4. Daire 2012/1851 E. , 2013/632 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
DÖRDÜNCÜ DAİRE
Esas No : 2012/1851
Karar No : 2013/632
Temyiz Eden : 1-…
2-…
Vekili : …
Karşı Taraf : …Vergi Dairesi Müdürlüğü/…
İstemin Özeti : Müteahhitten satın alınan dairenin ….Asliye Hukuk Mahkemesi kararı uyarınca davacıların adlarına hükmen tescilinden önce, müteahhidin vergi borçları nedeniyle haciz konulduğu ancak hacze esas alınan vergi borçlarının zaman aşımına uğradığı ileri sürülerek söz konusu dairenin üzerindeki haczin kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır. … Vergi Mahkemesinin … günlü ve E:…, K:… sayılı kararıyla; davacılar adına üzerindeki hacizler kalmak kaydıyla hükmen tescil edilmiş olan taşınmazın, tapu kaydına 2004 ve 2005 yıllarında müteahhitin vergi borçları nedeniyle … Asliye Hukuk Mahkemesi kararından daha önce konulmuş olan hacizler için belirli sürelerde satış istenilmemesi nedeniyle kalkmasından söz edilemeyeceği ancak hacze esas vergi borçları için tahsil zaman aşımı süresinin dolmasından sonra haczin de kaldırılması gerekmekte ise de; hacze esas alınan müteahhite ait vergi borçlarının tahsili için 2004 ve 2005 yıllarında haciz tatbikinden sonra beş yılllık tahsil zaman aşımı süresi içerisinde 2005,2006,2007,2008,2009,2010 yıllarında müteahhitin vergi borçlarına karşılık yapılan tahsilatların ve 6111 sayılı Kanun kapsamında 1.4.2011 tarihli dilekçeyle vergi borçlarının yeniden yapılandırılması işleminin yeni bir tahsil zaman aşımı süresi başlatmış olması karşısında hacze esas alınan vergi borçlarının tahsil zaman aşımına uğradığından da söz edilemeyeceğinden haczin kaldırılması isteminin reddi yolundaki işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı, haciz tarihi itibariyle beş yıllık tahsil zaman aşımı süresinin dolduğunu, bu süreçte zaman aşımını kesecek bir sebebin gerçekleşmediğini, muhtelif kodlu vergilere ait muhtelif cüz’i miktarlarda yapılan tahsilatların hacze esas alınan borçlara ilişkin olup olmadığının belli olmadığını, bir borç için yapılan tahsilatın başka bir borcun zaman aşımını kesmesinin hukuken mümkün olmadığını, neticede tahsil zaman aşımı dolduğundan taşınmazları üzerindeki haczin hukuka aykırı hale geldiğini ve kaldırılması gerekeceğini ileri sürürek kararın bozulması istemektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur
Tetkik Hakimi …’in Düşüncesi : Davacıların müteahhitten satın aldıkları dairenin adlarına tescilinden önce, müteahhitin vergi borçları nedeniyle taşınmaza haciz konulmuş, en son 2005 yılında konulan haciz itibariyle hacze esas alınan vergi borçları için tahsil zaman aşımı süresi dolduğu ileri sürülerek haczin kaldırılması istemiyle başvuru yapılmış ve bu başvurunun reddine ilişkin işlem dava konusu edilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacılar ile müteahhit arasında yapılan daire satış sözleşmesi uyarınca, müteahhite ait … Mahallesi … Caddesi … ada üzerinde inşa edilen binadan bir dairenin davacılara verileceği konusunda anlaşma sağlandığı, davacılar tarafından satın alınan daire bedelinin ödendiği, müteahhitin inşaatı tamamlamadığı, kaba inşaat halinde bıraktığı, yarım kalan dairenin davacıların kendi imkanları ile yaklaşık … milyar lira harcamaları suretiyle tamamlandığı, müteahhitin sözleşmeden doğan yükümlülükleri yerine getirmediği, ayrıca bedeli ödenen dairenin tapusunun halen müteahhit adına kayıtlı olduğu, müteahhitin ödenmeyen vergi borçlarından dolayı davacıların satın aldıkları daire de dahil olmak üzere müteahhit adına kayıtlı görünen taşınmazlar üzerine haciz konulduğu, davacılar tarafından … Asliye … Hukuk Mahkemesi nezdinde sözleşmeye dayalı olarak tapu iptali ve tescil davasının açıldığı, anılan Mahkemenin E:…, K:… sayılı kararıyla; müteahhit adına kayıtlı olan tapunun iptaline, taşınmaz tapusu üzerinde bulunan hacizler kalmak kaydıyla davacılar adına tesciline karar verildiği, davacılar tarafından, müteahhitin vergi borcundan dolayı taşınmazlara en son 2005 yılında konulan hacizden sonra hacze esas alınan vergi borcu için başlayan beş yıllık tahsil zaman aşımı süresinin dolduğu ileri sürülerek haczin kaldırılması istemiyle davalı İdareye başvurulduğu, davalı İdarece istemin reddilmesine ilişkin tesis edilen işlemin iptali istemiyle de açılan davada, Vergi Mahkemesince, hacze esas alınan müteahhit vergi borçlarının tahsili için 2004 ve 2005 yıllarında haciz tatbikinden sonra beş yıllık tahsil zaman aşımı süresi içerisinde muhtelif yıllarda yapılan tahsilatlar ve 6111 sayılı Kanun kapsamında vergi borçlarının yeniden yapılandırılması nedeniyle hacze esas vergi borçlarının zaman aşımına uğramadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davacılar ile müteahhit arasında yapılan daire satış sözleşmesi uyarınca, davacıların daire bedelini ödemek suretiyle, müteahhitin de inşaatı tamamladıktan sonra dairenin davacılar adına tapuya tescil ettirmesi suretiyle, tarafların edimlerini yerine getirmesi gerekmektedir. Ancak davacılar tarafından daire bedelinin ödenmesi suretiyle edimin yerine getirilmesine rağmen müteahhit inşaat yarıda bırakarak ve dairenin tapusunu davacılar adına tescil ettirmeyerek üzerine düşen edimi yerine getirmemiştir. Müteahhitin dürüstlük kurallarına aykırı bir şekilde sözleşmeden doğan edimini yerine getirmemesi nedeniyle davacıların adlarına hükmen tescil edilen taşınmaz üzerinde haciz bulunmaktadır. Dolayısıyla müteahhit edimini yerine getirmiş olsaydı davacılar adına tescil edilen taşınmaz üzerinde haciz bulunmayacaktı.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 102 nci maddesinde amme alacağının vadesinin rastlandığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrayacağı hükme bağlanmış, 103 üncü maddesinde ise, ödeme ve amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması zamanaşımını kesen sebepler arasında sayılmıştır.
Davacılar, adlarına tescil edilen taşınmaz üzerindeki hacizden dolayı menfaatleri ihlal edildiğinden hacze esas alınan vergi borcunun zaman aşımına uğradığını ileri sürerek söz konusu haczin kaldırılmasını isteyebileceklerdir.Dolayısıyla, davacıların borcu olmadığı halde müteahhitin vergi borcunun zaman aşımına uğrayıp uğramadığı yönünden incelenmesi hakkaniyet gereğidir. Bu bağlamda dosya içeriğinden, asıl borçlu müteahhitin vergi borçları için muhtelif yıllarda muhtelif cüz’i ödemelerin yapıldığı ve 6111 sayılı Kanun kapsamında 1.4.2011 tarihli dilekçeyle vergi borçlarının yeniden yapılandırıldığı, hacze esas alınan vergi borçlarının hangi yıllara, hangi vergilere ait olduğunun belli olmadığı ve yapılan ödemelerin de hacze ilişkin vergi borçlarını içerip içermediğinin de belli olmadığı anlaşılmaktadır. Müteahhit tarafından yapıldığı ileri sürülen ödemeler zaman aşımını kesecek olmasına rağmen, müteahhit tarafından kendi aleyhine sonuç doğuracak şekilde cüz’i miktarda ödemelerin yapılması hayatın olağan akışına aykırı olduğundan zamanaşımının kesildiğinden söz edilemeyeceği, ayrıca yapılan bu cüz’i ödemelerin zaman aşımını kestiği kabul edilse dahi hacze esas alınan vergi borcunu içerip içermediği de belli olmadığından yine zaman aşımının kesildiğinden söz edilemez. Dairenin üzerine en son 2005 yılında haciz konulduğu göz önüne alındığında tahsil zaman aşımı süresinin son günü 31.12.2010 olacağından bu tarihten sonraki bir tarihte 6111 sayılı Kanun kapsamında yapılandırılmaya gidilmesi de, yeni bir tahsil zaman aşımı süresi ihya etmeyecektir.
Bu durumda, hacze esas alınan vergi borcu zaman aşımına uğradığından davalı İdare açısından artık bu borç eksik borç hükmündedir. Haczin kaldırılması amacıyla davacılar tarafından zaman aşımına uğramış bu borcun ödenmesinin beklenilmesi de hakkaniyete uygun değildir. Dolayısıyla müteahhitin vergi borcunun cebri takip yollarıyla tahsil edilmeye çalışılması mümkün olamayacağından davacıların taşınmazı üzerindeki haczin kaldırılması gerekmektedir.
Uyuşmazlığa bireylerin temel hak ve özgürlükleri açısından bakıldığında ise;
Anayasamızın 35. maddesinde; ” Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmü yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesinde de; ” Her gerçek veya tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” denilmektedir. Mülkiyet hakkının, başta Anayasamız olmak üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kişilerin Temel Hak ve Özgürlüklerine ilişkin diğer uluslararası sözleşmeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında korunması gereken temel haklardan olduğu belirtilmekte ve bu hakkın sınırlanabilmesi için kamu yararı gerekçesi ve Kanun ile olması koşulu öngörülmüştür.
Doktrinde yer alan görüşe göre, genel olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ nin (AİHM) kamu yararı konusuna geniş bir perspektiften baktığı, bu konuda devletlerin takdir yetkisini kabul ettiği, bununla beraber kamu yararı konusunda amaçla kullanılan araçlar arasında makul bir orantı kurulması ve mülkiyet hakkından mahrum edilen bireye kamu yararına aşırı yük yüklenip yüklenmediği konusunun karar verirken belirleyeci olduğu görülmektedir. Mahkemeye göre, Sözleşme kamu yararı ve birey hakları arasında çok duyarlı bir denge kurmuştur. Kamu yararından beklenen, yetkinin ölçülü, makul ve amacına uygun şekilde kullanılmasıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mülkiyet hakkının ihlali ile ilgili kararlarında, yoksun bırakmanın kamu yararına olup olmadığı, alınan tedbirlerin takip edilen amaçla ölçülü olup olmadığı ve alınan tedbirlerin hukuki olup olmadığı hususlarını değerlendirmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Mevlüt Aka/ Türkiye Davasında( Mevlüt Aka/ Türkiye Davası, Başvuru No:19639/92) ; devlet alacakları için uygulanan faiz ile devlet borçları için uygulanan faiz arasındaki farktan bahsetmiş, kişiye 5-6 yıl sonra yapılan ödemelerin paranın büyük oranda değer kaybıyla birlikte verilmesinin, kamu yararı ile kişisel yarar arasında adil olmayan bir dengesizlik yarattığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Uyuşmazlık konusu olayda, kamu yararı, ödenmemiş olan amme alacağının tahsil edilmesidir, buna karşılık kişisel yarar, davacıların satın aldıkları daire üzerinde üçüncü bir şahsın borcundan dolayı konulan haciz nedeniyle mülkiyet haklarının ihlalinin ortadan kaldırılmasıdır.
Davacıların taşınmazı üzerinde bulunan haciz mülkiyet hakkının özünü zedelemekte ve hakkı kullanılamaz hale getirmektedir. Söz konusu haczin dayanağı amme alacağı için tahsil zaman aşımı süresinin dolduğu iddiası ve haczin üçüncü şahsın borcundan dolayı olması göz önünde bulundurularak kamu yararı ile davacıların temel hakkı olan mülkiyet hakkı kıyaslandığında kamu yararı adına temel hakkın ihlal edilmesi ölçülülük ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir. Çünkü ileri sürülen kamu yararı, kamu için öncelikli, genel menfaatleri koruyan, kamu hizmetlerinin sürdürülmesi için zorunlu bir durum arz etmemekte, sadece devlete başkasının mülkü üzerinde sebepsiz yere tasarruf etme hakkı vermektedir. Bunun karşısında kişinin temel hakkı ihlal edilmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkı kullanılamaz hale getirilerek kişi yararı ile kamu yararı arasındaki denge kişi aleyhine bozulmaktadır.
Açıklanan nedenlerle,davacıların taşınmazı üzerindeki haczin kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada Vergi Mahkemesince verilen red kararında Anayasada, Kişilerin Temel Hak ve Özgürlüklerine İlişkin Uluslararası Sözleşmelerde ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında yer alan kişilerin temel haklarını korumaya yönelik ilkelere ve hukuka uyarlık bulunmadığından bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü:
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, 12/02/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.