Danıştay Kararı 15. Daire 2016/5065 E. 2016/4852 K. 12.10.2016 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2016/5065 E.  ,  2016/4852 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/5065
Karar No : 2016/4852

Temyiz Eden (Davacı) :
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) :
İstemin Özeti : … İli, … İlçesi, … Köyü’nde ikamet eden davacı tarafından, yaşanan terör olayları nedeniyle köyünü terk ettiğinden bahisle uğradığı ileri sürülen zararların 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, …. İdare Mahkemesi’nce; dava konusu edilen 23/02/2006 tarih ve 549 sayılı işlemin, davacının 2006 yılında yapmış olduğu başvurusunun reddedilmesine ilişkin 08/02/2006 tarih ve 917 sayılı komisyon kararının bildiriminin yapılmasına ilişkin işlem niteliğinde olduğu ve anılan kararda davacının yaşının küçük olmasından dolayı mal varlığı bulunamayacağından bahisle başvurusunun reddedildiğinin belirtildiği, bir diğer ifade ile dava konusu edilen ana işlemin 08/02/2006 tarih ve 917 sayılı komisyon kararı olduğu, davacı vekili tarafından 03/04/2009 tarihli dilekçe ile davacı adına yapılan başvurunun 08/02/2006 tarih ve 917 sayılı karar ile reddedildiği belirtilerek, davacının mal varlığı bulunduğundan bahisle dosyanın yeniden incelenmesinin talep edildiğinin görüldüğü, bu nedenle, davacı tarafından dava konusu edilen işlemden, 03/04/2009 tarihinde haberdar olduğu sonuç ve kanaatine varılarak dava açma süresinden çok sonra 08/10/2015 tarihinde açılan iş bu davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararın, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Savunma verilmemiştir.
Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararın Bozulması” başlıklı 49. maddesinin 2. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi, c) Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.
Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin reddine, … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…., K:…. sayılı kararının ONANMASINA, temyiz harç ve posta ücretinin Mahkemesince tamamlattırılmasına, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/10/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY :

Dava; … İli, … İlçesi, …Köyü’nde ikamet eden davacı tarafından, yaşanan terör olayları nedeniyle köyünü terk ettiğinden bahisle uğradığı ileri sürülen zararların 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almıştır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden, Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları kuşkusuzdur.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda; Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesinin zorunlu olduğu ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan, Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmişse de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan yazılı bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından bu bildirimin dava açma süresini işlemeye başlatması düşünülemeyecektir.
Bakılan davada, dava konusu işlemde davacının ne kadar süre içerisinde idari yargıda dava açabileceğinin belirtilmediği, bu anlamda, Anayasanın yukarıda hükmüne yer verilen 40. maddesine aykırı davranıldığı anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda, yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında, Mahkemece işin esasının incelenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinde usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabul edilerek, Mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.