Danıştay Kararı 15. Daire 2016/1893 E. 2017/399 K. 23.01.2017 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2016/1893 E.  ,  2017/399 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/1893
Karar No : 2017/399

Temyiz Edenler ve
Karşı Taraf (Davalılar) :
Vekilleri :
Vekili :
Temyiz Eden ve
Karşı Taraf (Davacı) :
Vekili :

İstemin Özeti : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmaların Özeti : ve tarafından mahkeme kararının hukuka uygun olduğu, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. Davacı tarafından savunma verilmemiştir.
Düşüncesi : Davaya konu eylemin niteliğine bakıldığında, eylemin ideolojik amaçlar doğrultusunda, kendi sosyal ve siyasal dünya görüşleri dışında kalan görüşleri toptan bir şekilde reddederek cebir ve şiddet ile tepki göstermek suretiyle bu tür görüş sahiplerini cezalandırmak ve görüş taraftarları üzerinde korku ve kaygı yaratmak için 3713 Sayılı Yasanın 1. maddesinde koruma altına alınan temel hak ve hürriyetler arasında yer alan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. maddesi kapsamında güvence altında bulunan dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içeren düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü ortadan kaldırmayı amaçlayan bir grup şüphelinin zamana yayılan biçimde bir araya gelerek cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini kullanmak suretiyle gerçekleştirdikleri eylem olduğu; eylemin ortaya çıkışı sonrasında gerek …’da gerekse eylem sonrasında tüm Türkiye ve dünya kamuoyunda ortaya çıkan tepkiler devlete yönelik ihmal ve kasta ilişkin iddialar, uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin imajı ve karşı karşıya bırakıldığı sorunlar nazara alındığında eylem sonrası kamu düzeninin ciddi bir şekilde bozulduğu; topluluğun belirtilen amaçları doğrultusunda içerisinde yer aldıkları “araç suçun” TCK’nın 314. maddesi kapsamında bir terör örgütü olarak kabul edilmesi gerektiği düşüncesiyle mahkeme kararının onanması düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce dosyanın tekemmül ettiği anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin ve 2577 sayılı Kanun’un 17/2. maddesi uyarınca duruşma istemi yerinde görülmeyerek gereği görüşüldü:
Dava;18.04.2007 tarihinde davacı şirketin … şubesinin silahlı şahıslar tarafından basılarak biri misafir ikisi şirket çalışanı olmak üzere üç kişinin öldürülmesi neticesinde şirket nezdinde ortaya çıkan maddi ve manevi zararlardan gerek iç güvenlik tedbirlerinin alınmaması nedeniyle hizmet kusuruna dayalı olarak gerekse sosyal risk ilkesi gereğince kusursuz sorumluluk esaslarına göre idarelerin sorumlu olduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen 25.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
… İdare Mahkemesi’nce; davacı şirketin 5233 sayılı Yasa kapsamında tazminat ödenmesi talebiyle ‘ne yaptığı herhangi bir başvurusunun bulunmadığı, bakılan davanın da Valilik bünyesinde oluşturulan Zarar Tespit Komisyonu kararı alınmasını müteakip açılmadığı dikkate alındığında 27.07.2004 tarihinden sonra meydana gelen terör eylemleri veya terörle mücadele sırasında uğranılan maddi zararların tazmini istemiyle açılan veya açılacak davalarda artık sosyal risk ilkesini uygulama olanağı bulunmadığından davacı şirket tarafından uğranıldığı iddia olunan maddi zararların idarenin kusursuz sorumluluğu ilkesi çerçevesinde de tazmininin mümkün olmadığı, manevi tazminat istemleri açısından öldürülen şahısların ikisinin şirketin … şubesinin çalışanı olduğu diğer şahsın ise misafir olarak bulunduğu, davacı şirketin olay nedeniyle ticari onur ve saygınlığının çiğnendiği, ekonomik yaşam içindeki konumunu ve itibarını sarstığı anlaşıldığından davacı tüzel kişinin kişisel değerler üzerindeki haklarına yapılan bu saldırı nedeniyle manevi yönden uğradığı kanaatine varılan 20.000,00.TL tutarındaki zararın 17.04.2008 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarelerce hesaplanarak davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Davalı idare ve davacı tarafından, adı geçen Mahkeme kararının aleyhlerine olan kısımlarının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
27.07.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu; 2. maddesinde, bu Kanunun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı belirtilmiş; geçici 1. maddesinde ise; bu Kanun hükümlerinin, olağanüstü hal uygulamasının başladığı 19.07.1987 tarihi ile Kanunun yürürlüğe girdiği 27.07.2004 tarihi arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3. ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da, süresi içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları kaydıyla, uygulanacağı kurala bağlanmıştır.
5233 sayılı Kanun, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen “sosyal risk” ilkesinin yasalaşmış halidir ve adı geçen Kanunun uygulama alanı yalnızca “sosyal risk ilkesi” uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır.
Bu nedenle, olağanüstü hal uygulamasının başladığı 19.07.1987 tarihi ile 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27.07.2004 tarihi arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3. ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında uygulanabilecek olan 5233 sayılı Kanun uyarınca idarenin tazminat ödemekle sorumlu tutulabilmesi için, meydana gelen zararın, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle doğduğunun açıkça ortaya konulması gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden; davacı şirket çalışanı olan T……. isimli şahısların 18.04.2007 günü … Yayıncılık ve Dağıtım isimli şirketin … Şubesi’nde bulundukları esnada Hristiyan Dinine mensup olmaları nedeniyle uğradıkları saldırı sonucu öldürülmelerinin idarenin ağır hizmet kusurundan kaynaklandığı, ayrıca olayın münferit bir olay olmayıp toplumsal bir boyutunun olması nedeniyle idarelerin kusursuz da olsa oluşan zarardan sorumlu olduğundan hareketle ve bu olay nedeniyle şirketin ticari yönden itibar kaybına uğradığı, ayrıca olay sonrası şubenin yerinin değiştirilmesi, ekipmanlara el konulması, eleman temininde güçlük yaşanması, güvenlik harcamalarının artması gibi maddi zararların oluştuğundan bahisle 17.04.2008 tarihli dilekçe ile söz konusu maddi ve manevi zararların karşılanması talebiyle davalı ‘na başvurduğu, ‘nca talebin 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ilgili Valiliğe yapılması gerektiğinin 05.06.2008 tarihinde davacı şirkete tebliği üzerine 5233 sayılı Yasa kapsamında bir başvuru yapılmaksızın uğranıldığı ileri sürülen 25.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı şirket çalışanlarının öldürülmesi olayında kovuşturma aşamasında devam eden ve … Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen … tarih ve … sayılı kararın gerekçesinde;
“Sanıkların bu eylemi 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 1. maddesinde ifade edilen “Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak” amacıyla gerçekleştirdikleri hususunda her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilememiştir. Somut olayda sanıkların eylemlerini 1. maddede belirtilen amaçlara ulaşmak için gerçekleştirdiklerine ilişkin her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilememiş olması nedeniyle sanıkların “terör suçlusu” olarak tanımlanmaları da hukuken mümkün değildir.
Somut olayda sanıkların “kasten öldürme” suçunu işlerken dolaylı olarak kullandıkları kuru sıkı tabancalar ve 5237 Sayılı TCK’nın 6/1-f maddesi anlamında silah olarak kabul edilen bıçaklar dışında başkaca silah olarak kabul edilebilecek suç eşyasına sahip oldukları iddia dahi edilmemiştir. Esasen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun ve 5237 Sayılı TCK’nın 314. maddesi kapsamında silahlı terör örgütü olarak kabul edilen bir örgütün kuru sıkı tabancalar ve bıçaklar dışında silah olarak kabul edilebilecek başka bir suç eşyasına sahip olmamaları da yine 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1. maddesinde sayılan hedef suçları işlemek bakımından yeterli silaha sahip olmadıklarını göstermektedir.
Bir örgütlenmenin silahlı terör örgütü sayılabilmesi için örgütün hiyerarşik bir yapısı ile süreklilik arzeden bir yapısı bulunması gerekir. Örgüt soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir ilişki bulunmalıdır. Suç işlemek için örgüt kurmaktan söz edilebilmesi için sanıkların aralarında önceden anlaşıp iş bölümü ve hiyerarşik bir yapı içerisinde süreklilik gösterecek planlı bir ortaklık ve paylaşım anlayışıyla belirlenmemiş sayıdaki suçları işlemek amacı etrafında birleşmeleri gerekir.
Tüm bu nedenlerle sanıkların belli bir suçu (kasten öldürme) işlemek üzere iştirak ilişkisi çerçevesinde bir araya geldikleri, aralarında hiyerarşik bir ilişki bulunmadığı gibi suç işleme iradelerinde devamlılık bulunduğuna ilişkin de her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği anlaşılmakla silahlı bir terör örgütünün kurucusu, yöneticisi veya üyesi olarak kabul edilmemişlerdir. Sanıkların silahlı terör örgütü kurucusu, yöneticisi ve üyesi olup olmadıkları yönünden yapılan ayrıntılı açıklamalar da dikkate alınarak sanıkların aralarındaki ilişkinin iştirak ilişkisi olduğunun kabul edilmesi karşısında aralarında hiyerarşik bir ilişki bulunmaması, suç işleme iradelerinde devamlılık bulunmaması, amaçlanan suçları ve amaca matuf eylemleri için araç ve gereç bakımından elverişli ve yeterli vasıtalara sahip olmamaları hususları birlikte değerlendirildiğinde TCK’nın 220. maddesi anlamında bir suç örgütünün varlığı da kabul edilmemiştir.
Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında dosya kapsamına dahil edilen tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde sanıkların maktulleri öldürebilmek amacıyla aralarında anlaşarak plan kurdukları, bu plan çerçevesinde eylemin gerçekleşmesini sağlayabilmek amacıyla gereken araç ve gereçleri yine fikir birliği ve iş bölümü içerisinde temin ettikleri ve sanıkların kasten öldürme suçunu belli bir plan dahilinde ve iştirak iradesi ile işledikleri anlaşıldığından sanıkların …….. karşı gerçekleştirdikleri “Tasarlayarak Adam Öldürmek” suçundan eylemlerine uyan 5237 Sayılı TCK’nın 37/1 maddesi delaletiyle 82/1-a maddesi uyarınca her bir maktule karşı gerçekleştirilen eylem nedeniyle (ayrı ayrı 3 kez) ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir.” ifadelerine yer verilmiştir.
Yukarıda gerekçesine yer verilen … Ağır Ceza Mahkemesinin kararında da belirtildiği üzere; aralarında davacı şirketin çalışanlarının da yer aldığı üç kişinin 18/04/2007 tarihinde öldürülmesi olayında sanıkların eyleminin bir terör suçu teşkil etmediği, bu eylemlerin Türk Ceza Kanununun 82/1-a maddesi kapsamına giren “tasarlayarak adam öldürme” suçu olarak nitelendirilerek sanıkların ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırıldıkları anlaşılmaktadır. İdare Mahkemesi’nin temyize konu kararında ise davacı şirketin davalı idarelerden ‘na yaptığı başvurunun sosyal risk ilkesi uyarınca karşılanması gereken bir zararın karşılanmasını amaçlayan bir başvuru olarak değerlendirildiği ve bu nedenle davacı şirketin manevi tazminat talebinin kısmen kabul edildiği görülmektedir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’nce olayın tasarlayarak adam öldürme fiili olarak nitelendirilmesi karşısında, 5233 sayılı Kanun çerçevesinde bir terör eyleminden bahsedilemeyeceğinden, olayda davacı tarafça iddia edildiği şekilde davalı idarelerin hizmet kusuru bulunup bulunulmadığı araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hatalı bir nitelendirmeyle davacı şirketin zararlarının terör olayları sonucu ortaya çıktığı ve 5233 sayılı Kanun kapsamında sosyal risk ilkesi uyarınca karşılanması gerektiği gerekçesiyle, maddi tazminat talebinin reddi ve manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulü, kısmen reddi yolundaki temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, tarafların temyiz taleplerinin kabulü ile … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23/01/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.