Danıştay Kararı 15. Daire 2016/6255 E. 2017/2613 K. 17.05.2017 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2016/6255 E.  ,  2017/2613 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/6255
Karar No : 2017/2613

Temyiz Eden (Davacı) :
Vekil :
Karşı Taraf (Davalılar) :
İstemin Özeti : ….İdare Mahkemesi’nin …. tarih ve E:…; K:…sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmaların Özeti : Davalı idarelerce Makeme kararının hukuka uygun olduğu, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; 23.10.2009 tarihinde İstanbul Boğaziçi Köprüsüne, kullandığı bisiklet ile geldikten sonra köprünün ortasında bisikletten inerek kendisini köprüden aşağıya bırakan davacının oğlunun gaipliğine karar verilmesi nedeniyle, Boğaziçi Köprüsünün yalnızca motorlu taşıtlara açık olduğu, bu nedenle idarelerin köprüye bisikletle gelen oğlunun girişini engellememeleri nedeniyle gözetim ve kontrol görevlerini yerine getirmedikleri için hizmet kusuru işlediklerinden bahisle oluştuğu iddia edilen 1.000,00-TL maddi, 50.000,00-TL manevi zararın; yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
….. İdare Mahkemesince; ‘nın tazminat işleminin reddine ilişkin işleminin davacıya tebliğ edildiği 15.09.2011 tarihinden itibaren 60 günlük dava açma süresinin son günü olan 14.11.2011 tarihine kadar dava açılması gerekirken 08.12.2011 tarihinde dava açılması, ‘nün tazminat isteminin reddine ilişkin işleminin davacıya tebliğ edildiği 29.09.2011 tarihinden itibaren 60 günlük dava açma süresinin son günü olan 28.11.2011 tarihine kadar dava açılması gerekirken 08.12.2011 tarihinde dava açılması nedeniyle, davanın ve ‘ne yönelik tazminat istemi bakımından süre aşımı yönünden reddine, Boğaziçi Köprüsü ile ilgili hizmetlerin yerine getirilmesinde kamu tüzel kişiliğine sahip, özel bütçeli ‘nün kurulmuş olması, bu genel müdürlüğün karayolları ve karayollarıyla ilgili hizmetlerin, güvenli ve çevreye duyarlı bir şekilde yapılması veya yaptırılması hususunda görevli olması bu nedenle Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın olayda herhangi bir kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, anılan mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Temyize konu mahkeme kararının yönünden davanın reddine ilişkin kısmında 2577 sayılı kanunun 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından davacının bu kısma yönelik temyiz istemi yerinde görülmemiştir.
Kararın, ve yönünden davanın süre aşımı nedeniyle reddi kısmı incelendiğinde;
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almıştır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden, Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları kuşkusuzdur.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda; devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesinin zorunlu olduğu ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan, Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiştir.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür.
Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmişse de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan yazılı bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından bu bildirimin dava açma süresini işlemeye başlatması düşünülemeyecektir.
Dava dosyasının incelenmesinde, 23.10.2009 tarihinde istanbul Boğaziçi Köprüsüne, kullandığı bisiklet ile geldikten sonra bisikletten inerek kendisini köprüden aşağıya bırakan davacının oğlunun gaipliğine karar verilmesi nedeniyle davacının maddi ve manevi zararının tazmin edilmesi istemiyle davalı idarelere karşı doğrudan dava açıldığı, …İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…; K:… sayılı kararıyla dilekçenin merciine tevdii kararı verildiği, merciine tevdi kararında …. “dava dilekçesinin T.C. , , Ulaştırma Bakanlığı’na tevdiine … karar verildi.” şeklinde hüküm kurulduğu, Anayasa’nın 40. maddesinde belirtilen “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü gereğince dava dilekçesinin ilgili idarelere tevdiinden sonra davacının hangi sürede hangi kanuni yollara başvurulabileceği açıklamasının yapılmadığı, tevdii kararının, davalılardan ‘na 10.08.2011 tarihinde, na 11.08.2011 tarihinde, ‘ne de 15.08.2011 tarihinde tebliğ edildiği, merciine tevdi kararı sonrası Ulaştırma Bakanlığı’nın mahkemeden gelen merciine tevdii kararını ‘ne göndermek suretiyle isteme cevap vermediği ve istemi 10.10.2011 tarihinde zımnen reddetmiş sayıldığı, ve ‘nün tazminat istemini reddettikleri ve ret işleminin 15.09.2011, ‘nün ret işleminin ise 29.09.2011 tarihlerinde davacıya tebliğ edildiği, bahse konu ret işlemlerinde her iki idare tarafından yukarıda açıklanan Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmü gereğince, ret işlemine karşı hangi sürede hangi kanun yoluna başvurulabileceği konusunda bir açıklama yapılmadığı görülmüş olup, ret işlemine karşı tam yargı davasının ise 08.12.2011 tarihinde açılmış olduğu anlaşılmıştır.
Bu durumda; Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne aykırı olarak, davacının tazminat isteminin reddine ilişkin işlemlerde dava açma süresi ve başvuru yolları belirtilmediği için dava açma süresinin işlemeye başladığı kabul edilemeyeceğinden, Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinde usule uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kısmen reddi ile …. İdare Mahkemesi’nin …. tarih ve E:…; K:…. sayılı kararının, yönünden davanın reddine ilişkin kısmının ONANMASINA, oybirliğiyle, davacının temyiz isteminin kısmen kabulü ile ve yönünden davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oyçokluğuyla, 17/05/2017 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde, bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Anılan madde hükmüne göre, idari eylemden dolayı zarara uğrayanlar, tam yargı davası açmadan önce, idareye başvurarak zararlarının tazminini talep etmek zorundadırlar. Bu başvuru üzerine İdare, uğranıldığı ileri sürülen zararın tazminine yönelik iradesini açık ya da zımni bir işlem ile ortaya koymakta, idarenin ”ön karar” denilen bu işlemi üzerine idari yargı merciilerinde tam yargı davası açılabilmektedir.
Dosya kapsamının incelenmesinden, İstanbul Boğaziçi Köprüsüne 23.10.2009 tarihinde kullandığı bisikleti ile gelen ve köprünün ortasında bisikletinden inerek kendisini köprüden aşağıya bırakan davacının oğlunun gaipliğine karar verilmesi üzerine, Boğaziçi Köprüsünün yalnızca motorlu taşıtlara açık olduğu, davalı idarelerin köprüye bisikletle gelen oğlunun girişini engellememeleri nedeniyle gözetim ve kontrol görevlerini yerine getirmedikleri, hizmet kusuru işledikleri iddiasıyla uğradığını ileri sürdüğü 2.000.-TL maddi, 100.000-TL manevi zararın tazmini istemiyle 12.10.2010 tarihinde …. İdare Mahkemesi’nin E:… esasında kayıtlı davanın açıldığı, Mahkemece, dava dilekçesinin netice-i talep kısmı ile konu kısmında istenilen tazminata ilişkin çelişkiler bulunduğundan bahisle, bu çelişkinin giderilerek yeniden dava açmakta serbest olmak üzere dilekçenin reddine karar verildiği, davacı tarafından anılan eksikliğin giderilerek dilekçenin yenilenmesi üzerine Mahkeme’nin E:2231 esasına kaydedilen davada, Mahkeme’ce 2577 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan 13. madde hükmünün karara aynen aktarılarak; idari eylemlerden hakları ihlal edilen kişilerin dava açmadan önce ilgili idareye başvurmaları ve idareden ön karar almalarının zorunlu olduğu, olayda davacı tarafından zararın giderilmesi istemiyle idareye yapılmış bir başvuru bulunmaksızın doğrudan dava açıldığı gerekçesiyle, 2577 sayılı Kanunun 15/1-e maddesi uyarınca idari merci tecavüzü nedeniyle dava dilekçesi ve eklerinin davalı idarelere tevdiine karar verildiği, davalılardan ve ‘nce davacının tazminat isteminin reddedildiği ve ret işleminin 15.09.2011, ‘nün ret işleminin ise 29.09.2011 tarihlerinde davacıya tebliği üzerine bakılan davanın 60 günlük dava açma süresi geçirildikten sonra 08.12.2011 tarihinde İstanbul 7. İdare Mahkemesinin E:2011/2087 esasına kayden açıldığı anlaşılmaktadır.
Görüldüğü üzere, davacı vekiline tebliğ edilen … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı “merciine tevdi” kararında, idari eylemden doğan tamyargı davalarının açılabilmesi için uyulması zorunlu olan yargısal sürece ilişkin bilgi verilmiş, merciine tevdii kararının ilgili idarelere tebliği ve bu idarelerce istemin reddini içeren işlemlerin kendisine tebliğinden sonra, dava açma süresi içerisinde tam yargı davası açabileceği hususu davacı vekiline hatırlatılmıştır.
Mahkemenin merciine tevdi kararındaki yeterli bilgi ve açıklamaya rağmen ve yönünden davanın süresinde açılmadığı görülmekte olup anılan idareler yönünden de Mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ile aksi yönde oluşan çoğunluğun kararına katılmıyoruz.