Danıştay Kararı 5. Daire 1995/3611 E. 1997/2485 K. 10.11.1997 T.

5. Daire         1995/3611 E.  ,  1997/2485 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ DAİRE
Esas No: 1995/3611
Karar No: 1997/2485

Davacı: …
Davalı: İçişleri Bakanlığı

Davanın Özeti: Davacının 15.9.1993 günlü, 21699 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 10.9.1993 günlü, 93/4816 sayılı Bakanlar Kurulu kararının … Valiliğinden alınarak Merkez Valiliğine atanmasına ve yerine … Vali Yardımcısı …’in atanmasına ilişkin kısmının iptaline dair Danıştay Beşinci Dairesinin 19.4.1995 günlü, E:1993/8075, K:1995/1472 sayılı kararının süresinde ve karar gerekleri doğrultusunda uygulanmaması nedeniyle …- lira manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi isteminden ibarettir.

Savunmanın Özeti: Davacının Danıştay Beşinci Dairesince verilen iptal kararı gereğince 17.7.1995 günlü Bakanlık oluruyla görevine iade edildiği, bu nedenle manevi tazminat isteminin haklı dayanağının bulunmadığı yolundadır.

Danıştay Tetkik Hakimi: …
Düşüncesi: Dava dosyasının ve Dairemizin 24.4.1996 günlü, E:1995/2946, K:1996/1718 sayılı kararının gerekçesinin incelenmesinden, Dairemizce verilen iptal kararının uygulamaktan kaçınılarak davacının … Valiliği görevinde çalıştırılmadığı anlaşıldığından, davacının manevi tazminat isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı: …
Düşüncesi: Davacı, 93/4816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesinin …Valiliğinden alınarak Merkez Valiliğine atanmasına ilişkin kısmını iptal eden 19.4.1995 günlü ve E:1993/8075, K:1995/1472 sayılı Beşinci Daire kararının süresinde ve karar doğrultusunda uygulanmaması nedeniyle uğradığı manevi zarar karşılığı … Liranın tazminen ödenmesi isteğiyle dava açmıştır.
Davacının, … Valiliğinden alınarak Merkezde görevlendirilmesine ilişkin kararnamenin Beşinci Dairece iptaline ilişkin kararın 6.6.1995 tarihinde İçişleri Bakanlığına tebliğ edildiği, adı geçenin görevine iadesine ilişkin 17.7.1995 günlü İçişleri Bakanlığı olurunun ilgiliye tebliğ edilmeyip bekletilerek davacının yeniden görev yerinin değiştirilerek … Valiliğine atanması ile ilgili kararname ile aynı gün tebliğ edildiği, yargı kararının uygulamaktan kaçınılarak davacının fiili olarak … Valiliği görevinde çalışmasına imkan tanımadığı dosyadaki bilgilerden ve Beşinci Dairesinin E:1995/2946, K:1996/1718 sayılı kararı ve gerekçesinden anlaşılmıştır.
Belirtilen duruma göre, idarenin yargı kararının uygulanmasından kaçınması nedeniyle davacının uğradığı manevi zarar karşılığı olarak Dairesince takdir edilecek miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince işin gereği düşünüldü:
Dava, davacının 15.9.1993 günlü, 21699 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 10.9.1993 günlü, 93/4816 sayılı Bakanlar Kurulu kararının … Valiliğinden alınarak Merkez Valiliğine atanmasına ve yerine … Vali Yardımcısı …’in atanmasına ilişkin kısmının iptaline dair Danıştay Beşinci Dairesinin 19.4.1995 günlü, E:1993/8075, K:1995/1472 sayılı kararının; Anayasa ve yasa hükümlerine uygun olarak süresinde ve karar gerekleri doğrultusunda uygulanmadığından ve böylece mesleki onurunun zedelenmesine neden olunduğundan bahisle …- lira manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
… Valisi olarak görev yapan davacının 15.9.1993 günlü, 21699 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 10.9.1993 günlü, 93/4816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile … Valiliği görevinden alınarak Merkez Valiliğine atandığı ve yerine de … Vali Yardımcısı …’in atandığı; adıgeçenin sözkonusu Bakanlar Kurulu Kararının kendisine ve yerine yapılan atamaya ilişkin kısmının iptali istemiyle açtığı davanın Danıştay Beşinci Dairesinin 19.4.1995 günlü, E:1993/8075, K:1995/1472 sayılı kararıyla iptalle sonuçlandığı ve bu kararın 5.6.1995 tarihinde Başbakanlığa 6.6.1995 tarihinde de İçişleri Bakanlığına tebliğ edildiği; bu karar gereklerinin otuz günlük süre içerisinde yerine getirilmemesi üzerine davacının 10.7.1995 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunarak yargı kararının gereğinin yerine getirilmesini ve … Valiliği görevine başlatılmasını istediği; bunun üzerine davacının … Valiliğinde, … Valisi …’in de Merkez Valiliğinde göreve başlatılmaları yolunda 17.7.1995 tarihli Bakanlık Oluru alındığı, fakat bu olurun, davacıya belli bir süre tebliğ edilmeyip bekletilerek 29.8.1995 günlü, 22389 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve davacının … Valiliğinden … Valiliğine atanmasına ve yerine Merkez Valisi …’in atanmasına ilişkin 24.7.1995 günlü, 95/7153 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile birlikte aynı gün yani 31.8.1995 tarihinde tebliğ edildiği; böylece davacının hakkında verilen iptal kararına rağmen fiilen … Valiliği görevine başlatılmadığı; öte yandan davacının … Valiliği görevine başladığı gün kendisine tebliğ edilen 29.10.1995 günlü, 95/7483 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile görevinden alınarak tekrar Merkez Valiliğine atandığı dosyada mevcut bulunan bilgi ve belgelerden ve Dairemizin 24.4.1996 günlü, E:1995/2946, K:1996/1718 sayılı kararının gerekçesinden anlaşılmıştır.
Anayasanın 2.maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138.maddesinin son fıkrasında “Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Kanunla değişik 28. maddesinin 1.fıkrası Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, en geç otuz gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2.maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirmiş olup, 3.fıkrasında da; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar süren bir uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede kararların derhal uygulanması ilkesi benimsenmiş olup her durumda bu sürenin otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğu hükme bağlanmıştır. Diğer taraftan Anayasanın 11. maddesinde; Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü vurgulanmış; bu bağlamda olmak üzere 129. maddenin 1. fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları hükme bağlanarak Anayasa hükümlerinin bağlayıcılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir. Bu nedenle bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur.
Belirtilen Anayasal ve yasal durum nedeniyle, Danıştay Beşinci Dairesince verilen 19.4.1995 günlü, E:1993/8075, K:1995/1472 sayılı iptal kararının 6.6.1995 tarihinde İçişleri Bakanlığına tebliğ edilmesi üzerine bu kararın gereklerinin gecikmeksizin yerine getirilmesi ve davacının … Valiliği görevine iade edilmesi gerekirken 28. maddede belirtilen otuz günlük süre içerisinde kararın uygulanmadığı, bu süre geçtikten sonra kararın uygulanması için davacının … Valiliği görevine iadesi yolunda İçişleri Bakanlığınca 17.7.1995 tarihli işlemin tesis edildiği, ancak bu işlemin davacıya hemen tebliğ edilmeyip bekletilerek, adıgeçenin yeniden görev yeri değişikliğine ilişkin 24.7.1995 günlü, 95/7153 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile aynı gün tebliğ edildiği anlaşılmakla, idarenin Anayasa hükümlerini hiçe sayarak yargı kararını uygulamama amacıyla hareket ettiği ve davacının fiili olarak … Valiliği görevinde çalışmasına imkan tanınmayarak ağır bir hizmet kusuru işlendiği açıktır. Nitekim Dairemizin 24.4.1996 günlü, E:1995/2946, K:1996/1718 sayılı kararı ile de; yukarıda belirtilen gerekçelere yer verilmek suretiyle davacının … Valiliğinden alınarak … Valiliğine atanmasına ve yerine Merkez Valisi …’in atanmasına ilişkin 24.7.1995 günlü Bakanlar Kurulu Kararının, Anayasanın 138. ve 2577 sayılı Kanunun 28/1. maddelerine aykırı olarak yargı kararının uygulanmasından kaçınmak ve bu kararı etkisiz kılmak amacıyla tesis edildiği sonucuna varılıp maksat yönünden hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
Davalı idarenin açıklanan ağır hizmet kusuru nedeniyle davacının uğradığı manevi zararın tazmini gerekmektedir.
Doktrinde de kabul edildiği üzere manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olayın gelişimi ve sonucu, ilgilinin durumu itibariyle uğradığı manevi zarara karşılık takdir edilecek manevi tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol açmayacak miktarda, fakat idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde saptanması zorunlu bulunmaktadır.
Olayın özetlenen süreci dikkate alınarak (ve taleple sınırlı olarak hüküm kurulması gerektiği de gözönünde bulundurularak) davacıya talebi doğrultusunda …-TL. manevi tazminatın davalı idare tarafından ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Ancak idare adına verilen kararlarla ortaya çıkan ve yukarıda idarenin ağır hizmet kusuru olarak nitelendirilen “yargı kararını uygulamama” eyleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından doğduğu açıktır. Çünkü bir hukuk devletinde, Anayasa’nın ve yasaların açık hükmüne karşın, hiç bir hukuki veya maddi sebep gösterilmeden (olayda olduğu gibi davacının … Valiliğinde göreve başlatılmasına ilişkin 17.7.1995 günlü Bakanlık oluru ile kendisinin … Valiliğinden … Valiliğine atanmasına ilişkin 24.7.1995 günlü Bakanlar Kurulu Kararının aynı günde davacıya tebliğ edilmesi, kısa bir süre sonra, davacının … Valiliğinde göreve başladığı gün kendisine tebliğ edilen Bakanlar Kurulu Kararı ile de tekrar Merkez Valiliğine atanması ve böylece ilgilinin Danıştay kararına karşın eylemli valilik yapmasının engellenmesi suretiyle) bilinçli olarak sergilenen keyfi bir davranışın idareden kaynaklandığını kabul etmek olanaksızdır.
Öte yandan, Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiş; 5442 sayılı Kanunun 6. maddesinde de, Valilerin, İçişleri Bakanlığının inhası, Bakanlar Kurulunun kararı ve Cumhurbaşkanının tasdiki ile tayin olunacakları hükme bağlanmıştır.
Bu hükümler karşısında, inha makamı olan İçişleri Bakanının harekete geçmemesi halinde Bakanlar Kurulu’nun kendiliğinden karar alamayacağı da dikkate alındığında, davacının … Valiliğine atanmasına ilişkin 24.7.1995 günlü Bakanlar Kurulu Kararı ile tekrar Merkez Valiliğine atanmasına ilişkin 29.10.1995 günlü Bakanlar Kurulu Kararında inhada bulunan İçişleri Bakanının kişisel kusuru bulunduğu açık olduğundan, hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan ilgili kişi veya kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesi Anayasa hükmü gereği bulunmaktadır.
Anayasanın sözü edilen maddesindeki (kendilerine rücu edilmek kaydıyla) ibaresi; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idare aleyhine açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etme zorunluluğunu ifade etmekte ve bu Anayasal zorunluluk nedeniyle bu gibi hallerde davacıların, dava dilekçelerinde ayrıca ve mutlaka rücu talebinde bulunmaları gerekmemektedir.
Öte yandan manevi tazminata yukarıda belirtilen niteliği itibariyle yasal faiz yürütülmesine olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarece olayda kişisel kusuru bulunan kişi veya kişilere rücu edilmek kaydıyla davacının manevi tazminat isteminin kabulüyle …- lira manevi tazminatın davalı idareden alınarak davacıya verilmesine; manevi tazminata faiz yürütülmesine ilişkin istemin ise reddine; hükmedilen miktar üzerinden hesaplanan …- lira nisbi harçtan peşin yatırılan …- liranın mahsubu ile kalan …- lira ile noksan yatırılan …- lira posta pulu ücretinin davacıya tamamlattırılmasına; dava kısmen kabul, kısmet ret ile sonuçlandığından aşağıda dökümü gösterilen …- lira yargılama giderinin davadaki haklılık oranı gözönünde tutularak 2/3’ü olan …- liralık kısmının davalı idareden alınarak davacıya verilmesine; yargılama giderlerinin diğer kısmının davacı üzerinde bırakılmasına; olayda kişisel kusuru bulunan kişi veya kişilere rücu edilmek için kararın bir örneğinin Maliye Bakanlığına tebliğine; 10.11.1997 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY
Davacı, hakkında verilen yargı kararının süresinde uygulanmaması nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle dava açmıştır.
Dairemizce verilen 19.4.1995 günlü, 1995/1472 sayılı kararın süresinde uygulanmaması nedeniyle davacıya manevi tazminat ödenmesine hükmedilmesi gerekmekte ise de, Anayasanın 129. maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunda gösterilen şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabilir denmektedir. Davacının, hükmedilecek tazminatın ilgililere rücu edilmesi yönünde bir talebinin olmadığı da gözönünde bulundurulduğunda, maddenin anlamının yorum yoluyla genişletilerek bu konuda talep olmasa da hüküm kurulabileceği sonucuna varmak mümkün değildir.
Kaldı ki, bir an için davacıların bu konuda bir talepleri olmadan da hüküm kurulabileceği düşünülse bile, o zaman hakkında rücu kararı verilen kişinin de hasım mevkiine alınarak savunmasının alınması gerektiği gibi olayda Valilerin atanmasının Bakanlar Kurulu Kararıyla yapıldığı hususu da dikkate alındığında, sadece Bakanlar Kurulunun bir üyesi hakkında rücu kararı verilmesinin hakkaniyete uygun düşmeyeceği açıktır.
Bu nedenle çoğunluk kararının rücu ile ilgili kısmına katılmıyorum.