod isimli şahsın İstanbul Avrupa yakasındaki evine gittik. Burada gittiğimde Ekrem kod isimli şahıs haricinde eski HSYK üyesi R.Y., HSYK eski Genel Sekreter Yardımcısı E.D. vardı ve ayrıca Keşan savcısı C.B. ve tanımadığım başkaca şahıslar da vardı. Her ikisi de bizler YBP’nin kazanması durumunda bu yapıya mensup hakim savcıların ihraç olacaklarını, tutuklanacaklarını söyleyerek bizi adeta tehdit ettiler. Ayrıca E.D., R.Y.’yi göstererek bu abilerin ayakları öpülesi abiler olduğunu, ne istediysek hepsini yaptıklarını söyledi. Yukarıda anlattığım şekilde ülkücü grubu içerisinde yer alan kişilerle Uyuşmazlık mahkemesi hakiminin Eskişehir yolu üzerindeki hakim savcı lojmanlarında bulunan ikametinde görüştük. Bu görüşmeye ben, hakim T.K., hakim E.Y. ve Uyuşmazlık mahkemesi hakimi katıldı. Burada ülkücülük jargonuyla ilgili konuşmalar ve bu konuyla ilgili kendimizi geliştirmemizi söylediler. Mevcut HSYK üyelerinden ülkücü olan R.K., M.D., M.Y. ile görüşme sağlamamızı söylediler ancak herhangi bir görüşmem olmadı. Bu ülkücü grubu ile en son 2015 mart ayında görüştüm. Bu yapıyla ilişkimi kesmek istediğim için bir sonraki olan mayıs ayındaki toplantısına katılmadım ve bundan sonraki hiçbir toplantısına katılmadım. Ben 2014 yılının başında devre grubumla bütün bağımı kopardım. Yine ülkücülük grubuyla da 2015 yılının Mart ayında bütün bağımı kopardım… Uyuşmazlık mahkemesi hakimi olan ve yukarıda anlattığım şekilde ülkücü grubu içerisinde yer alan hakimin benim adliyedeki makam odamı Ankara Adliyesi’nden arandığımı söyleyerek bağlamaları üzerine konuşmam oldu. Bu konuşmada bu şahsın bana neden toplantılara gelmediğimi sordu. Bende kendisine bir ara gelirim diye geçiştirdim. Yine bu hakimin Ekim ayında beni HSYK’dan M. arıyor şeklinde makam odamı arayarak tekrar toplantılara neden gelmediğimi sordu ve kızdı. Bende kendisine sizinle artık herhangi bir işim yok gelmeyeceğimi söyledim. 04 Eylül 2015 tarihinde Hakkari adliyesinde görevli hakim T.T. evime gelerek bir şey konuşabilir miyiz dedi. Ben hakim bey buyurun diyerek evime davet ettim. Kendisi bana sana ulaşamıyorlarmış, toplantılara katılmıyor muşsun, görüşmen gerekli dedi. Ben o ana kadar bu hakimin bu yapılanma içerisinde yer aldığını bilmiyordum. 05 Eylül’de seni Van’da bekliyorlar dedi ve buluşacağımız yeri bana tarif etti. Bende son kez durumumu anlatmak için gittim ve burada da sivil olduğunu tahmin ettiğim şahıs ile görüştüm. Şahıs beni evine götürdü. Ben kendisine yine bu yapılanma içerisinde yer almayacağımı söyledim… Bu kişinin yargı imamı olduğunu düşünüyorum. Kendisinin ne iş yaptığını bilmiyorum, söylemedi. Ben kendisine bu yapılanmayla ilgili rahatsızlıklarımın hepsini anlattım. Ayrılmak istediğimi ve irtibatımı koparmak istediğimi söyledim. Kendisi bana tekrar dönünce durumu değerlendirelim dedi ve oradan ayrıldı. Bir daha da herhangi bir görüşmem olmadı. Son görüşmemde bu kişiyledir ve artık bu yapılanmaya ait kişilerle hiçbir bağım kalmamıştı. 2016 yılının Şubat ayında benim gizli tanık olduğumu ve bu yapılanmaya yönelik bir operasyonda bütün bilgileri verdiğim dedikodusunu yaydılar. Bu dedikoduyu T.T.’nin yaydığını düşünüyorum. Ben bu yapılanmaya ait herhangi bir hakim savcıyla Hakkari’de yada başka bir yerde o dönemde görüşmedim. Yine T.T.’nin yaymış olduğunu düşündüğüm Hakkari ilinde hakim ve polislerin oluşturduğu ve bu yapılanmaya ait bir grubun ifşasını benim söylemem üzerine açığa çıktı dedikodusunu yaydılar. Bu dedikoduların yayılmasının sebebi benim gizli tanık olmam korkusu idi… Ben Z.Ö. ile bu yapılanma içerisinde ”cemaat evliliği” gerçekleştirdim. C.K. 2012 yılında bana bir zarf içerisinde bir bayana ait vesikalık fotoğrafı getirerek bana uygun evlilik gerçekleştireceğim adayın bu kişi olduğunu söyledi. Beğenip beğenmediğimi sordu. Bu fotoğrafa bakmadan önce …bana abdest almamı söyledi. Bende fotoğrafa baktıktan sonra beğendiğimi ve görüşebileceğimi söyledim. Bu yapılanma içerisinde evlilik birimi sorumlusu kişiler vardı. Ankara’da hakim savcı adaylarının evlilik birim sorumlusu ise o dönemde Yargıtay tetkik hakimi olan M.F. idi… Evlilik birim sorumluları bu yapılanma içerisindeki hakim savcı adaylarının birbirleri ile görüştürülmesi noktasında planlayıcı konumundalardı. Muhtemelen bana bu zarfı M.F. C. aracılığıyla gönderdi. Aynı şekilde benim fotoğrafımda eşime gösterildi. Eşimin de onay vermesiyle görüşmemiz sağlandı. Bu görüşmemiz Ankara Elvankent hakim savcı lojmanlarında HSYK birinci daire üyesi H.K.’nin ikametinin alt katında ikamet eden ve Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nde görevli tetkik hakimi Ç.’nin evinde gerçekleşti… Olumlu olduğu için aynı yerde ikinci görüşme gerçekleşti. Daha sonra iş ciddileşince ailelerimiz tanıştı ve 2012’nin Ekim ayında evlendik… Hakim savcılık sınavını kazanıp adaylığa başladığım dönemde yapılanma içerisinde ben dördüncü derecedeydim. Dördüncü ve beşinci derecede olanlar mutlaka himmet vermek zorundalardı. Bende aday olarak mesleğe başladığım ilk ayın tüm maaşını himmet olarak C.K.’ye elden verdim. Daha sonraki maaşlarımında bekarken %15’ini yine elden C.K.’ye staj dönemim boyunca verdim. Üçüncü derecede olanların dörde geçmeleri için himmet vermeleri zorunluydu hatta son koşuldu. Evlendikten sonra da hem eşimin hemde benim maaşlarımızın %10’unu elden M.A.’ya bir yada iki defa verdim. …kod isimli şahsa da bir iki defa yine maaşımızın %10’unu verdim. 2014’ün Şubat ayından sonra himmet verme işini de bıraktım. Hiçbir şekilde maddi yardımım bu aydan sonra gerçekleşmedi. Yukarıda isimlerini verdiğim tüm hakim savcılar staj döneminde himmet vermekteydi çünkü dereceleri dört ve beşinci derecelerdi. Ben özellikle 2013 yılında hem araba almam münasebetiyle borçlanmam ve hemde kayınvalideme yardım ettiğim için düzenli olarak himmet veremeyeceğimi söyledim. Onlar da bana borç yazacaklarını söylediler… Ben menfi takip, dava takibi, istişare heyeti, vefa birimi, ayyıldız birimi, ATM (arama tarama mesulü) gibi tabirleri daha önce hiç duymadım ancak eğitim birimi ve yabancı dil birimi gibi birimlerin var olduğunu biliyorum. Bu birimlerde bu yapıya mensup kişiler özellikle seçilerek kendilerine yüksek lisans eğitimi ve dil eğitimi aldırılmaktaydı… Staj döneminde ben, 2011 yılında hakim ..’ün grup sorumlusu olduğu Ankara ili Bahçelievler ilçesi TUSSO bloklarının karşısında bir hafta kadar kamp yaptık. Bu sürede staj eğitimimize ara vererek sadece imza atmaya gittik. Bu kamp süresince sadece fethullah gülene ait kitaplar, risale-i nur kitabını okuma, örgüt elebaşı fethullah gülene ait CD’leri izleme, namaz kılma, Kuran okuma gibi etkinlikleri yaptık. Benim grup sorumlusu olduğum dönemde grubumda yer alan hakim savcı adayları ile birlikte Gaziantep ilinde, üniversite hastanesinin karşısında bulunan ismini hatırlamadığım bir yurtta kampımız gerçekleşti… Bu kampta da yukarıda anlattığım şekilde etkinlikler yaptık….”
Bu durumda, davacının örgütün içinde yer aldığına, üniversite ve hakim – savcı adaylığı döneminde örgüt evlerinde kaldığına, örgüt mensuplarıyla kariyer görüşmesi yaptığına, örgüt toplantılarına katıldığına, örgüte ait organizasyonlara katıldığına, ByLock adlı programı kullandığına, örgütün yönlendirmesiyle katalog evliliği yaptığına, örgüt için etkin bir görev ifa ettiğine ve diğer hususlara yönelik yukarıda yer verilen ifadeler ile davacının etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak amacıyla … Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği … tarihli ifadesinin değerlendirilmesi sonucunda, davacının FETÖ ile süregelen bir ilişki içerisinde olduğu sonucuna varılmıştır.

c) Hakim/Savcı Adaylığı Döneminde Adalet Akademisi Yıllık (Albüm) Kurulu Üyeliği/Sınıf Başkanlığı
i. Yıllık (Albüm) Kurulu Üyeliği/Sınıf Başkanlığı Hususunda Genel Değerlendirme
Kararımızın FETÖ’ye ilişkin tespit ve değerlendirmeler kısmında ortaya konulduğu üzere anılan örgüt tarafından, hakim ve savcılara yönelik olarak adaylık dahil tüm süreçlerde yabancı dil, yüksek lisans, doktora eğitimi, yurt dışı gezileri, mesleki ve kariyer programları düzenlenmek suretiyle örgüt üyesi hakim ve savcılar emsallerine göre daha donanımlı hale getirilmeye çalışılmıştır. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 08/06/2018 tarih ve E:2016/238, K:2018/128 sayılı kararında da; mülakat sınavını kazanan ve hakim-savcı adayı olan örgüt üyeleri mülakattan sonra tekrar murakıplar tarafından örgüt evlerine çağrılarak staj aşamasında hangi evde kalacaklarının ve ev sorumlularının kim olacağının anlatıldığı, bu şekilde staja başlayan örgüt üyesinin staj döneminde de örgüt tarafından takibinin yapıldığı; staj aşamasında örgüt üyelerinin deşifre olmamaları için beşer kişilik gruplar halinde, masrafı örgüt tarafından karşılanan ev tutmalarının sağlandığı, her ev için bir sorumlu tayin edildiği yönünde tespitlerin yapıldığı görülmektedir.
Bu şekilde hakim ve savcıların, adaylık sürecine örgüt tarafından ayrı bir önem atfedilmekte ve bu dönem içerisinde örgüte bağlı bulunan adayların, örgütle irtibat ve iltisakı bulunmayan diğer adaylardan daha ön plana çıkarılması, dönem arkadaşları arasında örgütsel tabiriyle ”parlatılması” ve bu kişilerin gelecekte unvanlı görevlere getirilmesinin önünün açılması hedeflenmiştir.
Bu hedefin gerçekleştirilmesi amacıylada örgüte iltisak ve irtibatı bulunan hakim-savcı adaylarının görev aldığı mezuniyet yıllık (albüm) kurulları oluşturulduğu ve yıllık (albüm) kurulu üyelerinin albümün hazırlanması amacıyla tertip ettikleri üst düzey ziyaretlerle yüksek yargı ve kamu bürokrasine kendilerini refere ettikleri, yine örgüt tarafından kendisine iltisak ve irtibatı bulunan hakim-savcı adaylarının Adalet Akademisinde sınıf başkanı seçilmesi sağlanarak Akademi üst yönetimiyle ve ders veren öğretim görevlileriyle yakın temaslarının sağlanmaya çalışıldığı anlaşılmıştır.
Bu kapsamda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulu Başkanlığınca Adalet Akademesi Yıllık (albüm) Kurulu başkan ve üyeliği hususunda hazırlanan 05/06/2017 tarih ve 05-1 sayılı inceleme raporunda, staj döneminde yıllık kurulu başkan ve üyesi olan toplam 292 hâkim ve savcının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca FETÖ ile irtibat ve iltisakları nedeniyle görevden uzaklaştırılmalarına ve/veya meslekten çıkarılmalarına karar verildiğinin belirtildiği görülmüştür.
Ayrıca söz konusu Tetiş Kurulu raporunda, “Gizli Tanık ‘DEFNE’ beyanında; Akademi sınıf başkan ve yardımcılarının cemaat abileri tarafından belirlenen kişilerden oluşmasının temel hedeflerden biri olduğu, diğer bir amacın ise yıllık komitesinin mümkün mertebe cemaat abileri tarafından önceden belirlenen stajyerlerden oluşması olduğu, zira yılsonu gösterisinin yıllık komitesi tarafından hazırlandığı, yılsonu gösterilerinin içeriğinin konjonktüre göre değişmesinin nedenlerinden birinin de yıllık komitelerinin cemaatçilerden oluşmasından kaynaklandığı, incelenmesi halinde bu durumun anlaşılabileceği,
N.Ç. beyanında; İlk akademi döneminde bulunduğu sınıfta sınıf başkanının E.A., sınıf başkan yardımcısının ise S.B. olduğu, sınıf başkanlığı seçimi öncesinde yapılan toplantılarda sınıf başkanlığı seçimlerinde belirlenen adaylara oy verilmesinin söylendiği, verilen talimat doğrultusunda sınıf başkanlarının seçildiği, son akademi döneminde S.B.’in sınıf başkanı seçilmesi nedeniyle yapının bayanlar grubundan olduğunu düşündüğü, ayrıca son akademi döneminde akademi yıllıklarının düzenlendiği, bu yıllıkları sınıf başkanlarının düzenlediği, sınıf başkanlarının da ağırlıklı olarak yapı elemanı olduğu,
İ.E. beyanında; Staj dönemi bittikten sonra 2007 yılında ilk görev yeri olan Mersin İdare Mahkemesine atandığı, o dönem akademide yıllık kurulunda olan kişilerin cemaatçi olduklarının söylendiği, bu kişiler arasında L.K. ve E.B.’in de bulunduğu,
T.D. beyanında; Fetullah Gülen Cemaati mensubu K.O.’un, en son Tokat İlinde hâkim olarak görev yaptığı, 8. Dönem Adli Yargı hâkim ve savcı adaylarının tümünün sorumlusu yani abisi konumunda bulunduğu, aynı zamanda akademide yıllık kurulu organizasyonunda yer aldığı, Fetullah Gülen cemaatindeki aktif pozisyonunu devam ettirdiği,” şeklinde tanık beyanlarına yer verilmiştir.
Sonuç olarak FETÖ için hakim ve savcıların adaylık döneminin de ayrı bir önem arz ettiği, örgüt tarafından Adalet Akademisindeki eğitim sürecinde örgüte iltisak ve irtibatı bulunan hakim-savcı adaylarının emsalleri arasında ön plana çıkarılması sağlanarak gelecekteki unvanları görevlere getirilebilmeleri adına hazırlık yapıldığı, bu kapsamda da staj döneminde albüm kurulu üyelikleri ile sınıf başkanlarının özellikle örgüte irtibat ve iltisakı bulunan hakim ve savcı adaylarından seçilmesinin sağlanmasına özel önem verildiği anlaşılmaktadır.

ii. Yıllık Kurulu Üyeliğinin/Sınıf Başkanlığının Davacı Yönünden Değerlendirilmesi
Davalı Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından dosyaya sunulan bilgi ve belgelerde davacının staj döneminde 12. Dönem Adli Yargı Yıllık Kurulu Üyesi olduğu bilgisine yer verildiği görülmüştür.
Davacı tarafından bu hususa ilişkin olarak herhangi bir beyanda bulunulmamıştır.
Netice itibarıyla, davacının örgütün yargıda etkin olduğu dönemde Adalet Akademisinde yıllık kurulu başkanlığı yapmasının FETÖ ile iltisak ve irtibatına yönelik destekleyici bir unsur olduğu değerlendirilmiştir.

6) Dava Konusu Kararların Temel Hak ve Özgürlükler Bağlamında Değerlendirilmesi
Davacı, dava konusu kararlar ile bazı temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmekle birlikte bu ihlal iddialarının özü davacının meslekten çıkarılmasına dayanmaktadır.
Bu kapsamda, davacı hakkında tesis edilen meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararın, AİHS’in 8. ve Anayasa’nın 20. maddesinde yer alan “özel hayata saygı hakkı” çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Zira, AİHM tarafından dinamik bir şekilde yorumlanan ve sosyal hayattaki yansımaları kapsamında genişletilebilen “özel hayat” kavramı, eksiksiz bir tanım getirmenin mümkün olmadığı bir kavram olarak görülmekte, bu bağlamda bireylerin kişiliklerini geliştirmelerine ve mesleki yaşamlarına etki eden her durum özel hayata saygı hakkına dâhil edilmektedir. Nitekim AİHM, bireylerin genellikle iş ya da mesleki faaliyetleri sırasında dış dünya ile ilişkiler kurduklarını ve geliştirdiklerini belirterek ve bireyin iş hayatı ile özel hayatını birbirinden ayırmanın güçlüğünün altını çizerek, mesleki faaliyetlerin de özel hayata saygı hakkı kapsamında olduğunu belirtmiştir (Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM’e göre özel hayat, bir bireyin başka bireylerle, mesleki ve iş ilişkileri de dâhil olmak üzere, ilişki kurma ve geliştirme hakkını kapsamaktadır (C./Belçika, B. No: 21794/93, 07/08/1996, § 25).
Dava konusu edilen karar, davacının meslek yaşamının sona ermesi sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle söz konusu kararlar özel hayata saygı hakkı üzerindeki sonuçları itibarıyla AİHS’in 8. ve Anayasa’nın 20. maddeleri ile güvence altına alınan özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahale oluşturmaktadır.
AİHS’in 8. maddesinin ikinci fıkrasına göre özel hayata saygı hakkının kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi ancak “kanunla öngörülmüş olma”, aynı maddede sayılan “meşru amaçlardan birini gerçekleştirmeye yönelik olma” ve “demokratik bir toplumda gerekli olma” ölçütlerini karşılama şartıyla mümkündür. Anayasa’nın 20. maddesinin 13. maddesi ile birlikte değerlendirilmesi sonucunda ise özel hayata saygı hakkına müdahale edilebilmesi için müdahalenin “şekli anlamda belirli ve öngörülebilir bir kanuni dayanağının bulunması”, “anayasal meşru bir amaca ulaşmaya yönelik olması” ve “demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine uygun olması” gerekmektedir.
Dolayısıyla dava konusu kararla ortaya çıkan özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığı hususunun, AİHS ve Anayasa bağlamında, kanunilik, meşru amaç ve demokratik bir toplumda gerekli olma ile ölçülülük ilkeleri doğrultusunda irdelenmesi gerekmektedir.
Ayrıca, demokratik toplum düzenini tehdit eden olağanüstü hâlin varlığı hâlinde AİHS’in 8/2 ve Anayasa’nın 13. maddesinde bir temel hak ve özgürlüğe kamusal makamlar tarafından müdahale edilebilme şartlarını ortaya koyan güvencelere aykırı tedbirlerin alınması ya da bu güvencelerin daha düşük standartta sağlanabilmesi söz konusu olabilmektedir. Böyle bir durum gerçekleştiği takdirde AİHS’in 15. ve Anayasa’nın 15. maddeleri uygulanabilir hâle gelmektedir.
AİHS’in 15. maddesinin birinci fıkrasında, savaş veya ulusun varlığını tehdit eden bir genel tehlike hâlinde sözleşmeci devletlerin durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla bu sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabileceği belirtilmiş; ikinci fıkrasında ise bu hâllerde dahi AİHS’te öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirlerin alınamayacağı hak ve özgürlükler sayılmıştır.
Bu doğrultuda Anayasa’nın 15. maddesinde de olağanüstü hâllerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabileceği veya bunlar için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabileceği belirtilmiştir. Anılan maddenin 2. fıkrasında ise Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin alınamayacağı hak ve özgürlükler sayılmıştır.
Dava konusu karar, davalı idare tarafından, 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi uyarınca tesis edilmiştir. Anılan KHK, 6749 sayılı Kanun’la TBMM tarafından değiştirilerek kabul edilmiş ve 29/10/2016 tarih ve 29872 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Sonuç olarak davacı hakkında dava konusu kararların tesis edildiği tarih itibarıyla bu kararlara dayanak KHK’nın yürürlükte olduğu ve öngörülen anayasal usul dâhilinde daha sonra kanunlaştığı görülmektedir. Bu nedenle özel hayata saygı hakkına müdahale niteliği taşıyan dava konusu kararlar, öngörülebilir ve belirli bir kanun hükmü uyarınca tesis edilmiş olup müdahale kanunilik şartını taşımaktadır.
Zira dava konusu karara gerekçe olarak gösterilen irtibat ve iltisak kavramları yönünden Anayasa Mahkemesi tarafından 14/11/2019 tarih ve E:2018/89, K:2019/84 sayılı kararında yapılan değerlendirmede, terör örgütleriyle irtibatlı ve iltisaklı olma durumu farklı şekillerde ortaya çıkabileceğinden bunların kanun koyucu tarafından önceden belirlenmesi ve kanunda tek tek sayılması zorunluluğundan söz edilemeyeceği ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesine göre irtibat ve iltisak kavramları genel kavram niteliğinde olmakla birlikte, bu kavramların belirsiz ve öngörülemez nitelikte olduğunu söylemek mümkün olmadığından, hukuki nitelikleri ve objektif anlamları yargı içtihatlarıyla belirlenebilecektir.
AİHS’in 8. maddesinin ikinci fıkrasında özel hayata saygı hakkının kullanılmasına ulusal güvenlik ve kamu güvenliğinin sağlanması amacıyla müdahale edilebileceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında ise özel bir sınırlama nedeni öngörülmemiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Anayasa’nın 5. maddesinde Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır (AYM, E.2014/87, K.2015/112, 08/12/2015, § 7; Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33). Dava konusu kararlar, FETÖ ile üyelik, mensubiyet, iltisak veya irtibatı bulunan ilgililer hakkında ülkenin içinde bulunduğu tehdit ve kamu düzeninin bozulması ihtimali doğduğundan ivedi şekilde karar alma zorunluluğu nedeniyle ve millî güvenliğin, kamu düzeninin ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla tesis edilmiştir. Bu nedenle FETÖ ile iltisak ve irtibatı olan ve dava konusu kararların tesis edildiği tarih itibarıyla kamu gücünün güçlü bir tezahürü niteliğinde yargı yetkisi kullanan davacının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilmesi suretiyle özel hayata saygı hakkına yapılan müdahale meşru bir amaca dayanmaktadır.
Dava konusu karar ile davacının özel hayata saygı hakkına yapılan müdahale, zorlayıcı bir toplumsal gereksinim olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan darbe teşebbüsü nedeniyle “ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike”nin bulunduğu açıktır (Alparslan Altan/Türkiye, B. No: 12778/17, 16/04/2019, §§ 71-75). Bu tehlike, ulusun ve Devlet teşkilatının varlığı için tehdit teşkil eden, kamu düzenini etkileyen, olağandışı bir kriz niteliğindedir. Bununla birlikte darbe teşebbüsünün faili olan FETÖ’nün, yukarıda belirtildiği üzere atipik ve kendine özgü niteliği göz önüne alındığında, bu tehlikeye karşı alınan ve davacının yargı yetkisini kullanmasına son veren dava konusu tedbirin de yaşanan özellikli durumun ortaya çıkardığı zorunluluktan ve bu durumun faili olan örgütün Devleti ele geçirmeyi amaç edinen niteliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle anılan olağanüstü koşullar altında ve olağan demokratik düzene geri dönebilmek amacıyla söz konusu terör örgütü ile iltisak ve irtibatı bulunan davacının yargı yetkisini kullanmasına son veren tedbirin demokratik bir toplumda gereklilik arz ettiği açıktır.
Türkiye Cumhuriyeti tarafından 23/07/2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine, Türkiye’de 21/07/2016 tarihinde olağanüstü hâlin yürürlüğe girmesiyle birlikte AİHS’in 15. maddesinde öngörüldüğü şekliyle Sözleşme’den doğan yükümlülükler bağlamında daha az güvence sağlanabileceği kaydıyla derogasyon bildiriminde bulunularak milletlerarası hukuktan doğan yükümlülük yerine getirilmiştir.
AİHS’in 15. maddesi ile uygulama alanı bulan, “ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlikenin varlığı” hâlinde söz konusu tehlikeyi bertaraf etmek için ne yapmak gerektiğini takdir ve tayin etmek ulusun yaşamından sorumlu devlete aittir. İçinde bulunulan durumun kendine mahsus özellikleri nedeniyle bu özellikli durumu değerlendirmek hususunda, söz konusu tehlikeyi bertaraf edecek devletin, uygulayacağı tedbirler bakımından, olağan dönemdekinden çok daha geniş bir takdir marjına sahip olduğunu kabul etmek gerekmektedir (İrlanda/İngiltere [GK] B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 207).
Dava konusu kararın müdahalede bulunduğu özel hayata saygı hakkının AİHS’in 15. maddesinin ikinci fıkrası ile Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer verilen ve olağanüstü hâllerde dahi AİHS ve Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınamayacağı belirtilen haklardan olmadığı açıktır.
Bu durumda, demokratik kurumlara ve demokratik toplum düzeninin bizatihi kendisine karşı yapılan darbe teşebbüsü sonrasında, bahse konu teşebbüsün faili olan FETÖ ile iltisak ve irtibatı olduğu gerekçesiyle hakkında tesis edilen dava konusu kararlar ile yargı mensubu olarak görev yapması nedeniyle üstün kamu gücü ayrıcalığına sahip olan davacının, meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilmesi suretiyle özel hayatına saygı hakkına yapılan müdahalenin, AİHS ve Anayasa anlamında durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olduğu anlaşılmıştır.

7) Sonuç olarak
Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile yukarıda yer verilen açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; davacının, FETÖ ile iltisak ve irtibatının olduğu ve bu nedenle demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği anlaşıldığından dava konusu kararda hukuka aykırılık görülmemiştir.

D) KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1.Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunun … tarih ve … sayılı kararının iptali istemi yönünden DAVANIN REDDİNE,
2.Ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam … TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
3. Posta gideri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine,
4.Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen … TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine,
5.Bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 (otuz) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 01/10/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.