Danıştay Kararı 15. Daire 2016/9416 E. 2016/6509 K. 29.12.2016 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2016/9416 E.  ,  2016/6509 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/9416
Karar No : 2016/6509

Temyiz Edenler (Davacılar) :
Vekilleri :
Karşı Taraf (Davalı) :
Vekili :

İstemin Özeti : … 1. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Mahkeme kararının hukuka uygun olduğu, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Düşüncesi :Temyize konu İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce; tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; 27.08.2006 tarihinde yaşanılan trafik kazası nedeniyle oluştuğu ileri sürülen davacı için 10.000,00 TL manevi, 91.500,00 TL maddi ve davacı için 10.000,00 TL manevi, 10.000,00 TL maddi tazminatın ödenmesi istemiyle açılmıştır.
…1. İdare Mahkemesi’nce; bakılan uyuşmazlıkta; adli yargı yerinde açılmış bir davanın görev noktasından reddi söz konusu olmadığı gibi, adli yargıda görülen davada hasım mevkiinde de yer almadığından olayda 2577 sayılı Kanun’un 9. maddesinin uygulanmasına imkan bulunmadığı ve kazanın 27.08.2006 tarihinde gerçekleştiği; 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde ifadesini bulan bir ve beş yıllık dava açma süresi içinde dava açılması gerekirken her iki sürenin de geçirilmesi suretiyle 25.04.2016 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan işin esasının incelenmesine olanak görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almıştır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden, Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları kuşkusuzdur.
Hak arama özgürlüğü, haklarının ihlal edildiğini ileri süren bireylerin, ihlalin durdurulması ve olumsuz etkilerinin giderilmesi maksadıyla yetkili makamlara başvurma hakkını ihtiva etmektedir. Bu sebeple hak arama özgürlüğünü yalnızca mahkemelere başvurma hakkıyla sınırlamamak gereklidir. Zira ihlalin niteliği de göz önüne alındığında, ihlalin olumsuz etkilerinin giderilmesi yolunda bir karar verebilecek idari makama da başvuru yapılabilecektir. Nitekim Anayasanın 40. maddesi ile “ Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. ” hükmü bu durumu destekler nitelikte olan temel normlardandır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.
2577 sayılı Kanun’un 13’üncü maddesi uyarınca idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her durumda eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak zararlarının tazminini istemeleri, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ise bu konudaki işlemin tebliğ tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği, görevli olmayan yargı mercilerine açılan tam yargı davalarının görev yönünden reddi halinde idareye başvurma şartının aranmayacağı düzenlenmiştir.
Dava açma süresini saptarken, bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiğinden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan süreye ilişkin mevzuat kurallarının yorumlanmasında kişilerin haklarının ihlali yönünde ağır sonuçlara varan yorumdan kaçınmak gerekmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden; 27.08.2006 tarihinde meydana gelen kaza neticesinde, öncelikle davacı tarafından …5. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin …D.İş sayılı dosyasında …Büyükşehir Belediyesi aleyhine tespit davası açılarak bilirkişi incelemesi ve delil tespiti yaptırıldığı, bu dosyada hazırlanan bilirkişi raporunda yolun yapımından sorumlu kuruluşun asli kusurlu olduğu kanaatinin belirtildiği, bunun üzerine davacının uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmini istemiyle 03.11.2006 tarihinde davalı belediyeye başvuruda bulunduğu, davalı belediye tarafından sorumlu kuruluşun …Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon Genel Müdürlüğü olduğu belirtilerek başvurusunun reddedildiği ve sonrasında yol yapım çalışmasını yürüten Sermet MERİÇ ve …Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon Genel Müdürlüğü aleyhine 13.04.2007 tarihinde adli yargıda tazminat davası açıldığı, bu mahkemece alınan 04.12.2007 tarihli bilirkişi raporunda dava dışı …Büyükşehir Belediyesi’ne kusur atfedildiği, 17.09.2013 tarihli mahkeme kararının Yargıtay ilamı ile bozulduğu ve davalı belediye açısından hizmet kusuruna dayanılarak Büyükşehir Belediyeleri hakkında açılacak davalarda idare mahkemesinin görevli olduğunun belirtildiği ve bunun üzerine adli yargıdaki sözkonusu davaya …Büyükşehir Belediyesi’nin dahili davalı olarak eklendiği, mahkemece 15.03.2016’da nihai kararın verilmesi üzerine de, 25.04.2016 tarihinde davalı …Büyükşehir Belediyesi aleyhine bakılan davanın açıldığı, her ne kadar davacı tarafından başından itibaren davalı idare hasım olarak gösterilip, zararlarının tazmini istemiyle süresinde davalı idareye başvuru yapılmış ise de, davalı belediyece sorumluluğun kendilerinde olmadığı söylenmekle davacının yanlış yönlendirildiği ve bilirkişinin davalı belediyeye kusur atfına mahkemece itibar edilip edilmeyeceği anlaşılamadığından; davacı tarafından mahkeme kararının kesinleşmesinin beklenmesi tabii olup, nihai karar sonrasında gecikmesizin davalı idare aleyhine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu haliyle, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye rağmen; 03.11.2006 tarihli davalı ıdareye başvuru sonrası davacının yanlış yönlendirilmesi neticesinde davanın doğru hasma yönlendirilmemiş olması, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlal edilmiş olması karşısında, süre aşımından söz edilemeyecektir.
Bu durumda, Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken; bakılan davada en geç 04.12.2007 tarihli bilirkişi raporu ile belediyenin kusurlu olduğunun öğrenildiği kabul edilerek davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, …1. İdare Mahkemesi’nin …tarih ve … sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29/12/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.