Danıştay Kararı 15. Daire 2016/2388 E. 2016/4714 K. 29.09.2016 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2016/2388 E.  ,  2016/4714 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/2388
Karar No : 2016/4714
Temyiz Eden (Davacılar) :
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) :
Vekili :
İstemin Özeti : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…; K:… sayılı kararının, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi :
Düşüncesi : Temyiz isteminin kısmen kabulüyle, İdare Mahkemesi kararının manevi tazminatın reddine yönelik kısmının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, dosyanın tekemmül ettiği anlaşılmakla yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17/2. maddesi uyarınca duruşma yapılmasına gerek görülmeyerek, Tetkik Hakimi’nin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; davacılar tarafından, murisleri olan ….’ün 18/06/2010 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonrası kaldırıldığı … Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan tedavisinde idarenin hizmet kusuru sonucunda ölümüne sebep verildiği ileri sürülerek maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle açılmıştır.
… İdare Mahkemesi’nce; sunulan sağlık hizmetinde eksiklik bulunduğu açık olmakla birlikte, bu eksikliğin ölüme katkısının olup olmadığının bilinememesi nedeniyle, idari eylemle zarar arasında nedensellik bağının kuralamadığı, 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu’na ve Adli Tıp Genel Kurulu’na yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, davacıların yakınının ölümünün davalı idarece yapılan kusurlu eylemlerden kaynaklandığının şüpheden uzak ve kesin bir biçimde ortaya konulamadığı, ayrıca ölüm olayıyla trafik kazası arasında illiyet bağının bulunduğu sonucuna varıldığı, öte yandan kusursuz sorumluluk halinin de söz konusu olmadığı dikkate alındığında davacıların tazminat talebinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle davanın reddi yolunda karar verilmiştir.
Davacılar tarafından, usul ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdare hukuku ilkeleri ve Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın oluşması ve bu zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir. Bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde, bu zararın tazmini, idarenin hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilir.
İdare Mahkemesi Kararının Maddi Tazminat İsteminin Reddine İlişkin Kısmı İncelendiğinde;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “kararın bozulması” başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.
Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın maddi tazminatın reddine ilişkin kısmının usule ve hukuka uygun olduğu, kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
İdare Mahkemesi Kararının Manevi Tazminat İsteminin Reddine İlişkin Kısmının İncelenmesine gelince;
Manevi tazminat, idari eylem veya işlem nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa karşılamaya yönelik bir manevi tatmin aracıdır.
Manevi tazminat, evrensel hukukta eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuru da ön plana alınmaktadır. Gelişen hukuktaki bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde, tatmin olma duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini de ortaya koymakta ve vücut bütünlüğü yanında ruh sağlığını da içeren kişi haklarının önemini vurgulamaktadır.
Manevi tazmin ile amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek değil, hizmet kusuruyla zarar veren idareyi, gerekli dikkat ve özeni gösterme konusunda etkili biçimde uyarmaktır.
Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak bir miktarda olması gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, davacıların murisi olan …’ün 18/06/2010 tarihinde İbriktepe-İpsala yolunda geçirdiği trafik kazası sonrasında … Devlet Hastanesi’nden … Üniversitesi Hastanesi Acil Servisine sevk edildiği, yapılan tetkikler neticesinde …’e omurilik kırığı teşhisi konulduğu ve bu bulgularla Beyin ve Sinir Cerrahisi kliniğine yatırılarak 25/06/2010 tarihinde kırıklar nedeniyle ameliyat edildiği, akabinde anılan hastanede tedavisine devam edildiği, anılan hastanede yapılan yanlış tedavi sonucu 19/07/2010 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde vefat ettiği ileri sürülerek maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 19/12/2011 tarih ve 3333 sayılı raporunda; “kişinin ölümünün genel beden travmasına bağlı omur kırığı ve bu nedenle yatalak kalmaya bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği, 18/06/2010 tarihinde meydana gelen trafik kazası ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu” belirtilmiştir.
Uyuşmazlık konusu olayda, davacıların murisi …’ün ölümüne 18/06/2010 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yatalak kalmaya bağlı olarak oluşan komplikasyonların mı etkili olduğu, yoksa … Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yapıldığı iddia edilen yanlış tedavi veya lavman uygulaması nedeniyle bağırsağının delinmesi gibi olayların mı etkili olduğu, tedavide tıbbi kusur, hata veya ihmal bulunup bulunmadığı hususlarının tespitine yönelik olarak Mahkemece dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, bunun üzerine düzenlenen 26/02/2014 tarih ve Karar No:883 sayılı Adli Tıp Kurumu 1.Adli Tıp İhtisas Kurulu raporunda özetle; “davacıların murisi …’ü 05-06/07/2010 tarihlerinde batın distansiyonu nedeniyle konsülte eden Genel Cerrah konsültan hekimlerinin tanı, takip ve tedavilerinin uygun olduğu, fakat 08-09/07/2010 tarihlerinde batın distansiyonu şikayetinin devam etmesi üzerine konsülte eden Genel Cerrah konsültan hekimlerinin 08/07/2010 tarihinde çekilen batın BT deki mevcut serbest havaya rağmen takip önerdikleri, acil cerrahi girişim düşünmedikleri, bu BT bulgusunun klinik bulgularla birlikte acil ameliyat endikasyonu olduğu, bunun yapılmamış olmasının eksiklik olduğu, ancak kişiye zamanında uygun cerrahi ve tedavi uygulanması durumunda dahi kurtulmasının kesin olmadığı, kişinin ölümü ile 18/06/2010 tarihinde meydana gelen trafik kazasına bağlı oluşan yaralama arasında illiyet bağı bulunduğunun oy birliği ile mütalaa olunduğu” şeklinde kanaat belirtilmiştir.
Bakılan davada, Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu’ndan gelen rapor sonrasında Mahkemece, ölen kişi hakkında yapılan tedavide kusur bulunduğu belirtildikten sonra yanlış tedavi olmasaydı dahi kurtulamayabileceği kararı arasında çelişki bulunduğu, ayrıca kişinin ölümü ile geçirdiği trafik kazası arasında illiyet bağı bulunduğu belirtilmekle birlikte ölümün trafik kazası sonrası gerçekleştiğine dair bilgi ve bulgulara yer verilmediği anlaşıldığından Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan bu hususlara ilişkin yeni bir rapor istenildiği, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun 19/03/2015 tarih ve Karar No: 485 sayılı raporunda özetle; “19/07/2010 tarihinde öldüğü kayıtlı olan kişiyi 05-06/07/2010 tarihlerinde batın distansiyonu nedeniyle konsülte eden Genel Cerrah konsültan hekimlerinin tanı, takip ve tedavilerinin uygun olduğu, fakat 08-09/07/2010 tarihlerinde batın distansiyonu şikayetinin devam etmesi üzerine konsülte eden Genel Cerrah konsültan hekimlerinin 08/07/2010 tarihinde çekilen batın BT deki mevcut serbest havaya rağmen takip önerdikleri, acil cerrahi girişim düşünmedikleri, bu BT bulgusunun klinik bulgularla birlikte acil ameliyat endikasyonu olduğu, bunun yapılmamış olmasının eksiklik olduğu, 08-09/07/2010 tarihlerinde hastaya konsültasyon yapan genel cerrahi hekimlerinin kusurlu olduğu, ancak ilgili hekimlerin ifadeleri arasında çelişkiler bulunduğundan 08-09/07/2010 tarihlerinde genel cerrahi konsültasyonu yapan hekimlerinin adli tahkikat ile belirlenmesinin uygun olacağı, kişinin klinik durumu itibariyle zamanında doğru tanı konularak uygun cerrahi ve medikal tedavi uygulanması durumunda dahi kurtulmasının kesin olmadığı, hekimlerin eylemi ile kişinin ölümü arasında kesin bir illiyet bağı kurulamayacağı, kişinin ölümü ile 01/07/2010 tarihinde meydana gelen trafik kazasına bağlı oluşan yaralanma arasında illiyet bağı bulunduğu, hekimlerin kusurlu eylemlerinin kazaya bağlı yaralanma ile kişinin ölümü arasındaki illiyet bağını kesmeyeceğinin oy birliği ile mütalaa olunduğu” şeklinde kanaat belirtilmiştir.
İdarelerin kamu hizmetinin gereği gibi işleyebilmesini sağlayacak organizasyonları yaparak, yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu hususunun tartışmasız olduğu gözönünde bulundurulduğunda, sağlık hizmetini yürüten personelden olan Genel Cerrah konsültan hekimlerinin 08/07/2010 tarihinde çekilen batın BT deki mevcut serbest havaya rağmen takip önerip acil cerrahi girişim düşünmemelerinin tıp kurallarına uygun olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, dosya içeriğinde yer alan bilimsel raporlar ışığında, meydana gelen ölüm olayı ile sunulan sağlık hizmeti kapsamındaki tıbbi uygulamalar arasında uygun illiyet bağı kurulamamış ise de; bu durumun davacılarda, murisinin tedavisinin gerektiği gibi yürütülmediği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı görüldüğünden, davacıların maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin reddi yolunda verilen Mahkeme kararının bu kısmında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davacılar temyiz isteminin kısmen kabulü ile … İdare Mahkemesi’nin .. tarih ve E:…; K:… sayılı kararının manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA gerekçede oyçokluğu esasta oybirliğiyle, diğer kısımlarının ONANMASINA oyçokluğuyla, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, kullanılmayan ..-TL yürütmenin durdurulması harcının istemi halinde davacılara iadesine, 2577 sayılı Kanunun 18/06/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29/09/2016 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY:

Davacıların murisinin 18.06.2010 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonrasında … Devlet Hastanesinden Trakya Üniversitesi Hastanesi acil servisine sevkedildiği, yapılan tetkikler sonucu omur kırığı teshisi ile Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniğine yatırıldığı, 25.06.2010 tarihinde kırık nedeniyle ameliyat olduğu, ameliyat sonrası ilk olarak 05.07.2010 tarihinde karında distansiyon nedeniyle Ar. Gör. Dr. …. tarafından konsültasyon istenildiği ve bu yazıda distansiyonun 5 gündür sürdüğünün belirtildiği, Dr. …’ın nazogoartirik tüp takılması ve lavman yapılmasını istediği, 06.07.2010 tarihinde Dr. …ı’nın konsültasyon isteğinde rektal tüp konmasını istediği, 07.07.2010 – 08.07.2010 ve 09.07.2010 tarihlerinde aynı uygulamanın sürdürüldüğü, hasta yakınlarının genel cerrahi bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr….’a gereken takibin yapılmadığı yolundaki yakınmaları üzerine Prof. Dr….’un 10.07.2010 tarihinde Genel Cerrahi A.D. Öğr. Üyesi Yrd. Doç. Dr. …’i aradığı, hastanın aynı gün acil ameliyata alındığı, ameliyat sonrası hastanın durumunda iyileşme olmaması üzerine hasta yakınlarının 15.07.2010 tarihinde hastalarını hastaneden çıkarttıkları ve 16.07.2010 tarihinde …Tıp Fakültesi Hastanesine yatırdıkları, hastanın 19.07.2010 tarihinde öldüğü, Adli Tıp Kurumu otopsi raporunda davacıların murisinin omur kırığı ve bu nedenle yatalak kalmaya bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu öldüğü belirtildiği anlaşılmıştır.
Mahkemece, Adli Tıp Kurumuna yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda 1. Adli Tıp İhtisas Kurulunca düzenlenen raporda 08.07.2010 tarihli batın BT’deki mevcut bulgunun klinik bulgularla birlikte acil ameliyat endikasyonu olduğu halde takip önerilmesinin eksiklik olduğu, ancak zamanında uygun cerrahi ve tedavi uygulanması durumunda da kurtulmasının kesin olmadığı, ölüm ile trafik kazası yaralanması arasında illiyet bağı bulunduğu sonucuna ulaşılmış, mahkemece raporda yer alan tespitler ile sonucun çelişkili olduğu, trafik kazası nedeniyle ölümün gerçekleştiğine ilişkin tespitlerin bulunmadığı belirtilerek Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan yeni bir rapor istenilmesi üzerine düzenlenen raporda da; aynı tespitlere yer verilerek ölümün trafik kazası sonucuna bağlı yaralanmadan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır.
Olayda, ilk olarak 05.07.2010 tarihinde 5 gündür sürdüğü belirtilmek suretiyle batın distansiyonu tespit edilen hastaya bundan sonra 5 gün boyunca tüp takılıp lavman yapıldığı, ancak araya bir profesörün girmesi üzerine acil ameliyata alındığı, adli tıp kurumu raporunda da belirtildiği üzere acil ameliyata alınması gerekirken tüp ve lavman ile tedaviye devam edildiği, uygulanması gereken tedavide gecikildiği, bunun bir eksiklikten öte hizmetin kusurlu işlediği, gelişen komplikasyonlara zamanında müdahale edilmeyerek hastanın sağlık durumunun daha da kötüleştiği ve vefat ettiği anlaşılmıştır.
Bu itibarla hizmeti kusurlu işlettiği açık olan davalı idarenin, davacıların murisinin ölümü nedeniyle maruz kalınan maddi ve manevi tazminatı ödenekle yükümlü oldukları açık olduğundan, davanın reddi yolundaki mahkeme kararının tamamının bozulması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyoruz.