Danıştay Kararı 4. Daire 2008/8544 E. 2009/817 K. – T.

4. Daire         2008/8544 E.  ,  2009/817 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
DÖRDÜNCÜ DAİRE
Esas No : 2008/8544
Karar No: 2009/817

Temyiz Eden : …
Vekili : …
Karşı Taraf : Bakırköy Vergi Dairesi Müdürlüğü/İSTANBUL
İstemin Özeti : Davacının banka hesabına uygulanan haczin iptali istemiyle dava açılmıştır. …Vergi Mahkemesinin … günlü ve E:…, K:… sayılı kararıyla; dava dilekçesinde dava konusu haciz işleminin 9.5.2008 tarihinde öğrenildiğinin belirtildiği, bu tarihten itibaren 2577 sayılı Kanunun 7 nci maddesinde öngörülen 30 günlük dava açma süresinin son günü olan 9.6.2008 tarihe kadar dava açılması gerekirken 11.6.2008 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle davanın süreaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Davacı, haciz işleminden 9.6.2008 tarihinde haberdar olduğunu, dava dilekçesinde sehven 9.5.2008 tarihinin yazıldığını, nitekim hacze konu borçlara ait ödeme emirlerinin düzenleme tarihinde 13.5.2008 olduğunu, hacizden önce ödeme emri düzenlenmesi mümkün olmadığı, dolayısıyla 9.6.2008 tarihinde hacizden haberdar olmasının normal olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Vergi borcu ödendiğinden haczin kaldırıldığı, temyiz isteminin reddi gerektiğini savunmuştur.
Tetkik Hakimi …’in Düşüncesi : Uyuşmazlık konusu hacze ilişkin ödeme emrinin 13.5.2008 tarihinde düzenlendiği ve hacze ilişkin davacıya doğrudan tebligat yapılmadığı hususları dikkate alındığında, temyiz aşamasında davacının ıttıla tarihi olarak beyan ettiği tarihe göre dava süresinde açıldığından davanın esası incelenmek üzere Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı …’ın Düşüncesi : Kesinleşen ve vadesinde ödenmediği ileri sürülen vergi borcunun tahsili için davacının bankadaki mevduat hesabı üzerine uygulanan haciz işlemine karşı açılan davayı süre aşımı nedeniyle reddeden Vergi Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenmektedir.
Davacının elde ettiği faiz gelirini beyan etmemesi nedeniyle tahakkuk ettirilip tahsil edilememesi üzerine ödeme emirleri ile tahsili yoluna gidilen vergi borcundan kaynaklanan kamu alacağının cebren tahsili için banka mevduat hesabı üzerine haciz uygulanmıştır. 15.4.2008 tarih ve … sayı işlemle tesis edilen haciz işleminin davacıya tebliğine ilişkin dosyada bir belge bulunmamaktadır. Mahkeme davacının dava dilekçesinde bildirdiği ıttıla tarihini esas alarak açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir.
İdari davaya konu olabilecek idari işlemlerin ilgililere yazılı olarak bildirilmesi ve başvuru yollarının da ayrıca gösterilmesi Anayasal bir zorunluluktur. Böyle bir bildirimin bulunmaması durumunda ittıla tarihine göre açılan davaların süresinde olup olmadığını incelemek yerindedir. İncelenen olayda, davacı, her ne kadar dava dilekçesinde ıttıla tarihini 9.5.2008 olarak göstermiş ise de, bu tarihi sehven 9.5.2008 olarak gösterdiğini, gerçekte dava konusu ettiği haciz işleminden 9.6.2008 tarihinde haberdar olduğunu ileri sürmektedir. Davalı idarece de bu iddianın aksi yönde, davacının dava konusu işlemden daha önce haberdar olduğuna dair bir delil gösterilememektedir.
Bu nedenle, tebliğ edilmeyen haciz işlemi ile ilgili olarak davacının ıttıla tarihine göre süresinde açıldığı anlaşılan dava hakkında esası incelenerek karar verilmesi gerekirken, davacının sehven yazdığı açık olan ıttıla tarihi esas alınarak davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen mahkeme kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü:
Davacının banka hesabına uygulanan haczin iptali istemiyle açılan davayı süre aşımı nedeniyle reddeden Vergi Mahkemesi kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 40 ıncı maddesine 4709 sayılı Kanunun 16 ncı maddesiyle eklenen ikinci fıkrada, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” düzenlemesi öngörülmüş, bu ek fıkranın gerekçesinde ise,” Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmaktadır. Son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir.” açıklaması yapılmış, 125 inci maddesinde ise, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun dava açma süresi başlıklı 7 inci maddesinde ise, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve İdare Mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı ifade edilmiş olup, aynı Yasanın sürelerle ilgili genel esaslar başlıklı 8 inci maddesinde, sürelerin, tebliğ, yayın ve ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlayacağı öngörülmüştür.
Anayasanın 125 inci maddesinde ve 2577 sayılı Kanunun 7 inci maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin hesabında başlangıç tarihi olarak yazılı bildirimin esas alınacağı kurala bağlanmış olduğundan, subjektif işlemlere karşı açılacak idari davalarda, dava açma süresinin işlemeye başlayabilmesi için İdari işlemin ilgilisine yazılı olarak bildirimi diğer bir anlatımla tebliği zorunludur.
Sözkonusu düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden; bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde anayasal bir hak olan “hak arama hürriyetlerini” son derece dağınık mevzuat nedeniyle sonuna kadar kullanabilmelerini sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla, Devletin kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı veya idari makamların gösterilmesi, ayrıca sözkonusu başvurunun süresinin de belirtilmesi gerektiğinin bir Anayasal zorunluluk olduğu ve bu zorunluluğa Anayasanın bağlayıcılığı karşısında, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Anayasa Mahkemesi’nin 18.10.2003 günlü ve E.2003/67, K.2003/88 sayılı kararında; “Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesi zorunlu koşullardandır. Statü hukukuna ilişkin düzenlemelerde istikrar, belirlilik ve öngörülebilirlik göz önünde bulundurularak hukuki güvenlik sağlanır. Bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanması zorunludur. Devlet açık ve belirgin hukuk kurallarını yürürlüğe koyarak bunları uyguladığı zaman hukuk güvenliği sağlanır.” şeklindeki yorumla somutlaşan “hukuk devleti” ve “belirlilik” ilkelerinin de bir gereğidir.
Bütün bu kurallarla, bir hukuk Devletinde, hak arama hürriyetinin gereğince kullanılabilmesi için yönetilenlere menfaatlerini ihlal eden nitelikteki işlemlerin idare tarafından açık ve anlaşılabilir bir biçimde duyurularak bir yandan onlara bu işlemlere karşı idari yollara veya dava yoluna başvurmaları konusunda inceleme ve düşünme imkanının sağlanması, diğer yandan, gereksiz, belirsiz ve mükerrer başvurulara meydan vermemenin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Ancak bu kural İdarenin, yazılı bildirimde bulunmadan uygulama yapması veya ilgili belgeyi dosyaya ibraz edememesi halinde uygulama, uygulamanın sonuçları, dosyada mevcut bilgi ve belgelerin, dava konusu işlemin ve bununla ilgili diğer işlemlerin özelliği değerlendirilerek bunların yazılı bildirime karine olarak alınmasına ve belli bir tarihin yazılı bildirimin yapıldığı en son tarih olarak kabul edilmesine engel değildir.
Dosyada bulunan ve davalı İdare tarafından … Anonim Şirketine hitaben yazılan 15.4.2008 günlü ve 3257 sayılı yazıdan, yazı ekinde yer alan 2 sayfadan ibaret bilgileri yazılı 40 mükellefin muhtelif dönemlere ilişkin vadesi geçmiş vergi borçlarından dolayı bankaları nezdindeki mevduat hesapları üzerine haciz uygulanarak hesaba bloke konulmasının istenildiği, bu yazı üzerine davacının da hesabına haciz uygulandığı anlaşılmıştır. Davacı dava dilekçesinde hacizle ilgili kendisine herhangi bir tebligat yapılmadığını, sadece ödeme emri tebliğ edildiğini, sözkonusu hacizden 9.5.2008 tarihinde hebardar olduğunu belirtmiş, temyiz aşamasında ise dava konusu haciz işleminin 9.6.2008 tarihinde öğrendiğini dava dilekçesindeki tarihin sehven yazıldığını ileri sürmüştür. Davacı, hacze konu borçlara ilişkin 13.5.2008 tarihli ödeme emirlerinin tebliğ üzerine süresinde dava açıldığını belirtmekte, dosyada mevcut olan tebliğ alındısında da 13.5.2008 tarihli yedi adet ödeme emrinin 14.5.2008 tarihinde tebliğ edildiği görülmektedir. 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ödeme emrinin hacizden önce düzenlemesi, borcun ödenmemiş olması halinde haciz işlemlerine başlanılması gerekmektedir.

Ödeme emirlerinin düzenleme ve tebliğ tarihleri, ayrıca yukarıda metni yazılı Anayasal ve yasal düzenlemelerde davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı yolundaki hükümler ile davalı İdarece hacze ilişkin davacıya yapılmış bir tebligat bulunduğu yolunda bir belge de ibraz edilmediği dikkate alındığında, davacının haciz işleminden, 9.6.2008 tarihinde haberdar olduğu, dolayısıyla dava dilekçesinde belirtilen tarihin sehven yazıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
Bu durumda, dava konusu işlemin niteliği esas alındığında, ıttıla tarihine göre açılan dava süresinde olduğundan uyuşmazlığın esası incelenerek haciz işleminin hukuka uygun olup olmadığının karara bağlanması gerekmektedir.
Açıklanan nedenle, davanın temyiz isteminin kabulüyle …Vergi Mahkemesinin … günlü ve E:…, K:… sayılı kararının bozulmasına 19.2.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.