Danıştay Kararı 5. Daire 1995/4416 E. 1996/1911 K. 17.05.1996 T.

5. Daire         1995/4416 E.  ,  1996/1911 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ DAİRE
Esas No: 1995/4416
Karar No: 1996/1911

Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı): …
Karşı Taraf: Yargıtay Başkanlığı

İsteğin Özeti: … İdare Mahkemesinin … günlü, E:…, K:… sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.

Savunmanın Özeti: Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, bu nedenle istemin reddi gerekeceği yolundadır.

Danıştay Tetkik Hakimi: …
Düşüncesi: İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından, anılan kararın onanması gerektiği düşünülmüştür.

Danıştay Savcısı: …
Düşüncesi: Davacı, Yargıtay … Ceza Dairesi üyeliği görevinden alınarak … Ceza Dairesi üyesi olarak görevlendirilmesine ilişkin 17.1.1995 günlü ve 3 sayılı Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu kararının iptali isteğiyle dava açmıştır.
Davacının, Birinci Başkanlık Kurulunun 2797 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca verdiği 17.1.1995 günlü karara karşı, aynı Yasanın 17 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (d) bendi gereğince Başkanlar Kuruluna yaptığı itiraz üzerine, Yargıtay Başkanının 20.3.1995 günlü yazısı ile, “Başkanlar Kurulunun 17.2.1995 günlü ve sayılı kararıyla, Yargıtay Kanunu’nun 18inci maddesinin 1ve 2 nci fıkraları gereğince Birinci Başkanlık Kurulunun Yargıtay üyelerinin görev yerlerini belirlemeye yönelik tasarruflarına karşı itiraz yoluna gidilemeyeceği yolundaki kararı nedeniyle, istek hakkında işlem yapılamıyacağı” davacıya bildirilmiştir.
Yargıtay Kanunu’nun Başkanlar Kurulunun görevleri başlıklı 17 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (d) bendi, Birinci Başkanlık Kurulu kararlarını kesin olarak karara bağlamanın anılan Kurulun görevleri arasında olduğunu öngörmekte, aynı maddenin son bendi ise “Başkanlar Kurullarının itiraz üzerine veya doğrudan doğruya verdikleri bütün kararlar kesin olup, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamaz” hükmünü taşımaktadır.
Olayın yukarıda açıklanan oluş biçimi ve 2797 sayılı Kanunun 17 inci maddesinin son bendi hükmü karşısında, dava konusu Birinci Başkanlık Kurulu kararının, idari davaya konu edilmesine olanak yoktur. Davacının Yasa gereği, Başkanlar Kuruluna yaptığı itirazın, adı geçen Kurulun dava konusu edilmesine yasal olanak bulunmayan ilke kararı nedeniyle, sözü edilen Kurulca ayrıca incelenip karara bağlanmamış olması, Birinci Başkanlık Kurulu kararının idari davaya konu yapılmasına olanak sağlamaz.
Sözü edilen Yasa hükmünün, Anayasanın 125 inci maddesinin “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmüne aykırılığı hususu da yine Anayasa’nın geçici 15 inci maddesinin son bendi gereğince iddia edilemez.
Belirtilen nedenlere göre, dava konusu edilen karara karşı hiçbir yargı merciine başvurulmasına olanak bulunmadığından, isteğin incelenmeksizin reddi gerekirken, “bu işlemin davacının kişisel hakkını ihlal eder nitelikte bir işlem olmadığı için iptal davasına konu edilemiyeceği” yolunda hüküm kurulması hukuka aykırı ise de; karar, sonucu itibariyle yerinde görülmekle, temyiz isteğinin bu gerekçelerle reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince işin gereği düşünüldü:
Davacı, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17.1.1995 günlü, … sayılı işleminin kendisinin Yargıtay … Ceza Dairesi Üyeliğinden alınarak Yargıtay … Ceza Dairesi Üyeliğinde görevlendirilmesine ilişkin kısmının iptali istemiyle dava açmıştır.
… İdare Mahkemesinin … günlü, E:…, K:… sayılı kararıyla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Kanunla değişik 2. maddesinin (a) fıkrası, 3622 sayılı Kanunla değişik 14. maddesinin 3/d. fıkrası ve 15. maddesinin 1/b. fıkrasındaki hükümlerden de açıkça anlaşılacağı gibi iptal davasına konu olan işlemin kesin, yürütülmesi gerekli ve davacının kişisel haklarını ihlal ediyor olmasının gerektiği; dava konusu edilen işlemin, 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 18. maddesiyle Birinci Başkanlık Kuruluna verilen üyelerin görevlendirileceği daireleri belirlemek ve dairelerini değiştirmek görevine dayanılarak Yargıtay Üyeliğine seçildiği tarihte … Ceza Dairesi Üyeliğinde görevlendirilen davacının statüsünde bir değişiklik yapılmadan kurum iş hacmi ve ihtiyacı gözetilerek görev yerinin … Ceza Dairesi üyeliği olarak değiştirilmesine yönelik olduğunun anlaşılması karşısında davacının kişisel haklarını ihlal eder nitelikte bir işlem olmadığından iptal davasına konu olamayacağı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
Davacı, usul ve hukuka aykırı olduğunu iddia ettiği İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Davacının dairesinin değiştirilmesi yolunda Birinci Başkanlık Kurulunun 2797 sayılı Kanunun 18. maddesinin 2. fıkrası uyarınca aldığı 17.1.1995 günlü, 3 sayılı karara karşı aynı Kanunun 17. maddesinin 1. fıkrasının 1. bendinin (d) altbendi gereğince Başkanlar Kuruluna yaptığı itiraza karşı Yargıtay Başkanlığının 20.3.1995 günlü yazısı ile, “Başkanlar Kurulunun 17.2.1995 günlü kararıyla, Yargıtay Kanununun 18 inci maddesinin 1 ve 2 nci fıkraları gereğince Birinci Başkanlık Kurulunun Yargıtay Üyelerinin görev yerlerini belirlemeye yönelik tasarruflarına karşı itiraz yoluna gidilemiyeceği yolundaki kararı nedeniyle istek hakkında işlem yapılamayacağı” nın kendisine bildirilmesi üzerine, davacının 17.1.1995 günlü, 3 sayılı Birinci Başkanlık Kurulu işleminin iptali istemiyle bakılan davayı açtığı; davalı idarece dava konusu edilen işlemin idarenin iç işleyişine ilişkin olduğu ve idari davaya konu olacak bir işlem olmadığı yönünde savunma yapıldığı; İdare Mahkemesi tarafından da, dava konusu işlemin davacının kişisel haklarını ihlal eder nitelikte bir işlem olmadığı için iptal davasına konu edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine hükmedildiği dosyanın incelenmesinden anlaşılmıştır.
Bilindiği üzere iptal davaları ile idari işlemlerin hukuka uygunluğu denetlenir ve böylece idarenin hukuk alanı içinde kalması, bu alan içinde hareket etmesi amaçlanır. İdari yargı yerlerince verilen iptal kararları ile hem iptal edilen idari işlemle hukuk alanı dışına çıktığı saptanan idare yeniden bu alan içine alınmış olur, hem de menfaati ihlal edilen ve bu nedenle dava açan ilgili eski hukuki durumuna geri gelerek iptal kararından somut olarak yararlanır.
İptal davalarının bu amacı ve kişiler yönünden doğurduğu sonuçlar gözönünde bulundurularak gerek öğretide gerekse Danıştay kararlarında, iptal davası açılabilmesi ve davanın görülebilmesi için davacının iptali istenilen işlemle menfaatinin ihlal edilmesi yeterli sayılmaktadır.
Her ne kadar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Yasanın 1. maddesiyle değiştirilen 2. maddesinin 1. bendinin (a) alt bendinde “İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar hariç olmak üzere, kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları” hükmüne yer verilmek suretiyle maddede belirtilen konular dışında açılacak iptal davalarının ancak kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılacağı belirtilmiş ise de, anılan maddede yer alan “…kişisel hakları ihlal edilenler….” ibaresi Dairemiz tarafından itiraz yolu ile yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesinin 10.4.1996 günlü, 22607 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 21.9.1995 günlü, E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararıyla iptal edilmiş olduğundan, davalı idarenin bu yöndeki iddiası ile İdare Mahkemesinin bu yöndeki gerekçesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Diğer taraftan, gerek davalı idarenin savunmasında gerekse İdare Mahkemesi kararında, davacının Yargıtay … Ceza Dairesi Üyeliğinden alınarak … Ceza Dairesi Üyeliğinde görevlendirilmesine ilişkin Birinci Başkanlık Kurulu işleminin, iptal davasına konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olmadığı belirtilmekte ise de; bilindiği gibi idari işlem, idari makamların kamu gücü ve kudreti ile hareket ederek, idare işlevine ilişkin olarak yaptıkları ve çeşitli hak ve/veya yükümlülükler doğuran tek yanlı irade açıklamaları olarak tanımlanmaktadır.
Bu tanımdan hareket edildiğinde idari işlemin unsurlarının; “idari makam ya da makamlarca yapılmış olması”, “tek yanlılık” ve “icrailik” nitelikleri olduğu anlaşılmaktadır.
Tek yanlılık, kavram olarak tek bir irade açıklaması demektir. Buradaki iradenin tek yanlılığı, tek bir kişi ya da organın iradesi anlamında değil; işlemin tek yanlı bir irade açıklaması ile oluşması anlamındadır. Bu nedenle, idari işlemdeki irade, tek bir makam ya da organ tarafından açıklanabileceği gibi, birçok kişiden oluşan bir organ veya kurul tarafından da açıklanabilir. Yine birden fazla idari makam ya da organ, tek bir irade açıklaması için biraraya gelebilir. İşte tüm bu hallerde idari işlem tek yanlıdır.
Yukarıdaki tanıma göre idari işlemin unsurlarından birinin de “işlemin idari makam ya da makamlarca yapılmış olması”, bir başka anlatımla “organik unsur” oluşturmaktadır. İdareyi ve idare alanını belirleyen en önemli öge olan “idare işlevi” kavramı, oldukça önemli bir yere sahip olup, idare içinde yer alan birimlerin tüm işlemleri idare işlevine ilişkin olmayabileceği gibi idare dışında yer alan Yasama ve Yargı Organlarının idare işlevine ilişkin işlemleri de bulunabilmektedir. Bu bağlamda olmak üzere, yargı fonksiyonu ile ilgili olmayan işlemlerin, yargıçlardan kurulu organlar ya da mahkemeler ve hatta sadece yargıçlar tarafından yapılması, bunların yargısal işlem sayılmasına dayanak oluşturmaz. İdare işlevine ilişkin olarak yapılan işlemler, hangi makamtarafından yapılırsa yapılsın, idari işlem sayılarak, idari yargının denetimine tabi olması gerekir. Nitekim, yargı mercilerinin, sırf mahkeme olmalarından dolayı ve bu sıfatla yaptıklarından ayrılabilen faaliyet ve işlemleri, idari faaliyet ve idari işlem teşkil eder.
İptal davasının konusunu oluşturan idari işlemin diğer bir unsuru ise “icrailik” tir. Kamu gücü ve kudretinin, üçüncü kişiler üzerinde, ayrıca bir başka işlemin varlığına gerek olmaksızın, doğrudan doğruya çeşitli hukuki sonuçlar doğurmak suretiyle etkisini gösterdiği işlemler icrai niteliktedir. Bununla birlikte bir işlemin “kesin olması” ile “icrailik” özellikleri birbirleriyle özdeş anlamda olmayıp, apayrı nitelemelerdir. Dava konusu olay açısından idari işlemin kesin oluşu, idari karar alma sürecinde nihai işlemin ortaya çıkması bakımından önem taşımaktadır. Bir başka anlatımla, bu anlamdaki kesinlik, idari işlemin iptal davasına konu yapılabilmesi için gerekli bir koşul olarak, kesin ve uygulanması zorunlu bir nitelik arzetmesi yani “lazüm ül icra” olması gereğini ortaya koymaktadır. (Dr. Celal Erkut, “İptal Davasının Konusunu Oluşturma Bakımından İdari İşlemin Kimliği” Ankara- 1990 Danıştay Matbaası, S. 2 ve 12-124.) Diğer bir anlatımla kesinlik, idari işlemin oluşması için öngörülen sürecin tüm aşamaları ile tamamlanıp yetkili idari makam veya organlarca imzalanarak uygulanabilir duruma gelmiş olmasıdır.
Bu açıklamalar karşısında, dava konusu Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu işlemi, yapısı itibariyle, 2797 sayılı Yargıtay Yasasının 18. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak ve adıgeçen kurulun idari işlevi nedeniyle tesis edilen, tek yanlı irade açıklaması ile hukuki varlık kazanan, davacının eski dairesindeki yargı yetkisini bitirerek yeni dairede yargı yetkisi kullanması yönünde hukuki sonuç doğuran kesin ve yürütülmesi gereken ve bu haliyle de idari davaya konu olabileceği açık olan idari bir işlemdir.
2797 sayılı Yargıtay Kanununun 17. maddesinin 1. fıkrasının 1. bendinin (d) altbendi ile aynı maddenin son fıkrası hükmü karşısında, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu kararlarına karşı dava açılıp açılmayacağı hususuna gelince:
Anılan Yasanın 9. maddesinde, Başkanlar Kurulunun Birinci Başkan ile birinci başkanvekillerinden ve daire başkanlarından oluşacağı, 10. maddesinde de Birinci Başkanlık Kurulunun, Yargıtay Birinci Başkanının başkanlığında dördü daire başkanı, dördü Yargıtay Üyesi olmak üzere sekiz asıl ve ikisi daire başkanı ve ikisi Yargıtay Üyesi olmak üzere dört yedek üyeden oluşacağı öngörülmüş; 17. maddenin 1. fıkrasının 1. bendinde Başkanlar Kurulunun görevleri, 18. maddesinde de Birinci Başkanlık Kurulunun görevleri sayılmıştır.
Yargıtay Kanununun Başkanlar Kurulunun görevlerini düzenleyen 17. maddesinin 1. fıkrasının 1. bendinin (d) altbendi, Birinci Başkanlık Kurulu Kararlarına karşı yapılan itirazları kesin olarak karara bağlamanın anılan Kurulun görevi olduğunu öngörmekte, aynı maddenin son fıkrası ise “Başkanlar Kurullarının itiraz üzerine veya doğrudan doğruya verdikleri bütün kararlar kesin kolup, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamaz.” hükmünü taşımaktadır.
18. maddede düzenlenen Birinci Başkanlık Kurulunun görevleri incelendiğinde, bu Kurulun çoğu işleminin ve bu Kurulun kararlarına itirazen bakacak olan Başkanlar Kurulunun aldığı kararların yukarıda açıklanan özellikleri taşımaları nedeniyle kesin ve icrai idari işlem niteliğinde oldukları ve bu nedenle kuramsal olarak bu işlem ve kararlara karşı idari dava açılmasının mümkün bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak yürürlükteki hukuk yönünden bu konunun ayrıca incelenmesi gerekmektedir: Anayasa’nın 125. maddesinin 1. fıkrasında, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtilmek suretiyle, kural olarak idarenin tüm işlem ve kararlarının yargı denetimine bağlı olduğu kabul edilmiş; bu kuraldan ayrı tutulan idari işlemler yine bu maddede veya Anayasa’nın ilgili diğer maddelerinde gösterilmiştir. Öte yandan Anayasa’nın Geçici 15. maddesinin 3. fıkrası hükmüne göre Milli Güvenlik Konseyi döneminde yürürlüğe konulan kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin Anayasa’ya aykırılığı iddia edilemeyeceğinden, bunların itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesinin denetimine gönderilmesi mümkün değildir. Söz konusu Geçici madde hükmünden, Milli Güvenlik Konseyi döneminde yürürlüğe girmiş olan “yargı yoluna başvurmayı önleyen” yasa kurallarına karşı, bu hükümler Anayasa’nın 125. maddesinde kabul edilen ilkeye açıkça aykırı olmalarına karşın, Anayasa Mahkemesinin bu madde ile ilgili istikrar kazanmış kararları da gözönünde bulundurulduğunda, Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla başvurulması mümkün görülmediği gibi yasaklama hükmüne konu edilen idari işlemlere karşı da idari yargı yerlerinde dava açılamayacağı ortaya çıkmaktadır.
2797 sayılı Yargıtay Kanununun 17. maddesinin yukarıda anılan hükmünün Danışma Meclisinde görüşülmesi ve gerekçesinin açıklanması sırasında, 2797 sayılı Yargıtay Kanunundan önceki 1730 sayılı Yargıtay Kanununun 19. maddesinde Büyük Genel Kurulun, 22. maddesinde Başkanlar Kurulunun görevlerinin sayıldığı; her iki maddede de bu iki kurulun kararlarının kesin olduğuna ve başka yargı merciine gidilemeyeceğine dair herhangi bir hüküm konulmadığı ve bunun sonucu Yargıtay’ın bütün kurullarının işlemleri aleyhine İdari Yargıya gidildiği; bunun sonucunda da iki Yüksek Yargı Organı, Yargıtay ile Danıştay’ın karşı karşıya getirildiği; bu sakıncayı gidermek için 2797 sayılı Yasanın hükümet tebliğindeki 19. ve 22. maddelerinde yer almayan Başkanlar Kurulunun doğrudan doğruya veya itiraz üzerine verdiği kararların kesin olduğu, aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamayacağı hükmünün, verilen ve kabul edilen değişiklik önergeleri ile yasa metnine ilave edildiği anlaşılmaktadır. Kanunun gerek yukarıda açıklanan gerekçesinden, gerekse metninden anlaşıldığına göre Birinci Başkanlık Kurulunun idari kararlarına karşı, yasada belirtilen ayrık durumlar dışında, Başkanlar Kuruluna zorunlu itiraz yolu getirilmiş; 17. maddenin son fıkrasında da, Başkanlar Kurulunun itiraz üzerine verdiği kararlar aleyhine yargı merciine başvurulamayacağı ifade edilmek suretiyle, Birinci Başkanlık Kurulunun itiraz edilebilecek kararlarına karşı doğrudan veya itirazdan sonra yargı yoluna başvurma olanağı ortadan kaldırılmıştır. İtiraz yolunun, böylece Birinci Başkanlık Kurulu Kararlarının yargı denetimi dışına alınması ile ortaya çıkan denetim boşluğunu gidermek amacıyla ihdas edilmiş olması karşısında Birinci Başkanlık Kurulunun, yasada kesin olduğu açıkça belirtilmeyen dolayısiyle itiraz yolu kapatılmamış olan, tüm idari kararlarına karşı Başkanlar Kuruluna başvurulabileceği açıktır. Yasanın düzenleniş biçimi de bu sonucu doğrulamaktadır. Nitekim itiraza bağlı olmayan kararlar Yargıtay Yasasının ilgili maddelerinde (örneğin; 43. maddenin 4. fıkrasında, 45. maddenin 2. fıkrasında, 46. maddenin 2. ve 6. fıkralarında) tek tek sayılmak suretiyle gösterilmiştir.
Her ne kadar, Yargıtay’da bulunan Kurulların idari işlem niteliğindeki kararlarına karşı yargı yolunu kapatan hüküm Anayasa’nın yukarıda belirtilen 125. maddesine açıkça aykırı ise de, anılan Kanunun Milli Güvenlik Konseyi döneminde yürürlüğe konulmuş olması nedeniyle yukarıda da belirtildiği gibi Anayasa’nın Geçici 15. maddesi hükmü karşısında Anayasa Mahkemesine itiraz yolu ile başvurulması mümkün değildir.
Belirtilen hukuki duruma göre davacının dairesinin değiştirilmesi yolundaki Birinci Başkanlık Kurulu kararına karşı yargı yoluna başvurulması mümkün olmayıp, sadece yukarıda belirtilen oluşum biçiminden de anlaşılacağı üzere bir üst kurul niteliğinde bulunan Başkanlar Kuruluna itiraz edilmesi gerekmektedir. Olayda da davacı bu karara, yasada öngörülen biçimde Başkanlar Kurulu nezdinde itirazda bulunmuş, bu kurulca başvurusu, Birinci Başkanlık Kurulunun üyelerin görev yerlerini belirlemeye yönelik kararlarına karşı itiraz yoluna gidilemeyeceği gerekçesi ile esastan incelenmeksizin reddedilmiş ise de; bu karara karşı yargı yoluna başvurulmasının mümkün olmaması, davacının … Ceza Dairesi Üyeliğinde görevlendirilmesine ilişkin Birinci Başkanlık Kurulu kararına karşı ancak itiraz yolunun açık olması ve dava dilekçesinde yer alan isteğin de sonuç itibariyle yeni bir itiraz niteliği taşıması nedeniyle Başkanlar Kurulu tarafından incelenmesinin mümkün bulunması karşısında, İdare Mahkemesince, dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanunun 14. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendinde düzenlenen “idari merci tecavüzü” nedeniyle anılan Kanunun 15. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendi gereğince görevli Yargıtay Başkanlar Kuruluna tevdiine karar verilmesi gerekirken, bu husus gözardı edilerek 2577 sayılı Kanunun 14. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendi gereğince 15. maddesinin 1/b. bendi uyarınca davanın reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle … İdare Mahkemesince verilen … günlü, E:…, K:… sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b. fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adıgeçen Mahkemeye gönderilmesine, 17.5.1996 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

(X) K A R Ş I O Y :
Yargıtay Kanunu’nun Başkanlar Kurulunun görevleri başlıklı 17 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (d) bendi, Birinci Başkanlık Kurulu kararlarını kesin olarak karara bağlamanın anılan Kurulun görevleri arasında olduğunu öngörmekte, aynı maddenin son bendi ise “Başkanlar Kurullarının itiraz üzerine veya doğrudan doğruya verdikleri bütün kararlar kesin olup, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamaz” hükmünü taşımaktadır.
Olayın yukarıda açıklanan oluş biçimi ve 2797 sayılı Kanunun 17 inci maddesinin son bendi hükmü karşısında, dava konusu Birinci Başkanlık Kurulu kararının, idari davaya konu edilmesine olanak yoktur. Davacının Yasa gereği, Başkanlar Kuruluna yaptığı itirazın, adı geçen Kurulun dava konusu edilmesine yasal olanak bulunmayan ilke kararı nedeniyle, sözü edilen Kurulca ayrıca incelenip karara bağlanmamış olması, Birinci Başkanlık Kurulu kararının idari davaya konu yapılmasına olanak sağlamaz.
Sözü edilen Yasa hükmünün, Anayasanın 125 inci maddesinin “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmüne aykırılığı hususu da yine Anayasa’nın geçici 15 inci maddesinin son bendi gereğince iddia edilemez.
Belirtilen nedenlere göre, dava konusu edilen karara karşı hiçbir yargı merciine başvurulmasına olanak bulunmadığından, isteğin incelenmeksizin reddi gerekirken, “bu işlemin davacının kişisel hakkını ihlal eder nitelikte bir işlem olmadığı için iptal davasına konu edilemiyeceği” yolunda hüküm kurulması hukuka aykırı ise de; Mahkeme kararı sonucu itibariyle onanması gerekir iken bozulması yolundaki çoğunluk kararına katılmıyorum.