Danıştay Kararı 5. Daire 2006/3585 E. 2008/6379 K. – T.

5. Daire         2006/3585 E.  ,  2008/6379 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ DAİRE
Esas No: 2006/3585
Karar No: 2008/6379

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacılar): 1- … 2- …
Karşı Taraf: Adalet Bakanlığı

İsteğin Özeti: … eski, halen … Hakimi ve … Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan davacıların, bir hakim ve savcının bakabileceği işin çok üstünde işe bakmak zorunda kaldıklarını, yargıya verilen imkanların çok kötü olduğunu, haftalık çalışma saatlerinin üzerinde fazla çalışan diğer kamu görevlilerine aylıklarının dışında ek ödeme yapıldığı halde hakim ve savcılara fazla çalışma karşılığı herhangi bir ücret ödenmediğini, Anayasa’nın 18. maddesinde düzenlenen angarya yasağına ve insan hakları ile ilgili uluslararası sözleşmelere aykırı hareket edildiğini öne sürerek, yasal sınırlar içinde kalan ancak olumsuz koşullarda yapılan çalışma ile yasal sınırları aşan fazla çalışma karşılığı olarak …YTL maddi tazminatın, haksız çalışma koşulları ve yasal sınırları aşan sürelerde yaptırılan fazla çalışma nedeniyle uğranılan manevi zararlara karşılık olarak …YTL manevi tazminatın dava tarihinden başlayarak hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açtıkları davanın; Anayasa’nın 140/3. maddesinde, hakim ve savcıların özlük işlerinin kanunla düzenleneceği amir hükmü karşısında, davacıların fazla çalışmalarının karşılığında verilecek ücretin kanunla düzenleneceği, dolayısıyla, bu konunun yasama organınca belirleneceği, Mahkeme tarafından bu konunun irdelenmesinin ise yargı mensuplarına verilecek ücretin Anayasa’nın amir hükmüne rağmen yargı organınca belirlenmesi sonucunu doğuracağı, bunun ise fonksiyon gaspı sonucunu doğuracağı, zira bu konunun T.B.M.M.’nin takdirinde olduğu ve mahkemelerin yerindelik denetimi yapamayacağı ancak, hukukilik denetimi yapabileceği, yasama organının düzenlemediği bir konuda mahkemenin karar vermesinin yerindelik denetimine gireceği, bu nedenle, açılan davanın hukuki dayanaklarının bulunmadığı gerekçesiyle reddi yolunda … İdare Mahkemesi’nce verilen … günlü, E:…, K:… sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.

Cevabın Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır.

Danıştay Tetkik Hakimi: …
Düşüncesi: İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmüştür.

Danıştay Savcısı: …
Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi’nce, Üye …’un; “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 5. maddesinde “Aynı dilekçe ile dava açılabilecek haller” düzenlenmiş, maddenin 1. fıkrasında birden fazla idari işleme karşı aynı dilekçe ile dava açılması koşulları kurala bağlandıktan sonra, 2. fıkrasında birden fazla davacının müşterek dilekçe ile dava açma esasları belirlenmiştir. Madde hükmü çerçevesinde, birden fazla kişinin müşterek dilekçe ile dava açabilmeleri için, davacıların hak ve menfaatlerinde iştirak bulunması, davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerekmektedir. … Hakimi ve … Cumhuriyet Savcısı olan davacılar tarafından, olumsuz koşullarda mesai yaptıklarından bahisle yasal sınırları aşan fazla mesai karşılığı olarak …-YTL. maddi, haksız çalışma koşulları ve yasal sınırları aşan sürelerde yaptırılan fazla mesai nedeniyle uğranılan manevi zarara karşılık olarak …-YTL. manevi tazminatın dava tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılan bu davada; davacıların hak ve menfaatlerinde iştirak bulunduğundan söz etmek mümkün değildir. Zira, farklı görevleri yürüten davacılar, farklı sayıda hukuki uyuşmazlıkları çözümlemek ve farklı sürelerde mesai yapmak durumundadırlar. Davacıların, sadece evli olmaları hak ve menfaatlerinde iştirak bulunduğu sonucunu doğurmaz. Açıklanan nedenle, 2577 sayılı Yasa’nın 5. maddesinde uygun olarak düzenlenecek dilekçelerle yeniden dava açılmak üzere dava dilekçesinin reddi gerekirken, esasa girilerek hüküm kurulmasında hukuki isabet bulunmadığı” yolundaki görüşüne karşılık; oyçokluğuyla; davacıların hak ve menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması koşulunun bakılan davada gerçekleştiği, bu nedenle, davacıların tek dilekçe ile birlikte dava açabilecekleri sonucuna varılarak, temyiz istemi incelenip, işin gereği düşünüldü:
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. … İdare Mahkemesi’nce verilen … günlü, E:…, K:… sayılı karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan davacılar üzerinde bırakılmasına, 22.12.2008 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY:
Dava; Hakim ve Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan davacıların, bir hakim ve savcının bakabileceği işin çok üzerinden işe bakmak zorunda bırakıldıklarını, yargıya verilen imkanların çok kötü ve yetersiz olduğunu, haftalık mesai saatlarinin çok üstünde çalıştıklarını, çoğu zaman eve iş götürdüklerini, Cumartesi-Pazar ve tatil günlerinde çalıştıklarını, bu durumun Anayasa’ya ve insan haklarına aykırı olduğunu ileri sürerek, maddi ve manevi yönden zarara uğradıklarından bahisle tazminat ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Manevi zarar, kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşam gücünü azaltan olaylar nedeniyle duyulan acıyı, ızdırabı veya kişilik haklarının zedelenmesi nedeniyle şeref ve haysiyetini rencide edilmesini ifade ettiği gibi, günlük yaşamı zorlaştıran belli ağırlıktaki her türlü üzüntü ve sıkıntıyı da kapsamaktadır.
Anayasa’nın 18. maddesinde; hiç kimsenin zorla çalıştırılamayacağı, angaryanın yasak olduğu, 49. maddesinde; Devletin çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için gerekli tedbirleri alacağı, 50. maddesinde de, dinlenmenin, çalışanların hakkı olduğu hükme bağlanmıştır.
Diğer taraftan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 24. maddesinde; herkesin, dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izine çıkmaya hakkı olduğu, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi’nin 4. maddesinin 2. bendinde de, hiç kimsenin zorla çalışmaya tabi tutulamayacağı belirtilmiştir.
2992 sayılı, Adalet Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 2. maddesinin (a) bendinde; kanunlarda öngörülen mahkemeleri açmak ve teşkilatlandırmak, ceza infaz ve ıslah kurumları, icra ve iflas daireleri gibi her derece ve türdeki adalet kurumlarını planlamak, kurmak ve idari görevleri yönünden gözetim ve denetimini yapmak ve geliştirmek, (b) bendinde de; adalet hizmetleriyle ilgili konularda, gerekli araştırmalar ve hukuki düzenlemeleri yapmak, görüş bildirmek, Adalet Bakanlığı’nın görevleri arasında sayılmıştır.
Yine, Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile yönetilenler arasında yönetilenler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı zararın idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu sorumluluk türü, kişilere lütuf ve atıfet duygularıyla belli miktarda para ödenmesini öngören bir prensip olmayıp, demokratik toplum düzeninde biçimlenen idare-birey ilişkisinin doğurduğu hukuki bir sonuçtur. İdari yargı da, bu anlayış doğrultusunda, idare hukukunun ilke ve kurallarını uygulamak suretiyle, idarenin hukuki sorumluluk alanını ve sebeplerini içtihatlarıyla saptamak zorundadır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, yani zararı doğuran işlem ve eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
İdari faaliyetten zarar gören kişi, faaliyetin ilişkili olduğu kamu hizmetinden yararlanan durumunda veya faaliyetin içinde, kamu hizmetinin görülmesine katılan bir kişi olabileceği gibi, idari faaliyette, kamu hizmeti ile hiçbir yönden ilişkisi olmayan üçüncü bir kişi de olabilir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuki kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
İdarenin hizmet kusuru nedeniyle sorumluluğu, idarece yürütülen hizmetin kuruluşunda, düzenlenmesinde ve işleyişinde ortaya çıkan her türlü bozukluk, aksaklık ve eksikliktir.
Bu bağlamda, hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturur.
İncelenen olayda, davacıların manevi tazminat istemi, Hakim ve Cumhuriyet Savcısı olarak bakabilecekleri işin çok üzerinde işe bakmak, hafta sonu ve tatillerde ve mesai saatleri dışında çalışmak ve çoğu zaman eve iş götürmek zorunda kaldıkları, bu durumun sağlıklarını, sosyal yaşamlarını ve özel hayatlarını olumsuz etkilediği ve yargı mensuplarının belirtilen olumsuz koşullar içinde hizmet vermesinde davalı idarenin sorumluluğunun bulunduğu savına dayanmaktadır.
Buna karşılık davalı idare, yargının iş yükü fazlalığını, hakim-savcı sayısının yetersizliğini genel olarak kabul etmekle beraber, yargının kadro ve fiziki imkanlarının arttırıldığını, davacıların çalışma koşullarını ve iş yükünü bilerek kendi istekleri ile mesleğe girdiklerini, idarenin üzerine düşeni imkanlar dahilinde yerine getirdiğini savunmuştur.
Ülkemizde, uyuşmazlıkların sayısının, niteliklerinin ve suç işleme oranının her geçen gün arttığı, buna karşın Hakim ve Cumhuriyet Savcısı ve yardımcı adliye personeli sayısının ise aynı oranda artmadığı, bu nedenle, hakim ve savcıların bakabilecekleri işin çok üzerinde işe bakmak zorunda kaldıkları, dolayısıyla, davaların makul sürede sonuçlandırılamadığı, etkin soruşturma yapılamadığı, adil yargılanma ilkelerinin tam anlamıyla uygulanamadığı; ayrıca, yargının sahip olduğu olanakların çağdaş normlara uygun olmadığı, bilinen ve davalı idare tarafından da kısmen kabul edilen bir olgudur. Nitekim, ülkemizde yargının sorunları ile ilgili hazırlanan ulusal ve uluslararası çalışma raporlarında da, yukarıda belirtilen tespitlere her zaman yer verilmektedir.
Görevi adalet dağıtmak olan Hakim ve Cumhuriyet Savcılarının, adaletin sağlıklı işlememesi nedeniyle üzüntü duymamaları düşünülemez. Bir toplumda yargıya sağlanan imkanların yetersizliği nedeniyle adil yargılanma ilkelerinin tam olarak uygulanmaması, adalet dağıtmakla görevli yargı mensuplarının manevi şahsiyetinin olumsuz etkilenmesi için yeterli bir nedendir.
Bununla beraber, uygulanan terfi ve denetim sistemi ile, davasının karara bağlanması geciken vatandaşların haklı şikayetlerinin getirdiği baskı sonucu, iş yükü ne olursa olsun, verilen işin büyük bir kısmını belli zaman dilimi içinde incelemek (çıkarmak), bu nedenle mesai saatlerinin dışında, hafta sonu tatillerinde ve çoğu zaman evde çalışmak zorunda bırakılan hakim ve savcıların aile ve sosyal yaşantılarında meydana gelen sıkıntıların manevi bir zarar oluşturduğu kuşkusuzdur.
Bu şekilde ortaya çıkan bir manevi zararda, adalet hizmetlerini geliştirmekle ve iyileştirmekle görevli davalı Bakanlığın hukuki sorumluluğunun bulunduğu açıktır.
Bu durumda; toplumda uyuşmazlıkların ve suçun artmasını önleyecek tedbirlerin zamanında alınmamasının; yargı mercilerinin iş yükünün sürekli ve önemli ölçüde artmasına karşın, hakim-savcı ve yardımcı personel sayısının, yargı mercilerinin donanım ve olanaklarının aynı ölçüde yeterli düzeye getirilmemesinin, adalet hizmetinin işletilmesine ilişkin hizmet kusuru oluşturduğu; davacıların maddi tazminat istemlerinin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmamakta ise de; adı geçenlerin, oluşan bu durum sonucu meydana gelen manevi zararlarına karşılık, Mahkeme’ce takdir edilecek miktarda manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesi gerektiğinden, davanın, manevi tazminat istemine ilişkin kısmının da reddine karar verilmesinde hukuksal isabet bulunmadığı; bu nedenle, Mahkeme kararının manevi tazminata ilişkin kısmının bozulması gerektiği görüşüyle, Dairemiz kararının “manevi tazminat yönünden de onama” kısmına katılmıyorum.